30 Aralık 2021 Perşembe

Ümit ümit hep ümit, gıdamız oldu simit.

TÜMER DİYOR Kİ:

Ümit ümit hep ümit, gıdamız oldu simit.

Yeni yılda bekleriz, yuvamıza kiremit.

Sevgili okurlar, bugün 31 Aralık 2021.

2021 senesinin son günü. Bugün akşam yeni bir yıla girmenin sevincini yaşamak isteyecek insanlar.

Fakir’in ve orta gelirlinin sene de bir gün eğlenmeyi düşlediği gün bugün. 

Zengin olanların  zaten her zaman eğlenebilme imkanları var. Onlar istedikleri zaman en pahalı kulüplerde, restoranlarda, otellerde, kendi özel mekanlarında eğlenebilirler.

Sevgili okurlar sizi geçmişe götürerek bugünlere gelmek istiyorum. İlk önce de 1987-88 yılında TRT de sanatçıların yılbaşı kutlamaları videosunu buraya koymayı düşündüm. İzleyelim. 

1987 1988 TRT Yılbaşı Kutlamaları Zeki Müren , fatma Girik v s YouTube

Fakir ve orta gelirli insanlar, ancak sevdikleri dost ve arkadaşları ve de komşuları , akrabaları ile çoluk çocukları, torunları ile bir araya gelerek eğlenebilirler.

Çocukluğumdaki, gençliğimdeki yılbaşı günlerini nasıl kutlardık. 

O günleri düşledim. 

Ne güzel ve mutlu  günlerdi.

Ankara'nın Çankaya semtinde Çevre Sokakta, bahçeler içerisindeki küçük ama sıcak gecekondulu evimizde samimi ve içten duygularla yeni yılın gelişini umutlarla  kutlardık.

Her gelecek yıl yeni umutlar besler, güzel günleri hayal ederdik. 

Komşular, kardeşler, enişteler, yeğenler hep birlikte doluşurduk küçücük  evimize. 

Dışarıda bir metre kar. Her taraf bembeyaz. Bahçede kocaman bir Kardan adam. Gözlerinde kömür, burnunda havuç, boynunda atkı, kafasında bere.

Kok kömürlü soba gürül gürül yanar, evin içerisi sıcacık olurdu. Zaten insanlarımız sıcak ve samimi idi. Kimse kimsenin arkasından konuşmaz, kimse kimsenin dedikodusunu yapmazdı. 

Rahmetli annem, sabah kalkar hamurunu yoğurur, başlardı lokma dökmeye. O bir yandan kızartır, tepsiye koyar, ben de tepsiden gizli gizli alır yerdim. Şekersiz şekersiz yerdim. Annem farkında olurdu da  hiç ses çıkarmazdı. Gene sıcak yağın içerisine lokmaları dökmeye ve kızartmaya devam ederdi.

Rahmetli Babam da nasıl becerirdi bilemiyorum ama, pişmaniye yapardı. Şeker kaynatılır, sonra unla karıştırılır, saatlerce uğraşırdı babam. Neticede valla bal gibi pişmaniye yapar, zevkle yerdik.

Doğal gaz yoktu, şimdiki ocaklar yoktu. Gaz ocağı vardı. Pompalar pompalar ateşin hızını arttırır üzerindeki tencere kaynardı. 

Kömür sobasının üstünde de istediğini kaynatır, kestaneleri patlatır, ekmekleri kızartırdık. 

Akşam olunca, komşular ellerinde,kucaklarında meyveler ve evlerinde yaptıkları yemekler ile birlikte tek tek gelirlerdi. 

Dolmalar sarılmış gözlemeler, bazlamalar yapılmış, kuru yemişler, leblebiler, bademler, fındıklar, fıstıklar.

Kestaneler, mısırlar patlatılmış, çocukların önlerine konurdu. 

Kendi beslediğimiz Hindi kesilmiş  güzelce kızartılmış, içi iç pilavla doldurulmuş, sofraya getirilir, koca bir sininin içerisine konurdu. 

Neşe ile yemekler yenirdi.

Sonra başlanır tombala, fırdöndü, at yarışı gibi değişik oyunlar oynanmaya.

Tombalada her sayının çekilişinde heyecan yaşanır, kim çinko yapacak, kim tombala yapacak merakla beklenirdi. Arkadan 1.ci Çinko diye birisi bağırdığında tüm kafalar oraya çevrilir, çinko yapan sevinir, yapmayanlar belki ikinci çinko'yu ben yaparım heyecanı ile tekrar torbadan çekilecek sayıları beklemeye başlardı. 

Tombala biterdi, ortaya bir tepsi konur, herkes etrafına dizilir, fırdöndü çevrilirdi sıra ile. Ufak bir para ile oynanır. Önemli olan heyecan yaratmaktır. Çeviren dikkatle izler, bir koy gelirse, beş kuruş daha koyar, hepsini al gelirse, tepsideki paraların hepsini alır, sevincinden çoşardı. 

Kağıtlarda at yarışları oyunları vardı. Onlar tahmin edilir, sonra da su ile üzeri ilaçla kapatılmış olan yerler silinir, altından çıkan sayılar okunur. tahmin edenler kazanır, edemeyenler kaybederdi. 

Ufak paralarla oynanan oyunlarda büyüklerin kazandıkları paralar  oyun sonunda toplanır, hesaplanır, kaç tane çocuk varsa onlara eşit şartlarda harçlık olarak pay edilir, çocuklar sevindirilirdi.

Değişik oyunlar sergilenir, kahkahalar ile gülünülürdü. 

1969 yılına kadar Televizyon yoktu. 

Radyo dinlenir, türküler ve oyun havaları çalarsa, kalkılır oynanırdı.

Televizyonun yayın hayatına başlaması ile eski yılbaşı eğlenceleri yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Gene toplanılıyor ama, televizyondaki eğlence programları seyredilmeye başlanılıyor, eskisi gibi tombala, fırdöndü oyunları çok az oynanıyordu. 

1970 yılında rahmetli ağbim, sendikacı idi. Görev yaptığı sendikanın Bağlı bulunduğu Türk İş Sendikası onu Amerika’ya göndermişti. 

Dönüşünde Almanya'ya uğramışlar, oradan aldığı 56 ekran  küçük üstünden antenli televizyon getirmişti. 

Kurduk televizyonu.Bütün komşular bu sefer televizyondaki eğlence programlarını seyretmek için yılbaşı eğlencesine bize gelmeye başladılar.

Türkiye Radyo Televizyon Kurumundan siyah beyaz yapılan televizyon yayını tek kanal idi. Başka kanal yoktu. Tüm eğlence programları TRT Televizyonundan yapılırdı. Saat tam 24.00 ü gösterdiğinde dansöz çıkar yeni yıla öyle girilirdi. 

