14 Ağustos 2017 Pazartesi

"GENEL DURUMA DAR BİR ÇERÇEVEDEN BAKIŞ" TÜMER DİYOR Kİ !.. Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
GENEL DURUMA DAR BİR ÇERÇEVEDEN BAKIŞ
CNN Türk'te Ahu Özyurt'un sunduğu Türkiye'nin Gündemi programının da 'yeni devlet' tartışması yaşandı. Programın konuklarından AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan, “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır” dedi.
Her ne kadar Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, bunu yalanlayarak, Tek millet, tek devlet, tek bayrağımız var, demektedir.
Bu lafları edenlere neden göz yumulmaktadır veya bunlar hangi cesaretle bu sözleri söylemektedirler. Bunlar sorgulanmalıdır.
Şimdi biz burada;
GENEL DURUMU BİRLİKTE GÖZDEN GEÇİRELİM
Sevgili okurlar, bu başlık NUTUK’ TAN alınmıştır.
NUTUK 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Partisinin ikinci kongresinde okunmuştur.
Nutuk’ta önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı destanını Samsun’a ayak basmasından başlayarak, bütün yaşanılan olayları en ince ayrıntısına kadar anlatmıştır.
Tarihi bir belgedir.
Nutuk’un içerisinde bahsedilen Genel Durumu birlikte gözden geçirelim başlığı altında anlatılanların 2017 yılında ülkemizde de benzer şekilde yaşandığı kanısı ile,  o zamanki durumu burada anlatmak istedim.
Mustafa Kemal Atatürk diyor ki: “Düşman devletler, Osmanlı Devleti’ne saldırmışlar. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. “
(Bugün de aynı durum söz konusu değil mi? Emperyalist güçler tezgâhladıkları FETO, PKK, DEAŞ gibi örgütlerle ülkemizi bölmeye, parçalamaya, kardeşi kardeşe düşman etmeye çalışmıyorlar mı?)
 “Padişah ve halife olan kişi, hayatını ve tahtını kurtarmaktan başka bir şey düşünmüyor. “
(AKP başta olmak üzere Cumhurbaşkanımız da alacakları kararlar ile hayatlarını garanti altına almak istemiyorlar mı?)
“Hükümet aynı durumda. Başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde olup bitecekleri bekliyor.”
(Şu an halkın çoğu kararsız bezgin, üzgün, sıkıntılı ve ne yapacağını bilmez bir şekilde, olup bitenleri şaşkınlıkla izlemiyor mu? )
“Ordu, adı var kendi yok bir durumda. Komutan ve subaylar yorgun. Yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor.”
(Ordumuz, Ergenekon, Balyoz olayları ve de son Feto darbe hareketi nedeniyle, ayrıca da Suriye ve PKK başta olmak üzere diğer terör örgütleri ile uğraşmaktan yorgun değil mi? Her gün verilen şehitler anaların yüreklerini yakarken, şehit annesine, sen ne mutlu annesin ki oğlun cennete gitti, diyerek teselli etmek ne kadar fayda veriyor ki?)
 “Ulus ve ordu, aynı zamanda halife de olan padişahın hainliğinden haberdar değil. O nedenle de bu makama içten bağlı. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken önce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu düşünüyor. Halifesiz, padişahsız kurtuluşun olabileceğini düşünmüyor. Böyle düşünenleri de hemen dinsiz, vatansız, hain olarak niteliyor.”
(Bugün de birbirlerinin siyasi düşüncelerine karşı çıkanlar, tarikatlara karşı olanlar, dinsiz, vatansız, hain olarak damgalanmıyor mu?)
“Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemeyi düşünüyorlardı. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı tüm kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken, hepsini yenen İtilaf Kuvvetleri karşısında yeniden onlarla savaşmaya kalmaktan daha büyük mantıksızlık olamazdı. Bu anlayışta olanlar yalnız halk değildi. Seçkin denilen insanlar da öyle düşünüyorlardı.
Kurtuluş yolu ararken, İtilaf Devletlerine karşı düşmanca tavır alınmayacak, padişah ve halifeye sadık kalınacaktı.”
(Bugünde Amerika başta olmak üzere, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya gücendirilmemeye çalışılmıyor mu?)
DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ YOLLARI
“Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, üç türlü karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngiltere’nin himayesini (Koruyuculuğunu) istemek;
İkincisi: Amerika Mandasını (güdümünü) istemek.
Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünüyorlardı. Osmanlı ülkesinin bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında bulunmasını tercih ediyorlardı.
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarına yönelikti. Bazı bölgeler, Osmanlı Devletinden ayrılmanın yollarını ararken, bazı bölgeler de devletin ortadan kaldırılmayacağını, Osmanlı topraklarının paylaşılacağını düşünerek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlardı.”
(Bugün de kendisini kurtarmak çabası içerisinde olanlar yok mu? Bazı güçler, Türkiye’den toprak almak, Kürt devletini kurmak arzu ve inancı içerisinde değiller mi)?
MUSTFA KEMAL’İN KARARI NE İDİ:
“Ben, bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantık çürüktü. İçinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkeleri parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün yaşadığı bir anayurdu kalmıştı. Onu da paylaşmaya uğraşıyorlardı. Osmanlı Devleti, padişah, halife, hükümet anlamını yitirmiş sözlerdi.
Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmaktı.
İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.
Bu kararın dayandığı mantık şu idi:
(Bu Mantığa dikkat edin. Türk milleti her zaman onurlu ve şerefli olmuştur. Onuru ve şerefi uğruna, vatanına, bayrağına, diline ve dinine sahip çıkmış, devletinin çıkarlarını her zaman ön planda tutmuştur.)
“Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır.
Bu, tam bağımsız olmakla sağlanabilir. “
(Bağımsızlığını yitiren milletler, başkasının kölesi olmaya mahkumdurlar.)
“Ne kadar zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileri gidemez.”
(Türk milleti uşak olmaktansa ölmeyi tercih eder.)
“Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.
Öyleyse: Ya bağımsızlık ya ölüm.
İşte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır.
Türk ata yurduna, Türk bağımsızlığına saldıranlara ulusça karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu.
Bu önemli kararı ilk günden açıklamak yerinde değildi. O nedenle uygulamayı evrelere ayırmak, olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak, adım adım ilerleyerek amaca ulaşmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başladığımız kişiler, ulusal yaşamın Cumhuriyete, Cumhuriyet yasalarına yönelmesi üzerine bana direnmeye başladılar.”
(Son derece dikkat edin. Adım adım, bu sefer başka bir gidişe doğru gidilmektedir. FETO darbesi bunu ispatlamıştır. Türkiye adım adım yeni bir devlet anlayışına doğru gitmektedir, yalan mı?)
Mustafa Kemal bu direnişleri bertaraf etmiş ve Laik, Demokrat Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Cumhuriyet durabilir, ancak içi boşaltılmış bir cumhuriyet olması da mümkündür. Laiklik ortadan kalktığında çok şey değişebilir. Cumhuriyet’le idare edilen çok ülke vardır. Ancak; laiklik yoktur. Din ile devlet işleri birbirinden ayrı değildir. Örnek mi: İran’ı, Pakistan’ı, Afganistan’ı gözünüzün önüne getirin.
30 Ağustos Zafer Bayramı, Türk milletini kimsenin yok edemeyeceğinin simgesidir.
Bu topraklar kan ve gözyaşları içerisinde kurtarılmıştır. Bu devleti yıkmaya kimsenin gücü yetmez. Bırakın boş ve saçma düşünceleri, ülkenin muasır medeniyet seviyesine çıkması, kalkınması, barış ve dostluk içerisinde yaşamanın koşullarının oluşturulması için çaba harcayın.
Son Sözümüz:
İnsanları rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ün Allah ile aldatmak kitabında dediği gibi, insanların saf ve temiz duygularını suistimal ederek Allah ile insanları aldatmayın. Allah sizi affetmez ve mutlaka cezalandıracaktır da! Son önemlidir. Sonunuzun nasıl olacağını tahmin edemezsiniz.
Kefenin cebi yoktur. Öbür tarafa bir liranızı ve ayağınıza giydiğiniz çorabınızı bile götüremeyeceksiniz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün din hususunda söylediklerinden kısa birkaç sözünü burada sizlere tekrar hatırlatmak isterim.
“Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalbi ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.”3
“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için, akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”
“Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye mani hiç bir şey ihtiva etmiyor…(1923)
“Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Aksine Allah’da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şereflerini muhafaza etmelerini emreder.”4”
Mustafa Kemal Atatürk Türk milletinin dinini daha iyi anlayabilmesi için Kuran-ı Kerimi Türkçeye çevirtmiş ve kendi cebinden masraf ederek, ülkenin birçok yerine dağıttırmıştır. Bunu anlayamayan meczuplar, Atatürk’e ve laikliğe saldırmaktalar.
Bizleri ALLAH İLE ALDATMAYA ÇALIŞANLARA DİKKAT EDELİM.
14.08.2017
ZEKERİYA TÜMER

