Mustafa Kemal Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Kemal Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2022 Çarşamba

HADDİMİZİ BİLELİM, KENDİMİZE GELELİM.

 TÜMER DİYOR Kİ: 


HADDİMİZİ BİLELİM, KENDİMİZE GELELİM. 

Sevgili okurlar 

  https://www.turkgucu.tv 

Hayatın içinden programında yayınlanan konuşmamı burada da yayınlamak istedim. 

Her gün akşam saatlerinde 21.00 de, gündüz de saat 15.00 de benim HAYATIN İÇİNDEN programımı izleyebilirsiniz. 

Okumak bazen okuyucularıma zor geliyor. Beni dinlemek daha kolay oluyor.  Televizyonda canlı olarak aynı anda yüzlerce kişi izliyor. Elbette bu izleme yüzlerce değil binlerce olmalı. 

Bizler https://www.turkgucu.tv nda, Türkün Gücünü Mustafa Kemal Atatürk'ün Türklük konusundaki görüş ve düşünceleri içerisinde, tarihin derinliklerinden bugüne kadar ki Türkün yaşamları konularında yayınlar yapmaktayız. 

Elbette,  bu konularda bilimsel araştırma yapan uzman kişilere yer verilmektedir. 

Tek yol vardır; Mustafa Kemal Atatürk'ün yolu. 

Ancak, gerçekten Mustafa Kemal Atatürk'ü iyi anlayabildik mi, iyi anlatabildik mi? 

Atatürk'ün bizlere söylemiş olduğu sözleri, yaptığı çalışmaları, iktisadi, ticari, siyasi konular dahil, bir çok konularda ki çalışmalarını iyi tahlil edip, genç kuşaklara anlatılabilse idi, herhalde bugün bugünleri yaşamazdık. 

İşte https://www.turkgucu.tv sinde gerçekler anlatılacaktır. 

Başta Mustafa Kemal Atatürk'ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz  ve Osmanlı devletimiz, geçmişteki Türk Devletleri ve bugün Dünyamız üzerinde bulunan Türk Cumhuriyetleri ile birlikte Türkün gücü Dünyaya duyurulmak istenmektedir.

Birliğimizin, dirliğimizin bozulmaması için geçmişimizi bilmek ve geleceğimizi de şekillendirmek zorundayız. 

Biz kimiz, nereden geldik nereye gidiyoruz? 

Gelişen yeni dünyada konumumuz ne olmalı? 

Son yüzyılın büyük dahisi ve lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere ışık tutan görüş ve düşüncelerini, bizlere yol gösteren sözlerini, yaptığı icraatları ve bizlerin geleceği için söylemiş olduğu sözleri iyi anlamalı ve anlatmalıyız. 

Tek yol vardır, Mustafa Kemal Atatürk'ün yolu. Onu iyi anlamalı ve anlatmalıyız. 

Bu nedenle bizleri izleyin, takip edin, gereken desteğinizi verin. 

YouTube de yayınlanan videolarımızı izleyin, beğenin, abone olun ve paylaşın.

Başarılı yayın yapmak sizlerin sayesinde olur. 

Bizlere destek veren herkese teşekkür eder, ilgi ve alakalarınızı bekleriz. 

12.01.2022

Zekeriya Tümer

ulusalhaber1881@gmail.com

24 Aralık 2021 Cuma

23 ARALIK 1930 MENEMEN OLAYI

 TÜMER DİYOR Kİ:

CUMHURİYET TARİHİMİZDEKİ KARA BİR LEKE UNUTULMAMALI, UNUTTURMAMALIYIZ


                                                                 sesli dinleyebilirsiniz

23 ARALIK 1930 MENEMEN OLAYI

Ülkemizde şu an yaşanan ekonomik krizler geçmişte yaşanmış çirkin, alçakça, vatana ihanet edilen olayları unutturdu.

Doların hızla yükselirken, aniden inmesi, yeni yıla girerken vatandaşın zam beklentileri, hainliğin yüz karası MENEMEN OLAYI’nı unutturdu.

Yeni nesil bunun idrakini tam anlayamayabilir. 

Biz de unutulmaması için kısa ve öz olarak bu olaydan bahsetmek ve hatırlatmak istedik.

Mustafa Kemal Atatürk ne diyor: “Biz dine saygı gösteririz ve düşünceye de muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, ulus, devlet ve dünya işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasti ve fiili dinci hareketlerden sakınıyor ve müsaade etmiyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.

Ülkenin kalkınmasını istemeyen, sadece kendi çıkar ve menfaatlerini düşünen, okumamış, bağnaz ve köhne düşünceler içerisinde kalmış, sadece Dinsel kalıp içerisinde kendisini kilitlemiş olan kişiler, cennete gide cem düşüncesi ile olmadık kötü şeylere sebep olabilir.

23 Aralık 1930 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk, yurt gezilerinden birisini yaparken, İzmir’in Menemen ilçesinde, şeriat rejimine geri dönülmesi iddiasıyla gerici ve kanlı bir irticai olayın meydana geldiği haberini aldı.

Cumhuriyetin ilanından sonraki ikinci büyük ve ciddi bir dinci ayaklanmaydı.  Yapılan kısa bir araştırma neticesinde olayın arkasında İngilizlerin olduğu öğrenildi.

Olayı yaratan kişi Giritli Derviş Mehmet adında bir meczuptur.

Gücünü dışarıdan alan Derviş Mehmet, kendisini mehdi ilan ederek, etrafına topladığı ve kendisine inanmalarını sağladığı birkaç arkadaşıyla birlikte ayaklanma hareketine karar vermişti.

Amaç, yeniden şeriat düzenini getirmek ve Atatürk’ün ilke ve Devrimlerini ve Cumhuriyeti ortadan kaldırmaktı.

23 Aralık 1930 günü gece yarısından sonra toplandıkları köylerden çıkarak sabahın erken saatlerinde Menemene gelmişlerdi.

Sabah namazını kıldıkları camide, yeşil bezden yapılmış sözde şeriat bayrağını açmış, camideki 15-20 kişiyi de silah zoru ile yanlarına alıp, dışarıdaki arkadaşlarıyla birlikte tekbir getirerek yürüyüşe geçmişler.

Attıkları sloganlarda “Şapka giyen kâfirdir. Din elden gidiyor. Saltanatı ve Hilafeti geri getireceğiz” sözleriyle halkı galeyana getirmeye çalışmışlardır.

Halk şaşkın, ne olduğunu anlamaya çalışırken, Derviş Mehmet kalabalığa, Menemen’in etrafının 70 bin kişilik şeriat ordusu tarafından sarıldığını söyleyerek, “Daha ne duruyorsunuz? Gelin Yeşil Sancak altında toplanalım ve Şeriat isteyelim!” diye bağırmaya başlamıştır.

Halktan bazı kişiler bu çağrıya kulak verirken, bazıları da şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştır.

Olayı duyan İlçe Jandarma Bölük Komutanı, 24 yaşında bir öğretmen olan ve askerliğini Yedek Subay olarak yapan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı, komutasındaki bir takım askerle birlikte durumun ayrıntısını öğrenmek amacıyla asilerin olduğu yere göndermiştir.

Cesur ve vatansever olan Kubilay, Derviş Mehmet ve adamlarından silahlarını bırakmalarını istemiştir. Gözünü kan bürümüş olan insanlıktan nasibini almamış asiler, sözlü uyarıya silahla cevap vererek, Kubilay’ı yaralamışlar ve onu korumaya çalışan iki bekçiyi de öldürmüşlerdir.

Bununla yetinmeyen meczup Derviş Mehmet ve beraberindeki yobaz takımı, yaralı bir halde hemen oradaki caminin merdivenlerine kadar ulaşabilmiş olan Asteğmen Kubilay’ın yanına gitmişler, bağ-bahçe işlerinde kullanılan ve testere ağızlı kör bir bıçakla Kubilay’ın başını vücudundan keserek ayırmışlardır. Sonra da Kubilay’ın kesik başını elindeki yeşil bezin bağlı olduğu sopanın tepesine bağlamış ve ilçe sokaklarında dolaştırmaya başlamışlardır.

Elbette olay çabukça duyulmuş ve yakındaki bir karargahtan hemen olay yerine takviye kuvvet gönderilerek, “Teslim Ol” çağrısı yapılmıştır. Çağrıya silahla cevap verenlerin üzerine açılan ateş sonucu Giritli Meczup Derviş Mehmet ve birkaç arkadaşı vurulmuş, kaçanlar da kısa sürede yakalanmışlardır.

Olayı duyan Mustafa Kemal, olaydan duyduğu üzüntü üzerine yayımladığı demecinde, mürtecilerin Kubilay’ı katlederken gösterdikleri vahşet karşısında, halktan bazılarının alkış tutmasının, cehaletle değil insanlıkla ilgili bir husus ve bunun da utanılacak bir durum olduğunu söylemiştir.

Orduya Baş Sağlığı dileyen Mustafa Kemal, “Büyük ordunun genç subayı ve Cumhuriyetin aydın öğretmen topluluğunun kıymetli üyesi Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet canlılığını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.” Sözleriyle tepkisini dile getirmiştir.

Elbette suçlular cezalarını çekmişler. Bir kısmı İdam edilirken, bazıları da hapis cezası alarak suçlarının cezalarını çekmişlerdir.

Şu hususu hiçbir zaman unutmamamız gerekmektedir. “Atatürkçü Düşünceye, Atatürk ilke ve Devrimlerine, Laik Cumhuriyete ve dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütünlüğüne kasteden gerici ve bölücü hareketlerin tamamının emperyalizmden güç almakta olduğu unutulmamalıdır.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün 28 Ekim 1923 günü Fransız Gazeteci Maurice Pernot ile yaptığı söyleşisinde dile getirdiği;

“İslamiyet, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ideolojisi değil, aksine Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının inanç sistemidir, dinidir.” Sözlerini hatırlamamız gerekmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk'e göre, devrimcilerin her zaman bu tip hareketlere hazır olması kaçınılmaz gerekliliktir.

Cumhuriyet Rejimi adına hayatını veren Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın adı 26 Aralık 1934’de Menemen’de açılan bir anıtla ölümsüzleştirilmiştir.

Kalkınmış, müreffeh, çağdaş bir ülke olmak istiyorsak, bu gibi olaylardan uzak durmalı, ilim ile, bilim ile, teknoloji ile, ülkemizin kalkınmasını sağlamalıyız.

