28 Ağustos 2017 Pazartesi

"GERÇEK (26 - 30 AĞUSTOS) ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN", TÜMER DİYOR Kİ!.. Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
GERÇEK ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
Sevgili okurlar; 
Çarşamba günü Türk Milletinin en güzel bayramı olarak kutlanmalı. Bütün evlerin camları, balkonları, sokak direkleri bayraklarla donatılmalı.
Halk coşku ve sevinçle bu bayramı kutlamalı. İç ve dış düşmanlarımıza karşı, Türk milletinin birlik ve beraberlik içerisinde olduğunu, ülkemizi kimsenin işgal edemeyeceğini, bölünüp parçalanmayacağımızı bir kere daha 30 Ağustos Zafer Bayramında perçinlemeliyiz.
Neden mi?
Nedeni açık ve seçik belli değil mi?
1.Dünya savaşı sonunda koskoca denen Osmanlı İmparatorluğu çöktü, yok oldu. Osmanlının elinde kalan son topraklar da düşman devletler tarafından işgal edildi.
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür ve bağımsız olarak yaşama hakkımız son buluyordu.
Birinci Dünya savaşı imzalanan Mondros Mütarekesi ile son bulduğunda (30 Ekim 1918), mütareke imzalanmadan önce Osmanlı padişahlarından olan 5.Mehmet ölmüş, yerine 6.Mehmet (Vahdettin) geçmişti. (4Temmuz 1918) Mütarekeden sonra İttihat ve Terakki partisinin ileri gelenleri ülkeden kaçtılar. İtilaf devletleri İstanbul’a girdi.
Şimdi ülkenin durumuna bakalım:  
Osmanlı İmparatorluğu ne duruma düşmüş. Osmanlı’nın elinde kalan tek Anadolu kimler tarafından işgal edilmiş. İtilaf devletleri İstanbul’da.  İstanbul işgal altında. Düşman çizmeleri yolları çiğniyor. Düşman gemileri boğaza ve limanlara yerleşmiş.
19 Nisan 1919 Kars’ı Ermeniler işgal etmiş. 20 Nisan 1919, Ardahan’a Gürcüler yerleşmiş. 20 Nisan 1919, Antalya’ya İtalyanlar girmiş. 24 Nisan 1919; Yunanlılar İzmir’e çıkmış. 15 Mayıs 1919; Urfa, Antep, Maraş ve Adana ise Fransızlar tarafından işgal edilmişti.
Şaşkın Osmanlı Hükümeti bu durumda ne yapmayı planlıyordu? Planı düşmanlarla işbirliği yapıp, ya İngiliz, ya da Amerika mandası olmanın peşinde idiler.
Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi.
Hele ki, Türk milletinin öz be öz bir evladı vardı. Çocukluğundan beri, Osmanlı’nın yıkılışına tahammül edemeyen, yanlışlıkları görebilen, ileride bu ülkeyi ben kurtaracağım diye planlar yapan, Çanakkale kahramanı asker, Mustafa Kemal ülkesinin düşmanlar tarafından işgal edilmesini kabul etmesi mümkün olmayan yiğit bir kumandandı.
İşte bu kumandan 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Anadolu halkı ile kucaklaştı. Onlara önder oldu. Güç verdi, şevk verdi Kurtuluş savaşını başlattı.
30 Ağustos 1922 tarihi Zafer destanının yazıldığı gündür. Türk milletini esir almak isteyen, ülkesini işgal ederek Türk milletini yok etmeye çalışan emperyalistlere karşı, kadınıyla, çocuğuyla, genci, ihtiyarı ve ordusu ile birlikte verdiği, bağımsızlığını, onurunu, şerefini kurtardığı gündür.
26 Ağustos 1922 de başlayıp 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in Başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni kutlamak herkesin hakkı olmalıdır. Bu bayram her şeye bedeldir. Çok ama çok görkemli bir şekilde kutlanmalıdır.
Büyük taarruz’un başarıyla sonuçlanmasından sonra da Yunan orduları 9 Eylül 1922’de İzmir’den denize döküldü ve İzmir’de Yunan işgalinden kurtarılarak, ülke düşmandan temizlendi.
Osmanlı’yı çökerterek, yok ederek, Türk milletinden yüzyılların intikamını almak isteyen emperyalistlere verilen son derstir 30 Ağustos Zafer Bayramı.
Şunu da hiçbir zaman unutmamalıyız. Eğer, 30 Ağustos Zafer ile sonuçlanmasa idi, bugün ne minarelerimizde Ezan sesi duyabilirdik, ne de Türk Bayrağımız Gökyüzünde dalgalanabilirdi. Belki Türk Milleti tamamen yok olmazdı! Ancak, Anadolu’nun küçük bir yerinde, özgürlüğünden yoksun, başkalarının kölesi olarak yaşardı. Bu nu da hiçbir zaman unutmayalım.
