Zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ağustos 2022 Pazar

Gerçek Zafer Bayramı 30 Ağustos'ta kutlanmalı

 TÜMER DİYOR Kİ:

GERÇEK ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
Sevgili okurlar; 
Salı  günü 100.cü yılını kutlayacağımız 30 Ağustos Zafer Bayramı Türk Milletinin en güzel bayramı olarak kutlanmalı. 
Bütün evlerin camları, balkonları, sokak direkleri bayraklarla donatılmalı.
Halk coşku ve sevinçle bu bayramı kutlamalı. 
İç ve dış düşmanlarımıza karşı, Türk milletinin birlik ve beraberlik içerisinde olduğunu, ülkemizi kimsenin işgal edemeyeceğini, bölünüp parçalanmayacağımızı bir kere daha 30 Ağustos Zafer Bayramında göstermeliyiz.
Neden mi?
Nedeni açık ve seçik belli değil mi?
1.Dünya savaşı sonunda koskoca denen Osmanlı İmparatorluğu çöktü, yok oldu. Osmanlının elinde kalan son topraklar da düşman devletler tarafından işgal edildi.
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür ve bağımsız olarak yaşama hakkımız son buluyordu.
Birinci Dünya savaşı imzalanan Mondros Mütarekesi ile son bulduğunda (30 Ekim 1918), mütareke imzalanmadan önce Osmanlı padişahlarından olan 5.Mehmet ölmüş, yerine 6.Mehmet (Vahdettin) geçmişti. (4Temmuz 1918) Mütarekeden sonra İttihat ve Terakki partisinin ileri gelenleri ülkeden kaçtılar. İtilaf devletleri İstanbul’a girdi.
Şimdi ülkenin durumuna bakalım:  
Osmanlı İmparatorluğu ne duruma düşmüş. Osmanlı’nın elinde kalan tek Anadolu kimler tarafından işgal edilmiş. İtilaf devletleri İstanbul’da.  İstanbul işgal altında. Düşman çizmeleri yolları çiğniyor. Düşman gemileri boğaza ve limanlara yerleşmiş.
19 Nisan 1919 Kars’ı Ermeniler işgal etmiş. 20 Nisan 1919, Ardahan’a Gürcüler yerleşmiş. 20 Nisan 1919, Antalya’ya İtalyanlar girmiş. 24 Nisan 1919; Yunanlılar İzmir’e çıkmış. 15 Mayıs 1919; Urfa, Antep, Maraş ve Adana ise Fransızlar tarafından işgal edilmişti.
Şaşkın Osmanlı Hükümeti bu durumda ne yapmayı planlıyordu? Planı düşmanlarla işbirliği yapıp, ya İngiliz, ya da Amerika mandası olmanın peşinde idiler.
Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi.
Hele ki, Türk milletinin öz be öz bir evladı vardı. Çocukluğundan beri, Osmanlı’nın yıkılışına tahammül edemeyen, yanlışlıkları görebilen, ileride bu ülkeyi ben kurtaracağım diye planlar yapan, Çanakkale kahramanı asker, Mustafa Kemal ülkesinin düşmanlar tarafından işgal edilmesini kabul etmesi mümkün olmayan yiğit bir kumandandı.
İşte bu kumandan 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Anadolu halkı ile kucaklaştı. Onlara önder oldu. Güç verdi, şevk verdi Kurtuluş savaşını başlattı.
30 Ağustos 1922 tarihi Zafer destanının yazıldığı gündür. Türk milletini esir almak isteyen, ülkesini işgal ederek Türk milletini yok etmeye çalışan emperyalistlere karşı, kadınıyla, çocuğuyla, genci, ihtiyarı ve ordusu ile birlikte verdiği, bağımsızlığını, onurunu, şerefini kurtardığı gündür.
26 Ağustos 1922 de başlayıp 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in Başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni kutlamak herkesin hakkı olmalıdır. Bu bayram her şeye bedeldir. Çok ama çok görkemli bir şekilde kutlanmalıdır.
Büyük taarruz’un başarıyla sonuçlanmasından sonra da Yunan orduları 9 Eylül 1922’de İzmir’den denize döküldü ve İzmir’de Yunan işgalinden kurtarılarak, ülke düşmandan temizlendi.
Osmanlı’yı çökerterek, yok ederek, Türk milletinden yüzyılların intikamını almak isteyen emperyalistlere verilen son derstir 30 Ağustos Zafer Bayramı.
Şunu da hiçbir zaman unutmamalıyız. Eğer, 30 Ağustos Zafer ile sonuçlanmasa idi, bugün ne minarelerimizde Ezan sesi duyabilirdik, ne de Türk Bayrağımız Gökyüzünde dalgalana bilirdi. Belki Türk Milleti tamamen yok olmazdı! Ancak, Anadolu’nun küçük bir yerinde, özgürlüğünden yoksun, başkalarının kölesi olarak yaşardı. 
Bu nu da hiçbir zaman unutmayalım.
Hain düşmanların, haksızca ve alçakça işgallerine “dur” diyen ve vatan evlatlarının, genç, yaşlı, kadını, kızanı, çocuklarıyla mücadele eden, kanlarıyla sulanan Anadolu toprakları üzerinde yaşayan bizler 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamayacak mıyız?
Elbette bütün ihtişamı ile kutlayarak, tüm dünyaya birlik ve beraberlik içerisinde olduğumuzu, ülkemizi ne olursa olsun, kimsenin işgal etmesine, bölüp parçalanmasına müsaade etmeyeceğimizi, LAİK VE DEMOKRAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN SONSUZA KADAR devam etmesi için mücadele edeceğimizi, Bayrağımızın Gönderden indirilemeyeceğini, Minarelerimizden Ezan seslerinin susturulamayacağını, tüm dünyaya ispat etmeliyiz.
TÜM ULUSUMUZUN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINI KUTLAR, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SONSUZA KADAR YAŞAMASINI DİLERİM.
28.08.2022
Zekeriya Tümer

29 Ağustos 2021 Pazar

Zafer Bayamı kutlu olsun.