NOT:

(Kaynak: Cengiz Önel tarakçıoğlu’nun Doğumundan Ölümüne Atatürk adlı kitabından)

Bu yazının geniş bir özeti, daha önce  https://ulusalhaber1.blogspot.com/2018/12/habermakale-menemen-olayi-23-aralk-1930.html

Yayınlanmıştır. İsteyen linki tıklayarak daha geniş olarak yazıyı okuyabilir. Ben burada kısaltılmış şeklini yazdım.

30 Ekim 2021 Cumartesi

Cumhuriyetimizin kazanımlarını değerlendirelim.

TÜMER DİYOR Kİ:

HATALARIN BEDELİ AĞIRDIR 

Sevgili okurlar, 29 Ekim’de Cumhuriyetin ilanının 98.ci yılını kutladık.

Bu kutlamaları gene pandomi bahanesi ile herkes sınırlı bir şekilde kutladı.

Atatürk sevgisini ve Cumhuriyetin kazanımlarını yok etme çabasında olanlara rağmen, Atatürk sevgisi gittikçe artarak devam ediyor.

Gene Atatürk’ün önünde eğildik, saygı duruşunda bulunduk, İstiklal marşımızı okuduk, dualarımızı yaptık.

C.H.P. si 1950 yılından bu yana tek başına istediği iktidara sahip neden olamadı?

1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet ile birlikte, C.H.P.sinin lideri ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, on yılda hangi ekonomik politikaları uygulayarak, başarı elde etti. 

Atatürk onuncu yıl nutkunda, tükenmiş bir ülkenin kalkınma hamlesi ile, fabrikalar yapıldığını, az zamanda çok büyük işler yapıldığını anlatmaktadır.

C.H.P. iktidar olmak istiyorsa, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve yolunda giderek, onun uyguladığı sistemi iyi kavrayarak hareket etmelidir. 

C.H.P.nin 1950 yılından bu yana iktidara gelememesinin en büyük sebeplerinden biri Atatürk’ün yolundan tam gidememesidir! 

Atatürkçüyüz demekle Atatürkçü olunmaz. Atatürk’ün politikasını, uyguladığı sistemi, onun fikir ve düşüncelerini iyi anlamak ve içine sindirmekle olur.

Şimdi sizi 1894 yılına götürmek istiyorum. Osmanlı  tahtında kim oturmaktadır? 

Sultan 2. Abdülhamit.

Osmanlı borç içerisinde kıvranmaktadır. Hazine tam takırdır. Daha önce de borç aldıkları Banker Rothschild’den yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç alınır. Borcun geri ödeme süresi ise 61 yıldır.

(Rothschild ailesi kimdir? Rothscild ailesi, Rothschild hanedanı veya kısa Rothschildler 18.yüzyılın sonlarına doğru, Yahudi Bankacı Mayer Amachel Rothscild (1744-1812) tarafından kurulan ve Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde bankalar kuran Frankfurt merkezli Yahudi bankacı ailedir.)

Bu aile hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler (https://tr.wikipedia.org/wiki/Rothschild_ailesi ) linki tıklasınlar.

Zor dönemler yaşayan Osmanlı sarayı bu borcu ödemek için borç senetleri imzalar. Yıllık ödeme yapması gereken rakam 330 bin Sterlindir.

Birinci Dünya savaşı Mondros Ateşkes Antlaşması ile (1914 de başlayan savaş) 1918 yılında sona ermiş. İtilaf Devletleri savaşı kazanmış,  Osmanlı İttifak Devletlerinin içinde yerini aldığından savaşı kaybetmiştir.

İstanbul dahil Anadolu'nun bir çok bölgelerine Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunan askerleri girmiş, Osmanlı'nın son kalan Anadolu toprakları da işgal edilmiştir.

19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsuna çıkması üzerine, Anadolu’da düşmandan kurtulma ve bağımsızlık uğruna başlayan savaş İstiklal savaşının kazanılması ile son bulmuştur.

23 Nisan 1920 de Ankara’da Büyük Millet Meclisi kurulmuş, yeni bir devletin kurulma temelleri atılmıştır.

1 Kasım 1922 de de Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı saltanatına son vermiştir.

Son Osmanlı Padişahı olan Vahdettin ise, 17 Kasım 1922 de bir İngiliz gemisine binerek İstanbul’dan kaçmıştır.

İstiklal Savaşını Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanan Ankara Hükümeti 24 Temmuz 1923 de Lozan Antlaşması’nı imzalayarak, Osmanlının bütün borçlarını da üstüne almıştır.

Bu borçlar arasında Banker Rothschild’den yüzde 3,5 faizle alınan  8 milyon 212 bin 340 Sterlinlik borcu da vardır.

Bu borç 29 Ekim 1923 de kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından ödendi.

Kamu Maliyesi Uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlının borçlarını hesaplamış. 2013 yılının kurlarına göre hesap yapmış. Osmanlı devletinin toplam borcunu 500 milyar dolar olarak tespit etmiş. Bugünkü kura vurursak, eh ne kadar olduğunu siz düşünün.

Bu borcu Genç Türk Devleti ödedi. 

Atatürk’ün sayesinde bugünleri yaşadıklarını unutanlar, geçmişi iyi hatırlasınlar da özür dilesinler.

Birinci Dünya Harbinde yenilmiş olan Osmanlının topraklarını işgal  etmek üzere İzmir’den giren Yunan birlikleri Ankara yakınında Polatlı kasabasına kadar gelmişlerdi. Netice’de Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde savaşan Türk milleti, Yunanistan kuvvetlerini girdikleri İzmir’den gerisin geriye göndermesini de bildi. Yunan mağlup olmuştu.

Türk Ordusuna mağlup olan Yunan iktidarı bedelini çok ağır ödeyecekti ve ödedi de.

Yenilgiden 3 gün sonra halk ayaklandı ve hükümet binalarını işgal etti.

Kral tahttan indirildi. Atina’da “İhtilal Komisyonu” kuruldu.

Yenilgiden sorumlu tutulan eski başbakanlar

Dimitri Gunaris (59),

Petros Protopapadakis (68) ve Nikolaos Stratos (50), Protopapadakis hükümetinde askeri işlerden sorumlu Bakan Nikolaos Theotokis (44),

Gunaris ve Protopapadakis hükümetlerinde Dışişleri Bakanı olan Georgios Baltacis (56), Gunaris hükümetinde Ulaştırma Bakanı olan emekli subay Ksenofon Stratigos (53),

Gunaris hükümetinde İçişleri Bakanı olan Georgios Hacianestis (59),

Anadolu  ve Trakya'dan sorumlu başkomutan emekli subay

Mihail Gudas (54) ''vatana ihanet'' suçuyla yargılandı.

Savcı suçlanan kişilere şöyle dedi:

- " Siz Sadece yenilmediniz. Anadoludaki 3 bin senelik Yunan varlığını bitirdiniz.

Egede Karadeniz de Yunan kalmadı.

600 senelik Osmanlı döneminde dahi biz bu bölgelerde çoğunlukta idik" (Demek ki Osmanlı zamanında her yer Yunan doluymuş.)

Atina Parlamentosunda 31 Ekim-15 Kasım 1922 tarihleri arasında yapılan duruşmalarda oy birliğiyle

Gunaris,

Hacianestis,

Stratos,

Protopapadakis,

Stratos,

Baltacis ve Theotokis ölüm, Gudas ve Stratigos ise müebbet hapis cezalarına çarptırıldı.

Söz konusu 6 kişi karardan iki saat sonra Atina Meydanında idam edildi.

Herkes hiçbir zaman şunu unutmamalı: 

Ülkesine, milletine, zarar verenler, halkını mağdur duruma düşürenler, düşmana yenilenler bir gün gelir Halk tarafından cezalandırılırlar ve bedellerini çok ağır öderler.

Bu ülke kolay kolay kazanılmadı. Hepimiz ülkemizin kıymetini bilmek zorundayız. Birliğimiz ve beraberliğimizden hiç bir zaman ödün vermemeli, bayrağımıza, dilimize, dinimize, vatanımıza sahip çıkmalıyız. 

Zorda kalınca Atatürk'e sığınmak değil, her zaman onun yolunda ve izinde gitmeliyiz. 

Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun yanında yer alan kahraman Silah Arkadaşlarına ve Türk milletinin Gazi ve Şehitlerine saygı da kusur etmemeliyiz.

ONLARI SAYGI VE MİNNETLE ANMALI İSİMLERİNİ SİLMEK DEĞİL, BİLHASSA HER YERE KOYMALIYIZ. 

Zekeriya Tümer

30.10.2021

ulusalhaber1881@gmail.com. 

 

 