17 Temmuz 2017 Pazartesi

“15 TEMMUZ 2017 DE, VATAN MI? DEVLET Mİ, HÜKÜMET Mİ, KURTARILDI?..” TÜMER DİYOR Kİ!... Gazeteci, Araştırmacı - Yazar: ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
“15 TEMMUZ 2016 DE, VATAN MI?
DEVLET Mİ, HÜKÜMET Mİ, KURTARILDI?..”
Sevgili okurlar,  15 Temmuz 2016 deki yaşanan olumsuzlukların üzerinden bir yıl geçti.
Yıllarca sinsi planlarla, karşılarındakileri aldatarak, kandırarak Askeriye’nin, Polisin, Mit’in ve devletin kurumlarının içerisine sızan vatan hainleri 15 Temmuz’da, birilerinin desteği ve himayesinde uyduruk bir darbe girişimine kalkarak, birçok vatandaşımızın ölümüne, birçok insanın da yaralanmalarına sebebiyet vermişlerdi.
Askerin içerisine sızmış FETO yanlılarının kalkıştıkları darbe girişimi başarılı olsa idi, bugün kim bilir hangi olumsuzlukları yaşayacaktık!
Allah’tan, halkın duyarlılığı ve askerimizin içerisinde bulunan vatansever ve milliyetçi, Atatürkçü komutanların sayesinde, alçak ve hain örgüt mensupları istediklerini elde edemedi.
Zamanında kandırıldıklarını söyleyen bazı siyasiler ve Hükümet üyeleri, şimdi FETO Terör örgütü ile mücadelesine devam etmektedir. Bu konuda hepimizin, herkesin Hükümete destek olması gerek.
Yaşanan bu darbe hareketi, halkın direnişi ve Ordu içerisindeki milliyetçi ve Atatürkçü komutanların duyarlı davranışları neticesinde son buldu.
Darbe başarılı olsa idi, ne olacaktı?
Başarılı olamadı, netice de neler oldu?
Kimler neden ve hangi amaç uğruna bu harekete kalktı?
Amerika’nın himayesi altında krallar gibi yaşayan Fettullah Gülenin kontrolünde ve himayesinde yapıldığı söylenen darbe harekâtı, FETO Terör örgütü olarak adlandırıldı.
Başımızda PKK Terör örgütü, IŞİD Terör örgütü gibi belalar var iken, bir de FETO Terör örgütü çıktı.
Gerçek şu ki, devletin içerisinde yapılanan FET O’cular hakikaten tam bir virüs gibi çok zararlı olmuşlardır. Bu hastalığın bünyeden atılması kolay olmasa gerek. Mikrop devletin tüm kademelerine sinsice sızmış.
Bu mikrobun yayılmasına sebep olanları da bulup, yargı önüne çıkarmak gerek.
Bunların amacı ne idi?
Siyasi ayağında kimler vardı?
Amerika neden halen Fettullah Gülen’i koruyor?
CIA ile beraber mi çalışıyorlar?
Yıllarca devlet içerisinde ki yapılanmalarına neden göz yumuldu?
Bu soruları çoğaltabiliriz. Bakalım soruların cevapları ne zaman alınacak?
Darbeler çeşitli şekillerde gerçekleşir.
Darbecilerin amacı; Devleti yıkmak, idareyi ele geçirmek, emniyet güçlerini emri altına alarak, halkı istediği gibi yönetmektir. Rant çok önemlidir. Kendinden olmayanı ezmek, yok etmek politikası güdülür. Halkın refahı değil, yandaşlarının refahı düşünülür.  
Darbe başarılı olursa, darbe kime karşı yapıldı ise onlar kıyıma uğrar. Darbe başarısız olursa da, darbeyi yapanlar ve ona yardım ve yataklık edenler cezalandırılırlar.
Darbeler savaş kazanmak değildir. Savaş düşmana karşı yapılır. Ölenler şehit, kalanlar gazidir.
Darbeler siyasi iktidarlara ve yönetimlere karşı yapılır.
İktidar olanları beğenmeyen güçler o’nu yıkarak, kendileri idareyi ele almak isterler.
Dış güçler de beğenmedikleri ve işlerine yaramadıkları diğer ülkelerin yönetim kadrosunu pasifize etmek ve kendisine teslim olacak, istediklerine hayır demeyecek bir yönetim kadrosunu başa getirmek isterler.
Bunun için de o ülkenin içerisindeki yandaşları ve satılmış kişiler ile iş birliği yaparak, içeriden de iktidar olan yönetimi yıkmaya çalışırlar. (Irak’ta bu yaşandı.)
Yıllardır Fettullah Gülen ve ekibi de birileri tarafından beslendi, büyütüldü, güçlendi, en önemli teşkilatlara yerleştirildi.
Peki, bunlara kimler sebep oldu?
Aldatıldık, kandırıldık, diyerek, zamanında Gülen’le sarmaş dolaş olanların da Gülen ve taraftarlarına hangi desteği verdikleri araştırılmalı ve soruşturulmalıdır.  
Bugün, Gülen’e selam verenler tutuklanıyor ise, 30-40 yıldır ona destek veren tüm siyasi kadrolar da hesap vermeliler.
Ayrıca; halen Gülen’i koruyan ve bağrında besleyen Amerika ile de hesaplaşmak gerek. Bugüne kadar CİA’nın kontrolünde ve onun himayesinde olmadığı ne malum?
Gülen denen kişi, bu denli organizatör olabilir mi?
Elindeki teknik aletleri nereden buldu?
Kim tedarik etti?
Dünyadaki yapılanmaları bir yana, Türkiye içerisindeki yapılanmalarının aklını kimden aldı? Ekonomik desteği nereden buldu? İstediği kişileri belli kadrolara kimlerin desteği ile getirtti?
O süper dinleme cihazları nı kendisi mi imal etti?
Sorulacak çok şey var.
Tarih,  yapılan darbenin hangi amaçla, kimlerin organizesi ile yapıldığını, mutlaka ileriki tarihlerde ortaya çıkaracaktır.
AK Parti, her olayı kendi lehine çevirmesini çok iyi biliyor.
AK Parti,  15 Temmuz harekâtını da çok iyi değerlendirdi. Ordu’nun elindeki tüm yetkileri aldı. Okullarını kapattı. Hastaneleri sivilleştirdi. OHAL’i ilan etti. Anayasa değişikliğini de yaptı.
Ordumuz, FETO’cu subaylardan mutlaka temizlenmeli.
Bu doğrudur.
Ordumuz Türk milletinin göz bebeğidir. Emir komuta zinciri ile hareket edilir. Asker, komutanının emrini yerine getirir. Bu olayda, en üstten emir’i kim vermiştir. Asıl suçlu odur. Yoksa zavallı erin FETO ile ilgisi olamaz. O emir kuludur. Bu nedenle, suçlu ile suçsuzlar iyi ayırt edilmeli. Tüm Ordu mensupları suçlanmamalı ve aşağılanmamalıdır.
Hayırlısı diyelim.
Yapacak bir şey yok!
Zaman geldiğinde kimler nerede hata yapmış ortaya çıkar ve herkes hesabını mutlaka öder.
Bu dünya’da ödeyemeyenler de öbür tarafta öderler herhalde!
Türk ordusu Mustafa Kemal Atatürk’e bağlı olduğu müddetçe güçlüdür.
Ordumuzun gücünü kaybetmesine göz yumulmamalıdır. .
Düşman bunu beklemektedir. Ortadoğu’nun şekillenmesi Türk ordusunun gücüne bağlıdır. Türk ordusu zayıf olursa, emperyalistler orta doğuyu istedikleri gibi şekillendireceklerdir.
15 Temmuz kutlamalarından sonra, 30 Ağustos Zafer Bayramı var önümüzde. 30 Ağustos Zafer bayramı da eskilere nazaran daha da görkemli kutlanıp, milli şuurun yükselmesi ile birlikte birlik ve beraberliğimiz perçinlenmelidir.
23 Nisanlar, 19 Mayıslar, 30 Ağustoslar, 29 Ekimlerde ki bayramlarımız da bahane bulunmadan çok görkemli bir şekilde kutlanmalıdır. Dost ve düşman birlik ve beraberlik içerisinde olduğumuzu görmelidir.
SON SÖZÜMÜZ:
UBUNTU 
(İyi İnsan; "İyi, namuslu, dürüst, adaletli, hakikatli, onurlu, sorumlu, hukuka sahip ve saygılı" İyi Vatandaş) 
Bu vatan tektir ve hepimizindir.
Bu topraklar üzerinde düşmanlar barınmamalı. Vatan bölünmemeli, bayrağımız gönderden indirilmemeli, ezanlar susmamalıdır.
Bayrağımıza, vatanımıza, milletimize, dilimize, dinimize, laik ve Demokrat Türkiye Cumhuriyetimize ihanet edenlerin de Allah cezasını verir inşallah.
Allah ülkemizi şer güçlerin kötü emellerinden korusun.
17.07.2017