Nesrin Topkapi ve Yonca Evcimik TRT Nostalji Yılbaşı Programı 1983

 Herkes dansözü seyretmek için nerede ise Televizyonun içerisine girecek gibi bakarlardı. 

Yıllarca bu alışkanlık devam etti. TRT Televizyonu saat tam 24.00 ü çaldığında Dansöz erkanda görülürdü. 

TRT YILBAŞI KLASİĞİ DANSÖZ SHOW

Hadi şimdi de çıkarsın bakalım TRT. Biraz zor. Biraz değil, imkansız!..

Demek ki 1970-80- lerde daha mı hoş görülü idik ne?

Sanatçıların eserlerini dinleyebilmek onları yakından görebilmek için gazinolara gitmek gerek. Oralara herkesin gitmesi mümkün değil. Geçimini zor şartlarda sürdüren halkın gazinolara gitmeyi bırak önünden bile geçebilmeleri imkansız. 

Bu nedenle Televizyonun yayına girmesi ile sanatçıları yılbaşı gecesinde ekranda gören halk özlemlerini gidererek mutlu olmaya başlamışlardır. 

Bir çok sanatçı da bu sayede meşhur olmuştur. Özel Televizyon kanallarının çoğalması sayesinde ise, daha çok sanatçının Televizyonlara çıkması sağlanmış, halkta tanımadığı bir çok sanatçıyı bu sayede tanıma fırsatını bulmuştur. 

1970 yıllarında TRT de yılbaşı gecesi sahneye çıkanlar Bedia Akartürk-Gesi bağları, Neşet Ertaş-Halime Kız, Zülfü Livaneli-Leylim Ley, Ayten Alpman-Ben Varım, Semiramis Pekkan-Bana yalan söylediler, Barış Manço-Sarı Çizmeli Mehmet Ağa şarkıları ile ilk çıkanlardandı.

Zeki Müren'i Televizyonda seyretmenin ise ayrı bir zevki vardı. Değişik orijinal kostümleri, mükemmel sesi ve söylediği şarkılar ile izleyicileri mest etmiştir. Emel Sayın, Gönül Akkor, Gönül Yazar, Nilüfer, Ajda Pekkan, Hamiyet Yüceses, Safiye Ayla, Nesrin Sipahi, Sezen Aksu, Cem Karaca, Adnan Şenses, Yaşar Özel, Seçil Heper, Erol Evgin vs. ilk aklımıza gelenler. 

Zeki Müren - Gitme Sana Muhtacım (1984 Yılbaşı)

Tiyatro Sanatçıları da kısa parodiler ve skeçler ile halkı güldürmüşlerdir. 

Zamanla Televizyon her eve girdi. Herkesin bir tane siyah beyaz televizyonu olmaya başladı.  Artık Yılbaşı geceleri komşular gelmiyor, en yakının olan çocukların ve ailede kim varsa onlarla kutlamalar yapılıyordu. 

                                                           1983 yılbaşı programından

Eski neşe kalmamış, eski oyunlar oynanmamaya başlamış, Televizyondaki eğlence programları seyredilmeye başlanmıştı. 

1980 den sonra siyah beyaz yayınlar kendisini renkli yayınlara bırakmaya başladı. 

Daha ileri senelerde ilk önce Star Televizyonunun yayına girmesi ve sonra da peş peşe diğer özel kanalların devreye girmesi ile artık Yılbaşı eğlenceleri eski havasını kaybetti. 

Gelişen teknoloji ve internetin de hayatımıza girmesi ile yılbaşı eğlenceleri artık evlerde Televizyon izlemek, İnternette gezinmeye dönüşmüş, böylece yılda bir de olsa akrabalarla da , komşunla da, çocuklarınla da yılbaşı gecesini beraber geçirmek tarihe karışmıştır. 

Zaten eskisi gibi Televizyonlarda renkli programlarında yapılmaması yüzünden, yeni yılın heyecanı kalmadı.

En önemlisi de şu son günlerde yaşadığımız Doların iniş ve çıkışları ile, hayat pahalılığının süratle artması, ekonomik baskılar, zorluklar, insanların gelirlerinin azalması, elbette çoğumuzda neşeli bir şekilde yeni yılı kutlamamıza engel olmaktadır. 

2021 Aralık ayının son on günlük döneminde yaşananlara ne demek gerek?

Doların yükselişini bahane edenler etiketlerdeki ürünlerin fiyatlarını devamlı yükseltmişlerdi. Dolar düştü, etiket fiyatları düşmedi. 

Bırakın gıda maddeleri dahil, önemli tüketim maddelerindeki ucuzlamayı,  her gün gene zam üstüne zam gelmekte. 

Faizlerin düşmemesi, Türk parasının dolara endekslenmesi, ekonominin kolay kolay düzelemeyeceği şüphesi vatandaş da tedirginlik yaratmaktadır. 

Asgari ücret arttı, ancak işten çıkarılmalar arttı.

Emeklinin gözü alacağı maaşa gelecek zamda. 

Çalışan kesim de maaşlarına zam beklemekteler. 

Ani bir süprizle iyi bir zam gelse de yeni yılı zevkle kutlasalar.

Bugün bir kasabın kapısında köy hindisi geldi ilanını görünce, gireyim sorayım bakayım fiyatını diye, girdim kasaba. Hindiler yolunmuş, camlı buzdolabında kuzu kuzu yatıyorlar. Sordum fiyatının ne kadar olduğunu. Kilosu 75 lira dediler. Bir hindi kaç kilo gelir dedim. 4-5 kilo geliyormuş. Yani bir hindi almak istersen 4 kilo gelse 300 lira, beş kilo gelirse 375 Türk lirası vereceksin. Aman bu hindiler bize göre değil, deyip hemen kaçtım. 

Böyle bir yılbaşı olsa ne olur olmasa ne olur. İçin buruk, dışın sevinse de, içinde ki sıkıntılar, acılar, eski günlerin özlemi seni mutlu edemiyor. Ancak, yapacak başka bir şey de yok.

Eskiden kartpostallar vardı. Rengarenk, onları doldurur, Postahaneye gider, kuyruğa girer, o kartpostalları sevdiklerine gönderirdin. Bazılarında ne güzel şiirler, yazılar yazılırdı. Sende  içinden gelen en güzel duygularını o kartpostalların arkasına yazar gönderirdin.

Şimdi öyle mi, elinde telefon watsaptan at mesajı olsun bitsin.