Hain düşmanların, haksızca ve alçakça işgallerine “dur” diyen ve vatan evlatlarının, genç, yaşlı, kadını, kızanı, çocuklarıyla mücadele eden, kanlarıyla sulanan Anadolu toprakları üzerinde yaşayan bizler 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamayacak mıyız?
Elbette bütün ihtişamı ile kutlayarak, tüm dünyaya birlik ve beraberlik içersinde olduğumuzu, ülkemizi ne olursa olsun, kimsenin işgal etmesine, bölüp parçalanmasına müsaade etmeyeceğimizi, LAİK VE DEMOKRAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN SONSUZA KADAR devam etmesi için mücadele edeceğimizi, Bayrağımızın Gönderden indirilemeyeceğini, Minarelerimizden Ezan seslerinin susturulamayacağını, tüm dünyaya ispat etmeliyiz.
TÜM ULUSUMUZUN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINI KUTLAR, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SONSUZA KADAR YAŞAMASINI DİLERİM.
28.08.2017
Zekeriya Tümer

14 Ağustos 2017 Pazartesi

"GENEL DURUMA DAR BİR ÇERÇEVEDEN BAKIŞ" TÜMER DİYOR Kİ !.. Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
GENEL DURUMA DAR BİR ÇERÇEVEDEN BAKIŞ
CNN Türk'te Ahu Özyurt'un sunduğu Türkiye'nin Gündemi programının da 'yeni devlet' tartışması yaşandı. Programın konuklarından AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan, “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır” dedi.
Her ne kadar Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, bunu yalanlayarak, Tek millet, tek devlet, tek bayrağımız var, demektedir.
Bu lafları edenlere neden göz yumulmaktadır veya bunlar hangi cesaretle bu sözleri söylemektedirler. Bunlar sorgulanmalıdır.
Şimdi biz burada;
GENEL DURUMU BİRLİKTE GÖZDEN GEÇİRELİM
Sevgili okurlar, bu başlık NUTUK’ TAN alınmıştır.
NUTUK 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Partisinin ikinci kongresinde okunmuştur.
Nutuk’ta önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı destanını Samsun’a ayak basmasından başlayarak, bütün yaşanılan olayları en ince ayrıntısına kadar anlatmıştır.
Tarihi bir belgedir.
Nutuk’un içerisinde bahsedilen Genel Durumu birlikte gözden geçirelim başlığı altında anlatılanların 2017 yılında ülkemizde de benzer şekilde yaşandığı kanısı ile,  o zamanki durumu burada anlatmak istedim.
Mustafa Kemal Atatürk diyor ki: “Düşman devletler, Osmanlı Devleti’ne saldırmışlar. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. “
(Bugün de aynı durum söz konusu değil mi? Emperyalist güçler tezgâhladıkları FETO, PKK, DEAŞ gibi örgütlerle ülkemizi bölmeye, parçalamaya, kardeşi kardeşe düşman etmeye çalışmıyorlar mı?)
 “Padişah ve halife olan kişi, hayatını ve tahtını kurtarmaktan başka bir şey düşünmüyor. “
(AKP başta olmak üzere Cumhurbaşkanımız da alacakları kararlar ile hayatlarını garanti altına almak istemiyorlar mı?)
“Hükümet aynı durumda. Başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde olup bitecekleri bekliyor.”
(Şu an halkın çoğu kararsız bezgin, üzgün, sıkıntılı ve ne yapacağını bilmez bir şekilde, olup bitenleri şaşkınlıkla izlemiyor mu? )
“Ordu, adı var kendi yok bir durumda. Komutan ve subaylar yorgun. Yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor.”
(Ordumuz, Ergenekon, Balyoz olayları ve de son Feto darbe hareketi nedeniyle, ayrıca da Suriye ve PKK başta olmak üzere diğer terör örgütleri ile uğraşmaktan yorgun değil mi? Her gün verilen şehitler anaların yüreklerini yakarken, şehit annesine, sen ne mutlu annesin ki oğlun cennete gitti, diyerek teselli etmek ne kadar fayda veriyor ki?)
 “Ulus ve ordu, aynı zamanda halife de olan padişahın hainliğinden haberdar değil. O nedenle de bu makama içten bağlı. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken önce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu düşünüyor. Halifesiz, padişahsız kurtuluşun olabileceğini düşünmüyor. Böyle düşünenleri de hemen dinsiz, vatansız, hain olarak niteliyor.”
(Bugün de birbirlerinin siyasi düşüncelerine karşı çıkanlar, tarikatlara karşı olanlar, dinsiz, vatansız, hain olarak damgalanmıyor mu?)
“Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemeyi düşünüyorlardı. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı tüm kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken, hepsini yenen İtilaf Kuvvetleri karşısında yeniden onlarla savaşmaya kalmaktan daha büyük mantıksızlık olamazdı. Bu anlayışta olanlar yalnız halk değildi. Seçkin denilen insanlar da öyle düşünüyorlardı.
Kurtuluş yolu ararken, İtilaf Devletlerine karşı düşmanca tavır alınmayacak, padişah ve halifeye sadık kalınacaktı.”