10 Temmuz 2017 Pazartesi

"8 seçimi kaybeden CHP’nin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 9.cu seçimi ADALET yürüyüşü ile kazanacak mı?" TÜMER DİYOR Kİ !.. ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
8 seçimi kaybeden CHP’nin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
9.cu seçimi "ADALET yürüyüşü" ile kazanabilecek mi?
Kılıçdaroğlu15 Haziran’da Ankara Güvenpark’tan başladığı ADALET yürüyüşünü 9 Haziran’da İstanbul Maltepe’de bitirdi.
Binlerce kişinin toplandığı Maltepe’deki Meydan doldu ve taştı.
AK Partinin iktidar olduğu 14 yıllık dönemde ve son referandum seçimi ile de ülkede Adalet’in kalmadığı görüşünde olan CHP Başkanı Kılıçdaroğlu Adalet, Adalet diyerek İstanbul’a yürüyerek geldi.
Konuşmasında ülkede bütün birimlerde ve bilhassa Adli mercilerde biten ve de Adaletli davranılmayan, Hâkimlerin ve Savcıların Siyasilerin emri ile hareket ettiği düşüncesi ile Adaleti arıyoruz, diye halka seslendi.
9 Temmuz’un yeni bir doğuş olduğunu, bu yürüyüşün burada noktalanmadığını, söyledi.
Belki de tekrar buradan Ankara’ya yürüyecek.
 Bakalım bundan sonra neler olacak?
Yollar yürünmekle nasıl olsa aşınmaz.
Dağ başını Duman almış, marşını söyleyerek yürüseler daha iyi olur herhalde.
Maalesef, ülkemizde adaletsizlik şimdi değil, ben beni bildim bileli var. Adil davranılmaması sadece Mahkemelerde değil, toplumun bürokrasisinden tut, hemen hemen her kesiminde söz konusu.
Referandum sonucunda Yüksek Seçim Kurulu’nun evet oylarını ilan ettiğinde, neden CHP sesini yükseltmedi?
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını dikkatle dinledim. Şaşırmadım desem yalan olur!
CHP yi kim kurdu?
Şu an CHP’nin başında bulunan Kılıçdaroğ’lu kimin kurduğu partinin başkanı?
-Mustafa Kemal Atatürk’ün.
Atatürk hayatı boyunca hep adaletli davranmış, ülkesinin kalkınması, halkının refahı için mücadele etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı devrimler ve savunduğu ilkeler, bizlere emanet ettiği değerler, bıraktığı eserler (Mesela Nutuk)  eğer bugüne kadar CHP tarafından iyi uygulansa idi, herhalde bugünleri yaşamazdık.
Kılıçdaroğlu Adalet, Adalet derken; Yunus Emre’den, Konfüçyüs’tan, Hz.Ömer’den, Peygamberimizden ve Kuran’ı Kerimden alıntılar yaparak, Adaletle ilgili yazılan  ve söylenen sözlerinden bahsetti. 
CHP nin kurucusu ve bizlere önder olan, yol gösteren, söylediği sözler ile ışık tutan Mustafa Kemal Atatürk’ün Adalet’le ilgili birçok sözü olmasına rağmen, bir tanesinden dahi bahsetmedi.
Neden?
Meclis kürsüsünde yazılı olan “Adalet Mülkün Temelidir.” Sözünden bahsetti. Bunu Hz.Ömer söylemiş diyerek.
Madem ki bu söz Hz. Ömer’e ait, o zaman neden meclis kürsüsündeki yazının altına Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi yazıldı. Hz. Ömer’in söylediğine dair kanıt var mı? Bir yerlerde belge var mı? Yoksa birileri Arapça yazarak, bunu Hz. Ömer söylemiş mi diyorlar? Hz. Ömer’in yanın damıydı bunu söyleyenler.
Ben burada bir tanesini yazayım bari:
“Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz.” M.K.Atatürk.
Kılıçdaroğlu, Mecliste Adaleti bulamayacağına inanmış görünmektedir. Mecliste vereceği gensorular veya kanun tekliflerinin AK Parti milletvekillerinin çoğunlukta olmasından dolayı, devamlı red edilme olasılığının çok olmasından, Adalet’in sokaklarda tecelli etmesi düşüncesi ile hem halka ve hem de AKP Hükümetine ki, bu hükümetin her şeyi olan Recep Tayyip Erdoğan’a 19 maddelik “Adalet Çağrısı” yaptı.
Bakalım neler demiş:
İşte 10 maddelik Adalet Çağrısı:
Darbe girişimini lanetliyoruz. (Herkes lanetledi.) 15 Temmuz gecesi TBMM’nin onurlu duruşu ve halkımızın direnmesi ülkemizin demokratik kazanımı olmuştur. Biz buna sokağın 15 Temmuz’u diyoruz.
1- Siyasi ayağın ortaya çıkarılması engellenmektedir. FETÖ’ün siyasi ayağı ortaya çıkarılmalı.
(Kılıçdaroğlu haklı. AKP içindeki birçok siyasiler ve Belediye Başkanları Gülen’i öve öve göklere çıkarıyorlar, Pensilvanya’yı ziyaret ediyorlar, beraber yemek yiyorlar, birçok şeyleri paylaşıyorlardı. Onların çoğu dışarıda, bir çok gariban hapishanelerde. Bunların da biran önce ortaya çıkarılması ve hesap sorulması gerekmez mi? Belki de hazırlık yapılıyordur ve zamanı bekleniyordur. İnşallah geç kalınmaz.)
2- 20 Temmuz darbesi yapılmıştır. OHAL ilan edilmiş ve TBMM yetkileri gasp edilmiştir. Biz buna sarayın 15 Temmuz’u diyoruz. OHAL derhal kaldırılmalı. (Kılıçdaroğlu, Anayasa değişikliği 2019 da yürürlüğe tam manası ile girdiğinde Meclis’in hiç hükmü kalmayacak. Bu konudaki tedbirleriniz ne? Referandum’da tüm çabalarınıza rağmen evet çıktı. 2019 da da başaramayabilirsiniz, bunu unutmayın. 8 kere kaybettin, 9.cuyu da kaybedebilirsin.)
3- Yargıyı siyasetin emrine vermek Demokrasiye ihanettir. Kollektif suç gibi uygulamalardan vazgeçilmelidir. (Bu sözünü kime söylüyorsun? Cumhurbaşkanına mı, yargıya mı, AKP Hükümetine mi? Kim vaz geçecek? Demokrasiye ihanet o kadar çok yapılıyor ki, kimse aldırmıyor.)
4- OHAL ile mağdurların yargıya erişim hakları ellerinden alınmıştır. Tüm uygulamalara son verilmelidir. (OHAL kanunu’nu kim çıkardı? Bu kanunu çıkaran meclis kanunların uygulanmasının ne şekilde olacağını bilmiyor muydu? Burada gerçek suçlular da olabilir. Üstelik tüm uygulamalara son verilmelidir, diyorsun, kim son verecek?)
5- 20 Temmuz sivil darbesinden sonra, 15 Temmuz darbe girişimi ile ilişkisi bulunmayan ama muhalif göründüğü için haklarından yoksun bırakılan akademisyen ve kamu görevlileri görevlerine iade, tutuklu milletvekilleri serbest bırakılmalıdır. (Mahkemelere intikal etmiş durumlarda, senin söylediğini siyasiler nasıl uygulayacak? Mahkeme neticesini bekleyecekler. Ya da Ergenekon, Balyoz davalarında yıllarca içeride yatıp, ömür boyu hapse mahkûm edilenler, nasıl dışarı çıktı iseler, bunların da öyle bir uygulama ile dışarı çıkmaları söz konusu olabilir. Yargının işine de karışılmaz ki!  Sonra Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Almanya’daki G20 zirvesinde Kürt bir gazetecinin sorusu üzerine Selahattin Demirtaş terörist demiş. Hadi bakalım, bu nasıl serbest bırakılacak. Terörist olmadığı ispatlandıktan sonra bırakılabilir. İspatlanamaz ise, bırakılmaz.) (Hadi Kılıçdaroğlu buna cevap ver.)
6- Sadece mesleklerini yaptıkları için tutuklanan gazeteciler derhal serbest bırakılmalı.
(Sayın Kılıçdaroğlu, tutuklu bulunan gazetecilerden hangileri sadece mesleklerini yaparken boş yere tutuklu, hepsi mi, yoksa bazıları gerçekten, teröre, Demokrasi’ye, halkı bölmeye, kışkırtmaya, yönelik yazı ve çalışmalar yapmış mı? Bunların suçlarını bilmek gerek? Elbette çok basit bir yazı yazdı veya haber yaptı diye, her gazeteci tutuklanmamalı? Gazetecinin görevi, yanlışları söylemek, önemli olan şeyleri haber yaparak kamuoyuna duyurmaktır. )
7- OHAL koşullarında serbest tartışmanın yapılmadığı bir ortamda gerçekleştirilen anaya değişikliği gayri meşrudur. Bu bir mühürsüz seçimdir. Türkiye gayri meşru anayasa ile yönetilemez. (Kılıçdaroğlu, bu söylediğin anayasa değişikliğine karar verildiğinde evet oyu çıkmasın diye, tüm çabanızı gösterdiniz. Netice de evet çıktı. Yüksek Seçim Kurulu kararı yayınladı. Siz ne yaptınız? İtirazlarınız ne oldu? Şu anda yönetiliyoruz. 2019 da da bu gidişle Başkan seçilecek ve yönetilecek bu ülke. Nasıl engel olacaksınız? Bir tedbiriniz var mı? Bugün yeni bir seçim olsa, acaba CHP iktidar partisi olabilir mi? Kendinize güveniyor musunuz? Siz Atatürk’ün yolunda mısınız? Yoksa başka bir yolda mı? Bunları da halka açıklasanız çok iyi olur.)
8- Demokratik parlamenter sistem üzerindeki her türlü vesayet kaldırılmalıdır. Liyakat yasası görevde yükselmede esas alınmalıdır. (Kim kaldıracak. Liyakat yasasına bugüne kadar uyuldu mu? Bürokrasi’de geçmişten bu yana torpili olanlar yükselmiştir, haklarını almıştır. Torpili olmayanlar ne kadar çalışkan olursa olsun, yerinde saydırılmıştır. Geçmişte de böyle idi, şimdi de böyle. Keşke sizin dedikleriniz uygulanabilse!)
9- Sadece hukuk alanında değil, toplumsal yaşamın bütün alanlarında yaygın, adaletsiz düzen devam etmektedir. İşsizlik, örgütsüzlük, yaygın şiddet, terör, gibi geniş yelpazede yaşanan adaletsizliklerin giderilmesi için ortak irade geliştirilmelidir. (Kılıçdaroğlu, siz bürokrasiden gelmesiniz. Bu adaletsizlik yıllardır devam etmiyor mu? İşsizlik, örgütsüzlük, şiddet, terör, adaletsizlik hep vardı. Hangi siyasi partiler bir araya gelerek bunlara birlikte çözüm bulma yoluna gitti? Herkes ben en iyisini bilirim diyerek, karşısındakinin fikirlerine değer mi verdi? Meclisteki oylamalarda muhalefet partileri en iyi önergeyi bile verse, iktidar partisi milletvekilleri hayır demedi mi? Mecliste, Parlamenter rejim birlik ve beraberlik içerisinde uygulanabildi mi? Şimdi sizin sokakta okuduğunuz bu bildiriyi kim dikkate alacak? İktidar partisi mi? Ortak irade falan geliştirilmez. Bütün siyasi partiler bir araya gelerek, ülkenin sorunlarını ortak kararla çözebilseler. Keşke Milli Mutabakat Hükümeti Kurulabilse)
10- Adalet sadece iç politikaya değil, uluslararası ilişkilere de hâkim olmalıdır.
(Nasıl olacak? İç politikayı anladık ta, uluslararası ilişkiler de kimlere adil davranılacak? Bu nasıl olacak? Bunu da açıklasanız iyi olur.) Kılıçdaroğlu’nun bu yürüyüşüne parti içerisinden destek verenlerin yanında, destek vermeyenlerin de olduğu söylenmektedir. Neden destek verilmemiştir? Parti içerisinde birlik ve beraberlik yok mudur? En önemlisi de CHP içerisinde Adalet’li davranışlar söz konusu mudur? Sadece CHP değil, MHP ve diğer partiler içerisinde de Adalet uygulanıyor mu? Ben doğrusu bunu da çok merak ediyorum!
SEVGİLİ OKURLAR, SİZ NE DİYORSUNUZ?
Zekeriya Tümer
10.07.2017

