tümer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tümer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2022 Cumartesi

MANEN, İLMEN, AHLAKEN VE FENNEN kuvvetli olmak.

 TÜMER DİYOR Kİ:

Benim arzu ettiğim, MANEN, İLMEN, AHLAKEN VE FENNEN kuvvetli olmaktır.M.K.ATATÜRK


Sevgili okurlar; Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk bakın ne demiş:

"En iyi siyasetin her türlü manasıyla, en çok kuvvetli olmakta bulunduğunu kabul ederim. En çok kuvvetli olmak tabirinden amacım yalnız silahlı kuvvetler olduğunu zannetmeyin. Bilakis, asker olmama rağmen bu bence güç unsurlarını meydana getiren faktörlerin sonucudur. Benim arzu ettiğim, MANEN, İLMEN, AHLAKEN VE FENNEN kuvvetli olmaktır. Bu saydığım hasletlerden mahrum olan bir ulusun bütün efradının en son silahlarla teçhiz edildiğini düşünsek bile kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz."M:K:Atatürk.(Minber Gazetesi'nde yap.Mülakat 17 Kasım 1918) 

Yukarıdaki videoda bu sözü önemseyerek konuşmamı yaptım. İzlemenizi, beğenmenizi, paylaşmanızı ve bizlere gereken desteğin verilmesini arzu ederim.

Bundan böyle yer yer televizyonda ve youtube de yayınlanmak üzere yaptığım videoları burada da yayınlayarak sizlere ulaştırmak istiyorum. 

İnşallah içerisinde bulunduğumuz sıkıntılı günleri atlatır, ülkemiz ve milletimiz güzel günler yaşar. 

Birlik ve beraberliğimiz çok önemli. Ayrış mayalım, birlik olalım, devletimize güvenelim. 

ulusalhaber1881@gmail.com

turkgucutv@gmail.com

20 Temmuz 2021 Salı

BAYRAMINIZ KUTLU, YAŞAMINIZ MUTLU OLSUN SAYIN OKURLARIM.

TÜMER DİYOR Kİ:

UYYY KURBAN OLAYIM SANA DAAA!

 

Kurban'ı Dinsel açıdan ele aldığımızda, aslında sadece Dinsel de değil, inançsal anlamda ele aldığımızda; bir buyruğun veya bir adağın yerine getirilmesi inancıdır.

İslamiyette, Allah rızası için, ibadet niyeti ile belirli günlerde cins, yaş ve vasıflarını dinimizin emrettiği ve tespit buyurduğu hayvanlardan birini kesmektir. Kurban, koyun, keçi, deve, sığır gibi hayvanlardan oluşur.

Kurban hemen hemen bütün dinlerin ana temalarından birini teşkil ettiği gibi çeşitli dillerde  bu kavramı ifade eden kelimelerin kök anlamlarında da kullanılır.  

Değişik toplumlarda, cahiliye dönemlerinde ve değişik inançlarda Tanrıya, ya da kutsal sayılan şeylere kurbanlar kesilirdi. Bunlar bazen insanlar da olabilirdi.

Japon dini Şintoizm’de kurban, tanrılara ve ölülere, onların öfkesini yatıştırıp lütuf ve yardımlarını sağlamak ve günahlara kefaret düşüncesiyle sunulurdu.

Eski Çin’de tanrılara ve ölen ataların ruhlarını onları memnun etmek ve ilahi lütuflar elde etmek amacıyla evcil olan veya olmayan hayvanlar kurban edilirdi.

Önceleri yaygın olan insan kurbanına Konfüçyüz’le birlikte son verilmiştir.

Hinduizm’de kurban insanları kurtuluşa götüren yollardan biri olarak kabul edilmiştir.

Brahmanlar döneminde, kozmik gücü meydana getirdiğine inanılan ve yaratılışın sırrı, kainatın devamının anahtarı olarak kabul edilen kurban merasimi rahiplerin nezaretinde gerçekleştirilirmiş.

Mabed ibadetlerinin ortaya çıkışı ve Budizm, jainizm gibi yeni dinlerin muhalefeti sebebiyle (Hiçbir canlıyı öldürmemek) prensibi ve tenasüh inancı gereği artık canlı yaratıklar kurban edilmemektedir.

Yahudilikte Tanrı’ya bağlılığın bir işareti olarak Kurban ibadetinin tarihi Hz.İbrahim’e kadar götürülmektedir.

Onun döneminde, sığır, davar, kumru, güvercin gibi hayvanlar Tanrı’ya sunulurdu.

Hz. İsa zamanındaki kurban uygulamaları Ah-i Atik’e dayandırılmak taysa da sonradan Hıristiyanlık’ta İsa’yı merkezileştiren farklı bir kurban anlayışı geliştirilmiştir.

KURBAN KELİMESİ TÜRKÇE'MİZDE  DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE VE VECİZ ANLAMLARDA DA KULLANILMAKTADIR.

Kişilerin durumuna göre, ya da gelişen ve yaşanan ortamlara göre KURBAN kelimesi kullanılmaktadır. Örneğin:

Yıllardır görmediği bir gencin büyüdüğünü gören, dayı, amca vs. “VAYY ASLAN GİBİ OLMUŞSUN, KURBAN OLSUN SANA …) derler.

 “Anan sana Kurban olsun yavrummm.”

“Kurbanlık koyun gibi bekleyip duruyorlar.”

“Muhakkak bir ihanete kurban gitmiştir.”

“Bizi Kurbanlık Koyun mu zannediyorlar”

“Bütün milleti Kurbanlık koyuna benzettiler.”

“Kurbaaan, nerede kaldın, sabahtan beri seni bekliyorum.”

“Çatma Kurban olayım çehreni ey nazlı hilal”

“Bu kızlar, kadınlar, beyaz kadın ticaretine kurban oldular.”

“Çocukları kurban seçtiler.”

“Gençlerimiz terörün Kurbanı oldular.”

Senin gibi adama kız verecem haaa, Ulan sana kızımı kurban ederim de vermem. Der, anne, baba da!

Kız bavulunu alır ve kaçar sevdiceğine, anne ve babasını sevdiği adama kurban eder.

Bunlar da olabiliyor.

BİRDE ŞARKILARDA GEÇEN KURBAN KELİMESİNE BAKALIM:

-          Bu can senden ayrılamaz kurban olduğum yar,

-          Çapkın edasına kurban olduğum,

-           O seven gönlüne kurban olduğum,

-          Yalan yeminine kurban olduğum

-          O tatlı nazına kurban olduğum,

-          Seni yaradana kurban olduğum,

-          Yaradana kurban, yaradana yaradana

-          Güzel naslarına kurban olduğum,

-          Bakışından süzülen işvene kurban olayım.