(Bugünde Amerika başta olmak üzere, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya gücendirilmemeye çalışılmıyor mu?)
DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ YOLLARI
“Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, üç türlü karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngiltere’nin himayesini (Koruyuculuğunu) istemek;
İkincisi: Amerika Mandasını (güdümünü) istemek.
Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünüyorlardı. Osmanlı ülkesinin bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında bulunmasını tercih ediyorlardı.
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarına yönelikti. Bazı bölgeler, Osmanlı Devletinden ayrılmanın yollarını ararken, bazı bölgeler de devletin ortadan kaldırılmayacağını, Osmanlı topraklarının paylaşılacağını düşünerek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlardı.”
(Bugün de kendisini kurtarmak çabası içerisinde olanlar yok mu? Bazı güçler, Türkiye’den toprak almak, Kürt devletini kurmak arzu ve inancı içerisinde değiller mi)?
MUSTFA KEMAL’İN KARARI NE İDİ:
“Ben, bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantık çürüktü. İçinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkeleri parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün yaşadığı bir anayurdu kalmıştı. Onu da paylaşmaya uğraşıyorlardı. Osmanlı Devleti, padişah, halife, hükümet anlamını yitirmiş sözlerdi.
Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmaktı.
İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.
Bu kararın dayandığı mantık şu idi:
(Bu Mantığa dikkat edin. Türk milleti her zaman onurlu ve şerefli olmuştur. Onuru ve şerefi uğruna, vatanına, bayrağına, diline ve dinine sahip çıkmış, devletinin çıkarlarını her zaman ön planda tutmuştur.)
“Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır.
Bu, tam bağımsız olmakla sağlanabilir. “
(Bağımsızlığını yitiren milletler, başkasının kölesi olmaya mahkumdurlar.)
“Ne kadar zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileri gidemez.”
(Türk milleti uşak olmaktansa ölmeyi tercih eder.)
“Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.
Öyleyse: Ya bağımsızlık ya ölüm.
İşte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır.
Türk ata yurduna, Türk bağımsızlığına saldıranlara ulusça karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu.
Bu önemli kararı ilk günden açıklamak yerinde değildi. O nedenle uygulamayı evrelere ayırmak, olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak, adım adım ilerleyerek amaca ulaşmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başladığımız kişiler, ulusal yaşamın Cumhuriyete, Cumhuriyet yasalarına yönelmesi üzerine bana direnmeye başladılar.”
(Son derece dikkat edin. Adım adım, bu sefer başka bir gidişe doğru gidilmektedir. FETO darbesi bunu ispatlamıştır. Türkiye adım adım yeni bir devlet anlayışına doğru gitmektedir, yalan mı?)
Mustafa Kemal bu direnişleri bertaraf etmiş ve Laik, Demokrat Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Cumhuriyet durabilir, ancak içi boşaltılmış bir cumhuriyet olması da mümkündür. Laiklik ortadan kalktığında çok şey değişebilir. Cumhuriyet’le idare edilen çok ülke vardır. Ancak; laiklik yoktur. Din ile devlet işleri birbirinden ayrı değildir. Örnek mi: İran’ı, Pakistan’ı, Afganistan’ı gözünüzün önüne getirin.
30 Ağustos Zafer Bayramı, Türk milletini kimsenin yok edemeyeceğinin simgesidir.
Bu topraklar kan ve gözyaşları içerisinde kurtarılmıştır. Bu devleti yıkmaya kimsenin gücü yetmez. Bırakın boş ve saçma düşünceleri, ülkenin muasır medeniyet seviyesine çıkması, kalkınması, barış ve dostluk içerisinde yaşamanın koşullarının oluşturulması için çaba harcayın.
Son Sözümüz:
İnsanları rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ün Allah ile aldatmak kitabında dediği gibi, insanların saf ve temiz duygularını suistimal ederek Allah ile insanları aldatmayın. Allah sizi affetmez ve mutlaka cezalandıracaktır da! Son önemlidir. Sonunuzun nasıl olacağını tahmin edemezsiniz.
Kefenin cebi yoktur. Öbür tarafa bir liranızı ve ayağınıza giydiğiniz çorabınızı bile götüremeyeceksiniz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün din hususunda söylediklerinden kısa birkaç sözünü burada sizlere tekrar hatırlatmak isterim.
“Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalbi ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.”3
“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için, akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”
“Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye mani hiç bir şey ihtiva etmiyor…(1923)
“Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Aksine Allah’da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şereflerini muhafaza etmelerini emreder.”4”
Mustafa Kemal Atatürk Türk milletinin dinini daha iyi anlayabilmesi için Kuran-ı Kerimi Türkçeye çevirtmiş ve kendi cebinden masraf ederek, ülkenin birçok yerine dağıttırmıştır. Bunu anlayamayan meczuplar, Atatürk’e ve laikliğe saldırmaktalar.
Bizleri ALLAH İLE ALDATMAYA ÇALIŞANLARA DİKKAT EDELİM.
14.08.2017
ZEKERİYA TÜMER