28 Haziran 2017 Çarşamba

"BAYRAM BİTTİ, SEYRAN BAŞLADI", TÜMER DİYOR Kİ !... Gazeteci, Araştırmacı - Yazar: ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
BAYRAM BİTTİ,
SEYRAN BAŞLADI!...
Sevgili okurlar, Bayram bitti, seyran başladı.
Bayramlar gelirken hayat duruyor. Herkes Bayramı düşünüyor ve borcu olan borcunu ödemiyor, alacaklılar alacağını alamıyor, herkes sadece kendisini düşünüyor, karşısındakinin ihtiyacı var mı yok mu, umurunda olmuyor.
Hele bir bayram geçsin, ondan sonra düşünürüz, diyerek konuları bayram ertesine atıyorlar.
Hayat duruyor.
Devlet memurları gevşedikçe gevşiyorlar, canları iş yapmak istemiyor.
Haramzadeler, fırsatları değerlendirip, cukkaları götürüp, kendisi ve ailesini en iyi otellerde veya tatil köylerinde tatillerini yaparak Bayramı güle güle git diye selamlıyorlar.
Bayramlar, kutsal günlerdir ya! Bazıları da günahlarını affettirebilmek için bol bol dua etmeye çalışırlar.
Ramazan Bayramı tutulan orucun bitiminde kutlanır. Oruç tutmak bol bol yemek değil, israftan kaçınarak, aile bütçesine katkıda bulunmaktır. Her aile Ramazan boyunca az yemek yer, az harcama yaparsa, ülke bolluğa kavuşur.
İyi de bizler öyle mi yapıyoruz?
Saraylarda, lüks otellerde iftar yemekleri vererek, evde aç kalacağız korkusu ile bol bol yiyecek alarak israfı daha da arttırmıyor muyuz?.
Adet haline gelen Çadırlarda fakir halka dağıtılan yemekleri pişiren yemek şirketleri de köşeyi dönüyorlar.
Bayramların ne tadı kaldı ne de tuzu.
Hiç birbirimizi aldatmayalım.
Zevksiz ve tatsız bayramlar yaşıyoruz. 
Bu bayramımız da öyle geçti.
Buna kimler sebep oluyor dersiniz?
Hepimiz, millet olarak,  suçluyuz.
Değerlerimize sahip çıkamıyoruz.
Başkalarını suçlamaktan vaz geçip kendimize yönelmeliyiz.
Öz eleştirinizi yapın. 
Bakalım kim suçlu?
Yanındaki komşuya selam vermekten imtina eden toplum, en yakınlarını ziyaret etmekten uzaklaşan, büyüklerine saygıyı unutan, hiç olmazsa bayramlarda gideyim ellerini öpeyim duygusunu yitiren bir toplum Bayram’ın kıymetini anlar mı?
Haram yiyerek, birbirini kazıklayarak, sahtekârlık yaparak, rüşvetle beslenen, adaletten uzak, mazlumları ezerek, ahlaki değerlerden uzaklaşan, dinden imandan uzaklaşan, dindar gözüküp, dini suiistimal eden, Müslüman’ın Müslüman’a eziyet ettiği, kafaların koparıldığı, kendi çıkarı uğruna başkalarını ezen, mahvına sebebiyet veren kişilerin çoğaldığı bir dünya’da hangi Bayramı neşe ve mutluluk içerisinde kutlayabiliriz.?
Hz. Enes:
-Ya Resûlullah! Dua et de Rabbim dualarımı kabul buyursun, demiştin, diye sorar.
Bakalım Peygamberimiz Hz. Enes’e ne demiş:
“Ey Enes! Yiyeceğini helalinden topla. Şayet helalinden yemekle iktifa edersen, duan kabul olur,” demiş. Sonra devam etmiş.
“Haram yiyenin duası kabul olmaz, ibadetleri boşa gider.”
“Haram yiyenin organları kendisine isyan eder.”
(Bunu anlayan kalmadı ki, aldırış bile etmiyorlar.)
“Haram kazanç mümine derttir.”
(Gerçek mümine dert olur. Sahte mümin bunları düşünmüyor maalesef.)
“Haram lokma ile beslenen vücut ancak cehennemin yakıtı olur.”
(Cehennem yakıttan mahrum kalmayacak demek ki!)
“Haram kazanç ateşe çeker.”
“Allah, midesinde haram lokma bulunan kimsenin ibadetini kabul etmez.”
(Haramzadeler, siz boş yere gösteriş için ibadet etmeyin, sizin ibadetiniz zaten kabul olmayacakmış.)
“Kazancının nereden geldiğine aldırış etmeyen kimseyi, Allah hangi kapıdan cehenneme atacağına aldırış etmez.”
(Cehennemin demek ki, o kadar çok kapısı var ki, hiç önemli değil, zebaniler tuttukları gibi kollarından haramzadeleri hangi kapı olursa olsun atacaklar cehennemin dibine.)
“Helâle hesap var, harama azap.”
“Haram lokma, neslin fesadını ve toplumun huzursuzluğunu netice vermektedir. Toplumu huzursuz eden anarşi, hırsızlık, kapkaç, tecavüz ve vahşetin altında yatan haram lokmadır.”
(Demek ki, Müslüman ülkelerin çoğu haram lokma yiyor ki, bütün bu belalar onların topraklarında zuhur ediyor.)
“Yalan, insanın rızkını azaltıp daraltır.”
Müslüman’ım diye geçinenler, bunları bilmiyorlar mı, ya da bilerek bu hataları yapmaya devam mı ediyorlar!
Dini para ile satanlar, dinimizi maddi çıkar amaçlı kullananlar öbür tarafa nasıl gideceklerini hiç düşünmüyorlar mı?
Hak yiyen, hukuk yiyen, adaletten uzaklaşan, haksızlık yapan, zavallı kişileri sürüm sürüm süründüren, devlete ve millete zarar veren, haram lokma yiyenler, nasıl öleceklerini, sonlarının nasıl olacaklarını hiç düşündüler mi?
DÜŞÜNME DUYGUSUNU YİTİREN, OKUMAYAN, ARAŞTIRMAYAN, DİN, DİL, KÜLTÜR VE TARİHTEN UZAKLAŞAN BİR TOPLUM MU OLDUK ACABA!
Siyasi ideolojilerle beyinler dumura uğradı, başkalarının acılarına karşı da duyarsız bir toplum olduk.
Toplum kutuplaştı. Dindarım diyenler, karşılarındakinin dini duygularını bilmeden, namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun diye onları düşman gibi görmeye başladılar.
Yalan söylemek, iftira atmak, karşısındakini terörist ilan etmek ve suçlamak adet haline geldi.
Adalet’i aramak ta suç oldu.
Ezmek, eziyet çektirmek, iftira atmak, insanlara keyif verir oldu.
Suçlu mu değil mi bilmeden insanları suçlamak, düşünmek, yazmak, her şey FETO veya PKK terör örgütüne bağlanmaya çalışılmakta.
Bu gece bir rüya gördüm. Ankara’da Yenimahalle belediyesi Ankara’dan ayrılmış, orası ayrı bir devlet olmuş. Allah Allah, bu nasıl iş diye şaşırıyorum. Eyvah diyorum, İstanbul’un her ilçesi Ankara kadar neredeyse. O zaman İstanbul’da 5 devlet oluşur. Felaket ülkemiz bölünüyor, parçalanıyor diye üzülüyorum.
Korkuyoruz, inanın korkuyor ve üzülüyoruz.
Bu canım güzel memleketim, mahvedilmek isteniyor?
İç ve dış düşmanlarımız bizleri bölüp, parçalamak, ülkemizi dolaylı yollarla işgal ederek, Türk Milletini köle haline getirmek istemekteler.
Neden, birlik olmuyoruz?
Neden sorunlarımızı akılcı yolla halletmiyoruz?
Neden devamlı kavga eder halde oluyoruz?
Neden tüm siyasi partiler bir araya gelerek ülkenin sorunlarını çözmeye çalışmıyor?
Neden kutuplaşma, bölünme, körükleniyor?
Neden laik ve Demokrat Devlet yapısından uzaklaşılmaya çalışılıyor?
Neden kindar ve dindar bir toplum yaratılmaya çalışılıyor?
Neden ahlaksızlık, suiistimal, çalma, çırpma, adam kayırma, memuru memura düşman etme, sen benden değilsen senin yaşamaya hakkın yoktur gibi topluma zarar veren durumlar artıyor ve körükleniyor?
SON SÖZÜMÜZ:
Din insanları doğru yola ileten, ahlaklı ve faziletli bir toplum olmamızı sağlayan, manevi bir güçtür. Din’de kötülük yoktur.
Allah Türk ve Müslüman milletleri Allah’ın yolundan ayırmasın, akıllarını başlarına alsınlar ve birbirlerini yiyeceklerine, birleşip düşmanlarına karşı mücadele etsinler.
Bu dünya kimseye baki değildir. Öbür tarafa giderken nasıl gideceğini düşün. Bizden söylemesi. Gerisi sana kalmış.
“BİR MİLLETİN AHLAK DEĞERİ, O MİLLETİN YÜKSELMESİNİ SAĞLAR.”
(M. Kemal Atatürk. )
Zekeriya TÜMER
27.06.2017
Ulusalhaber1881@gmail.com