-          Kaşına, gözüne, bakışına kurban olayım.

Bu dünyayı, bu kainatı, insanları, hayvanları, bitkileri, yaradana Kurban olayım.

Yani bir gerçek var ki, bu dünya’da yaşayan herkes Kurban. İşte Korona denen virüs de insanları Kurbanlık koyun gibi avlıyor, kimse doğru dürüst bir şey yapamıyor.

AZİZ TÜRK MİLLETİNİN BU MÜBAREK KURBAN BAYRAMINI KUTLARKEN, BİRLİĞİMİZİN, DİRLİĞİMİZİN BOZULMAMASINI, HAK VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN DEVAM ETMESİNİ, YOKSULUN, ÇARESİZİN, MAZLUMUN AÇ VE AÇIK KALMAMASINI, BOLLUK VE BEREKETİN ARTARAK, İNSANCA, DOSTÇA, KARDEŞÇE MUTLU VE HUZURLU KURBAN EDİLMEDEN YAŞAMAMIZI YÜCE ALLAH'TAN DİLERİM.

BAYRAMINIZ KUTLU, YAŞAMINIZ MUTLU OLSUN SAYIN  OKURLARIM.

20.07.2021

Zekeriya Tümer

Ulusalhaber1881@gmail.com

24 Ocak 2021 Pazar

İNSAN AHLAKSIZ OLURSA YAPACAK BİR ŞEY YOK

 TÜMER DİYOR Kİ:


İNSAN AHLAKSIZ OLURSA YAPACAK BİR ŞEY YOK.

Sevgili okurlar, son günlerde bana intikal eden olaylar bu yazıyı yazmama sebep oldu.

Toplumun her kesiminde, her meslekte,  çürük ve ahlaksız insanlar olabilir.

Özel sektörde de,  kamu hizmeti yapan kişilerde de olabilir.

Çürüme başladığı zaman devam edip gidiyor. Çürükler başkalarını da çürütmeye başlıyorlar.

Şöyle düşünelim:

Sizin herhangi bir kurumda işiniz var, yetkilinin karşısına gidiyorsunuz.  Yetkili olan kişi, sizi dinliyor, evraklarınıza bakıyor.

Sonra kafasını kaldırıp size bakar. Sizi gözüne kestirir ise, işi yokuşa sürer ve sizden çıkar bekler.  

Hele ki  siz eğer bayansanız, işte o zaman yandınız. Bir de güzel ve alımlı iseniz. Kurtuluşunuz yok!...

Karşınızdaki yetkili kişi de erkek ise, eh o zaman bakın size gelen tekliflere.

Böyle bir olayı Kamu hizmeti yapan ve kanun adamı sıfatını taşıyan kişilerde de görebilirsiniz.

(NOT: Ana sayfamızı tıklayıp baktığınızda da Sözcü Gazetesinin manşete taşıdığı bir bürokrat hakkındaki yazıyı da okuyabilirsiniz. 

https://ulusalhaber1.blogspot.com/2021/01/kadin-olmak-ve-bir-de-guzel-olmak-suc-mu.html

Bu linki tıkladığınızda Kocaelindeki bir olayı okuyabilirsiniz.)

Buna benzer olaylar yalnız Koca elinde olmayabilir,

Kayseri’de de olabilir, Kütahya, Kastamonu, Kırşehir, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır da da olabilir. 

Yani her yerde olabilir!

Bu kabil olaylar her zaman yaşanıyor, yaşanacak ta.

Bu nedenle insanlar olayı yaşadıktan sonra değil, yaşamadan şikâyetlerini yapmalılar.

Yasalar her zaman haklıdan yanadır.

En önemlisi de ne biliyor musunuz? 

Evli bir erkeğin, karşısındaki kadının işini yapacağım diye, onu kandırarak, oyalayarak, işini savsatarak iş sahibi kadınla, (müvekkili ile) yanlış ilişkiye girmesidir.

Bu kabil kişilerin çoğu, hem yuvasının yıkılmasından korkar, hem de karşısındaki bayanın cazibesine kapılarak, yanlışlıkların içerisine düşer.

Kadına ev almak, araba almak, gibi vaatlerde de bulunabilir. Kadın zor anlar yaşıyor ve sıkıntılı bir dönemden geçiyor ise, bunu fırsat bilerek, onun kadınlığından istifade etmek ister ve elinden geldiğince onu oyalayarak, işi uzatır. Bazen para verir, bazen onun daha iyi yerlerde oturması için ev tutar, onu kendisine borçlandırır.

Hiçbir zaman bu ilişkilerde sevgi yoktur.

Ancak, yetkili kişinin karşısındakine söyleyeceği güzel sözler, "ben eşimden memnun değilim, iyi ki sen çıktın karşıma," gibi, kadını kandıran ifadeler, psikolojisi bozuk, maddi sıkıntı içerisinde yaşayan, ruhsal bunalımda olan kadını çaresiz bırakabilir ve karşısındakine boyun eğebilir, her istediğini yapabilir. 

Bu ilişki tek taraflı çıkar ilişkisidir.  

Biliyorsunuz, yasak ilişkiler nedeniyle çok kişi bulunduğu mevkiyi ve içinde bulunduğu durumu kaybetmiş, büyük sıkıntılara düşmüştür.

Bunları durup dururken neden yazdın? Diyeceksiniz.

Bizler devlete 33 yıl hizmet ettik. Kimseyi ayırt etmedik. Kimseyi kandırmadık.

Namusumuzla, ahlakımızla, dürüstçe görevlerimizi yaptık. Emekli olduk.

Halen haksızlıklarla, namussuzluklarla, yalançılarla, sahtekarlarla, mücadele ediyoruz.

Namussuzluklarla, ahlaksızlıklarla, mücadele etmek hususunda yasalarımızda ne belirtildi ise, o kurallara uyarak mücadele etmek de insanlık görevidir.

Son günlerde tarafıma intikal eden bazı olaylar benim bu yazıyı yazmama sebep oldu.

Bizim amacımız kişileri ifşa etmek değildir.

Çünkü, haklı ve haksız ancak, mahkemelerde belli olur.

Dava konusu olan ve ilgili yerlere yapılan şikâyetler resmiyet kazandığı zaman, kamu oyu bilgi sahibi olabilir.

Biz burada genelleme yaparak, bu hatalara kimselerin düşmemesi için küçük uyarılar da bulunduk.