30 Ekim 2017 Pazartesi

"TÜRKİYE CUMHURİYETİ LAİKTİR VE LAİK KALACAKTIR." - TÜMER DİYOR Kİ !.., Gazeteci, Araştırmacı - Yazar: ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ LAİKTİR VE DAİMA, LAİK KALACAKTIR.
Cumhuriyetimizin ilan edilişinin üzerinden 94 yıl geçti.
Kalkınmış, bağımsız ve müstakil ülke olabildik mi?
Emperyalist güçlerin hep birlikte Osmanlı'nın üzerine çullanmaları, Osmanlı Devletinin  yıkılmasına  sebebiyet vermedi mi?
Mustafa Kemal’in öncülüğünde hareket eden Anadolu insanı, kurtuluş savaşı ile Haçlı ordularını yenerek, Osmanlının devamı olan, ancak adını ve rejimini değiştiren Türkiye Cumhuriyetinin temelini attı.
Mustafa Kemal’in karakteri bağımlı olmadan yana değil, bağımsız ve hür yaşamaktan yana idi.
Çünkü Atatürk Türk'tü ve Türk’ün karakterinin yüksek seciyeli olduğunu biliyordu. Türk esaret altında yaşayamazdı.
İyi de nerede o Türkler?
Kemalist düşünce Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 de vefatından sonra uygulanabildi mi?
Mustafa Kemal başarılı uygulamaları ile dünya devlerini mağlup etmiş ve dünya lideri olmayı hak etmişti.
Mustafa Kemal söylediği her söz ve yaşamı boyunca yaptığı her icraat ile topluma yol göstermiştir.
Bizler anlayabildik mi, değerlendirebildik mi? 
Anlayamadık, anlamak istemedik, halen de anlamaktan yana değiliz.
Zaman zaman Atatürk’ten bahsedildiğinde,”öff yeter, Atatürk Atatürk bıktık artık” diye çatlak sesler yükselmedi mi?
Halen de yükselmiyor mu?
Bugün, nasıl Din suistimal edilerek, menfaate dönüşmüş ise, Mustafa Kemal Atatürk’ün resimleri’de satılarak, menfaat temin edilmeye çalışılmıştır.
Kuran-ı Kerim’in içeriğini okuyarak, dinimiz bizlere neyi emrediyor, Allah bizlerden nasıl davranmamızı bekliyor, bize hangi bilgileri sunuyor, geleceğimiz ile ilgili neler söylüyor, diye düşüneceğimize, şeyhlerin, şıhların, bazı cahil hocaların peşinden giderek, onları zengin etme yolu seçilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği sözlerin içeriğine bakmadan, onun yolundan gideceğimize, onun heykellerinin önünde durarak Atatürkçü olunmaya da çalışılmıştır.
Atatürk'e saygı duyacaksak, onu iyi anlamakla ve yolundan giderek saygı duyalım.
Kemalist düşünce’de olan hiçbir iktidar bugüne kadar iktidar olamamıştır.
Atatürk'ün kurmuş olduğu CHP ise yıllardır İktidar yüzü görememiştir.
Nedeni,  CHP'nin  Atatürk'ün  çizgisinden uzaklaşmak olmasın!
Anıtkabir'e belli günlerde giden devlet erkanı, oradaki deftere çok güzel yazılarak yazmışlardır.
Anıtkabir’den ayrıldıktan sonra, ne söylenen sözler, ne de yazılan yazıların gereği yapılmış mıdır?
Bugün Atatürk’e saldıran, onun devrimlerini yıkmaya çalışan bir zihniyet temsilcileri ortada boy göstermiyorlar mı?
Peki, İslam dinini kendi çıkarı ve hatta emperyalist düşmanların menfaatine kullanarak, Müslümanlığı rezil eden Din düşmanlarını da görmedik mi?
Kardeşi kardeşe kırdırmak isteyen, toplumu kutuplaştırarak, ülkenin bölünmesi ve parçalanması için uğraşan Dindar geçinip, dinsiz, imansız hareketler yapanlar meydanlara çıkmadı mı?
Bugün bir çok genç, “eğer bizim dinimiz bu ise, ben böyle bir dini kabul etmem” demektedir.
İçinde yaşadığımız koşullarda, sömürge olmaya doğru gittiğimiz, satılmayan hemen hemen hiçbir şeyimizin kalmadığı, tarım ülkesi olmaktan çıktığımız, dış borçlarımızın arttığı bir dönemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün fikir ve düşüncelerini anlayabiliyor muyuz? Neden onun uyguladığı iç ve dış politikayı uygulamıyoruz?
Mustafa Kemal’in kurduğu Türk Ordusu’na kurulan kumpaslar yüreğimizi sızlatmadı mı?
Yapılan bütün bu sinsi hareketler, ordumuzun Kemalist yapıdan uzaklaşmasının bir planıdır.
Atatürkçü olanlar vatan sevdalısıdırlar. Bayrak onlar için kutsaldır. Din ise manevi güçleridir.
Allah Allah diye savaşan tek millet Türklerdir. Ölmekten korkmayan, düşmana esir olmaktansa ölmeyi tercih eden tek ulus Türk ulusudur.
Gençlik Anti-Kemalist hareketlere karşı uyanık olmalıdır. Atatürk’ün Türk Gençliğine hitabesini devamlı okumalı ve düşünmelidir.
Emperyalizm’in işbirlikçileri gençliği, bölmeye, diğer güçler ile arasını açmaya çalışmaktadır.
Bu nedenle gençlik antiemperyalist güçlere karşı uyanık olmalıdır.
Düşman bizi işgal etmeye çalışırsa, kimse merak etmesiz, o zaman karşı fikir ve düşünce de olunsa dahi, herkes tek vücut olur ve düşmanlarını Kurtuluş savaşında olduğu gibi alaşağı eder.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Bugün Amerika başta olmak üzere emperyalist güçler ülkemize saldırı yolunu seçmiştir. İçteki vatan hainleri ile kol koladırlar. İşbirlikçilerini değişik oyunlar ve rollerle devletin birimlerine yerleştirmektedirler. Bunun örneğini FETO denen sahtekârda gördük.
Yıllarca sinsi bir yılan gibi, sokulmuş, milletin saf Duygularını kullanmış, vampir gibi kanlarını emmiş, netice de de 15 Temmuz’da amacını belli etmiştir.
Eğer, Kemalist düşünce devletin tüm kademelerine hakim olsa idi, bu olayları yaşamamız mümkün olur muydu?
Türk Milletinin mücadelesi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşında ve sonrasında yaptığı mücadele gibi olmalı, emperyalizm’in tuzağına düşmemelidir.
Hangi parti, hangi siyasi kuruluş iktidara gelirse gelsin, ülkesinin geleceğini, toplumun bağımsızlığını, refahını istiyorsa Mustafa Kemal Atatürk'ü iyi tanımalı ve onun yolundan ayrılmamalıdır.
BOŞA HEVESLENMEYİN; EMPERYALİST UŞAĞI "DİN TÜCCARI", ŞER VE ŞEAMET DÜŞÜNCEDE Kİ VATAN HAİNLERİ;
TEK YOL MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN YOLUDUR. BİZLERİ BU YOLDAN KİMSE ALIKOYAMAZ. BİZLER NE DİNİMİZDEN VE NE DE  ATATÜRKÇÜLÜĞÜMÜZDEN VAZGEÇEMEYİZ. SİZİN GÜCÜNÜZ BUNA YETMEZ.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ LAİKTİR VE LAİK KALACAKTIR.
30.10.2017
Zekeriya Tümer
ulusalhaber1881@gmail.com

28 Ağustos 2017 Pazartesi

"GERÇEK (26 - 30 AĞUSTOS) ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN", TÜMER DİYOR Kİ!.. Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
GERÇEK ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
Sevgili okurlar; 
Çarşamba günü Türk Milletinin en güzel bayramı olarak kutlanmalı. Bütün evlerin camları, balkonları, sokak direkleri bayraklarla donatılmalı.
Halk coşku ve sevinçle bu bayramı kutlamalı. İç ve dış düşmanlarımıza karşı, Türk milletinin birlik ve beraberlik içerisinde olduğunu, ülkemizi kimsenin işgal edemeyeceğini, bölünüp parçalanmayacağımızı bir kere daha 30 Ağustos Zafer Bayramında perçinlemeliyiz.
Neden mi?
Nedeni açık ve seçik belli değil mi?
1.Dünya savaşı sonunda koskoca denen Osmanlı İmparatorluğu çöktü, yok oldu. Osmanlının elinde kalan son topraklar da düşman devletler tarafından işgal edildi.
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür ve bağımsız olarak yaşama hakkımız son buluyordu.
Birinci Dünya savaşı imzalanan Mondros Mütarekesi ile son bulduğunda (30 Ekim 1918), mütareke imzalanmadan önce Osmanlı padişahlarından olan 5.Mehmet ölmüş, yerine 6.Mehmet (Vahdettin) geçmişti. (4Temmuz 1918) Mütarekeden sonra İttihat ve Terakki partisinin ileri gelenleri ülkeden kaçtılar. İtilaf devletleri İstanbul’a girdi.
Şimdi ülkenin durumuna bakalım:  
Osmanlı İmparatorluğu ne duruma düşmüş. Osmanlı’nın elinde kalan tek Anadolu kimler tarafından işgal edilmiş. İtilaf devletleri İstanbul’da.  İstanbul işgal altında. Düşman çizmeleri yolları çiğniyor. Düşman gemileri boğaza ve limanlara yerleşmiş.
19 Nisan 1919 Kars’ı Ermeniler işgal etmiş. 20 Nisan 1919, Ardahan’a Gürcüler yerleşmiş. 20 Nisan 1919, Antalya’ya İtalyanlar girmiş. 24 Nisan 1919; Yunanlılar İzmir’e çıkmış. 15 Mayıs 1919; Urfa, Antep, Maraş ve Adana ise Fransızlar tarafından işgal edilmişti.
Şaşkın Osmanlı Hükümeti bu durumda ne yapmayı planlıyordu? Planı düşmanlarla işbirliği yapıp, ya İngiliz, ya da Amerika mandası olmanın peşinde idiler.
Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi.
Hele ki, Türk milletinin öz be öz bir evladı vardı. Çocukluğundan beri, Osmanlı’nın yıkılışına tahammül edemeyen, yanlışlıkları görebilen, ileride bu ülkeyi ben kurtaracağım diye planlar yapan, Çanakkale kahramanı asker, Mustafa Kemal ülkesinin düşmanlar tarafından işgal edilmesini kabul etmesi mümkün olmayan yiğit bir kumandandı.
İşte bu kumandan 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Anadolu halkı ile kucaklaştı. Onlara önder oldu. Güç verdi, şevk verdi Kurtuluş savaşını başlattı.
30 Ağustos 1922 tarihi Zafer destanının yazıldığı gündür. Türk milletini esir almak isteyen, ülkesini işgal ederek Türk milletini yok etmeye çalışan emperyalistlere karşı, kadınıyla, çocuğuyla, genci, ihtiyarı ve ordusu ile birlikte verdiği, bağımsızlığını, onurunu, şerefini kurtardığı gündür.
26 Ağustos 1922 de başlayıp 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in Başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni kutlamak herkesin hakkı olmalıdır. Bu bayram her şeye bedeldir. Çok ama çok görkemli bir şekilde kutlanmalıdır.
Büyük taarruz’un başarıyla sonuçlanmasından sonra da Yunan orduları 9 Eylül 1922’de İzmir’den denize döküldü ve İzmir’de Yunan işgalinden kurtarılarak, ülke düşmandan temizlendi.
Osmanlı’yı çökerterek, yok ederek, Türk milletinden yüzyılların intikamını almak isteyen emperyalistlere verilen son derstir 30 Ağustos Zafer Bayramı.
Şunu da hiçbir zaman unutmamalıyız. Eğer, 30 Ağustos Zafer ile sonuçlanmasa idi, bugün ne minarelerimizde Ezan sesi duyabilirdik, ne de Türk Bayrağımız Gökyüzünde dalgalanabilirdi. Belki Türk Milleti tamamen yok olmazdı! Ancak, Anadolu’nun küçük bir yerinde, özgürlüğünden yoksun, başkalarının kölesi olarak yaşardı. Bu nu da hiçbir zaman unutmayalım.
Hain düşmanların, haksızca ve alçakça işgallerine “dur” diyen ve vatan evlatlarının, genç, yaşlı, kadını, kızanı, çocuklarıyla mücadele eden, kanlarıyla sulanan Anadolu toprakları üzerinde yaşayan bizler 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamayacak mıyız?
Elbette bütün ihtişamı ile kutlayarak, tüm dünyaya birlik ve beraberlik içersinde olduğumuzu, ülkemizi ne olursa olsun, kimsenin işgal etmesine, bölüp parçalanmasına müsaade etmeyeceğimizi, LAİK VE DEMOKRAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN SONSUZA KADAR devam etmesi için mücadele edeceğimizi, Bayrağımızın Gönderden indirilemeyeceğini, Minarelerimizden Ezan seslerinin susturulamayacağını, tüm dünyaya ispat etmeliyiz.
TÜM ULUSUMUZUN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINI KUTLAR, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SONSUZA KADAR YAŞAMASINI DİLERİM.
28.08.2017
Zekeriya Tümer