Çocuklar anne ve babalarını ziyaret edemezler, birlikte bir yılbaşı günü beraber olalım, birlikte yeni yılın gelişini kutlayalım demezler. Diyemezler. Çünkü onların da her biri bir başka şehirde olabilir.

Büyük sanatçı Zeki Müren'den yılbaşı kutlama mesajını da dinleyelim bakalım. 

Ne yapalım, geçmiş geçmişte kaldı. Geçmişte birlikte neşe ile kutladığımız, yakınlarımızın çoğunu kaybettik. Yaşam devam ediyor. Çark dönüyor. Gene Güneş doğuyor. Gece de oluyor, gündüzde, bahar da geliyor, kış da. 

Sevgili okurlar, hepimiz gelecekten gene de ümitli olmaktan vaz geçmeyelim. Pozitif enerji salalım etrafımıza. Mutlaka dalgalanan denizler durulur, esen rüzgar kesilir. Kış da biter, yaz da son bulur.

İstanbul dahil tüm dünyadaki geçmiş yıllara ait kutlamalar nasılmış.


İSTANBUL ve Dünyada 2021 Yılbaşı Kutlamaları - Dünyanın En Yüksek Gökdeleninde Havai Fişek Gösterisi

Herkesin gelecek günlerinin mutlu, huzurlu, sağlıklı olması dileğiyle, yeni yılınızı kutlarım.

31.12.2021

ZEKERİYA TÜMER

ulusalhaber1881@gmail.com. 

 

24 Aralık 2021 Cuma

23 ARALIK 1930 MENEMEN OLAYI

 TÜMER DİYOR Kİ:

CUMHURİYET TARİHİMİZDEKİ KARA BİR LEKE UNUTULMAMALI, UNUTTURMAMALIYIZ


                                                                 sesli dinleyebilirsiniz

23 ARALIK 1930 MENEMEN OLAYI

Ülkemizde şu an yaşanan ekonomik krizler geçmişte yaşanmış çirkin, alçakça, vatana ihanet edilen olayları unutturdu.

Doların hızla yükselirken, aniden inmesi, yeni yıla girerken vatandaşın zam beklentileri, hainliğin yüz karası MENEMEN OLAYI’nı unutturdu.

Yeni nesil bunun idrakini tam anlayamayabilir. 

Biz de unutulmaması için kısa ve öz olarak bu olaydan bahsetmek ve hatırlatmak istedik.

Mustafa Kemal Atatürk ne diyor: “Biz dine saygı gösteririz ve düşünceye de muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, ulus, devlet ve dünya işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasti ve fiili dinci hareketlerden sakınıyor ve müsaade etmiyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.

Ülkenin kalkınmasını istemeyen, sadece kendi çıkar ve menfaatlerini düşünen, okumamış, bağnaz ve köhne düşünceler içerisinde kalmış, sadece Dinsel kalıp içerisinde kendisini kilitlemiş olan kişiler, cennete gide cem düşüncesi ile olmadık kötü şeylere sebep olabilir.

23 Aralık 1930 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk, yurt gezilerinden birisini yaparken, İzmir’in Menemen ilçesinde, şeriat rejimine geri dönülmesi iddiasıyla gerici ve kanlı bir irticai olayın meydana geldiği haberini aldı.

Cumhuriyetin ilanından sonraki ikinci büyük ve ciddi bir dinci ayaklanmaydı.  Yapılan kısa bir araştırma neticesinde olayın arkasında İngilizlerin olduğu öğrenildi.

Olayı yaratan kişi Giritli Derviş Mehmet adında bir meczuptur.

Gücünü dışarıdan alan Derviş Mehmet, kendisini mehdi ilan ederek, etrafına topladığı ve kendisine inanmalarını sağladığı birkaç arkadaşıyla birlikte ayaklanma hareketine karar vermişti.

Amaç, yeniden şeriat düzenini getirmek ve Atatürk’ün ilke ve Devrimlerini ve Cumhuriyeti ortadan kaldırmaktı.

23 Aralık 1930 günü gece yarısından sonra toplandıkları köylerden çıkarak sabahın erken saatlerinde Menemene gelmişlerdi.

Sabah namazını kıldıkları camide, yeşil bezden yapılmış sözde şeriat bayrağını açmış, camideki 15-20 kişiyi de silah zoru ile yanlarına alıp, dışarıdaki arkadaşlarıyla birlikte tekbir getirerek yürüyüşe geçmişler.

Attıkları sloganlarda “Şapka giyen kâfirdir. Din elden gidiyor. Saltanatı ve Hilafeti geri getireceğiz” sözleriyle halkı galeyana getirmeye çalışmışlardır.

Halk şaşkın, ne olduğunu anlamaya çalışırken, Derviş Mehmet kalabalığa, Menemen’in etrafının 70 bin kişilik şeriat ordusu tarafından sarıldığını söyleyerek, “Daha ne duruyorsunuz? Gelin Yeşil Sancak altında toplanalım ve Şeriat isteyelim!” diye bağırmaya başlamıştır.

Halktan bazı kişiler bu çağrıya kulak verirken, bazıları da şaşkın şaşkın bakmaya başlamıştır.

Olayı duyan İlçe Jandarma Bölük Komutanı, 24 yaşında bir öğretmen olan ve askerliğini Yedek Subay olarak yapan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı, komutasındaki bir takım askerle birlikte durumun ayrıntısını öğrenmek amacıyla asilerin olduğu yere göndermiştir.

Cesur ve vatansever olan Kubilay, Derviş Mehmet ve adamlarından silahlarını bırakmalarını istemiştir. Gözünü kan bürümüş olan insanlıktan nasibini almamış asiler, sözlü uyarıya silahla cevap vererek, Kubilay’ı yaralamışlar ve onu korumaya çalışan iki bekçiyi de öldürmüşlerdir.

Bununla yetinmeyen meczup Derviş Mehmet ve beraberindeki yobaz takımı, yaralı bir halde hemen oradaki caminin merdivenlerine kadar ulaşabilmiş olan Asteğmen Kubilay’ın yanına gitmişler, bağ-bahçe işlerinde kullanılan ve testere ağızlı kör bir bıçakla Kubilay’ın başını vücudundan keserek ayırmışlardır. Sonra da Kubilay’ın kesik başını elindeki yeşil bezin bağlı olduğu sopanın tepesine bağlamış ve ilçe sokaklarında dolaştırmaya başlamışlardır.

Elbette olay çabukça duyulmuş ve yakındaki bir karargahtan hemen olay yerine takviye kuvvet gönderilerek, “Teslim Ol” çağrısı yapılmıştır. Çağrıya silahla cevap verenlerin üzerine açılan ateş sonucu Giritli Meczup Derviş Mehmet ve birkaç arkadaşı vurulmuş, kaçanlar da kısa sürede yakalanmışlardır.