İşi olup ta yetkili kişinin karşısına çıkan kadın veya erkek, kim olursa olsun, hoş olmayan tekliflerle karşılaştığında susmamalı, o anda gerekeni yapmalıdır.

İşte o zaman çok kişi kendisine gelebilir.

Yaşadığımız tecrübeler ve edindiğimiz izlenimler bazen bizlerin insanlara yol göstermesine ve uyarmasına sebep oluyor.

Çürüyen toplumun, çürük insanlarından bıktık artık.

Kimse kimseye güvenemeyecek, inanamayacak mı?

Başımıza gelen Korona belası ayrı bir bela iken, diğer belaları da yaşayarak İnsanlığın ölmesine ahlaki değerlerimizin yok olmasına seyirci mi kalacağız?

Üstelik bir de utanmadan sorduğunda senin dinin ne diye, Elhamdülillah Müslümanım der.

Diyeceksiniz ki, alan razı veren razı, size ne!

Maalesef alan razı oluyor da, veren pek razı olmaz. Mecbur kaldığı için verir.

Her ne olursa olsun, ortada bir hak ve hukuk vardır. İnsanlık vardır. Kişi hakkı vardır. Mağduriyet yaşayan kişi hele ki kadınsa, kadınlığı kullanılarak, çıkar sağlanmamalıdır.

Yasalar çiğnendiği, yasalara aykırı hareket edildiği durumlar ortaya çıktığında, herkes kanun önünde hesabını verebilir.

Zorda kalan kişiyi kötü amaca zorlamak.

Kandırmak, Görevi kötüye kullanmak.

İyi niyeti suiistimal etmek.

Yasalarımızda bu cezai hükümler vardır.

Verilen sözler yerine gelmediği zaman, karşındaki de seni şikâyet edebilir.

Benim söyleyeceklerim bu kadar.

Anlayan anlar, anlamayana yapacak bir şey yok.

Allah her zaman doğrunun yanındadır.

Her zaman yanlış yapan burada da öbür tarafta da bedelini ödeyecektir.

Ahlaklı ve faziletli bir toplum, değer kazanır, gittikçe kalkınır ve büyür.

“Tehdit esasına dayanan ahlak, bir fazilet olmadıktan başka güvene de layık değildir. “

“Hiç bir millet yoktur ki, ahlâk esaslarına dayanmadan ilerlesin.”

(M.Kemal Atatürk. )

Güzel ahlak, hataları eritir. Suyun buzu erittiği gibi. Fena ahlak ta ameli bozar. Sirkenin balı bozduğu gibi. “

(Hz.İbni Abbas r.a.)Ramuz el-Hadis s.215.

16 Ocak 2017 Pazartesi

“GENÇLİĞİNDE KOT PANTOLON GİYEMEMİŞ SEVGİLİSİNİN ELİNDEN TUTUP SİNEMAYA GİDEMEMİŞ” &TÜMER DİYOR Kİ; ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:

“GENÇLİĞİNDE KOT PANTOLON GİYEMEMİŞ, SEVGİLİSİNİN ELİNDEN TUTUP, SİNEMAYA BİLE GİDEMEMİŞ!..”

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ. İNANILMAZ GÜZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.
Bu yazıda yazılanlara eklenecek çok şey var. Ancak, bir ortaokul öğrencisinin Atatürk’ü anlaması ve bu yazıyı büyüklerine ve de Atatürk’ü anlamak istemeyenlere ders verircesine okulunun duvar gazetesine cesaretle yazması takdire şayandır.
Watsap’tan tarafıma gönderilen kendisi küçük ama görüşleri ve düşünceleri büyük öğrencimizin yazısını aşağıda sizlere aktarmak istedim.
Belki okuyup ta ders alanlar olur.
Gencimiz diyor ki: “Bu ülkede, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin himayesinde yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan ATATÜRK’TÜR…
(Buna itiraz eden var mı?)
Atatürk’ün öğrencisi yazmaya devam ediyor:
Gençliğinde kot pantolon giyememiş. (Atatürk’ten bahsediyor.)
Sevgilisinin elinden tutup hâsılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş…
Burada bir de biz ekleme yapalım. “Diskolara, eğlence yerlerine de gidememiş.”
Padişah ona Trablusgarp Cephesi’nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, fırst class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş…
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej eşliğinde Mercedes’lerle gezememiş.
(Yüzlerce polis ve koruma eşliğinde, en lüks arabalarla, Anadolu’yu gezememiş ve slayt, TV.yon gösterileri ile de devrimlerini halka anlatamamış,  ancak buna rağmen tüm devrimlerini gerçekleştirmiş büyük lider.)
Anadolu’yu Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi de yokmuş…
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş…
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir’den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar…
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks  çekemeden, İsmet Paşa için Safiye Ayla’dan bir istek parçası isteyemeden gitti…
Lozan Zaferi’nden sonra veya Cumhuriyet’in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı. Atatürk’e acıyorum…
Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. (Bir de onlara seçme ve seçilme hakkını dünya’da ilk sen tanı)
Aaaah , ah… Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip, rock yapmak, babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken… Bunları yapmadı, yapamadı Atatürk… Keyif çatmadı… Yan gelip yatmadı… Vatan topraklarını satmadı… Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı…
İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK. HER FIRSAT ELİNDE VARDI. (BAŞKAN’DA OLURDU, PADİŞAH DA OLURDU) O İSE SADECE BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.
TÜM HERŞEYİNİ VATANI VE MİLLETİ İÇİN HARCADI. NE AKRABASINA VE NE DE YAKINLARINA EN KÜÇÜK BİR MİRAS BIRAKMADI, HEPSİNİ DEVLETİNE BIRAKTI.
BÜTÜN SUÇU İSE 2 KADEH RAKI İÇMEKTİ O KADAR…
Genç öğrencimiz içinden gelenleri bildiği kadarı ile kaleme alıp, yazmış.
Atatürk o kadar çok şey söylemiş ve yapmıştır ki, onları yazmakla bitiremezsiniz. Kısacak ömründe, halkının huzur ve refahı için çok şeylere imza atmıştır.
İki kadeh rakısına takılan zihniyet, şunu bir türlü idrak edemiyor. Arapça yazılan Kuran-ı Kerimi halkının anlaması için cebinden yaptığı masrafla Kuran-ı Kerimin Türkçe Mealini Elmalılı Muhammed Hamdi  Yazır’a yaptırmış ve bütün Anadolu’ya dağıttırmıştır. Okuyun da anlayın diye.
Atatürk’ü dünya anladı, biz anlayamadık. O’nun eserlerinin üzerinde oturuyoruz.
Bağımsız ve hür yaşıyorsak, kime borçlu olduğumuzu hiçbir zaman unutmamamız gerek.
Mecliste tartışılan ve kabul edilmesi halinde ülkenin hangi mecralara sürükleneceği meçhul olan bir Anayasa yürürlüğe konmaya çalışılıyor.
Olayları iyi değerlendirmek, araştırmak, gerçekleri görerek kararını vermek her Türk vatandaşının görevidir.
İki kadeh rakı’yı eleştirmek yerine ülkenin geleceğini düşünmek çok daha yerinde olur kanısındayız.
İSLAM DİNİ’NİN EN BÜYÜK ÖZELLİĞİ, DOĞRULUK, DÜRÜSTLÜK VE AHLAKLI YAŞAMAKTIR.
16.01.2017
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com

28 Mayıs 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: İnsanlar musibet ve belaları kendi elleriyle hazırlarlar.