28 Haziran 2017 Çarşamba

"BAYRAM BİTTİ, SEYRAN BAŞLADI", TÜMER DİYOR Kİ !... Gazeteci, Araştırmacı - Yazar: ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
BAYRAM BİTTİ,
SEYRAN BAŞLADI!...
Sevgili okurlar, Bayram bitti, seyran başladı.
Bayramlar gelirken hayat duruyor. Herkes Bayramı düşünüyor ve borcu olan borcunu ödemiyor, alacaklılar alacağını alamıyor, herkes sadece kendisini düşünüyor, karşısındakinin ihtiyacı var mı yok mu, umurunda olmuyor.
Hele bir bayram geçsin, ondan sonra düşünürüz, diyerek konuları bayram ertesine atıyorlar.
Hayat duruyor.
Devlet memurları gevşedikçe gevşiyorlar, canları iş yapmak istemiyor.
Haramzadeler, fırsatları değerlendirip, cukkaları götürüp, kendisi ve ailesini en iyi otellerde veya tatil köylerinde tatillerini yaparak Bayramı güle güle git diye selamlıyorlar.
Bayramlar, kutsal günlerdir ya! Bazıları da günahlarını affettirebilmek için bol bol dua etmeye çalışırlar.
Ramazan Bayramı tutulan orucun bitiminde kutlanır. Oruç tutmak bol bol yemek değil, israftan kaçınarak, aile bütçesine katkıda bulunmaktır. Her aile Ramazan boyunca az yemek yer, az harcama yaparsa, ülke bolluğa kavuşur.
İyi de bizler öyle mi yapıyoruz?
Saraylarda, lüks otellerde iftar yemekleri vererek, evde aç kalacağız korkusu ile bol bol yiyecek alarak israfı daha da arttırmıyor muyuz?.
Adet haline gelen Çadırlarda fakir halka dağıtılan yemekleri pişiren yemek şirketleri de köşeyi dönüyorlar.
Bayramların ne tadı kaldı ne de tuzu.
Hiç birbirimizi aldatmayalım.
Zevksiz ve tatsız bayramlar yaşıyoruz. 
Bu bayramımız da öyle geçti.
Buna kimler sebep oluyor dersiniz?
Hepimiz, millet olarak,  suçluyuz.
Değerlerimize sahip çıkamıyoruz.
Başkalarını suçlamaktan vaz geçip kendimize yönelmeliyiz.
Öz eleştirinizi yapın. 
Bakalım kim suçlu?
Yanındaki komşuya selam vermekten imtina eden toplum, en yakınlarını ziyaret etmekten uzaklaşan, büyüklerine saygıyı unutan, hiç olmazsa bayramlarda gideyim ellerini öpeyim duygusunu yitiren bir toplum Bayram’ın kıymetini anlar mı?
Haram yiyerek, birbirini kazıklayarak, sahtekârlık yaparak, rüşvetle beslenen, adaletten uzak, mazlumları ezerek, ahlaki değerlerden uzaklaşan, dinden imandan uzaklaşan, dindar gözüküp, dini suiistimal eden, Müslüman’ın Müslüman’a eziyet ettiği, kafaların koparıldığı, kendi çıkarı uğruna başkalarını ezen, mahvına sebebiyet veren kişilerin çoğaldığı bir dünya’da hangi Bayramı neşe ve mutluluk içerisinde kutlayabiliriz.?
Hz. Enes:
-Ya Resûlullah! Dua et de Rabbim dualarımı kabul buyursun, demiştin, diye sorar.
Bakalım Peygamberimiz Hz. Enes’e ne demiş:
“Ey Enes! Yiyeceğini helalinden topla. Şayet helalinden yemekle iktifa edersen, duan kabul olur,” demiş. Sonra devam etmiş.
“Haram yiyenin duası kabul olmaz, ibadetleri boşa gider.”
“Haram yiyenin organları kendisine isyan eder.”
(Bunu anlayan kalmadı ki, aldırış bile etmiyorlar.)
“Haram kazanç mümine derttir.”
(Gerçek mümine dert olur. Sahte mümin bunları düşünmüyor maalesef.)
“Haram lokma ile beslenen vücut ancak cehennemin yakıtı olur.”
(Cehennem yakıttan mahrum kalmayacak demek ki!)
“Haram kazanç ateşe çeker.”
“Allah, midesinde haram lokma bulunan kimsenin ibadetini kabul etmez.”
(Haramzadeler, siz boş yere gösteriş için ibadet etmeyin, sizin ibadetiniz zaten kabul olmayacakmış.)
“Kazancının nereden geldiğine aldırış etmeyen kimseyi, Allah hangi kapıdan cehenneme atacağına aldırış etmez.”
(Cehennemin demek ki, o kadar çok kapısı var ki, hiç önemli değil, zebaniler tuttukları gibi kollarından haramzadeleri hangi kapı olursa olsun atacaklar cehennemin dibine.)
“Helâle hesap var, harama azap.”
“Haram lokma, neslin fesadını ve toplumun huzursuzluğunu netice vermektedir. Toplumu huzursuz eden anarşi, hırsızlık, kapkaç, tecavüz ve vahşetin altında yatan haram lokmadır.”
(Demek ki, Müslüman ülkelerin çoğu haram lokma yiyor ki, bütün bu belalar onların topraklarında zuhur ediyor.)
“Yalan, insanın rızkını azaltıp daraltır.”
Müslüman’ım diye geçinenler, bunları bilmiyorlar mı, ya da bilerek bu hataları yapmaya devam mı ediyorlar!
Dini para ile satanlar, dinimizi maddi çıkar amaçlı kullananlar öbür tarafa nasıl gideceklerini hiç düşünmüyorlar mı?
Hak yiyen, hukuk yiyen, adaletten uzaklaşan, haksızlık yapan, zavallı kişileri sürüm sürüm süründüren, devlete ve millete zarar veren, haram lokma yiyenler, nasıl öleceklerini, sonlarının nasıl olacaklarını hiç düşündüler mi?
DÜŞÜNME DUYGUSUNU YİTİREN, OKUMAYAN, ARAŞTIRMAYAN, DİN, DİL, KÜLTÜR VE TARİHTEN UZAKLAŞAN BİR TOPLUM MU OLDUK ACABA!
Siyasi ideolojilerle beyinler dumura uğradı, başkalarının acılarına karşı da duyarsız bir toplum olduk.
Toplum kutuplaştı. Dindarım diyenler, karşılarındakinin dini duygularını bilmeden, namaz kılmıyorsun, oruç tutmuyorsun diye onları düşman gibi görmeye başladılar.
Yalan söylemek, iftira atmak, karşısındakini terörist ilan etmek ve suçlamak adet haline geldi.
Adalet’i aramak ta suç oldu.
Ezmek, eziyet çektirmek, iftira atmak, insanlara keyif verir oldu.
Suçlu mu değil mi bilmeden insanları suçlamak, düşünmek, yazmak, her şey FETO veya PKK terör örgütüne bağlanmaya çalışılmakta.
Bu gece bir rüya gördüm. Ankara’da Yenimahalle belediyesi Ankara’dan ayrılmış, orası ayrı bir devlet olmuş. Allah Allah, bu nasıl iş diye şaşırıyorum. Eyvah diyorum, İstanbul’un her ilçesi Ankara kadar neredeyse. O zaman İstanbul’da 5 devlet oluşur. Felaket ülkemiz bölünüyor, parçalanıyor diye üzülüyorum.
Korkuyoruz, inanın korkuyor ve üzülüyoruz.
Bu canım güzel memleketim, mahvedilmek isteniyor?
İç ve dış düşmanlarımız bizleri bölüp, parçalamak, ülkemizi dolaylı yollarla işgal ederek, Türk Milletini köle haline getirmek istemekteler.
Neden, birlik olmuyoruz?
Neden sorunlarımızı akılcı yolla halletmiyoruz?
Neden devamlı kavga eder halde oluyoruz?
Neden tüm siyasi partiler bir araya gelerek ülkenin sorunlarını çözmeye çalışmıyor?
Neden kutuplaşma, bölünme, körükleniyor?
Neden laik ve Demokrat Devlet yapısından uzaklaşılmaya çalışılıyor?
Neden kindar ve dindar bir toplum yaratılmaya çalışılıyor?
Neden ahlaksızlık, suiistimal, çalma, çırpma, adam kayırma, memuru memura düşman etme, sen benden değilsen senin yaşamaya hakkın yoktur gibi topluma zarar veren durumlar artıyor ve körükleniyor?
SON SÖZÜMÜZ:
Din insanları doğru yola ileten, ahlaklı ve faziletli bir toplum olmamızı sağlayan, manevi bir güçtür. Din’de kötülük yoktur.
Allah Türk ve Müslüman milletleri Allah’ın yolundan ayırmasın, akıllarını başlarına alsınlar ve birbirlerini yiyeceklerine, birleşip düşmanlarına karşı mücadele etsinler.
Bu dünya kimseye baki değildir. Öbür tarafa giderken nasıl gideceğini düşün. Bizden söylemesi. Gerisi sana kalmış.
“BİR MİLLETİN AHLAK DEĞERİ, O MİLLETİN YÜKSELMESİNİ SAĞLAR.”
(M. Kemal Atatürk. )
Zekeriya TÜMER
27.06.2017
Ulusalhaber1881@gmail.com