Olayı duyan Mustafa Kemal, olaydan duyduğu üzüntü üzerine yayımladığı demecinde, mürtecilerin Kubilay’ı katlederken gösterdikleri vahşet karşısında, halktan bazılarının alkış tutmasının, cehaletle değil insanlıkla ilgili bir husus ve bunun da utanılacak bir durum olduğunu söylemiştir.

Orduya Baş Sağlığı dileyen Mustafa Kemal, “Büyük ordunun genç subayı ve Cumhuriyetin aydın öğretmen topluluğunun kıymetli üyesi Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet canlılığını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.” Sözleriyle tepkisini dile getirmiştir.

Elbette suçlular cezalarını çekmişler. Bir kısmı İdam edilirken, bazıları da hapis cezası alarak suçlarının cezalarını çekmişlerdir.

Şu hususu hiçbir zaman unutmamamız gerekmektedir. “Atatürkçü Düşünceye, Atatürk ilke ve Devrimlerine, Laik Cumhuriyete ve dolayısıyla da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütünlüğüne kasteden gerici ve bölücü hareketlerin tamamının emperyalizmden güç almakta olduğu unutulmamalıdır.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün 28 Ekim 1923 günü Fransız Gazeteci Maurice Pernot ile yaptığı söyleşisinde dile getirdiği;

“İslamiyet, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ideolojisi değil, aksine Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının inanç sistemidir, dinidir.” Sözlerini hatırlamamız gerekmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk'e göre, devrimcilerin her zaman bu tip hareketlere hazır olması kaçınılmaz gerekliliktir.

Cumhuriyet Rejimi adına hayatını veren Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın adı 26 Aralık 1934’de Menemen’de açılan bir anıtla ölümsüzleştirilmiştir.

Kalkınmış, müreffeh, çağdaş bir ülke olmak istiyorsak, bu gibi olaylardan uzak durmalı, ilim ile, bilim ile, teknoloji ile, ülkemizin kalkınmasını sağlamalıyız.

NOT:

(Kaynak: Cengiz Önel tarakçıoğlu’nun Doğumundan Ölümüne Atatürk adlı kitabından)

Bu yazının geniş bir özeti, daha önce  https://ulusalhaber1.blogspot.com/2018/12/habermakale-menemen-olayi-23-aralk-1930.html

Yayınlanmıştır. İsteyen linki tıklayarak daha geniş olarak yazıyı okuyabilir. Ben burada kısaltılmış şeklini yazdım.

14 Aralık 2021 Salı

Emeklilerin çilesi bitmeyecek mi?

 TÜMER DİYOR Kİ: 

EMEKLİLERİN ÇİLESİ BİTMEYECEK Mİ?

 

Nedir bu çektiğimiz çile?

Biz emekliler bir oh diyemeyecek miyiz?

Yükselen doların karşısında eriyen Türk lirası biz emeklilerin maaşlarını eritti, yok etti!

Yıllarımızı devlete hizmet ederek geçirdik. Bütün amacımız çalışmak, çocuklarımızı yetiştirmek, sonra da ömrümüzün son kalan döneminde emekli olarak rahat ve huzur içerisinde kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek. 

Evet, sevgili okurlar. Genel olarak hep böyle düşünülür. Ancak, elbette bu düşünceler istenildiği gibi gerçekleşmez. 

Ülkemizin içerisinde bulunduğu durumlar malum. Anlatmaya gerek yok. Bugüne kadar bir çok iktidarlar geldi ve geçti. Biz şu an yaşadığımız durumları, inanın yıllarca önce de yaşadık. Hep yaşadık. 

1965 yıllarındaki filmleri izleyin. 1970-75-80-85-90-95-2000-2005-2010-2015-2020 yıllarındaki filmleri, tiyatro sanatçılarının canlandırdıkları oyunları izleyin. 

Hep hayat pahalılığı, hep işsizlik, hep enflasyon ve emeklilerin çilesi. Gündemler her zaman aynı. 

Alıştık artık!

Dolar yükseliyormuş, yükselir. Dış güçler olduğu müddetçe yükselir. Maaşlar eriyormuş, erir kardeşim erir!

Yaşam devam eder. Bir kısım kişi çöplükten yiyecek toplar, bazı kesimler ise, dolar milyarderi olmaya devam ederler. Kapitalist düzenin işi bu. Bu düzen böyle gelmiş böyle gider. 

Eleştiriler bitmez. Muhalefet İktidarı eleştirir. Sen bu işi beceremiyorsun diye veryansın eder. İktidar kendini savunmaya çalışır. Sen daha beceriksizsin, sen iktidar olsan hiç beceremezsin, der. 

Yani herkes birbirine bir şeyler söylerler. 

Netice!..

Netice de yoksul yoksulluğuna devam eder, zengin zenginliğine zenginlik katar. 

Biz de yıllarca bu durumlara alıştık. Bu nedenle yolumuzu değiştirmeye başladık. 

https://hayatboyu.tv/ yi yayın hayatına koyduk ve orada Hayatın İçinden programı ile okuyucularıma daha yakın olmaya başladık. 

ulusalhaber-ulusalajans internet haber sitemizde Tümer Diyor ki sayfasında yıllardır yazılarımı okuyorsunuz. Okumaya devam da edeceksiniz.

Ülkemiz dünyanın en güzel konumunda olan bir yerde. Mutlaka iyi bir yönetim, iyi bir idari kadro iş başına gelecektir. Dış güçlere karşı birlik ve beraberlik içerisinde direneceğiz ve bu ekonomik krizden çıkacağız. 

Umutlar yitirilmemeli. Moraller bozulmamalı. Her karanlığın bir aydınlık dönemi vardır. Her yokuşun bir inişi, her inişin bir çıkışı da vardır. 

Her şey güzel olacak, her şey güzel olacak. 

2022 yılı tüm ulusumuza hayırlı olması dileğiyle, sağlıcakla kalın. 


14.12.2021

ZEKERİYA TÜMER

ulusalhaber1881@gmail.com

30 Ekim 2021 Cumartesi

Cumhuriyetimizin kazanımlarını değerlendirelim.

TÜMER DİYOR Kİ:

HATALARIN BEDELİ AĞIRDIR 

Sevgili okurlar, 29 Ekim’de Cumhuriyetin ilanının 98.ci yılını kutladık.

Bu kutlamaları gene pandomi bahanesi ile herkes sınırlı bir şekilde kutladı.

Atatürk sevgisini ve Cumhuriyetin kazanımlarını yok etme çabasında olanlara rağmen, Atatürk sevgisi gittikçe artarak devam ediyor.