19 Haziran 2017 Pazartesi

"BEN DE, ADALETİ ARIYORUM" - TÜMER DİYOR Kİ:, ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
"BEN DE, ADALET'İ ARIYORUM"
ZEKERİYA TÜMER
Sevgili okurlar; 
AK Partinin açılımı nedir? 
“ADALET VE KALKINMA”
Son derece güzel iki kelime. Adaletli davranılacak, Adalet herkese eşit uygulanacak, adaletli toplumların kalkınması da kolay olacaktır. Kalkınma yolunda da hızla ilerleyeceklerini ifade eden iki sözcük.
Adalet’li uygulamalarda aksaklıklar söz konusu olduğu için; CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu elinde ADALET Pankartı ile yollara düştü.
Rahmetli Süleyman Demirel, “yollar yürümekle aşınmaz” demişti. CHP Liderinin amacı da zaten yolları aşındırmak değil. Ülkede bozulan ve saygısını yitiren Adaletin yeniden tecelli etmesi için, dikkatleri çekmek.
Adaleti sadece CHP Lideri aramıyor. Benim yakın arkadaşım Gümrük Müşaviri İnci AKGÜN’de arıyor.
Adalet sadece Hukuk’ta, yani mahkemelerde aranmıyor, idari kademelerde de adalet aranıyor.
Gümrük Müşaviri İnci AKGÜN 77 yaşında, yalnız yaşayan bir bayan. Bir kızı ve bir tane de torunu var. Tüm amacı, torununu okutmak, memlekete yararlı bir insan olarak yetiştirmek. Gümrük Müşavirlik karnesini ithalat ve ihracat yapan bir şirkette değerlendirip, oradan üçbeş kuruş maaşına takviye gelir getirilmesini sağlamak. Bakanlık Müfettişlerinden birisi, Belgesinin elinden alınmasını idareye tavsiye etmiş. Merkez Disiplin Kurulu da bu konuda İnci Akgün’den savunma istemiş. Bu demektir ki, senin karnene el koyacam, seni ve şirketi çalıştırmayacam, batmanıza sebep olacam. Bu korku ile İnci Akgün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahil, Başbakan’dan ve Gümrük Ticaret Bakanın’dan verdiği dilekçeler ile ADALET istiyor.
Zira, meslekten geçici de olsa men edilmesi ekmeği ile oynanması ve tüm gelirinin elinden alınması demek.
Yazdığı yazının son bölümünü burada yayınlamak istedim.
Diyor ki İnci AKGÜN: (SAYGIDEĞER CUMHURBAŞKANIM, BAŞBAKANIM VE BAKANIM. Lütfen yazım ekinde sizlere göndermiş olduğum savunmalarımı inceleyerek konuya eğilmenizi ve bu haksızlığa dur demenizi rica ediyorum.
Ben hırsız değilim, kaçakçı değilim, rüşvetçi değilim. Evim yok, arabam yok, malım mülküm yok. Tek sermayem emekli maaşım ve Müşavirlikten aldığım para. O para ile de torunumu okutmak zorundayım. Başkaca da bir amacım yok. 77 yaşında yaşayan, ancak halen açık öğretime devam eden, aklı ve bilinci yerinde, AK Partinin de Maltepe Şubesine kayıtlı, Adaletten ve Kalkınma’dan yana olan, Cumhuriyete bağlı bir kişiyim.
Siz büyüklerimden ricam, konunun incelenerek, Gümrük Müşavirlik Belgeme Merkez Disiplin Kurulu ile engel konulmamasını, Mahkeme neticesinin beklenmesini ki, bu konuda savcılık konuya takipsizlik vermiştir. En azından yapılan soruşturma ve suçlamalarda Mahkemeye intikal eden olaylarda Mahkeme sonuçlarının beklenerek ona göre kişilere disiplin cezası verilmesi hususunda da ilgililere gerekli talimatın verilmesini, benim belgeme de herhangi bir kısıtlama getirilmemesini saygılarımla arz ederim.)
ADALET NEDİR: 
Adalet “Adl” ve “adalet” kavramı İslam dininde, dini birer terim olarak, ifrat ile tefrit arasında orta yolda ilerlemek, hak yol üzerinde dosdoğru olmak, İslam dininde haram olan şeyleri terk etmek, farzları ise yerine getirmek, içi, dışı, özü, sözü, fiil ve davranışlar ile eşit olmak, haklı kişiye hakkını, haksız kişiye ise cezasını vermek. Suça ceza verirken eşit olmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek, anlamlarına gelmektedir.Adalet kelimesi genel manada verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.
Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (Nahl.16,90)
 Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar. (En’am, 6/1).
Müslümanım diye geçinen ve Adaleti uygulayan kimselerin, yukarıdaki sözlere göre hareket etmesi gerekir.
Adaletli davranmak, kanun önünde eşit olmak gerekir.
Afaki ve tahmini suçlamalarla kişiler cezalandırılmamalı, ekmekleri ellerinden alınmamalıdır.
Gerçek şu ki; FETO denen bela ülkenin tüm kurumlarına zarar vermiştir.
Devletin içerisinde örgütlenen FETO’cuların temizlenmesinde elbette yarar vardır. Asıl temizlenme de siyasi kadrolar içerisinde yapılmalıdır. Boşalan bu kadroların yerini laik ve demokrat düşüncede olan liyakatlı kişiler bulunup atanmalıdır. Gerekirse emekli olanlar geçici bir süre göreve davet edilmelidir. Devletin temel yapısı sağlamlaştırılmalıdır.
SON SÖZÜMÜZ: ADALET’İ HEPİMİZ ARAMALI, BULMALI VE ADALETLİ DAVRANMAYI DA SADECE DEVLETİMİZDEN DEĞİL, TÜM FERTLERDEN VE KURUMLARI İDARE EDENLERDEN BEKLEMELİYİZ.
“Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır.” 
“Herşey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine herşey o kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir.  Uygulayan, yerine getiren, daima karar verenden daha kuvvetlidir. (1920 )” M.Kemal Atatürk.
Zekeriya Tümer
19.06.2017
Ulusalhaber1881@gmail.com