TÜMER DİYOR Kİ:
İnsanlar musibet ve belaları kendi elleriyle hazırlarlar.
Son zamanlarda felâketlerle, felâketlerin verdiği acı ve ızdıraplarla dolu günler geçiriyoruz.
Bilinçlenmemiş toplumlar, kendi geleceklerinin planlarını yapamazlar.
Gerçekleri herkesin görebilmesi mümkün değildir.
Nedeni ise araştırma ve soruşturma yapamadıklarındandır.
Fakir olan kişiler, yoksulluklarını nasıl giderebileceklerini düşüneceklerine, Allah’a sığınarak, Allahtan yardım beklerler.
Ya da; zenginlerin kendilerine yapacakları yardımlarla geçinmeye çalışırlar.
Siyasi iktidarlar da bunu çok iyi kullanır ve fakir halka, bilhassa seçim zamanlarında yağ, şeker, kömür gibi değişik şeyler vererek kandırır ve oylarını alırlar.
Bazı kişiler, Soma’da olduğu gibi zavallı insanların sırtından milyonlar kazanıp, son derece
Lüks hayat yaşarken, zavallı işçiler yerin dibinde karalar içerisinde bir lokma ekmeğin mücadelesini verirler.
Bir kaza neticesinde de toprağın altında hayatlarını kaybederek, öbür tarafa göçüp giderler.
“Kader” denir. “Kadere karşı gelinmez, her insan kaderini yaşar” derler.
Günahkâr mıdır ki bu insanlar acı ve ızdırap içersinde bu dünyada yaşamlarını sürdürürler.
Milyonlarla oynayan insanlar Allahın sevgili kulları mıdır ki, bu dünyada müreffeh hayat yaşarlar?
İnsanlar, gerçekleri göremez ve kendi hakkını, hukukunu savunamaz ve koruyamazsa her zaman birileri tarafından suiistimal edilmeye mahkûmdurlar.
Eflatun’un dediği gibi; “Musibetler Allah’ın oku, hedef ise insandır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Dünya dar-ül meşakkattir.” Buyurarak, dünyada rahat, huzur ve gerçek saadetin olmadığını vurgulamışlardır.
MUSİBET VE BELALARIN SEBEBİ NEDİR? 


Geçmişimize şöyle bir baktığımızda toplumların hangi kötü insanların ellerinde zulümler içerisinde yaşadıklarını görürüz.
Zalimleri, firavunları, katilleri, canileri, hırsızları, vicdansızları, bozguncuları toplumlar kendi elleriyle yetiştirirler.
Toplumun duyarsızlığı, ilgisizliği, bana neciliği, görevlerini ihmal etmesi sonucu kötülükler çoğalır ve toplum çöker.
Allah hiçbir topluma ısmarlama zalim, firavun, katil, cani, vicdansız, hırsız ve bozguncu vermez. Allah 
koruyucu ve esirgeyicidir.
Musibet ve belaları insan ve toplumlar kendi elleriyle hazırlarlar.
Başlarına bu kabil insanlar geldiğinde de pişman olurlar ama iş işten geçmiştir.
Atatürk Diyor ki:
“Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.
Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılamaz.
Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. 

Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. 
Bence bu millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir.
Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim.
 Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.
Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.” 
Atatürk, tam bağımsız olmayan milletlerin başkalarının kölesi olmaya mahkûm olacağını vurgulamıştır.
Bugün tam bağımsız mıyız?
Egemenlik milletin elinde midir?
Yoksa iç ve dış düşmanların baskısı altında özgürlüğümüz elimizden mi alınıyor?
Uyan be milletim, uyan. Senin önünde iki ışık var.
Birincisi, Kuranı-Kerim ve Peygamberimiz.
İkincisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ve düşünceleri…
Bunları çok iyi okumalı ve anlamalıyız.
27.05.2014