Gene Atatürk’ün önünde eğildik, saygı duruşunda bulunduk, İstiklal marşımızı okuduk, dualarımızı yaptık.

C.H.P. si 1950 yılından bu yana tek başına istediği iktidara sahip neden olamadı?

1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet ile birlikte, C.H.P.sinin lideri ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, on yılda hangi ekonomik politikaları uygulayarak, başarı elde etti. 

Atatürk onuncu yıl nutkunda, tükenmiş bir ülkenin kalkınma hamlesi ile, fabrikalar yapıldığını, az zamanda çok büyük işler yapıldığını anlatmaktadır.

C.H.P. iktidar olmak istiyorsa, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve yolunda giderek, onun uyguladığı sistemi iyi kavrayarak hareket etmelidir. 

C.H.P.nin 1950 yılından bu yana iktidara gelememesinin en büyük sebeplerinden biri Atatürk’ün yolundan tam gidememesidir! 

Atatürkçüyüz demekle Atatürkçü olunmaz. Atatürk’ün politikasını, uyguladığı sistemi, onun fikir ve düşüncelerini iyi anlamak ve içine sindirmekle olur.

Şimdi sizi 1894 yılına götürmek istiyorum. Osmanlı  tahtında kim oturmaktadır? 

Sultan 2. Abdülhamit.

Osmanlı borç içerisinde kıvranmaktadır. Hazine tam takırdır. Daha önce de borç aldıkları Banker Rothschild’den yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç alınır. Borcun geri ödeme süresi ise 61 yıldır.

(Rothschild ailesi kimdir? Rothscild ailesi, Rothschild hanedanı veya kısa Rothschildler 18.yüzyılın sonlarına doğru, Yahudi Bankacı Mayer Amachel Rothscild (1744-1812) tarafından kurulan ve Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde bankalar kuran Frankfurt merkezli Yahudi bankacı ailedir.)

Bu aile hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler (https://tr.wikipedia.org/wiki/Rothschild_ailesi ) linki tıklasınlar.

Zor dönemler yaşayan Osmanlı sarayı bu borcu ödemek için borç senetleri imzalar. Yıllık ödeme yapması gereken rakam 330 bin Sterlindir.

Birinci Dünya savaşı Mondros Ateşkes Antlaşması ile (1914 de başlayan savaş) 1918 yılında sona ermiş. İtilaf Devletleri savaşı kazanmış,  Osmanlı İttifak Devletlerinin içinde yerini aldığından savaşı kaybetmiştir.

İstanbul dahil Anadolu'nun bir çok bölgelerine Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunan askerleri girmiş, Osmanlı'nın son kalan Anadolu toprakları da işgal edilmiştir.

19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsuna çıkması üzerine, Anadolu’da düşmandan kurtulma ve bağımsızlık uğruna başlayan savaş İstiklal savaşının kazanılması ile son bulmuştur.

23 Nisan 1920 de Ankara’da Büyük Millet Meclisi kurulmuş, yeni bir devletin kurulma temelleri atılmıştır.

1 Kasım 1922 de de Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı saltanatına son vermiştir.

Son Osmanlı Padişahı olan Vahdettin ise, 17 Kasım 1922 de bir İngiliz gemisine binerek İstanbul’dan kaçmıştır.

İstiklal Savaşını Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanan Ankara Hükümeti 24 Temmuz 1923 de Lozan Antlaşması’nı imzalayarak, Osmanlının bütün borçlarını da üstüne almıştır.

Bu borçlar arasında Banker Rothschild’den yüzde 3,5 faizle alınan  8 milyon 212 bin 340 Sterlinlik borcu da vardır.

Bu borç 29 Ekim 1923 de kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından ödendi.

Kamu Maliyesi Uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlının borçlarını hesaplamış. 2013 yılının kurlarına göre hesap yapmış. Osmanlı devletinin toplam borcunu 500 milyar dolar olarak tespit etmiş. Bugünkü kura vurursak, eh ne kadar olduğunu siz düşünün.

Bu borcu Genç Türk Devleti ödedi. 

Atatürk’ün sayesinde bugünleri yaşadıklarını unutanlar, geçmişi iyi hatırlasınlar da özür dilesinler.

Birinci Dünya Harbinde yenilmiş olan Osmanlının topraklarını işgal  etmek üzere İzmir’den giren Yunan birlikleri Ankara yakınında Polatlı kasabasına kadar gelmişlerdi. Netice’de Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde savaşan Türk milleti, Yunanistan kuvvetlerini girdikleri İzmir’den gerisin geriye göndermesini de bildi. Yunan mağlup olmuştu.

Türk Ordusuna mağlup olan Yunan iktidarı bedelini çok ağır ödeyecekti ve ödedi de.

Yenilgiden 3 gün sonra halk ayaklandı ve hükümet binalarını işgal etti.

Kral tahttan indirildi. Atina’da “İhtilal Komisyonu” kuruldu.

Yenilgiden sorumlu tutulan eski başbakanlar

Dimitri Gunaris (59),

Petros Protopapadakis (68) ve Nikolaos Stratos (50), Protopapadakis hükümetinde askeri işlerden sorumlu Bakan Nikolaos Theotokis (44),

Gunaris ve Protopapadakis hükümetlerinde Dışişleri Bakanı olan Georgios Baltacis (56), Gunaris hükümetinde Ulaştırma Bakanı olan emekli subay Ksenofon Stratigos (53),

Gunaris hükümetinde İçişleri Bakanı olan Georgios Hacianestis (59),

Anadolu  ve Trakya'dan sorumlu başkomutan emekli subay

Mihail Gudas (54) ''vatana ihanet'' suçuyla yargılandı.

Savcı suçlanan kişilere şöyle dedi:

- " Siz Sadece yenilmediniz. Anadoludaki 3 bin senelik Yunan varlığını bitirdiniz.

Egede Karadeniz de Yunan kalmadı.

600 senelik Osmanlı döneminde dahi biz bu bölgelerde çoğunlukta idik" (Demek ki Osmanlı zamanında her yer Yunan doluymuş.)

Atina Parlamentosunda 31 Ekim-15 Kasım 1922 tarihleri arasında yapılan duruşmalarda oy birliğiyle

Gunaris,

Hacianestis,

Stratos,

Protopapadakis,

Stratos,

Baltacis ve Theotokis ölüm, Gudas ve Stratigos ise müebbet hapis cezalarına çarptırıldı.

Söz konusu 6 kişi karardan iki saat sonra Atina Meydanında idam edildi.

Herkes hiçbir zaman şunu unutmamalı: 

Ülkesine, milletine, zarar verenler, halkını mağdur duruma düşürenler, düşmana yenilenler bir gün gelir Halk tarafından cezalandırılırlar ve bedellerini çok ağır öderler.