5 Haziran 2017 Pazartesi

"AĞLAMA DEĞMEZ BU HAYAT GÖZYAŞLARINA" - TÜMER DİYOR Kİ: ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
AĞLAMA 
DEĞMEZ 
HAYAT BU GÖZYAŞLARINA
Sevgili okurlar; insanoğlu dünyaya ilk adımını attığında başlar ağlamaya. Gülerek hiç dünyaya bir bebeğin geldiğini gördünüz mü?
Dünya’ya adımını atan bebek, ilk nefesini ciğerlerine çektiğinde ağlamaya başlar. Annesinin memesini emmeye başladığında susar.
İnsanoğlu hep yaşamı boyunca yemek, içmek derdindedir. 
Sömürmez ve ememezse canı sıkılır ve ağlamaya da başlar.
Bazen insan sevinçli olduğunda  da gözyaşlarını tutamaz.
Ancak, daha çok üzüldüğünde veya çok sevdiği bir şeyleri kaybettiğinde gözyaşlarına boğulur.
Bunların, annesini-babasını-kardeşini-eşini-çocuklarını  ve çok sevdiği arkadaşlarını kaybettiklerinde  hüngür hüngür ağladıklarına şahit olabilirsiniz.
Çoğu zaman duygusal anlarda da gözler buğulanır ve farkına varmadan gözden birkaç damla yaş yanaklardan süzülerek akar.
Doğumlarda, ölümlerde, iyi veya kötü haberlerde, bazen bir film izlerken, gözyaşlarımız süzülüveriyor... BBC Focus dergisi, işte bu gözyaşlarıyla ilgili bilinen ve bilinmeyen bazı gerçekleri derlemiş.
Dünyaya adımımızı ilk attığımızda ve ilk nefesimizi ciğerlerimize çektiğimizde ağlamaya başladık. Bebekken karnımız acıktığında, bir ağrımız olduğunda ağladık. Çünkü elimizden başka bir şey gelmiyordu. Çocukken istediklerimizi elde etmek için ağlama silahını kullandık. Bazen de yediğimiz dayak sonrasında ağladık. Ergenlik çağına geldiğimizde ulu orta ağlamayı bıraktık. Artık yalnız kaldığımız zamanlarda sıkıntıdan, üzüntüden, aşktan ve ayrılıktan ağlar olduk. Büyüdükçe gözyaşını daha az döker olduk. Hayata gözlerimizi yumduğumuzda bu sefer ağlayan biz değil sevdiklerimiz oldu.
Timsah Gözyaşları
Bu gözyaşlarını daha çok siyasilerde görürüz!..
Çokça kullanılan bir gözyaşı deyimi de ‘timsah gözyaşlarıdır’. Timsah gözyaşları döküyor demek bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi yapmak demektir. Sahtekârlık, iki yüzlülük gibi olumsuz bir anlamı vardır. Timsah gözyaşları denilmesinin nedeni ise timsahlar avlarını yerken, ağızlarını çokça açtıklarında, gözlerinden bir sıvı salgılanmasıdır. Aslında gözyaşı gibi görünen bu sıvının üzüntüyle bir ilgisi yoktur.
Özetle her ne kadar günümüzde ağlamak zayıflık göstergesi olarak görülse ve gösterilse de gözyaşı dökmekten çekinmememiz gerekiyor. Çünkü ağlamak ruhumuzda biriken kirleri atıp hafiflememizi sağlıyor.
Türk Milleti olarak artık ağlamaktan gözyaşlarımız kurudu. Gün geçmiyor ki, vatana hizmet etmek için dağlarda, ovalarda kahrolası teröristlerle mücadele etmek, şehirde yaşayanları rahat ettirebilmek için genç yaşta, annesini, babasını, eşini, çocuklarını, sevdiklerini bir kahpe kurşunla terk eden vatan evlatlarımıza ağlamaktan gözyaşlarımız kalmadı.
Başarılı olan komutanlarımız bir bahane ile yok ediliyor. Kimler, organize ediyor, kimler düşmanlık yapıyor, kimler casus, kimler vatan haini, tahminden öte gerçekleri bilemiyor ve anlayamıyoruz.
Tek bir gerçek var, o da Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığıdır.
Seçimden sonra terör bitecek, referandum bitsin, terör bitecek, beli kırılacak sözlerinin artık hiçbir anlamı yok bizler için.
Vaatler çok kolaydır.  Olmayan parayı bölüşmek, dağıtmak ta kolaydır.
Mübarek günleri yaşıyoruz. Müslüman yalan söylemez. Müslüman dürüst olur. Hırsızlık yapmaz. Hainlik yapmaz.  Müslüman gıybet yapmaz. İftira atmaz.  Atası’na saygılıdır. Müslüman okumalıdır. Çalışmalıdır. Kimsenin hakkını yememelidir. Hukuka uymalı, hakkı ve hukuku yanlı uygulamamalıdır.
Kendi çıkarını değil, ülkenin çıkarını düşünmeli, kendi şahsi hırsları uğruna, karşısındakileri ezmemelidir.
Ben değil, biz demelidir.
Devletin içerisinden Feto’cular temizlenirken, hangi tarikat yanlıları bu boşalan yerlere yerleşiyor.  Bunların da ileride darbe girişiminde bulunmayacaklarını kim garanti edebilir.
Kısaca, bizler bunaldık, sıkıldık, dayanamaz hale geldik. Bir taraf ekonomik rahatlık içerisinde yaşarken, diğer taraf bir lokma ekmeğe muhtaç durumda…
Şehit vermediğimiz gün yok.  
Tek adam bizi  bu sıkıntılardan kurtarabilecek mi? Merakla bekliyoruz.
Benim bildiğim tek yol var, o da MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN YOLUDUR.
03.06.2017
Zekeriya TÜMER