19 Haziran 2017 Pazartesi

"BEN DE, ADALETİ ARIYORUM" - TÜMER DİYOR Kİ:, ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
"BEN DE, ADALET'İ ARIYORUM"
ZEKERİYA TÜMER
Sevgili okurlar; 
AK Partinin açılımı nedir? 
“ADALET VE KALKINMA”
Son derece güzel iki kelime. Adaletli davranılacak, Adalet herkese eşit uygulanacak, adaletli toplumların kalkınması da kolay olacaktır. Kalkınma yolunda da hızla ilerleyeceklerini ifade eden iki sözcük.
Adalet’li uygulamalarda aksaklıklar söz konusu olduğu için; CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu elinde ADALET Pankartı ile yollara düştü.
Rahmetli Süleyman Demirel, “yollar yürümekle aşınmaz” demişti. CHP Liderinin amacı da zaten yolları aşındırmak değil. Ülkede bozulan ve saygısını yitiren Adaletin yeniden tecelli etmesi için, dikkatleri çekmek.
Adaleti sadece CHP Lideri aramıyor. Benim yakın arkadaşım Gümrük Müşaviri İnci AKGÜN’de arıyor.
Adalet sadece Hukuk’ta, yani mahkemelerde aranmıyor, idari kademelerde de adalet aranıyor.
Gümrük Müşaviri İnci AKGÜN 77 yaşında, yalnız yaşayan bir bayan. Bir kızı ve bir tane de torunu var. Tüm amacı, torununu okutmak, memlekete yararlı bir insan olarak yetiştirmek. Gümrük Müşavirlik karnesini ithalat ve ihracat yapan bir şirkette değerlendirip, oradan üçbeş kuruş maaşına takviye gelir getirilmesini sağlamak. Bakanlık Müfettişlerinden birisi, Belgesinin elinden alınmasını idareye tavsiye etmiş. Merkez Disiplin Kurulu da bu konuda İnci Akgün’den savunma istemiş. Bu demektir ki, senin karnene el koyacam, seni ve şirketi çalıştırmayacam, batmanıza sebep olacam. Bu korku ile İnci Akgün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahil, Başbakan’dan ve Gümrük Ticaret Bakanın’dan verdiği dilekçeler ile ADALET istiyor.
Zira, meslekten geçici de olsa men edilmesi ekmeği ile oynanması ve tüm gelirinin elinden alınması demek.
Yazdığı yazının son bölümünü burada yayınlamak istedim.
Diyor ki İnci AKGÜN: (SAYGIDEĞER CUMHURBAŞKANIM, BAŞBAKANIM VE BAKANIM. Lütfen yazım ekinde sizlere göndermiş olduğum savunmalarımı inceleyerek konuya eğilmenizi ve bu haksızlığa dur demenizi rica ediyorum.
Ben hırsız değilim, kaçakçı değilim, rüşvetçi değilim. Evim yok, arabam yok, malım mülküm yok. Tek sermayem emekli maaşım ve Müşavirlikten aldığım para. O para ile de torunumu okutmak zorundayım. Başkaca da bir amacım yok. 77 yaşında yaşayan, ancak halen açık öğretime devam eden, aklı ve bilinci yerinde, AK Partinin de Maltepe Şubesine kayıtlı, Adaletten ve Kalkınma’dan yana olan, Cumhuriyete bağlı bir kişiyim.
Siz büyüklerimden ricam, konunun incelenerek, Gümrük Müşavirlik Belgeme Merkez Disiplin Kurulu ile engel konulmamasını, Mahkeme neticesinin beklenmesini ki, bu konuda savcılık konuya takipsizlik vermiştir. En azından yapılan soruşturma ve suçlamalarda Mahkemeye intikal eden olaylarda Mahkeme sonuçlarının beklenerek ona göre kişilere disiplin cezası verilmesi hususunda da ilgililere gerekli talimatın verilmesini, benim belgeme de herhangi bir kısıtlama getirilmemesini saygılarımla arz ederim.)
ADALET NEDİR: 
Adalet “Adl” ve “adalet” kavramı İslam dininde, dini birer terim olarak, ifrat ile tefrit arasında orta yolda ilerlemek, hak yol üzerinde dosdoğru olmak, İslam dininde haram olan şeyleri terk etmek, farzları ise yerine getirmek, içi, dışı, özü, sözü, fiil ve davranışlar ile eşit olmak, haklı kişiye hakkını, haksız kişiye ise cezasını vermek. Suça ceza verirken eşit olmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek, anlamlarına gelmektedir.Adalet kelimesi genel manada verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.
Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (Nahl.16,90)
 Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar. (En’am, 6/1).
Müslümanım diye geçinen ve Adaleti uygulayan kimselerin, yukarıdaki sözlere göre hareket etmesi gerekir.
Adaletli davranmak, kanun önünde eşit olmak gerekir.
Afaki ve tahmini suçlamalarla kişiler cezalandırılmamalı, ekmekleri ellerinden alınmamalıdır.
Gerçek şu ki; FETO denen bela ülkenin tüm kurumlarına zarar vermiştir.
Devletin içerisinde örgütlenen FETO’cuların temizlenmesinde elbette yarar vardır. Asıl temizlenme de siyasi kadrolar içerisinde yapılmalıdır. Boşalan bu kadroların yerini laik ve demokrat düşüncede olan liyakatlı kişiler bulunup atanmalıdır. Gerekirse emekli olanlar geçici bir süre göreve davet edilmelidir. Devletin temel yapısı sağlamlaştırılmalıdır.
SON SÖZÜMÜZ: ADALET’İ HEPİMİZ ARAMALI, BULMALI VE ADALETLİ DAVRANMAYI DA SADECE DEVLETİMİZDEN DEĞİL, TÜM FERTLERDEN VE KURUMLARI İDARE EDENLERDEN BEKLEMELİYİZ.
“Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır.” 
“Herşey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine herşey o kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir.  Uygulayan, yerine getiren, daima karar verenden daha kuvvetlidir. (1920 )” M.Kemal Atatürk.
Zekeriya Tümer
19.06.2017
Ulusalhaber1881@gmail.com

5 Haziran 2017 Pazartesi

"AĞLAMA DEĞMEZ BU HAYAT GÖZYAŞLARINA" - TÜMER DİYOR Kİ: ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
AĞLAMA 
DEĞMEZ 
HAYAT BU GÖZYAŞLARINA
Sevgili okurlar; insanoğlu dünyaya ilk adımını attığında başlar ağlamaya. Gülerek hiç dünyaya bir bebeğin geldiğini gördünüz mü?
Dünya’ya adımını atan bebek, ilk nefesini ciğerlerine çektiğinde ağlamaya başlar. Annesinin memesini emmeye başladığında susar.
İnsanoğlu hep yaşamı boyunca yemek, içmek derdindedir. 
Sömürmez ve ememezse canı sıkılır ve ağlamaya da başlar.
Bazen insan sevinçli olduğunda  da gözyaşlarını tutamaz.
Ancak, daha çok üzüldüğünde veya çok sevdiği bir şeyleri kaybettiğinde gözyaşlarına boğulur.
Bunların, annesini-babasını-kardeşini-eşini-çocuklarını  ve çok sevdiği arkadaşlarını kaybettiklerinde  hüngür hüngür ağladıklarına şahit olabilirsiniz.
Çoğu zaman duygusal anlarda da gözler buğulanır ve farkına varmadan gözden birkaç damla yaş yanaklardan süzülerek akar.
Doğumlarda, ölümlerde, iyi veya kötü haberlerde, bazen bir film izlerken, gözyaşlarımız süzülüveriyor... BBC Focus dergisi, işte bu gözyaşlarıyla ilgili bilinen ve bilinmeyen bazı gerçekleri derlemiş.
Dünyaya adımımızı ilk attığımızda ve ilk nefesimizi ciğerlerimize çektiğimizde ağlamaya başladık. Bebekken karnımız acıktığında, bir ağrımız olduğunda ağladık. Çünkü elimizden başka bir şey gelmiyordu. Çocukken istediklerimizi elde etmek için ağlama silahını kullandık. Bazen de yediğimiz dayak sonrasında ağladık. Ergenlik çağına geldiğimizde ulu orta ağlamayı bıraktık. Artık yalnız kaldığımız zamanlarda sıkıntıdan, üzüntüden, aşktan ve ayrılıktan ağlar olduk. Büyüdükçe gözyaşını daha az döker olduk. Hayata gözlerimizi yumduğumuzda bu sefer ağlayan biz değil sevdiklerimiz oldu.
Timsah Gözyaşları
Bu gözyaşlarını daha çok siyasilerde görürüz!..
Çokça kullanılan bir gözyaşı deyimi de ‘timsah gözyaşlarıdır’. Timsah gözyaşları döküyor demek bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi yapmak demektir. Sahtekârlık, iki yüzlülük gibi olumsuz bir anlamı vardır. Timsah gözyaşları denilmesinin nedeni ise timsahlar avlarını yerken, ağızlarını çokça açtıklarında, gözlerinden bir sıvı salgılanmasıdır. Aslında gözyaşı gibi görünen bu sıvının üzüntüyle bir ilgisi yoktur.
Özetle her ne kadar günümüzde ağlamak zayıflık göstergesi olarak görülse ve gösterilse de gözyaşı dökmekten çekinmememiz gerekiyor. Çünkü ağlamak ruhumuzda biriken kirleri atıp hafiflememizi sağlıyor.
Türk Milleti olarak artık ağlamaktan gözyaşlarımız kurudu. Gün geçmiyor ki, vatana hizmet etmek için dağlarda, ovalarda kahrolası teröristlerle mücadele etmek, şehirde yaşayanları rahat ettirebilmek için genç yaşta, annesini, babasını, eşini, çocuklarını, sevdiklerini bir kahpe kurşunla terk eden vatan evlatlarımıza ağlamaktan gözyaşlarımız kalmadı.
Başarılı olan komutanlarımız bir bahane ile yok ediliyor. Kimler, organize ediyor, kimler düşmanlık yapıyor, kimler casus, kimler vatan haini, tahminden öte gerçekleri bilemiyor ve anlayamıyoruz.
Tek bir gerçek var, o da Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığıdır.
Seçimden sonra terör bitecek, referandum bitsin, terör bitecek, beli kırılacak sözlerinin artık hiçbir anlamı yok bizler için.
Vaatler çok kolaydır.  Olmayan parayı bölüşmek, dağıtmak ta kolaydır.
Mübarek günleri yaşıyoruz. Müslüman yalan söylemez. Müslüman dürüst olur. Hırsızlık yapmaz. Hainlik yapmaz.  Müslüman gıybet yapmaz. İftira atmaz.  Atası’na saygılıdır. Müslüman okumalıdır. Çalışmalıdır. Kimsenin hakkını yememelidir. Hukuka uymalı, hakkı ve hukuku yanlı uygulamamalıdır.
Kendi çıkarını değil, ülkenin çıkarını düşünmeli, kendi şahsi hırsları uğruna, karşısındakileri ezmemelidir.
Ben değil, biz demelidir.
Devletin içerisinden Feto’cular temizlenirken, hangi tarikat yanlıları bu boşalan yerlere yerleşiyor.  Bunların da ileride darbe girişiminde bulunmayacaklarını kim garanti edebilir.
Kısaca, bizler bunaldık, sıkıldık, dayanamaz hale geldik. Bir taraf ekonomik rahatlık içerisinde yaşarken, diğer taraf bir lokma ekmeğe muhtaç durumda…
Şehit vermediğimiz gün yok.  
Tek adam bizi  bu sıkıntılardan kurtarabilecek mi? Merakla bekliyoruz.
Benim bildiğim tek yol var, o da MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN YOLUDUR.
03.06.2017
Zekeriya TÜMER

16 Ocak 2017 Pazartesi

“GENÇLİĞİNDE KOT PANTOLON GİYEMEMİŞ SEVGİLİSİNİN ELİNDEN TUTUP SİNEMAYA GİDEMEMİŞ” &TÜMER DİYOR Kİ; ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:

“GENÇLİĞİNDE KOT PANTOLON GİYEMEMİŞ, SEVGİLİSİNİN ELİNDEN TUTUP, SİNEMAYA BİLE GİDEMEMİŞ!..”