20 Mayıs 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ: "EN SON VE EN BÜYÜK RÜTBE VATANDAŞ OLMAKTIR!..."

TÜMER DİYOR Kİ:
VATANDAŞ
Mustafa Nevruz SINACI

KAYSERİ'DE
EN SON VE EN BÜYÜK RÜTBE "VATANDAŞ" OLMAKTIR!...
 Zekeriya TÜMER
İnsanlar, Devlet kademelerinde görev aldıklarında, bulundukları mevkiinin hep aynı kalacağını zannederler.
Görevler birileri tarafından verilir ve birileri tarafından da alınır.
Her ne olursan ol. Hangi görevde bulunursan bulun, her şeyin bir sonu vardır.
Başbakan olabilirsin, Cumhurbaşkanı olabilirsin, Bakan, Milletvekili, Müsteşar, General olabilirsin.
Hepsinin son bulacağı bir zaman gelir ve sen en üst rütbeye gelirsin de bu rütbenin en son ve en üst olduğunu anlayamazsın.
Çünkü şu an ki bulunduğun görev senin başını döndürmüştür.
Burada sizlere kıssadan hisse bir hikâye anlatmak istiyorum.
 Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali.
Vakti zamanında bir kasabaya Tuğgeneral rütbesinde bir paşa ziyarete gelir.
Kasabanın tek caddesinin bir köşesinden Kasabaya girer.
Paşayı gören esnaf, paşanın önünde eğilir, selam verir ve "buyurun paşam, bir çayımızı, kahvemizi için" diye ikramda bulunmak isterler.
Paşa "sağ olun" diye sohbet ederek yürümesini sürdürür.
 Memnundur Paşa herkesin önünde eğilip selam vermesine.
Yürürken sokağın ortasına oturmuş, nevalesini açmış yemeğini yiyen bir vatandaşın önüne gelir.
Yerde oturan Bektaşi hiç istifini bozmaz, ayağa kalkmaz, selam vermez.
 Buna sinirlenen paşa, hemen geri adımını atar ve adamın önünde dikilir.
Sorar Bektaşi'ye. "Be adam beni tanımadın mı, neden ayağa kalkıp selam vermiyorsun" der.
 Adamcağız şöyle kafasını kaldırır ve "siz kimsiniz" der.
Paşa, "tanımadın mı ben paşayım" der.
 Adam, olabilir, rütbeniz ne diye sorar.
Paşa, "Tuğgeneralim" diye cevap verir.
Adam devam eder, “ ee sonra ne olacaksın.”
 Paşa, sinirlenir ve ne olacağım, Tümgeneral der.
 Adam, “ee daha sonra,” der. Paşa saymaya başlar. Korgeneral, Orgeneral, olacağım der.
Bektaşi,” eee paşam, en son rütben ne olacak onu bana söyle, “der.
Paşa çıldırır, sinirlenir, “be hey adam, ne ola cam, en son emekli olup vatandaş ola cam,” der.
Bektaşi ısrarla sorar, “yani en son rütben vatandaş olman mı,” der.
 Paşa da “evet, en son emekli ola cam vatandaş ola cam,” der. Anladın mı diye de sorar.
Bektaşi hiç istifini bozmadan paşaya kafasını kaldırır ve şöyle hitap eder: "Paşa paşa, daha sen tuğgeneralsin, sonra tümgeneral, sonra korgeneral, sonra orgeneral olacaksın, en sonunda da vatandaş rütbesine geleceksin. Senin önünde o kadar çok sene var ki, vatandaş olabilmen için, ben ise daha senin yıllar sonra erişeceğin rütbedeyim, ben şu an vatandaşım, ben senden büyüğüm, ben sana değil sen bana selam vermelisin" der.
Paşa şaşırır ve “valla doğru söylüyorsun,” der, tak asker selamını verir ve uzaklaşır.
Bunu bizi yönetenlere, vatandaşa gaz sıkanlara, Halkı tekmeleyenlere, Tokat atanlara, dediğim dedik, astığım astık, benden büyük kimse yok diye böbürlenenlere atfediyorum.
Hangi görevde, hangi rütbede olursanız olun, neticede en son geleceğiniz nokta vatandaş olmaktır.
Neticede vatandaş olacaksınız, bunu unutmayın. En büyük rütbe budur.
 Bizler de devlete yıllarca hizmet ettik. Şimdi neredeyiz. Vatandaşız.
 Sizde olacaksınız.
Devletin omurgasını oluşturan kurumlarda görev yapanlar, sonunda emekli olup vatandaş olacaklarını unutmamalı.
Şu an ki görevleri vatandaşa hizmet etmektir, vatandaşa çile çektirmek, eziyet etmek değildir.
Vatandaşı korumaları ve adaletli davranmaları gerekir.
En büyük rütbe vatandaş olmaktır.
Demek ki; İlk önce en büyük rütbeye sahip olan vatandaşa selam vermek ve saygı göstermek gerek.
Yalan mı?

20.05.2014

15 Mayıs 2014 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ: "ACI DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR"

TÜMER DİYOR Kİ!..
ACI DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR
Soma'da, acıların en büyüğü yaşandı...
Eşini, çocuklarını kimseye muhtaç etmemek için, yerin 2 bin metre altında çalışarak para kazanmak isteyen Madencilerimize Allahtan Rahmet, geride bıraktıkları eşlerine, çocuklarına, anne ve babaları ile akrabalarına sabır diliyoruz.
Şehitler ölmez, vatan bölünmez, sloganı aklıma geliyor.
İçimden Madenciler ölmez, madenlerimiz yabancılara satılmaz, diye bir slogan da benim aklıma geliyor.
Kim ölmez, öldü be kardeşim, öldüler.
Dünyanın en zor mesleklerinden biri Maden’de çalışmak.
Yerin dibine iniyorsun.
 Zaten, orada çalışmaya giderken, içinde canlı canlı mezara girme hissi uyanır insanda.
Yerin altına inerken, ölümü göze alarak iniyorsun.
 Aldığın ücret peki değiyor mu, bu kadar büyük risk altında çalışmaya?
Sen Madenci kardeşim, sen o yerin dibinde canını feda ederek çalışırken, elin adamı yerin üstünde rüşvet alarak, sahtekârlık yaparak, milleti ve devleti dolandırarak milyonları götürüyor.
 Birde bunlar utanmadan kendilerini dünyanın en namuslu insanları gibi savunurlar.
Sen Madenci kardeşim, senin mekânın İnşallah cennettir. Öyle olduğunu da sanıyorum.
Sen, ölümle her an karşı karşıya mücadele ederek, alnının gerçek teri ile helal lokma yedin, yedirdin.
Sen cennetlik olmayacaksın da namussuzlukla para kazananlar mı olacak!
Üzülme sen Madenci kardeşim. Geride, sensiz yaşayacak bir eş, minik yavrular, anneni, babanı, kardeşini bıraktın. Onlar senin acın ile ölünceye kadar yanacaklar. Ama sen onlara şan ve şöhret bıraktın. Haramla kazanılan mal, mülk bırakmadın. Namuslu ve ahlaklı, faziletli bir yaşamının hatıralarını bıraktın.
Üzülme sen Madenci kardeşim. Sizlerin sayesinde 3 gün ülkede yas ilan edildi. Sizler 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını kutlayamadınız ama bizlerde sizlerin sayesinde kutlayamayacağız.
Size üzülen devletimiz, 19 Mayıs Bayramını iptal etti. Yas tutuyoruz sevgili Madencim, Yas.
Sizler toprağın altında gömülürken, o tertemiz ruhlarınızın, yerin dibinden süzülerek göğe yükseldiğini hissediyorum.
Yukardan sizler için yapılan çalışmaları ve telaşları belki gülerek, belki de ağlayarak seyrediyorsunuz.
Bizim kaderimiz buymuş, diyorsunuz.
Sen sevgili Madenci kardeşim, senin kaderin madenci olmakmış ta, seni orada çalıştıranlar, senin sırtından milyonlar kazanırken, senin hayatını çok garanti altına almamışlar gibi geliyor bana.
Şimdi madenci kardeşim, İnşallah seni çalıştıran ve senin sırtından milyonlar kazanan şirket ailene gereken tazminatı öder.
Devlet gereken yardımı yapar. Eşini, çocuklarını kimseye muhtaç etmeden yaşamaları için gereken tedbirleri alır.
Zaten, siz Madenciler, emekli olsanız bile, ömrünüz diğer işlerde çalışanlar kadar uzun olmuyor. Ciğerleriniz de vücudunuzun değişik yerlerinde hastalıklar meydana çıkıyor.
Dünyanın en tehlikeli ve en zor işini yapıyorsunuz.
Tertemiz, hak edilen bir para kazanıyorsunuz.
Üzülme sen Madenci kardeşim, üzülme.
Senin ölümüne sebep olanlar üzülsün.
Sen ölmedin, sen kalbimizde yaşayacaksın, seni hep anacağız, unutmayacağız.
Sen şehitsin.
Şehitler ölmezmiş.
Mekânınız cennet olsun Madenci kardeşlerimiz.
Allah geride bıraktıklarınıza da sabır versin.
15.05.2014

3 Mayıs 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "Türkler Ermenilerin kökünü kazımışlar, hadi canım sende!.."