Bu ülke kolay kolay kazanılmadı. Hepimiz ülkemizin kıymetini bilmek zorundayız. Birliğimiz ve beraberliğimizden hiç bir zaman ödün vermemeli, bayrağımıza, dilimize, dinimize, vatanımıza sahip çıkmalıyız. 

Zorda kalınca Atatürk'e sığınmak değil, her zaman onun yolunda ve izinde gitmeliyiz. 

Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun yanında yer alan kahraman Silah Arkadaşlarına ve Türk milletinin Gazi ve Şehitlerine saygı da kusur etmemeliyiz.

ONLARI SAYGI VE MİNNETLE ANMALI İSİMLERİNİ SİLMEK DEĞİL, BİLHASSA HER YERE KOYMALIYIZ. 

Zekeriya Tümer

30.10.2021

ulusalhaber1881@gmail.com. 

 

 

21 Ekim 2021 Perşembe

HAYATBOYU ÖĞRENMEK ZORUNDAYIZ

 TÜMER DİYOR Kİ:

KARAR VERMEK KOLAY OLMUYOR

Sevgili okurlar farkındaysanız sık sık yazı yazamıyorum.

Neden yazamadığım konusunda okurlarım tarafından sorgulanıyorum. 

En zor şey, içindeki duygu ve düşünceleri kaleme alıp, okuyucularına aktaramam aktır. 

 En önemlisi de gerçekleri yazamamak. 

Bilindiği üzere, iki kelime twit atan, bir kaç kelime sosyal medyada paylaşım yapanların hapislere atıldığı, mahkemelerde süründürüldüğü bir ortamda nasıl yazı kaleme alacaksın. 

Elbette biz aldığımız terbiye ve yaşantımızın bize verdiği tecrübe ile, kimseye hakaret etmez, kişi hak ve hukukunu çiğnemez, kimsenin onuru ile oynamayız. En önemlisi de devletimizi korur ve devleti yönetenlere kızsak da onlara gene de saygıda kusur etmeyiz. 

Bizim tek amacımız, devletimizin güçlü olması, milletimizin ekonomik refah içerisinde Demokratik, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, eşit şartlarda,  hak ve hukuk ile yaşamını sürdürmesidir.  

Herkes yanlış yapabilir. Yanlışlar söylendiğinde kızmamak, öfkelenmemek lazımdır. Önemli olan yaptığın yanlışlıktan ders alarak, aynı hatayı yeniden yapmamaktır. 

Hak yememek, ahlaklı olmak, Dil, Din, Irk, ayrımcılığı yapmamak, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmak, Devletimizin temel değerlerini ve öz varlıklarını korumak ise hepimizin görevi olmalıdır. 

Topluma yararlı olabilmek, bu dünyayı terk edip gittiğinde, arkandan küfür ettirmemek, iyiliğin, güzel ahlakın, yardım severliğin ile anılmaktır. 

Ülkemiz insanının birlik ve beraberlik içerisinde iktisadi, ekonomik ve sosyal yönden kalkınmış bir ülke içerisinde yaşamaya hakkı vardır. 

Sevgili okurlar, işte böylece bir yazı daha yazmış olduk. 

Sağlığınıza dikkat edin, aşı olmayı ihmal etmeyin. 

Yaşanacak yaşanır, kaderin de önüne geçilmez. 

22.10.2020

Zekeriya TÜMER

ulusalhaber1881@gmail.com.

29 Ağustos 2021 Pazar

Zafer Bayamı kutlu olsun.


TÜMER DİYOR Kİ:

 

TARİH YAZILAN DESTANLARI UNUTMAZ

 

30 Ağustos bir kahramanlık destanıdır.

Yok olan bir ulusun, şahlanarak yeniden doğuşudur.

Ümmet olan halkın, millet oluşudur.

Bağımsızlığın, hürriyetin, hukukun, insanlığın temelidir.

İşgal altındaki Anadolu 30 Ağustos 1922 de Başkumandanlık Meydan Savaşını kazanıp, Yunanı denize dökmese idi; bizler bugünkü şartlarda yaşayabilecek miydik?

Bir ulusun doğduğu, vatanın düşmanlardan temizlendiği, düşmanlarının denize döküldüğü bu günü kutlamamak akla ve mantığa sığacak bir şey değildir!

Mustafa Kemal Atatürk’ün Allah'ın sevgili kulu olarak Türk Milletinin başına geçip, hem Türklüğü ve hem de İslami yeti kurtardığını, ülkeyi başarılı bir şekilde yönettiğini, ekonomik kalkınma sağladığını, bizim kaynaklarımızdan okuyarak anlayamıyorsanız, size burada bir büyük elçinin yazdıklarını yayınlayacam. 

Okuyun ve Atatürk’e dil uzatmaktan vaz geçin!...

Atatürk bu milletin kırmızı çizgisidir.

İster beğen, ister beğenme, ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu ilk Cumhurbaşkanımız olan Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatamaz, hakaret edemezsiniz.

Bu Türklüğe, vatan sevgisine, Bayrak sevgisine, insanlığa ve Müslümanlığa sığmaz.

Sizlerin hakaretleri, aşağılamaları ne Mustafa Kemal Atatürk’ü küçültür, ne de bu ulusun Atatürk sevgisi yok olur.

Türk kimliğini taşıyanlar, bu kimliği sizlere veren Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Dünya devletleri Türkiye Cumhuriyetini tanıyorsa, bu tanıma Atatürk sayesinde olmuştur.

Sizler cebinizde TC. Pasaportu taşıyorsanız, o pasaport Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti devleti sayesinde verilmiştir.

Devletin Tüm resmi Kadrolarında görev alanlar, özel ve tüzel kurumlarda, şirketlerde,  vakıflarda, derneklerde vs. çalışanlar, bu imkanı size Mustafa Kemal Atatürk sağladı. 

Hala mı inkar  ediyorsun?

Şimdi aşağıdaki yazıyı dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.

İngiltere Büyükelçiliği Ankara,

25 Kasım 1938

Aziz Lordum,

1. Size Mösyö Kemal Atatürk'ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.

2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk'ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk'ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım.

Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır.

Ancak bunların çok azı, Atatürk'ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.

3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim.

Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerin kine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur.

Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır.

Galiba onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konuyla ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi.

Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.

4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine'deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.

5. Atatürk'ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir.

Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.

6. Sanırım bunu temelde "çift karakterlilik" olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong 'un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır.

Bu tesbiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum.

Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum.

Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip -bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir-

on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır.

Gerisi ayrıntıdan ibarettir;

sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.