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ. İNANILMAZ GÜZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.
Bu yazıda yazılanlara eklenecek çok şey var. Ancak, bir ortaokul öğrencisinin Atatürk’ü anlaması ve bu yazıyı büyüklerine ve de Atatürk’ü anlamak istemeyenlere ders verircesine okulunun duvar gazetesine cesaretle yazması takdire şayandır.
Watsap’tan tarafıma gönderilen kendisi küçük ama görüşleri ve düşünceleri büyük öğrencimizin yazısını aşağıda sizlere aktarmak istedim.
Belki okuyup ta ders alanlar olur.
Gencimiz diyor ki: “Bu ülkede, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin himayesinde yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan ATATÜRK’TÜR…
(Buna itiraz eden var mı?)
Atatürk’ün öğrencisi yazmaya devam ediyor:
Gençliğinde kot pantolon giyememiş. (Atatürk’ten bahsediyor.)
Sevgilisinin elinden tutup hâsılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş…
Burada bir de biz ekleme yapalım. “Diskolara, eğlence yerlerine de gidememiş.”
Padişah ona Trablusgarp Cephesi’nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, fırst class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş…
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej eşliğinde Mercedes’lerle gezememiş.
(Yüzlerce polis ve koruma eşliğinde, en lüks arabalarla, Anadolu’yu gezememiş ve slayt, TV.yon gösterileri ile de devrimlerini halka anlatamamış,  ancak buna rağmen tüm devrimlerini gerçekleştirmiş büyük lider.)
Anadolu’yu Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi de yokmuş…
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş…
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir’den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar…
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks  çekemeden, İsmet Paşa için Safiye Ayla’dan bir istek parçası isteyemeden gitti…
Lozan Zaferi’nden sonra veya Cumhuriyet’in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı. Atatürk’e acıyorum…
Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. (Bir de onlara seçme ve seçilme hakkını dünya’da ilk sen tanı)
Aaaah , ah… Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip, rock yapmak, babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken… Bunları yapmadı, yapamadı Atatürk… Keyif çatmadı… Yan gelip yatmadı… Vatan topraklarını satmadı… Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı…
İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK. HER FIRSAT ELİNDE VARDI. (BAŞKAN’DA OLURDU, PADİŞAH DA OLURDU) O İSE SADECE BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.
TÜM HERŞEYİNİ VATANI VE MİLLETİ İÇİN HARCADI. NE AKRABASINA VE NE DE YAKINLARINA EN KÜÇÜK BİR MİRAS BIRAKMADI, HEPSİNİ DEVLETİNE BIRAKTI.
BÜTÜN SUÇU İSE 2 KADEH RAKI İÇMEKTİ O KADAR…
Genç öğrencimiz içinden gelenleri bildiği kadarı ile kaleme alıp, yazmış.
Atatürk o kadar çok şey söylemiş ve yapmıştır ki, onları yazmakla bitiremezsiniz. Kısacak ömründe, halkının huzur ve refahı için çok şeylere imza atmıştır.
İki kadeh rakısına takılan zihniyet, şunu bir türlü idrak edemiyor. Arapça yazılan Kuran-ı Kerimi halkının anlaması için cebinden yaptığı masrafla Kuran-ı Kerimin Türkçe Mealini Elmalılı Muhammed Hamdi  Yazır’a yaptırmış ve bütün Anadolu’ya dağıttırmıştır. Okuyun da anlayın diye.
Atatürk’ü dünya anladı, biz anlayamadık. O’nun eserlerinin üzerinde oturuyoruz.
Bağımsız ve hür yaşıyorsak, kime borçlu olduğumuzu hiçbir zaman unutmamamız gerek.
Mecliste tartışılan ve kabul edilmesi halinde ülkenin hangi mecralara sürükleneceği meçhul olan bir Anayasa yürürlüğe konmaya çalışılıyor.
Olayları iyi değerlendirmek, araştırmak, gerçekleri görerek kararını vermek her Türk vatandaşının görevidir.
İki kadeh rakı’yı eleştirmek yerine ülkenin geleceğini düşünmek çok daha yerinde olur kanısındayız.
İSLAM DİNİ’NİN EN BÜYÜK ÖZELLİĞİ, DOĞRULUK, DÜRÜSTLÜK VE AHLAKLI YAŞAMAKTIR.
16.01.2017
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com

23 Aralık 2016 Cuma

CUMHURİYET FİKREN, BEDENEN, İLMEN YÜKSEK KİŞİLİKLİ YETENEKLER İSTER! Zekeriya TÜMER "TÜMER DİYOR Kİ"

TÜMER DİYOR Kİ:
CUMHURİYET FİKREN, BEDENEN, İLMEN YÜKSEK
KİŞİLİKLİ YETENEKLER İSTER.
Zekeriya TÜMER
Sevgili okurlar; yazımızın başlığını Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiş olduğu sözden alıntı yaparak yazdım.
Atatürk diyor ki:  “Efendiler, milletimizin hedefi medeni olmaktır. Bu medeni eserler ortaya koymakla mümkündür. Cumhuriyet fikren, bedenen, ilmen yüksek kişilikli yetenekler ister.”
29 Ekim 1923 de Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.
2016 yılı bitmek ve 2017 yılı başlamak üzere. 94 yıldır Cumhuriyet ile idare ediliyoruz.
2023 e, yani Cumhuriyetin 100.cü kuruluş yılına da 6 yıllık bir zaman kaldı.
2016 yılının son günlerinde ülkemizin içinde yaşadığı kargaşa ve felaketler malum. Her gün hem içeride ve hem de dışarıda şehit vermediğimiz, gözyaşı dökmediğimiz, anaların ağlamadığı gün yok.
Bu denli kaoslar yaşanırken, Anayasa tartışması ve Cumhuriyetin kazanımlarının yok edilerek Cumhurbaşkanının tek adam olması tartışmaları hız kazanmaktadır.
İktidarda olanlar güçlerini kaybetmemek için, ellerindeki yetkileri son raddesine kadar kendi menfaatleri için kullanırlar. Bu da onlar için doğal sayılır.
Şu an da Mecliste tartışmaya açılan ve oylanmak istenen Anayasa değişikliği ve tek adamda bütün güçlerin toplanması isteği iktidardakilerin gücüne güç katma isteğidir.
ÖZ DİLİNDEN VE KÜLTÜRÜNDEN UZAKLAŞILMAMALI
Yüzyıllarca Arap ve Fars dillerinin etkisinde kalan Osmanlı, zamanla öz dilinden ve kültüründen uzaklaştı. Anneleri yabancı olan Melez Padişahlar, dönme, devşirme sadrazamlar ve mukallit şeyhülislamlar tarafından Türklük bilinci köreltildi. Netice de halk, kul-köle haline getirildi.
Osmanlı saraylarında Türk’ten başka kişilere yer verilmişti. Onlar da düşmanla bir olarak Türklüğü yok etmeye ve Osmanlı devletinin de yıkılmasında büyük roller oynamışlardır.
Neticede: 
Osmanlı’nın borçlandırılması ve yabancılara tanınan imtiyazlar neticesinde, Osmanlı Devleti’nin yıkılması seyri başladı ve de yıkıldı.
Anadolu insanının uyanması, uyandırılması, Mustafa Kemal gibi bir dehanın Türk halkına vermiş olduğu enerji, güç, itimat ve güven duygusu sayesinde yıkılan Osmanlı Devletinin yerine, aydın, laik, demokrat Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu.
 Bu devlette kimse kimseden üstün kılınmadı. Irk, dil, din, mezhep ayırımı yapılmadı.
Meclis her şeyin üstünde karar mercii kılındı. Halkın iradesini yansıtmak, halkın geleceği hususunda kararlar almak, Meclise bırakıldı. Hukukun üstünlüğüne önem verildi. Yanlış yapan kim olursa olsun cezalandırılması söz konusu olabilmeli idi.
 Atatürk istese her şeyi kendi iradesi altında toplayabilirdi. Toplamadı.
Atatürk’ün Türk halkına armağan ettiği Cumhuriyeti, laikliği, halkçılığı, ulusçuluğu, devletçiliği ve de devrimciliği eğer bizler doğru anlayıp, hayata egemen kılabilse idik, bugün yaşadığımız ve tartıştığımız olayları yaşamaz ve tartışmazdık.
Mustafa Kemal Atatürk Dumlupınar Nutkunda diyor ki: “Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur.”
Ruhunu zapt ettiğiniz, azim ve iradesini kırdığınız millete hâkim olabilirsiniz. Eğer, Cumhuriyetin kazanımlarını yok ederek, istenilen Anayasa değişikliği yapılır ve halkta onay verirse demek ki milletin ruhu zapt edilmiş, azim ve iradesi de kırılmış demektir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşmalarında halkı motive edecek sözler söylemekte. Tek Bayrak, Tek devlet, Tek vatan, diyerek ülkemizi kimsenin bölüp parçalayamayacağına vurgu yapmaktadır.
Sevr’i uygulamaya çalışan iç ve dış düşmanlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini ve edeceklerini de ifade etmektedir. Güzel sözler.
Keşke bu sözler aynen uygulansa ve her ne olursa olsun, birlik ve beraberliğimiz bozulmadan, bölünmeden, parçalanmadan, terör belasından kurtularak yaşama ortamına geçebilsek.
Yetkilerin tek elde toplanması halinde, Demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Tek yetkili olan kişi, elbette kendisine karşı geleni kolayca bertaraf edecektir. Güç ondadır. Kurumlar ona bağlıdır. Bu durumda kimse eleştiri de yapamaz, karşı da gelemez.
Sevgili okurlar; bizler inançlı insanlarız. Hep hakkımızda hayırlısı ne ise o olsun isteriz.
2017 yılında da tek dileğimiz, bilimin ve teknolojinin bu denli geliştiği bir çağda, Allah’ın bize bahşetmiş olduğu aklımızı kullanarak doğruları bulmak, hurafelerden uzak durmak, gerçekleri görerek hareket etmektir.
Türkiye Cumhuriyetinin Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu yolda devam etmesi, terör belasından kurtulmamız en büyük arzumuzdur.
***
Zekeriya Tümer
23.12.2016
Ulusalhaber1881@gmail.com

5 Eylül 2016 Pazartesi

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?.. "Zekeriya TÜMER" - TÜMER DİYOR Kİ!...