TÜMER DİYOR Kİ:
Türkler Ermeni’lerin kökünü kazımışlar, hadi canım sende!
Bugünlerde gene gündemden düşmemeye başladı Ermeni Soykırımı iddiaları.
Neymiş efendim; Türkler Ermenilerin kökünü kazımışlar. Hadi canım sende.
Şu soruyu ne Devlet büyükleri ne de Televizyondaki tartışmacılar hiç sormuyorlar.
Birinci Dünya harbi başladığında, bütün Batı devletleri Osmanlı’nın soyunu kurutmak için harekete geçmediler mi?
Üstellik Osmanlı Devleti üzerinde yaşayanlar, öz be öz Türk evlatlarıydı.
Osman Bey adındaki bir zatı muhteremin kurduğu Türk Devletine Osmanlı İmparatorluğu adı verilmişti.
Bu topraklar üzerinde yaşayan nesil ise öz be öz Türk vatandaşları idi.
Türklerden intikam almak için bütün güçleriniz ile üzerimize saldırmadınız mı?
Eğer Çanakkale geçilseydi, ne olacaktı halimiz.
Türklerin soyunu kurutmayacak mı idiniz?
Harp esnasında ölüm vardır, kan vardır, gözyaşı vardır.
Adı üstünde harp ediyorsun. Galip gelenler sevinir, mağlup olanlar yerinir.
Biz Türk milleti, başka ülkelerin üzerinde savaşmadık. Kendi topraklarımızı ve kendi benliğimizi, namusumuzu, şerefimizi kurtarmak için savaştık.
Daha önceleri, bu topraklar üzerinde kardeş kardeş yaşayan Ermeni-Rum ve diğer azınlıklar, bu savaş esnasında neden birbirlerine düşman oldular.
Türkler mi istedi, bu düşmanlığı?
Hayır.
Türk yurdu düşman işgali altına girdiğinde, düşmanla birlik ve beraberlik yapanlar Ermeni ve Rumlar değil miydi?
Elbette bunların hepsini aynı kategoriye koyamazsın. Elbette hepsi bu düşmanlığı ve çirkinliği sergilemediler. Türklerle kardeş gibi yaşamanın ne zevkli olduğunu bilenler, yapmadılar. Ancak, aynı bir Abdullah Öcalan gibi birisinin ortaya çıkarak, tüm Kürt kardeşlerimizi kışkırtarak, birçoğunu kendi saflarına çektiği gibi, o dönemde de Ermeni ve Rum çeteciler, birçok kişileri yanlarına çektiler ve Düşmanla iş birliği yaparak, masum Türkleri katletmeye ve Türk yurduna hâkim olmaya çalışmadılar mı?
Bunları kim inkâr edebilir?
Elbetteki bu düşmanca davranışlar, iki toplum arasında birbirlerine karşı kin ve nefret hislerinin artmasına ve düşman bir tavır takınılmasına sebebiyet vermiştir.
Türklerin kahramanlığı ve Allaha sığınarak, ülkelerini ve yurtlarını savunmaları neticesinde kazandıkları Mustafa Kemal Önderliğindeki zaferleri, düşmanlarını korkuttu ve beraber yaşadıkları topraklar üzerinden birçoğunun göç etmesine sebebiyet verdi.
Eğer tersi olsa idi ve bizler savaşı kaybetse idik. Ermeniler işgal ettikleri topraklar üzerinde bir tek Türk bırakacaklar mı idi?
Asıl soy kırımı onlar yapacaklardı. Kıbrıs’ta bunun örneklerini görmedik mi?
208 Türk'ün yaşadığı Lefkoşe'nin Mathiati köyündeki vahşet,
Gibbons'un Ayvasıl (Ayios Vasilios) köyü katliamı, Muratağa, Sandallar ve Atlılar Katliamı.
Bir İngiliz askeri, Kıbrıs'ta Yunanlılar tarafından öldürülmüş Türklere bakarken görülüyor. (Solda)
Öldürülen Türklerin gömüldüğü toplu mezardan bir görüntü. (Altta)
Kafkaslarda Ahıska Türklerine uygulanan, Kırım Türklerine uygulanan soykırımlara ne demeli.
Daha  dün dağlık Karabağ’da Ermeni zulmü ve hocalı katliamını yapanlar, binlerce masum Azeri kardeşlerimizi kadın, çocuk demeden vahşice katledenler Ermeni’ler değil mi? (25-26 Şubat 1992)
Resim ermeni katliamı ile ilgili...
Bırakın beyler, bırakın, bu geçmişteki safsata işleri.
Buyurun gelin, beraberce kardeş kardeş yaşayalım.
Türkün soyunda asalet vardır, hoş görü vardır, insanlık vardır.
Bizler her zaman bağrımızı yabancı insanlara açmışızdır. 500 yıl kardeşçe yaşadığımızı ispatladık, gene ispatlarız.
Bu topraklar hepimize yeter.
Çalışmak istiyorsan, üretken olmak istiyorsan, Türkiye Cumhuriyeti Toprakları üzerinde bizlerle gene kardeşçe yaşayabilirsiniz.
Kaçıp giden biz değiliz.
Savaşta, kaybedenler elbette geri çekilecekler ve korkarak kaçacaklardır. Bunlar her zaman olmuştur ve olacaktır.
Türkler, bugün Yunanistan’da ezilmiyorlar mı? Balkanlarda asimile edilme çalışmaları yapılmadı mı?
Haçlı seferleri ile Türkleri ve Türk yurtlarını yok etme çabalarını sizlerin ataları göstermediler mi?
Geçmiş geçmişte kalmıştır.
Kan davası güdülerek bir yerlere varılamaz.
Bu topraklar üzerinde kimsenin soyu kırılmadı.
Savaşın özelliği öldürmektir. Güçlü olan karşısındakini ezer.
Bizleri ezmeye, yok etmeye, tarihten silmeye çalışanlar, Türk milletinin gücü karşısında kaçıp gittiler. Çünkü biz vatanımızı koruduk. Onlar ise bizi yok etmeye vatanımızı almaya geldiler.
Ataları ve kökü bu topraklarda olduğunu iddia edenler, düşmanla işbirliği yapacaklarına, topraklarını savunsalardı, düşmanla savaşsaydılar, Türk Milleti ile beraber olsalardı, Türk milletini arkadan hançerlemeselerdi, halen bu topraklarda yaşıyor olurlardı.
Diplomatlarımızı öldürmediniz mi?
Devamlı Türk Milletine düşmanca davranacaksınız, sonra da ikide bir kalkıp temcit pilavı gibi Türkler bizden özür dilesin diyeceksiniz. Özür dilemesi gereken birisi varsa o da siz Ermeni’lerdir.
Atalarımız, hata yaptı, sizlere ihanet etti, diye, Siz Türk Milletinden özür dileyin.
Geçmişi devamlı irdeleyerekten bir yerlere varamazsınız.
Bu düşmanca tutum ve davranışlarınıza devam ederseniz;
Türkün hoşgörüsünü, sabrını taşırır ve milliyetçi duygularını kabartırsınız.
Başka bir işe yaramaz bu yaptıklarınız.
Türk milleti asildir, Türk milleti sabırlıdır, Türk milleti cesurdur. Bunu unutmayın.
03.05.2014