10 Mayıs 2017 Çarşamba

"BE HEY GAFİLLER... SİZDE HİÇ UTANMA DUYGUSU YOK MU?" - TÜMER DİYOR Kİ; Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
BE HEY GAFİLLER,
SİZDE HİÇ UTANMA DUYGUSU, ALLAH KORKUSU, AR, HAYÂ YOK MU?!..
“Sizlere çok şeyler söylemek isterdim de,  edindiğim ahlaki yapım ve karakterim itibariyle, diyemiyorum.
Sadece sizlere yazıklar olsun, sizler gerçekten bu ülkede yaşamaya layık olmayan, yediği ekmeğe ihanet eden, bu ülkenin ve MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ve SİLAH ARKADAŞLARININ KIYMETİNİ ANLAYAMAYAN, YA DA ANLAMAK İSTEMEYEN kişiler olarak, ALLAH CEZANIZI VERİR, İNŞALLAH DİYORUM.
Beyler, kendinize gelin. Osmanlı’nın şaşalı dönemleri devam ediyor mu? Fazla değil 1920 yıllarına bir göz atın. Osmanlı’dan eser kalmış mıydı?
Sizin şu an üzerinde yaşadığınız bu topraklar kimlerin sayesinde düşman çizmeleri altında çiğnenirken kurtarıldı.
Atatürk, tüm olumsuz koşullara rağmen, karşısında dünyanın en güçlü devletlerine karşı bağımsızlık mücadelesi vermiş ve emperyalist güçleri ülkesinden kovmuş ve Türk milletini sömürge olmaktan kurtarmış, tam bağımsızlığa kavuşturmuş milli bir kahramandır.
Yaptığı devrimler Asya ve Afrika ülkelerine yol gösterici olmuş, onlara ümit ışığını yakmıştır.
Mustafa Kemal esaret altındaki ülkesinin bir daha aynı duruma düşmemesi için, “muasır medeniyet seviyesine çıkma” prensibini benimsemiş ve halkına çağdaşlaşma yolunu açmıştır.
Atatürk, Türkiye’yi on beş yılda her bakımdan kalkındırmış ve tanınmayacak şekilde çağdaş bir devlet haline getirmiştir.
Atatürk’te her fani gibi görevini tamamlamış ve öbür tarafa giderken de yanında hiçbir şey götürmemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ü iyi araştırır ve sözlerine dikkat ederseniz, kesinlikle din düşmanı olmadığını, Allah’a ve Peygambere bağlı olduğunu görürsünüz. Bütün hayatı boyunca Allah’a sığınmış, güç ve kudretini manevi duygusundan almıştır. Şu sözünü iyi okuyun: “Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.”, demiştir.
“Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz.” Diyerek, halkın diline ve dinine sahip çıkmasını da istemiştir.
Laik bir devlet, dini kendi amaçları ve çıkarları için kullanmaya çalışanları önler. Laik olmayan bir devlet, demokrat olamaz. Demokrasinin temel yapısı fikir ve vicdan hürriyetidir.
Hiçbir zaman bizleri yaratan, bu kâinatın âlemin gerçek sahibi Allah ile kul arasına kimse giremez. Girmemelidir de.
Laik ve Demokrat Türkiye Cumhuriyeti laiklik prensibinden şu veya bu şekilde uzaklaşırsa, inanın memleket uçuruma sürüklenir.
Ülkenin kalkınması, ileri gitmesi, çağdaşlığı yakalaması, boş, safsata, insanların manevi duygularını rencide etmekle yakalanamaz.
Dinimiz neyi emreder. Ölenin arkasından kötü konuşulmasını istemez. Zira ölen, konuşulan kötü sözlere karşı kendisini savunamaz. Aydınlatılması gereken olayın iç yüzü, kötü konuşanların katkılarıyla anlaşılmaz bir hal alabilir.
Atatürk’e ve onun silah arkadaşlarına kötü söz söyleyenler, halkın gözünde dünyanın lider olarak kabul ettiği bir dehayı küçültme ve yok etme teşebbüsüdür. Bunlar Müslüman olamazlar. Müslüman olan kişi ölenler hakkında gıybet yapmamalıdır. Peygamberimizin bu konuda söylemiş olduğu birçok hadis vardır.  Efendimizin bizlere sunduğu örnekler, yokluğun bıraktığı soğuk boşluğun, sıcak izlerle doldurulmasından yana bir bakış veriyor. Yaşayanlara ölmeden önce iyi bir Müslüman olma yolunu açarken, ölenlere karşı da sorumluluğun ölmediğini gösteriyor.
Ölen kişilere atılan iftiralar ve lekelerin bazen çıkartılması mümkün olmadığı gibi, özür dilemekle de mümkün olamaz.
Siz ey gafiller, siz birine olumsuz bakışınızı atfetmenizle, kendi safiyetinizi koruduğunuzu mu zannediyorsunuz? Hâlbuki ölen kişinin yakınlarını ve onu sevip takdir edenleri incitiyor ve kırıyorsunuz. Kimse, kötü de olsa ölen yakını ve sevdiği insan için kötü söz söylenmesini istemez. Üstelik Mustafa Kemal Atatürk, kendisini Türk milletine adamış, hayatını acı ve ızdıraplar içerisinde, savaş meydanlarında vatanı için canını ortaya koyarak yaşamış, ülkesi ve milletinin aydınlık geleceği için çaba harcamış, söylediği sözler ile sadece Türk Milletine değil Dünyaya ışık tutmuş, Allahın en sevdiği kullarından biridir.
SON SÖZÜMÜZ; TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCULARI, BAŞTA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SİLAH ARKADAŞLARINA KÖTÜ SÖZLER SÖYLEYEREK, HAKARET EDEREK, TOPLUMU KUTUPLAŞTIRMAYA ÇALIŞAN VE MANEVİ OLARAK YARALAYAN BÖLÜCÜ MECZUPLARIN; BAŞTA TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN OLMAK ÜZERE,  BAŞBAKAN, BAKANLAR, CUMHURİYET SAVCILARI VE HAKİMLER TARAFINDAN; "ÖNCELİKLE ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU  VE TÜRK CEZA KANUNU İLE KAMU VİCDANININ TECELLİ BİÇİMİ İSTİKAMETİNDE, MUTLAKA VE EN AĞIR ŞEKİLDE CEZALANDIRILMALARI GEREKTİĞİNE İNANIYORUM. AYRICA, KAMU DÜZENİ, HALKIN HUZURU VE ÜLKENİN DÜZENİ BAKIMINDAN GEREĞİNİN YAPILMASIN ŞART OLDUĞU  KANAATİNDEYİM.
10.05.2017
Zekeriya Tümer

24 Nisan 2017 Pazartesi

"ÇOŞKU VE SEVİNÇLE KUTLAYAMADIĞIMIZ, 23 NISAN ULUSAL EGEMENLIK ve COCUK BAYRAMI HEPİMİZE KUTLU OLSUN", TÜMER DİYOR Kİ !... ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
ÇOŞKU VE SEVİNÇLE KUTLAYAMADIĞIMIZ,
23 NISAN ULUSAL EGEMENLIK ve COCUK BAYRAMI hepimize kutlu olsun.
“NEFİSTEN BÜYÜK BELA OLMAZ. NEFSE YER VE GÖĞÜ VERSEN YİNE DOYMAZ. ONU DOYURACAK TAKVACA YAŞAMAKTIR” (Hoca Ahmet Yesevi)
Sevgili okurlar, 16 Nisan 2017 de yapılan Anayasa değişikliği ile ilgili referandum’un sonucunun sağlıklı olmadığı gün gibi ortaya çıktı.
Referandumdan bir ay önce tanıdığım Tosyalı Mehmet, Aksaray’da arkadaşlarla otururken, referandum sonucunun 51.4 evet ile sonuçlanacağını söylemişti. Kehanet midir, yoksa içeriden aldığı duyum mudur, tahmin midir, bilinmez ama söylediği cuk diye oturdu.
Demek ki, bir plan yapılmış ve neticesi de alındı.
Hayır oyu vermek isteyenlerin çoğu zaten tedirgin idi. Bunlar ne yapıp ederler ve neticeyi kendi lehlerine çevirirler, diye kuşku içerisinde idiler. Olan da oldu.
23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi dualar ile açıldı.
Bugün ise Türkiye Büyük Millet Meclisi sembolik meclis haline dönüştürüldü.
Bilerek veya bilmeyerek, referanduma evet oyu verenler 23 Nisan 1920 günlerini araştırsınlar ve nasıl bir yanlışın içerisine düştüklerini görsünler.
Okumayan, araştırmayan toplumlar, gerçekleri göremezler ve neyin doğru, neyin yanlış olduğunun da değerlendirmesini yapamazlar!
Dünyanın saygı duyduğu, son yüzyılın dehası, Türk Milleti’nin bağımsızlığı için mücadele eden, büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk bakın ne demiş:
“Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız, bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”
Ey evet diyenler, bu sözü duymuş olsa idiniz elinizi vicdanınıza koyarak, kolay elde edilmeyen egemenliğinizi yok etmeye çalışır mıydınız?
Yüz binlerce şehit kanı ile sulanan bu toprakları düşman çizmeleri altında ezilmekten kurtarmaya çalışan ecdadınız, aç, sefil, yoksul olmalarına rağmen, ülkelerine sahip çıkmak için, kadını, kızı, genci, ihtiyarı canları pahasına savaş verdi. Ülkesini işgal eden emperyalist güçlere boyun eğmedi. Onlara uşaklık etmek ve yabancıların boyunduruğunu kabul eden iç düşmanlara da karşı gelerek, egemenliğin halkta olduğu, laik, Demokrat Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasına ön ayak oldular.
Bugün de Millet olarak,  emperyalist güçlerin ülkemiz üzerindeki düşüncelerine karşı bir olmalı, diri olmalıyız.
Daha önceki yazılarımızda da bahsetmiştik.
CIA eski Türkiye Şefi, Paul Bernard Henze’nin 2006’da Beyaz Saray’a sunduğu Türkiye raporunda;
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise; mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz."
Bu sözlere Evet diyenler neden kulak vermedi? Neden dikkate almadılar, çok merak ediyorum!..
Zamanın ABD Başkanlarından Nixon bakın 1970 yıllarında ne demiş. “Müslüman ülkelerde demokrasi ve laiklik olmasına izin veremeyiz. Eğitim sisteminin ve ülke idaresinin din temelleri üzerine kurulması gerekiyor. Başlarındaki çobanı ele geçirince, ülkeyi biz yönetiriz.
Bu doğrultuda tedbirler almak zorundayız.”
Buyurun, Emperyalist güçlerin lideri durumunda olan Nixon’da Müslüman ülkelerde laik ve Demokrat idare olmasına izin verilmemeli, diyor.
Atatürk, 1930 yıllarında sömürge durumunda olan Doğu toplumlarının yakın bir gelecekte özgürlüğe kavuşacaklarını tahmin etmişti. Türk Milletinin bağımsız, laik ve Demokrat Türkiye Cumhuriyeti’ni kurması, sömürge olan devletlerin de uyanmasına ve bağımsızlık savaşı vermelerine sebep olacağını biliyordu.
Netice de olmuştur da. Birçok sömürge altındaki devletler Atatürk’ten ve Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığından etkilenerek bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır.
Bu durum ise sömürgeciliğe ve sömürmeye alışmış emperyalist devletlerin işine gelmemektedir.
Mustafa Kemal Atatürk uyguladığı barışçı ve istikrarlı bir dış politika ile de yurtta sulh, cihanda sulh politikasını tüm dünya ya duyurarak, güvenilirliği ile reformlar yapmış, modern bir Türk Devletinin oluşmasını sağlamıştır.
Bazı insanların neden bu kadar Atatürk’ten ve Cumhuriyetten nefret etmelerinin sebebi nedir? Gerçekten anlamak mümkün değil!..
Vatanını, Bayrağını, Dinini, seven insanlar, yukarıda yazdığım emperyalistlerin düşüncelerine kulak vermeli ve tavırlarını ona göre ayarlamalıdırlar. En önemli şey, ülkemizin bölünüp, parçalanmaması ve bağımsızlığını yitirmemesidir.
Bakın, 1923 de Mustafa Kemal Atatürk ne demiş:
“Milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi talih ve geleceklerini başka birilerinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır.
Bu kadar acı tecrübeleri geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.”(1923) M.K. Atatürk.
Ne yazık ki yapılan Anayasa Referandumu ile nasıl oldu ise oldu, egemenliğimiz bir kişinin inisiyatifine terk edilmiştir.
Böylece de: 1919 dan 1923 e kadar Anadolu’da yaşayan insanların bağımsızlık mücadelesinde döktükleri kanın değerini tam anlayamayan birçok kişilerin de olduğunu görmüş bulunmaktayız.
Zaman içerisinde doğru mu yapıldı, yanlış mı yapıldı göreceğiz 
16 Nisan’da ki Anayasa Referandumunda Hayır diyenlerin sayısı kim ne derse desin % 50 nin çok üzerindedir. Gerçekler mutlaka ileriki zamanlarda daha net ortaya çıkacaktır.
Şunu hepimiz çok iyi bilmeliyiz ki, bizim tek vatanımız var, başka vatanımız yok. Bu topraklar şehit kanları ile sulanmıştır. Anadolu evliyalar diyarıdır. Toprakları bereketli ve kıymetlidir. Hepimiz bir ve beraber olmalıyız. Bölünmemeli, parçalanmamalı, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve yolunda giderek, bağımsız, laik ve Demokrat Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkmalıyız.
Yanlışlar yapılabilir. Önemli olan yanlışları anlayıp, tekrar hata yapmamaktır.
23 Nisan 1920 de dualarla açılmış bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi gücünü, kuvvetini, yitirmeden görevini sürdürmelidir.
23 NISAN ULUSAL EGEMENLIK ve COCUK BAYRAMI hepimize kutlu olsun
23.04.2017
Zekeriya Tümer