7. Atatürk'ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok.

Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden

önemli bir sayfa olarak yer almıştır.

Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum:

Bu da, Atatürk'ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi 

8. Atatürk'ün bütün kişiliğinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır.

İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır.

Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemiyle bağdaşmamaktadır.

Zira bir iki sene içinde çok eşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur.

(Kimi zaman toplum içinde de olsa) Özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır.

Sadece birkaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir;

sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.

9. Atatürk, Batı'da "yes-men" ve uzun süredir Türkiye'de "evet efendimci" olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu.

Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu.

Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü.

Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı.

Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa görevlerini yerine getiremedikleri kanısına varıyordu.

10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak.

Bunun yanlış olacağı kanısındayım.

Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi.

Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum.

Ancak Hitler ve Mussolini'nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi.*

Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve bütün devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz.

Doğru ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu.

Olayların gidişi, Atatürk'ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir.

Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil.

Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik,

başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.

 Atatürk'ten sonraki Cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse evet başarılı olmuştur.

11. Atatürk'ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı;

küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı.

12. Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti;

işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi.

Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı.

Türkiye'nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet'in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı

Imparatorluğu'nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur.

Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.

13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti.

Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı.

O, Türk Milleti'ne hizmet ederken öldü.

Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.

İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır 

Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.

*Percy Loraine*

ŞİMDİ 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZI KUTLAR, GELECEK NESİLLERİN LAİK, DEMOKRAT TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SAHİP ÇIKMASINI DİLERİM.

29.08.2021

Zekeriya TÜMER

ulusalhaber1881@gmail.com


31 Temmuz 2021 Cumartesi

VATAN HAİNLERİ İŞ BAŞINDA

TÜMER DİYOR Kİ:

DİKKAT DİKKAT DİKKAT

VATAN HAİNLERİ İŞ BAŞINDA

 

Sevgili okurlar:

Aniden başlayan yangınlar, ülkemizin kalbine hançeri soktu.

Bu yangınlar sıcaktan değil, özel planlanmış ve ülkeyi yakmaya, yıkmaya çalışanlar tarafından tezgahlanmış yangınlar olabileceği şüphesi gün be gün artmaktadır. 

Doğaya zarar veren, Ağaçlara, orada yaşayan canlılara, masum insanların malına, mülküne zarar verenler insan olamazlar. 

Sosyal medya’da çok tehlikeli tahrik mesajları ve yayınları yapılıyor.

Korona, morona derken, daha büyük tehlike yangınla başladı. 

Fazla bir şey yazmama gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez.

Bizleri bölmeye, parçalamaya, yok etmeye çalışan iç ve dış düşmanlarımızın yıllardır devam ettiği çalışmaları bilmekteyiz. 

1980 den önce de yaşadık biz bu olayları.

Aman, aman, bu ülkede yaşayan tüm insanlarımız.

Değişik din ve mezhepte olan, değişik inanç sahibi olan insanlarımız.

Değişik Etnik kökende olanlar.

Değişik Partilerde olan ayrı ayrı siyasi görüş ve düşüncede olanlar.

Fikren, zikren, düşünce ve mantık olarak ayrı ayrı kategoride olanlar.

Değişik özel ve tüzel yerlerde çalışanlar, görev alanlar.

Velhasıl, doğumuz, batımız, güneyimiz, kuzeyimiz.

Akdeniz bölgesinde, Karadeniz Bölgesinde, Doğu’da, Güney Doğuda, Batıda, Ege’de, Trakya’da yaşayan tüm vatandaşlarımız.

Vatanımıza, bayrağımıza, dinimize, dilimize, sahip çıkmanın vakti geldi.

Birlik olalım. Tahriklere kapılmayalım.

Vatan hainlerine imkan yaratmayalım. 

Fırsat vermeyelim. 

Devletimize, polisimize, askerimize, jandarmamıza, güvenlik güçlerimize desteğimizi verelim.

En ufak şüpheli olayı hemen devletimiz yetkililerine bildirelim.

Sosyal medya’da tahrik vari haberleri ve bilgileri paylaşmayalım.

Kurtlar puslu havayı sever.

Vatan hainleri de provokasyonları sever.

Şu an da provakatif hainler iş başındalar.

Her kim ki provakatif söylem ve eylemlerde bulunuyorsa, onlara sertçe cevaplarınızı verin ve asla hiçbir surette inanmayın ve derhal yetkililere şikayetlerinizi yapın.

MEVZU BAHİS VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR.

VATAN SEVGİSİ, RUHLARI KURTARAN EN KUVVETLİ RÜZGARDIR.”M.K.Atatürk

BU VATAN BİZİM, BAŞKA GİDECEK TOPRAĞIMIZ YOK.

ALLAH VATANIMIZA ZARAR VERMEYE ÇALIŞANLARI KAHRETSİN.

 

Zekeriya TÜMER

31.07.2021

Ulusalhaber1881@gmail.com.

 

27 Temmuz 2021 Salı

Bilimin açıklayamadığı kuvvetli güç sevgidir.

 TÜMER DİYOR Kİ:

SEVGİ IŞIKTIR-SEVGİ YER ÇEKİMİDİR-

SEVGİ KUVVETTİR.

SEVGİ TANRIDIR, TANRI SEVGİDİR.

SEVGİ İÇİN YAŞARIZ VE ÖLÜRÜZ. 

20.Yüzyılın büyük dehalarından olan ALBERT EİNSTEİN (14 Mart 1879-16 Nisan 1955)

Kızı Lieserl'e bıraktığı mektuplarından birinde şöyle yazmaktadır:

"...Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor. Evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı."

EİNSTEİN bilimin bile tespit edip açıklayamadığı bir gücün varlığından bahsediyor. Bu gücün evrendeki her canlı ve cansızın arkasında olduğunu söylüyor. 

BU GÜÇ NEDİR?

*Bu evrensel güç SEVGİDİR.* diyerek EİNSTEİN, sevginin olağanüstü bir güç kaynağı olduğunu belirtiyor. EİNSTEİN devamla.

"Bilim insanları, evren için birleşik bir kuram ararken, görülmeyen en kuvvetli evrensel gücü unuttular.

*SEVGİ IŞIKTIR, ONU ALIP VERENLERİ AYDINLATAN*

*SEVGİ KUVVETTİR, ÇÜNKÜ BİZDEKİ EN İYİYİ ÇOĞALTIR VE İNSANLIĞIN KÖR BENCİLLİKLERİNDE TÜKENMEMESİNE İZİN VERİR.*

*SEVGİ İÇİN YAŞARIZ VE ÖLÜRÜZ.*

*SEVGİ TANRIDIR VE TANRI SEVGİDİR.*

Bu güç her şeyi açıklar ve yaşama anlam katar. Bu bizim için çok uzun süredir göz ardı ettiğimiz bir çelişkidir.