29 Nisan 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ: "GERÇEKLER ACIDIR"., Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
GERÇEKLER ACIDIR.
Zekeriya TÜMER
Son günlerde yaşanılan olayları hepimiz Basından izliyoruz.
Türk Milletinin bazı kesimleri huzursuz, bazıları ise durumlarından memnunlar.
Huzursuz olanlar, Başbakanın ülkeyi sert bir rejime götürme çabası içersinde olduğunu sananlar.
Diğer kesim ise, Başbakanımız Müslüman bir insan, Başbakanımıza güveniyoruz,  o bizi nasıl idare ederse etsin, biz memnunuz diyenler.
MİT Yasası değişti. Herkes korkmaya başladı. Korkunun ecele faydası yoktur.
Milli İstihbarat Teşkilatı çalışanlarına büyük yetkiler verildi.
Bildiğimiz kadarıyla Jandarma’nın da İstihbarat birimi vardır. Polisinde.
Gazetelerde de İstihbarat birimleri vardır.
Birçok kurumlarda da istihbarat birimleri vardır.
Bunların görevleri bilgi toplamaktır.
MİT de öyle idi.
Şimdi, yetkileri çok daha genişledi ve Başbakanın dışında da kimseye sorumlu değiller.
Mutlaka Hükümetin ve Başbakanın bir bildiği var!
Başbakan halka hitaplarında devamlı ne diyor. (Onların inine gireceğiz. Onları oradan çıkaracağız.)  Kim bunlar? Gülen ve taraftarları.
Neden bunu söylüyor ve neden bu kadar kızgın.
 Malum.
Devleti dinlediler ve bizleri kamuoyuna ifşa ettiler diye.
Yani, toplumu rahatsız eden bilgilerin ortaya çıkarılması.
 Bu bilgilerin kamuoyuna yansıtılması.
Kimse kimseyi dinleyemez ve ifşa edemez.
Devlet ise  istediğini dinler.
Suçluları yakalamanın çok değişik yöntemleri vardır. Devlet suçluları yakalamak için her türlü yöntemi kullanır, kullanmaya da hakkı vardır.
Ancak, özel kişiler bunu yapamaz. Bilgileri ifşa edemez
Devletin içerisindeki bazı bilgiler gerçekten çok önemli ve gizlidir. Bu bilgileri herkesin bilmemesi gerekir.
Genelkurmayın kozmik odasındaki bilgilerin incelenmesinden sonra yaşanılan olaylar malum.
 Casuslar neden görev yaparlar.
 O kimsenin bilmemesi gereken bilgileri bularak, kendi lehlerine kullanmak için her türlü yolu denerler.
Bond filmlerini izleyenler bunu bilir.
Suç işlemez isen kimseden korkmana gerek yok.
Devlet bir bütündür. Devlet hepimizin devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kolay kurulmuş bir devlet değildir.
Yok olan bir ulus, ayağa kalkmış, şahlanmış, düşmanlarını topraklarından kovmuş ve Mustafa Kemal’in önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
Elbette bu devlet, tüm kurumları ile ayakta kalmalı ve kendisini korumalıdır.
Nasıl koruyacak?
İstihbaratı, askeri, polisi, jandarması, hukuku, yasaları ve de Anayasa’sı ile.
Bu koruma yapılırken de halkını ezmemeli, halkının Anayasal ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer alan hususlara dikkat etmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılmaması, yok olmaması için de gereken tedbirleri almalıdır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı son günlerde mükemmel Hukuk dersi vermeye başladı.
Demek ki, o da bir şeylerden rahatsız oldu.
Anayasa Mahkemesi önemli bir kurum.
Haksızlığa uğrayanın en son başvuracağı yer.
 Davaları en ince noktasına kadar inceleyen ve insan haklarına değer veren bir kurum.
Gerçekler ortada.
Bizleri içten ve dıştan yıkmaya çalışanların olduğunu herkes biliyor.
Türkiye’nin Dünya devletleri içersindeki konumu önemli.
Türkiye Cumhuriyeti hem Müslüman ve hem de Laik Demokratik bir hukuk devletidir.
Ülkemizde kargaşa yaratarak, ortalığı germeye kimsenin hakkı yok.
Dinler insanlara doğru yolu göstermek için gelmiştir.
Hukuk ta kaynağını Dinlerden, örf ve adetlerden alır.
Hukuk olmazsa, toplumda güven duygusu yitirilir.
Hâkimlere, Savcılara ve Mahkemelere güven duymamız gerek.
Hak ve adalet olmadığı takdirde, toplumda panik yaşanır.
Son söz: 
Toplumu parçala, böl ve yut düşüncesinde olanlara fırsat vermemeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyan herkesin, birlik ve beraberlik içerisinde yaşaması için gereken tedbirlerin alınmasında yarar görmekteyiz.
29.04.2014