TÜMER DİYOR Kİ!...
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
Zekeriya TÜMER
Yıllardır gelen ve giden Hükümetlerin sayesinde, bu günlere geldik.
Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız düşüncesi çok gerilerde kaldı ve biz ilerleyeceğimize, gerilemeye başladık.
Elbette gelişen teknoloji sayesinde, bazı metrolar, köprüler, hava alanları yapılmakta. Ancak, fabrikaların bacaları da tütmemeye başladı.
İlme ve akla önem veren dinimize paralel Mustafa Kemal Atatürk'te ilim ve akıla önem vermiştir.
Anlayamadığımız bir şey var. İlim adamları, okumuş insanlar Fethullah Gülen’in peşinden nasıl gittiler.
Sadece onlar mı? Sanatçılarımız, siyasilerimiz, Müsteşarlar, Generaller. Polisimiz, askerimiz, öğretmenimiz, memurumuz.
Bu Feto’da sihirli bir değnek mi vardı ki, bu okumuş zevat, ilkokulu bile zorla bitirmiş, (ancak inkar edilmez, kendini de yetiştirmiş) bu zatın peşinden nasıl ayrılmadılar.
Anlamak mümkün değil!
İş adamlarımız devletten ihaleler alarak para kazanırken, kazandıkları paraları Feto’nun gösterdiği yerlere aktarmışlar.
2003 den bu yana iktidar olan A.K.P’nin içinde bulunan siyasi kadro, iktidarın nimetlerini kimlere yedirdi?
Paralelci dedikleri Feto terör örgütünü beslemedi mi?
Besledi.
Uyduruk darbe girişiminden sonra, 3.cü kez çökertilen ordumuzun yanında, binlerce yargı üyesi, polis, asker, öğretmen ve memurlar açığa alındı. Bunların hepsi acaba suçlu mu? Bunlar da kandırılmış olamazlar mı?
PKK’lılardan ve diğer dini kuruluşlardan devlet kademelerinde olanların da tespit edilerek temizlenmesi gerekmez mi?
Bu ülkenin gerçek ve asıl savunucuları Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda ve izinde gidenlerdir. Bizler de devlet memurluğu yaptık. Kimseyi ayırmadık. Herkese eşit muamele yaptık. Devletimiz zarara girmesin diye özverili çalıştık. Hakkımız yendi, ses çıkarmadık. Yeter ki devletimiz ayakta kalsın, onun kasasından para çalınmasın diye çaba harcadık.
Mustafa Kemal Atatürk'ü bütün dünya taktir eder iken, içimizdeki hainler anlamamakta ısrar ediyorlar.
Atatürkçü kişiler devlet kademelerinde belli görevlerde bulunmazlar ise, kusura bakmayın ama bu ülke başka düşüncede olanların ellerine geçecektir.
Laik, Demokrat, Türkiye Cumhuriyeti çok değerlerini yitirecektir. Yitirmeye de başladı bile.
Çağdaşlaşma yolunda ilerlememiz gerekirken, bayan polislerimize türban takıldı. Dindar olan bu bayan polislerimiz, erkek bir suçluyu nasıl yakalayacaklar?
Türbanlı bir doktor, erkek bir hastayı nasıl muayene edecek?
Türbanlı bir devlet memurunun karşısına türbansız birisi geldiğinde davranışı nasıl olacak? İçinden bu kişi Allahsız, günahkar, ben bunun işini yapmayayım diye düşünür ise ne olacak?
Uyduruk darbe hareketinden sonra herkes Demokrasi’ye sahip çıktı, bayrak asılmayan yerlere bayraklar asıldı, milli değerlerimizin artması için hazırlanan afişler yollara asıldı.
İyi güzel de oldu.
Peki, sonuç ne?
Bunların arkasından devletin laik düşünceden uzaklaşarak, din devleti olması yoluna gidildiği gibi bir izlenimler artmaya başlamadı mı?
Yargı mensuplarının AK Saray’da ağırlanması. Açılışın orada yapılması, yargının da benim emrimde olduğu mesajının verilmesi çağrısı yapmadı mı?
Millet bunu böyle anladı.
İyi de, bizler adalete nasıl sığınacağız? Nasıl güveneceğiz?
Ya bu Hakimler, Savcılar, biz onların safında değiliz diye, Atatürk hayranıyız diye bizleri suçlar ve cezalandırırlarsa, bu haksızlık olmaz mı?
Ordumuz, Polisimiz, Yargımız başta olmak üzere, tüm devlet kurumlarımızda çalışanlar Demokrat görüş içerisinde olmalı Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmalı ve karşısına gelen vatandaşın hangi dine, hangi görüşe, hangi ırka mensup olduğuna bakmadan, adil davranmalıdır.
Söylenen sözler ile uygulanan icraatlar arasında farklılıklar olmamalı.
Kimse kimseyi kolay kolay kandıramaz. Menfaat var ise kandırmak ve kandırılmak kolay olur. Demek ki, Feto tarafından kandırılanlar, hep menfaati olan kişilerdi. Geçmişte ki siyasi partiler de, oy alabilmek için aynı şeyi yapmadılar mı?
Şimdi Fethullah Gülen Türkiye’ye getirilse, hakimin karşısına çıkarılsa, sorulan sorulara şöyle cevap verse, ne olur?
Efendim, filanca kişi bana geldi, önümde eğildi, falanca kişinin şu mevkie gelmesi uygundur. Ona yardım edelim dedi, ben de ilgiliye söyledim, yaptırdım, derse ve bu çoğalarak devam ederse, ne olur acaba?
Yer yerinden oynamaz mı?
Feto Türkiye’ye getirilemez ve gelmesi de istenmez.
Türk milleti gerçekleri bir gün gelecek görecek. 
Görecekte , inşallah pişman olduğu zamanda görmez.
Şu an boşalan kadrolara hangi görüş ve düşüncede olan kişiler atanıyor, biliyor muyuz?
Bazıları gazetelere yansıyor. Zamanında Atatürk düşmanı olan ve Anayasa’dan Türklük kelimesinin bile kalkmasını isteyen, Atatürk'e ve Laik düşünceye düşman olan kişilerin atandıkları yazıyor. Böyle kişilerin yarın alacakları kararlar devlete zarar vermez mi? Kısa bir süre önce Darbe girişimi nedeniyle bunları yaşamadık mı?
Son Söz:
Ey millet Türkiye Cumhuriyetinin laik ve Demokrat olarak devam edebilmesi, çağdaş bir ülke olabilmesinin tek yolu var. O yol da Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur.
Bunu asla unutmayın.
05.09.2016
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com
***
“YORUM YERİNE KAİM OLMAK ÜZERE” ADMİN
FETÖ’cülük zehrinin panzehri Atatürkçülüktür!..
UĞUR DÜNDAR
FETÖ'cü hainlerin 15 Temmuz'daki darbe girişiminden sonra başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere AKP önde gelenlerinin sık sık Atatürk'ten söz etmeleri üzerine, gerek kripto FETÖ'cüler, gerekse toplumdaki kutuplaşmadan kişisel rant devşirme peşinde koşanlar,Atatürk'le ilgili yalan ve iftiralara tekrar sarıldılar.
Bunun üzerine genellikle 15 maddede toplanan bu yalanlara Atatürk'ü en iyi anlatan değerli tarihçi Sinan Meydan'ın verdiği cevapları, bir kez daha yayınlamanın tam zamanıdır diye düşündüm.
İŞTE SORU KILIFINA SOKULMUŞ YALANLAR VE CEVAPLARI:
SORU 1: MÜSLÜMANSAN HİLAFETİ NEDEN KALDIRDIN?
Cevap: Kuran'da dini/siyasi yetkilere sahip bir lider anlamında halifelik yoktur.Kendini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanlara/padişahlara dinsel meşruiyet kazandıran uydurma bir kurum olduğu için kaldırdım halifeliği… Böylece Muaviye'nin, İslamın özüne aykırı olarak yarattığı sultan/halife ŞİRK DÜZENİ'ne son verdim. Ayrıca halifeliği hiçbir işe yaramadığı için kaldırdım desem de yeridir.
Bakın, I. Dünya Savaşı'nda Müslüman Arapların Osmanlı'ya karşı İngilizlerle birlikte hareket etmesini engelledi mi halifelik? Hayır! En önemlisi de İngiliz emperyalizmi Halife/Padişah Vahdettin'e her istediğini yaptırmadı mı? Bu arada Osmanlı'yı parçalayan idam fermanı Sevr Antlaşması'nda İngilizler ısrarla halifenin/halifeliğin varlığını korumasını istemişlerdir. Halifeliği kaldıracağım günlerde de İngilizler Hint Müslümanı kılığında iki casuslarını (Emir Ali ve Ağa Han) devreye sokarak halifeliğin kaldırılmaması için çaba harcamıştır.
SORU 2: 1932'DE EZANI NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Ezanı yasaklamadım. Ezanları gürül gürül, üstelik halkın anlayacağı dilde Türkçe okuttum. İnan, Allah Türkçe de bilir! Böylece güzel dilimiz Türkçeyi en yükseğe, minarelere çıkardım. Ezanları yasaklayacak olan işgalci Yunanlardı. Onları bu topraklardan ben kovdum. Böylece ezanların susmasını engelledim.
SORU 3: AYASOFYA'YI NEDEN KAPATTIN?
Cevap: Ayasofya 1000 yıldan fazla kilise 500 yıl kadar cami olarak kullanılmış dünyanın en eski mabetlerinden biridir. İki büyük tek tanrılı/ilahi din; Hristiyanlık ve İslamiyet için kutsal olan bu tarihi mabedi, İNSANLIĞIN ORTAK KÜLTÜR MİRASI olarak gördüğüm için KORUMAK ve gelecek kuşaklara aktarmak istedim. Bir tarihi yapının en iyi şekilde KORUNMASI ve SERGİLENMESİ için o yapının müze olması gerektiğine inanırım. Bu nedenle Ayasofya'yı müze yaptım. Bu arada Fatih'in Ayasofya Vakfiyesi diye bir şey yoktur. Bu konudaki iddia uydurmadır. Ayrıca Ayasofya'nın bulunduğu bölgede çok sayıda büyük cami vardır. “Ayasofya'da namaz kılanlar daha çok sevap kazanır!” diye bir İslami kural da olmadığına göre, yaptığım hem DİNE hem İNSANLIĞA uygundur.
SORU 4: KUR'AN HARFLERİNİ NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Kur'an harflerini değil Arap harflerini kaldırdım. Kur'an önce/ilk Araplara indirildiği için, Kuran'da ifade edildiği gibi anlaşılsın diye Arapçadır. Allah katında hiçbir harf sistemi kutsal değildir. Arap harfleri de kutsal değildir. Arap harflerini okuma, yazmayı güçleştirdiği için kaldırdım. Ben Harf Devrimi'ni yaptığımda Türkiye'de Arap harfleriyle okuma yazma bilenlerin oranı, erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4'tü. Arap harfleri Türkçeye uygun değildir. 1928'de Harf Devrimi'nden sonra yeni Türk harfleri ile halkımız kısa sürede okur-yazar oldu. 1935'te okuma yazma oranı toplamda yüzde 23'e ulaştı.
SORU 5: TATİLİ NEDEN CUMADAN PAZARA ALDIN?
Cevap: Gelişmiş ülkelerle, özellikle Avrupa ile siyasi, ticari, ekonomik ilişkileri güçlendirmek istedim. Böylece Müslüman Türkiye'nin her bakımdan Avrupa ileyarışır duruma gelmesini amaçladım. Bunun için tatili cumadan pazara aldım.Ölçüleri ve takvimi de bu nedenle değiştirdim. Mesela tüm uygar dünyada pazar günleri tatildir… Batı'da eskiden cumartesi günleri de yarım gün çalışılırdı. Bizde nasıl? Perşembe yarım gün, cuma tatil. Dış dünyayla ilişkide bulunulabilecek tam üç gün kalıyor. Ne yapılabilir bu kısa sürede. Ben makul ve akla uygun olanı tercih ettim. Bu değişikliğin geçmişin izlerini silmekle ilgisi yok. Tamamen pratik ihtiyaca uygun olarak yaptım. Aynı şeyi Ruslar ve Çinliler de yaptı.
SORU 6: BİR BEZ PARÇASI (ŞAPKA) İÇİN ALİMLERİ ASTIN?
Cevap: Şapka Devrimi için tek bir “alim” asmadık. İskilipli Atıf, şapka takmadığı için veya Şapka Devrimi'ne karşı (üstelik bu devrimden önce) kitap yazdığı için değil Kurtuluş Savaşı yıllarında başkanı olduğu cemiyet “ihanet bildirileri” yayınladığı için ve dini istismar ederek halkı kin ve düşmanlığa yönelttiği için o zamanki yasalara göre “vatana ihanet” suçundan asıldı.
SORU 7: FİLİSTİN'DE NEDEN İHANET ETTİN?
Cevap: I. Dünya Savaşı'nda Alman komutanların, özellikle Filistin'de Alman Liman von Sanders'in başarısızlığı sonunda tüm ordularımız dağılmışken, bizim üç katımız büyüklüğündeki ve bazı Arap aşiretlerince destekli, üstelik büyük bir hava gücüne sahip İngiliz Ordusu'nun önünden Türk Ordusu'nu başarıyla geri çektim. Halep'te sokak savaşları verdim. Bunun ayrıntılarını 1926'da Falih Rıfkı'ya anlattım. Son olarak Ekim 1918'de İngilizlere karşı Katma Muharebesi'ni kazandım. Halep'in kuzeyinde Türk süngüleriyle adeta doğal bir sınır çizdim. Yıldırım Orduları günlerimde (ki bu on gündür) Adana, Urfa, Maraş, Antep'te direniş yuvaları kurdum. Bu çalışmalarım Kasım 1918'in ilk günlerine denk gelir.
SORU 8: AZERBAYCAN'I NEDEN RUSLARA SATTIN?
Cevap: Mondros'un 11. maddesi gereğince Türk Ordusu 1918'de Azerbaycan'ı boşaltmak mecburiyetinde kaldı. Ben Nahçıvan'a yönelik Ermeni saldırılarını şiddetle protesto ettim. Hatta Nahçıvan savunması için gizlice bölgeye subaylar gönderdim. Hatta Ruslar ile anlaşma yapmaya gönderdiğim Yusuf Kemal Bey'e “Nahçıvan Türk kapısıdır. Bu hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız” emrini verdim.Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Azerbaycan'la dostça ilişkiler kurdum. 18 Kasım 1921'de yapılan büyük bir merasimle Azerbaycan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Bayrağı'nı bizzat ben Ankara Cebeci'deki temsilcilik binasına çektim. Bu sırada yaptığım konuşmada Azerbaycan ve Türkiye halkının “kardeş” olduğunu belirttim. “Kardeş Azerbaycan” Kurtuluş Savaşı'nda Başkan Nerimanov eliyle bize maddi yardımda da bulundu. Azerbaycan'la kültürel ilişkilere de büyük önem verdim. Örneğin 1926'da Bolşevikler Azerbaycan'da Latin Alfabesi'ni yürürlüğe koydu. Bildiğiniz gibi biz de 1928'de Latin harflerine geçtik. Böylece kültürel ilişkilerin zayıflamasına engel olduk. Tarih ve Dil Kurumları da tüm Türk halklarıyla olduğu gibi Azeri Türkleri'yle de tarihsel kültürel derinlik kurmamızda etkili olacaktı. Kısacası ben Azerbaycan'ın ve tüm soydaş ve mazlum milletlerin tam bağımsızlığı için çabaladım.
SORU 9: ALİ ŞÜKRÜ BEY'İ NEDEN ÖLDÜRTTÜN?
Cevap: Ali Şükrü Bey, bana muhalifti ama bir vatanseverdi. Ben her şeyden önce, bana karşı Meclis içi muhalefetin önemli isimlerden biri olan Ali Şükrü Bey'i öldürtecek kadar aptal değilim! Böyle bir cinayetin benim üzerime yıkılacağını, bu nedenle Meclis'teki muhaliflerce suçlanacağımı düşünemeyecek kadar da strateji yoksunu da değilim! Ali Şükrü Bey'i ben öldürtmedim. Ben fikirlere fikirlerle karşılık verilmesi gerektiğine inanırım. Ayrıca İngilizler padişah Vahdettin'i ve Meclis içindeki bazı muhalifleri  kullanarak bana Meclis içi bir darbe yapmak istemişler, bunun için her türlü komploya başvurmuşlardı.
SORU 10: SOYAĞACIN NEDEN ÇIKARTILAMIYOR?
Cevap: Soyağacım ortadadır. Bu konuda çok bilgi, çok kitap var. Ayrıca soyumdan sopumdan sana ne? Yoksa sen ırkçı, faşit falan mısın? Önemli olan soy sop değil bir insanın mensubu olduğu milletine ne kadar hizmet ettiğidir. Ama yine de merakını gidereyim: Ana baba soyum Türkmendir. Ana tarafından Konya, Karaman, (Konyar), baba tarafından Aydın, Söke taraflarında yaşayan Yörüklerindenim. Atalarım Osmanlı'nın iskan siyaseti gereği 1400'lerin sonunda Karaman'dan, Söke'den alınıp Makedonya ve civarına yerleştirilen Evlad-ı Fatihan'dandır. (yedi göbek Türk) Dedelerim Sofuzade Feyzullah Efendi ve Hafız Ahmet Efendi'dir…
SORU 11: LATİFE HANIM SENDEN NEDEN AYRILDI?
Cevap: Şiddetli geçimsizlik!
SORU 12: TÜM DEVRİMLERİN NEDEN İSLAM'A AYKIRI?
Cevap: Tüm devrimlerim İslam'ın özüne uygun, din zannedilen hurafelere, uydurmalara aykırıdır.“Hangi şey ki akla, bilime, milletin menfaatine uygundur o şey dinidir”. Benim tüm devrimlerim de akla, bilime ve milletimin menfaatine uygundur.