14 Nisan 2017 Cuma

"ALDATMAK İSTERKEN ALDANMAK!.." - TÜMER DİYOR Kİ, Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
ALDATMAK 
İSTERKEN
ALDANMAK!..
Sevgili okurlar, bugün Nisan ayının 14’ü. 2 gün sonra Referandum için sandığa gidilecek.
Ankara’dayım. Kızılay’a indim. Kızılay’ın merkezinde, gençler, kadınlı erkekli, aşağıda yazacağım yazıyı Ankara Platformu adına dağıtıyorlar.
Sevgili Ankara’lılar, diye hitap ettikleri yazının içeriğini okuduğunuzda ne denmek istediğini anlıyorsunuz. Yazıda gizli bir aldatma taktiği sergilenmiş. Yani son dakikaya kadar her türlü oyun tezgâhlanmakta ve milletin oylarının Evet olması çabası değişik kesimler tarafından da uygulanmak istenmektedir.
Yazıyı hep birlikte okuyalım:
“Sevgili Ankara’lılar,
16 Nisan’da tarihi bir halk oylamasına gideceğiz. (Doğru söylüyorlar, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan milletlerin kaderi belirlenecek. Tarihi bir halk oylaması yapılacak. )
Ülkemiz son dönemde pek çok badireler atlattı. ‘Terör, Darbe girişimi, Ekonomik terör’ gibi pek çok tehditle karşı karşıya kaldı. (Buna da itirazımız yok. Bu badireleri engelleme imkânı olan AKP Hükümeti, neden engelleyemedi, onu da çok merak ediyoruz!) devam ediyor yazı.
ATATÜRK’ün dediği gibi, “dâhili ve harici” düşmanlarımız var. Gün, bir olma, farklılıkları bir yana bırakma günüdür. (Buna da itiraz edilmez. Hem içerde ve hem de dışarıda düşmanlarımızın olduğu malum. Elbette bir olmamız gerek. Peki, ama halkı ayrıştırma ve dinci, dinsiz diye suçlamalar, alevi, Sünni diye, Kürt, Türk diye ayrıştırmak, Hayır diyenleri teröristlerle bir tutmak neden yapılıyor. Bunu da anlamak mümkün değil.) Yazıyı okumaya devam edelim.
16 Nisan günü, Türkiye üzerinde oynanan oyunları bozmak için, hepinizi sandığa gitmeye davet ediyoruz.  Her birimiz farklı siyasi görüşten olabiliriz, herkesin kararı başımızın tacıdır. (Buraya kadar yazılanlara aynen katılıyoruz. Kimsenin de itiraz etmesi söz konusu değildir. Ancak, buradan sonra kandırmaca ve aldatmaca kelimeler başlıyor. Dikkatli okuyalım.)
Ancak şunu unutmayalım ki; Halk oylamasında Hayır oyu çıktığında en çok Güçlü Türkiye’yi istemeyenler sevinecek. (İşte burada şaşırmamak mümkün değil. 2003 den beri iktidarda olan bir siyasi parti ülkeyi neden güçlendirmedi de, bir kişiye verilen olağanüstü yetki ile mi güçlendirecek? Güçlü Türkiye olmasını herkes ister. Ne var ki, bu şekilde ki bir Anayasa değişikliği ile olacağına inanmak mümkün değildir.) Yazıya devam edelim.
Bu nedenle, meselenin Memleket meselesi, söz konusu olanın ise, vatan olduğunu hatırlatmak isteriz. ( Aynen katılıyoruz. Söz konusu memleket meselesidir ve söz konusu ise VATAN’dır. Köşk Danışmanlarının  söyledikleri gibi eyalet sistemi değildir. )
‘Güçlü Türkiye için’, ‘Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları bozmak için’, ‘İstikrar için’ ve ‘Çocuklarımızın geleceği için’ hepinizi sandığa gitmeye ve evet Oyu kullanmaya davet ediyoruz, diyor Ankara Platformu." Kim oldukları belli değil.
Son sözü okuyan vatandaş, tamam diyor, güçlü Türkiye için, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları bozmak için, istikrar için, herkes sandığa gitmeli ve hangi oyu kullanmalı.
BU YAZI DA YAZILANLAR EVET OYU İÇİN YAZILMAMIŞ SAN Kİ, HAYIR DEMEK İÇİN YAZILMIŞ BİR YAZI. YANİ BENCE KELİME OYUNLARI İLE BİR ALDATMACA TAKTİĞİ.
FARKINDA OLMADAN ANKARA PLATFORMU BU DAĞITTIĞI YAZI İLE HERKESİN SANDIĞA GİDEREK HAYIR OYU VERMESİNE DAVET EDİYOR.
SİZ NE DERSİNİZ. İNANDINIZ MI BU YAZIYA?
Bakın size bir şey daha hatırlatayım: 
CIA eski Türkiye Şefi, Paul Bernard Henze’nin 2006’da Beyaz Saray’a sunduğu Türkiye raporunda;
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise; mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz."
Demek ki neymiş? Başkanlık sistemi ABD patentli bir BOP projesiymiş…
ŞİMDİ KARARINIZI TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN LAİK, DEMOKRAT, GÜÇLÜ ORDU, GÜÇLÜ HUKUK, GÜÇLÜ DEVLET OLABİLMESİ İÇİN ETKİ VE TEPKİ ALTINDA KALMADAN 16 NİSAN’DA SANDIĞA GİDEREK OYUNUZU NE DÜŞÜNÜYORSANIZ O ŞEKİLDE KULLANIN.
GERÇEKLER ORTADA.
 EMPERYALİST GÜÇLERİN ÜLKEMİZ ÜZERİNDE OYNAMAK İSTEDİKLERİ OYUNU BOZMAMIZ GEREK.
HAKKIMIZDA NE HAYIRLI İSE O OLUR İNŞALLAH.
14.04.2017
ZEKERİYA TÜMER