24 Nisan 2014 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramını zoraki de olsa kutladık.

TÜMER DİYOR Kİ:
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramını zoraki de olsa kutladık.
Devlet erkânı Anıtkabire Atatürk’ün huzuruna çıktı ve çelengini koydu.
Sitemizde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının tarihçesi Yaşam sayfamızda yayınlandı.
Geçmişini unutan geleceğini şekillendiremez.
Osmanlı Devletinin sonunun geldiği bir dönemde, Mustafa Kemal cesareti ve zekası ile Türk Milletinin umudu oldu ve Ankara’da 23 Nisan 1920 de Hacı bayram’da kılınan namaz ve dualarla İstanbul hükümetine ve dış düşmanlarına rağmen bugünkü T.B.M.M.sini açtı.
Yokluğun ve sıkıntıların olağanüstü olduğu bir dönem.
Türk milleti Padişah saltanatını kale almadı, alanlar oldu ise de onlar da ya satılmış insanlardı ya da çaresiz olanlardı.
İstiklal savaşını, açlık, yokluk ve sefalet içerisinde analar, bacılar, dedeler, çocuklar ve yiğit Türk gençliği birlik ve beraberlik içerisinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde canlarını ortaya koyarak savaşı kazandılar ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasını sağladılar. 
Türk Milleti esaret altında yaşayan ve bunu kabul edecek bir millet değildir.
Yeri geldiğinde, önündeki tüm engelleri bir bir aşar ve İstiklal’ini kimseye kaptırmaz.
Hürriyetine ve bağımsızlığına düşkün bir millettir.
Despot ve baskıcı rejimlerden hoşlanmaz.
Hem dinine ve hem de hukuka saygılıdır.
Bunu bilen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, halkın iradesine önem vermiş ve Türk Milletine Demokrasiyi armağan etmiştir.
O dönemde ne yapılması gerekiyorsa o yapılmıştır.
Yokluğa rağmen ülke kalkınma hamlesi yapmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 de vefatından sonra, İkinci Dünya Harbi patlamış, Mussolini ve Hitler dikta rejim anlayışları ile dünyayı kan gölüne çevirmişlerdir.
İsmet İnönü bu kargaşa döneminde Cumhurbaşkanı olarak hükümetin başı idi.
İstiklal harbindeki sıkıntıları yaşamış, askerin sefalet ve perişan halini biliyordu.
Bu nedenle, ordu aç kalmasın diye tedbirler almıştır. Halk aç kalabilirdi, ancak ordu aç kalmamalı idi.
Büyük siyasi ustalığı ile de Türkiye’yi savaşa sokmadı.
İnönü istese demokrasiye geçmez ve iktidarını devam ettirebilirdi.
1946 yılında Demokrasiye geçiş adımını attı ve 1950 de de iktidarı Demokrat Partiye teslim etti.
Karşı muhalifler, gerçekleri ortaya koymadan hep İnönü dönemindeki halkın karne ile ekmek, tuz, şeker, yakıt aldıklarını dile getirerek CHP nin tekrar iktidara gelmesini hep engellediler.
Gerektiğinde dini kullandılar. Sanki CHP liler Müslüman değildi.
1960 Türk Silahlı Kuvvetlerinin Darbesi, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül 1980 Evren darbesi, 28 Şubat gizli darbesi, bizleri bugünlere getirdi.
AK Parti 2003 yılından bu yana iktidar.
CHP Türkiye’nin Demokrasiye geçtiği dönemden bu yana uzun süreli iktidar olamadı.
Ancak, CHP kökü çok derinler de olan partidir. Atatürk’ün kurduğu bu Partinin özü nedir?
Cumhuriyet Halk Partisidir. Halkın Cumhuriyetine bağlı olduğunu simgeler.
Şimdi, T.C. nin Cumhurbaşkanlığı için mücadele edilmektedir.
Geçmişte Atatürk’ü eleştiren, Laik düşünceye karşı çıkan kişiler nasıl buram buram Atatürk kokan Cumhurbaşkanlığı Köşkünde Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olmaya heves etmekteler, benim aklım ve mantığım almıyor.
Yoksa yanıldıklarını mı kabul ettiler, yanlış yolda olduklarını mı anladılar.
 Bilemiyorum. Keşke öyle olsa.
23 Nisan 2014 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 94.cü yılında
TBMM Başkanı Çiçek, Anıtkabir özel defterine şunları yazdı:
"Aziz Atatürk, İlk Başkanlığını yaptığınız Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94'üncü açılış yıl dönümünde huzurunuzda bulunmanın heyecanını yaşıyoruz. Öncülüğünüzde açılan Meclisimiz düşmanı ülkemizden kovmuş, Cumhuriyetimizi kurmuş ve milletimize onurlu bir tarih bırakmıştır. TBMM olarak bugün de ülkemizin gelişmesi, kalkınması ve bize hedef olarak gösterdiğiniz muasır medeniyet düzeyinin üzerine çıkması için çalışıyoruz. Milli mücadelemizde gösterdiğiniz büyük ruh, kalkınma idealiniz ve büyük başarılarınız bize daima ilham vermektedir. Ülkemiz hedeflerini gerçekleştirecek, daha kalkınmış ve modern bir ülke olacaktır. Milli egemenlik anlayışını güçlendirmek, daha demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir ülke haline gelebilmek temel amacımızdır. Yaptıklarınız ve milletimize bıraktıklarınız için daima minnet ve şükran duyuyor, daha büyük işler yapmak için kendimizde heyecan hissediyoruz.
Aziz ruhunuz şad olsun."
Çok güzel ifadeler edilmiş.
Atatürk’e bağlılık ve onun yolunda gitme taahhüdü verilmiş.
Başbakan ve CHP lideri, Bahçeli ve diğerleri de konuşmalarında bazı gerçeklere değindiler.
Şimdi, 1 Mayıs var önümüzde. Ortalık gerildikçe geriliyor.
Ağustosta Cumhurbaşkanlığı seçimini etkileyecek tavırlar ortaya konmaya devam edecek.
Halk gerildikçe gerilecek.
Kutuplaşmalar ve bölme hareketleri siyasi kadrolarca körüklenmemeli.
23 Nisan 1920 şartlarını unutmayın. Konuşmak değil yapmak önemli.
Bu millet istiklaline ve cumhuriyetine sahip çıkacaktır.
Türk Gençliği, Atatürk’ün Ey Türk Gençliği hitabesindeki mana ve duyguyu anlayın.
Bu ülke size emanettir.
Bizim tavsiyemiz herkesin dolduruşa gelmemesi, ülkede kargaşa yaratılmaması ve Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde muasır medeniyetler seviyesine çıkma mücadelesinin verilmesidir.
24 Nisan 2014