SORU 13: ÖLÜMÜNLE SOYUN NEDEN KESİLDİ? AKRABALARIN YOK MU?
Cevap: Akrabalarımın olup olmaması neyi değiştirir. Ancak benim devleti soyan akrabalarımın olmadığına emin olabilirsin!
SORU 14: SAİD-İ NURSİ SANA NEDEN SÜFYAN DEDİ?
Cevap: Said-i Nursi'yi Kurtuluş Savaşı başında diğer bazı din adamlarıyla birlikte düşmana karşı direnişte bana yardım etmesi için Ankara'ya çağırdım. Ama birçok vatansever din adamı bu çağrımla bana yardıma geldiği halde (Libyalı Şeyh Ahmet Sünusi bile geldi) Said-i Nursi gelmedi. İşgal İstanbul'unda Çamlıca'da oturup maaşlı bir işte çalıştı. Bu arada bazı zararlı cemiyetlere katıldığını duyduk. Ancak savaş bitince 1922'de geldi. Gelir gelmez de din istismarına başladı. Ayrıca Said-i Nursi “Kuran'daki sureler benden bahsediyor!”, “Karıncalarla konuştum!” diyecek kadar kendinden geçmiş biri… Said-i Nursi'nin benim için ne dediğinin hiç önemi yok! Ben akla, bilime değer veren Rıfat Börekçi hoca gibi Kuvvacı gerçek din adamlarının görüşlerini önemserim.
SORU 15: NEDEN SENİN GERÇEKLERİNİ SAKLAMAK İÇİN 5816 YASASI ÇIKARILDI?
Cevap: Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu ben, benim CHP'm değil, CHP'ye muhalif Menderes'in Demokrat Partisi (DP) çıkardı. Ayrıca bu kanunun beni koruduğu falan da yok… Baksana sen bile bana ağzına gelen her iftirayı atabiliyorsun!
Dersini aldın sanırım çocuk!
* * *
Başlığa dönersek;
FETÖ'cülük zehrinin panzehri ATATÜRKÇÜLÜKTÜR.
Ayrıca ülkemizi bölüp parçalamayı hedef alan küresel kumpas, Atatürk'ün eşsiz eseri Cumhuriyet'in kuruluş değerleriyle ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya bağlanmayı ve bu anlayış etrafında hepimizin kucaklaşmasını zorunlu kılıyor.
Farklı hesaplar peşinde koşanlar şunu iyi bilmeliler ki, Cumhuriyet tarihinin bu en ağır kumpasından çıkış için başka bir yol yok!..