Çünkü belki insanın evrende kendi özgür iradesiyle kullanamayacağı tek enerji olduğu için sevgiden korkuyoruz." demiştir EİNSTEİN.

(SENİ SEVİYORUM) kelimesinin çok büyük bir enerji yükü ile karşısındakini etkilediği de bilinmektedir. 

Evet sevgili okurlar: 

Sevgisiz bir yaşam düşünülemez. 

Evren yaratılırken, TANRI (ALLAH) evreni sevgi ile yaratmıştır. Sevgi ile yaratılmasa idi, Evren bu evrendeki dünyamız bu kadar uyumlu ve güzel olabilir miydi?

Sevgi'de büyük bir enerji gücü vardır. Bunu bilim tanımlayamamıştır.  Nasıl ki Ruhun ne olduğu henüz tam olarak bilinemiyorsa da Sevgi'nin de tanımı tam olarak yapılamamaktadır. 

Çünkü bilim, somut deliller ve bilimsel kanıtlar ister. 

Halbuki sevgi de bilimsel kanıt vardır. Elle tutamazsın, gözle göremezsin, ama içindeki duyguyu hissedersin. 

Ancak, sevgi'de büyük bir enerji gücünün olduğu ve seven insanların, sevgi uğruna her şeyi yapabildikleri de kanıtlanmıştır. 

Rüzgarı elle tutabiliyor muyuz? Görebiliyor muyuz? Hayır. 

Ama rüzgarın serinliğini hissedebiliyoruz. Kuvvetli estiğinde, gücünü de fark edebiliyoruz. 

Fırtına, kasırga, tayfun, tsunami çıktığında o güçün neleri yaptığına insanoğlu şahit olabiliyor. 

Sevgide, fırtınaya, kasırgaya, tayfuna, hortuma, tsunamiye  dönüştüğünde, seven insanın neleri feda ettiğini görebiliriz ve şahit olabiliriz. 

Sevgi öyle bir güçtür ki, sevginin enerjisini vahşi hayvanlara uyarladığında, o vahşi yaratıkların uysallaştığını ve sana sevgi ile yaklaştığını da görebilirsin. 

Doğayı, insanları, hayvanları sevmeyen insan kötülük yapabilir. Seven insan ise kötülük yapamaz.

Seven insan sevgiyi yüreğinde hisseder. 

Yürek ay gibidir, vakti gelince tutulur. Bunu da kimse engelleyemez. 

Seven insan yüreğinin sesini dinler. Aklının ve mantığının sesi kaybolur. 

Sevgi doğanın ikinci güneşidir. 

Sevdiğin şey uğruna canını bile feda edebilirsin. 

İki kişi birbirini seviyorsa, içlerindeki en büyük korku, birbirlerini kaybetmek korkusudur. 

Ayrılıklar küçük sevgileri öldürür, ama büyük sevgileri güçlendirir. 

En çok sevdiğin insana herkesten çok kızarsın. 

Gönül almayanı bilmeyene de ömür emanet edilemez. 

Bu çok güçlü duyguyu yüreğinde, içinde,  benliğinde hisseden kimseyi bundan vazgeçirebilmek mümkün müdür? 

Değildir. 

Kimse vaz geçiremez. 

Seven insana ne kadar baskı yaparsan yap, içindeki ateşi söndüremez sin. O ateş ömür boyu, ölünceye kadar kor alev gibi içini yakar. 

Hayır, hiç bir güç bunu yok edemez. 

O halde, neden sevginin gücünü bir türlü idrak edemiyoruz?

Her sevginin kendisine has özelliği vardır. 

Evinize bakmak için aldığınız kediyi,köpeği, kuşu, balığı da seversin. 

Evindeki çiçekleri, eşyayı da seversin. 

Bahçendeki meyve ağaçlarını da seversin. 

Güneşi, ayı, yıldızları, ormanı, dağları, yazı kışı, ilkbaharı, sonbaharı da seversin. 

İnançlarına göre, Tanrıyı, (ALLAH'I) Peygamberleri, erenleri, evliyaları da seversin. 

Anneni, babanı, kardeşini, akrabalarını, arkadaşlarını da seversin. 

Çocuklarını ayrı bir duygu ile seversin. 

Anne ve babanın çocuklarına karşı duydukları sevgi de çok derin bir sevgidir. 

Bu sevgiyi hemen hemen tüm canlılarda görebilirsin. 

Bir tavuğun yavruları için Kartala kafa tuttuğuna şahit olabilirsin. 

Bir Geyiğin bile, yavruları için Aslana karşı koyduğunu görebilirsin. 

Yavrusu için canını feda eden anne ve babaya şahit olabilirsin. 

Vatan sevgisi çok yüce bir sevgidir. Vatanı uğruna gözünü kırpmadan düşmana karşı savaşa gider ve gözünü kırpmadan şehitlik mertebesine erişirsin. 

Sevdiğin ne olursa olsun, kim olursa olsun, onun kılına zarar gelmemesi için çırpınırsın. Onu korur ve kollarsın. 

Sevdiğin şeye zarar verildiğinde çok üzülürsün. Ağlarsın, yüreğin sızlar. Kaybettiğinde acısı ömür boyu içini sızlatır. Anılarını unutmazsın, devamlı iç dünyanda yaşatırsın. 

Sevgide evrensel bir enerji vardır. Bunu öğrendiğimiz zaman, sevginin her zorluğa, engele karşı gelebileceğini, her şeyin ötesine geçebileceğini anlayabileceğiz. 

Çünkü sevgi hayatın en özlü kısmıdır. Mutluluğun, huzurun anahtarıdır. 

Sevgiyi yok edersen, sevmekten vazgeçersen. yaşamının bir anlamı kalmaz.

Ancak, sevginin gücü çok büyüktür. Yüreğinin içerisinde, tüm benliğinde hissettiğin sevgiyi yok edebilmekte mümkün değildir. 

Sevdiğin insanla bir anlaşmazlığa düştüğünde, sorunları duygularınla değil, aklın ve mantığınla, sevdiğin şeye zarar vermeden çözmeye çalışmak en akılcı yol olmalıdır. 

Ön yargılı olmak son derece sakıncalıdır. 

Kimse kimsenin hayatına ipotek koyamaz. 

Yaşanacak yaşanır ve herkes kendi hayatından sorumludur. 

ALLAH TÜM İNSANLARI SEVGİDEN MAHRUM ETMESİN. 

26.07.2021

ZEKERİYA TÜMER

ulusalhaber1881@gmail.com