TÜMER DİYOR Kİ:

 

TARİH YAZILAN DESTANLARI UNUTMAZ

 

30 Ağustos bir kahramanlık destanıdır.

Yok olan bir ulusun, şahlanarak yeniden doğuşudur.

Ümmet olan halkın, millet oluşudur.

Bağımsızlığın, hürriyetin, hukukun, insanlığın temelidir.

İşgal altındaki Anadolu 30 Ağustos 1922 de Başkumandanlık Meydan Savaşını kazanıp, Yunanı denize dökmese idi; bizler bugünkü şartlarda yaşayabilecek miydik?

Bir ulusun doğduğu, vatanın düşmanlardan temizlendiği, düşmanlarının denize döküldüğü bu günü kutlamamak akla ve mantığa sığacak bir şey değildir!

Mustafa Kemal Atatürk’ün Allah'ın sevgili kulu olarak Türk Milletinin başına geçip, hem Türklüğü ve hem de İslami yeti kurtardığını, ülkeyi başarılı bir şekilde yönettiğini, ekonomik kalkınma sağladığını, bizim kaynaklarımızdan okuyarak anlayamıyorsanız, size burada bir büyük elçinin yazdıklarını yayınlayacam. 

Okuyun ve Atatürk’e dil uzatmaktan vaz geçin!...

Atatürk bu milletin kırmızı çizgisidir.

İster beğen, ister beğenme, ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu ilk Cumhurbaşkanımız olan Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatamaz, hakaret edemezsiniz.

Bu Türklüğe, vatan sevgisine, Bayrak sevgisine, insanlığa ve Müslümanlığa sığmaz.

Sizlerin hakaretleri, aşağılamaları ne Mustafa Kemal Atatürk’ü küçültür, ne de bu ulusun Atatürk sevgisi yok olur.

Türk kimliğini taşıyanlar, bu kimliği sizlere veren Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Dünya devletleri Türkiye Cumhuriyetini tanıyorsa, bu tanıma Atatürk sayesinde olmuştur.

Sizler cebinizde TC. Pasaportu taşıyorsanız, o pasaport Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti devleti sayesinde verilmiştir.

Devletin Tüm resmi Kadrolarında görev alanlar, özel ve tüzel kurumlarda, şirketlerde,  vakıflarda, derneklerde vs. çalışanlar, bu imkanı size Mustafa Kemal Atatürk sağladı. 

Hala mı inkar  ediyorsun?

Şimdi aşağıdaki yazıyı dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.

İngiltere Büyükelçiliği Ankara,

25 Kasım 1938

Aziz Lordum,

1. Size Mösyö Kemal Atatürk'ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.

2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk'ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk'ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım.

Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır.

Ancak bunların çok azı, Atatürk'ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.

3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim.

Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerin kine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur.

Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır.

Galiba onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konuyla ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi.

Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.

4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine'deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.

5. Atatürk'ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir.

Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.

6. Sanırım bunu temelde "çift karakterlilik" olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong 'un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır.

Bu tesbiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum.

Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum.

Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip -bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir-

on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır.

Gerisi ayrıntıdan ibarettir;

sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.

7. Atatürk'ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok.

Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden

önemli bir sayfa olarak yer almıştır.

Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum:

Bu da, Atatürk'ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi 

8. Atatürk'ün bütün kişiliğinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır.

İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır.

Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemiyle bağdaşmamaktadır.

Zira bir iki sene içinde çok eşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur.

(Kimi zaman toplum içinde de olsa) Özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır.

Sadece birkaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir;

sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.

9. Atatürk, Batı'da "yes-men" ve uzun süredir Türkiye'de "evet efendimci" olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu.

Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu.

Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü.

Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı.

Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa görevlerini yerine getiremedikleri kanısına varıyordu.

10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak.

Bunun yanlış olacağı kanısındayım.

Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi.

Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum.

Ancak Hitler ve Mussolini'nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi.*

Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve bütün devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz.

Doğru ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu.

Olayların gidişi, Atatürk'ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir.

Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil.

Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik,

başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.

 Atatürk'ten sonraki Cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse evet başarılı olmuştur.

11. Atatürk'ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı;

küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı.

12. Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti;

işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi.

Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı.

Türkiye'nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet'in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı

Imparatorluğu'nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur.

Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.

13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti.

Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı.

O, Türk Milleti'ne hizmet ederken öldü.

Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.

İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır 

Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.

*Percy Loraine*

ŞİMDİ 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZI KUTLAR, GELECEK NESİLLERİN LAİK, DEMOKRAT TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SAHİP ÇIKMASINI DİLERİM.

29.08.2021

Zekeriya TÜMER

ulusalhaber1881@gmail.com