TÜMER DİYOR Kİ:
TARİH YAZILAN DESTANLARI UNUTMAZ
30 Ağustos bir kahramanlık destanıdır.
Yok olan bir ulusun, şahlanarak yeniden doğuşudur.
Ümmet olan halkın, millet oluşudur.
Bağımsızlığın, hürriyetin, hukukun, insanlığın temelidir.
İşgal altındaki Anadolu 30 Ağustos 1922 de Başkumandanlık
Meydan Savaşını kazanıp, Yunanı denize dökmese idi; bizler bugünkü şartlarda
yaşayabilecek miydik?
Bir ulusun doğduğu, vatanın düşmanlardan temizlendiği,
düşmanlarının denize döküldüğü bu günü kutlamamak akla ve mantığa sığacak bir
şey değildir!
Mustafa Kemal Atatürk’ün Allah'ın sevgili kulu olarak Türk
Milletinin başına geçip, hem Türklüğü ve hem de İslami yeti kurtardığını,
ülkeyi başarılı bir şekilde yönettiğini, ekonomik kalkınma sağladığını, bizim
kaynaklarımızdan okuyarak anlayamıyorsanız, size burada bir büyük elçinin
yazdıklarını yayınlayacam.
Okuyun ve Atatürk’e dil uzatmaktan vaz geçin!...
Atatürk bu milletin kırmızı çizgisidir.
İster beğen, ister beğenme, ancak, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin kurucusu ilk Cumhurbaşkanımız olan Mustafa Kemal Atatürk’e dil
uzatamaz, hakaret edemezsiniz.
Bu Türklüğe, vatan sevgisine, Bayrak sevgisine, insanlığa ve Müslümanlığa
sığmaz.
Sizlerin hakaretleri, aşağılamaları ne Mustafa Kemal
Atatürk’ü küçültür, ne de bu ulusun Atatürk sevgisi yok olur.
Türk kimliğini taşıyanlar, bu kimliği sizlere veren
Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Dünya devletleri Türkiye Cumhuriyetini tanıyorsa, bu
tanıma Atatürk sayesinde olmuştur.
Sizler cebinizde TC. Pasaportu taşıyorsanız, o pasaport
Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti devleti sayesinde verilmiştir.
Devletin Tüm resmi Kadrolarında görev alanlar, özel ve tüzel kurumlarda, şirketlerde, vakıflarda, derneklerde vs. çalışanlar, bu imkanı size Mustafa Kemal Atatürk sağladı.
Hala mı inkar ediyorsun?
Şimdi aşağıdaki yazıyı dikkatlice okumanızı tavsiye
ederim.
İngiltere Büyükelçiliği Ankara,
25 Kasım 1938
Aziz Lordum,
1. Size Mösyö Kemal Atatürk'ün ölümünü bildiren 194
sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.
2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı
tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk'ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi
sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk'ün yaptığı işleri övmekten
çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye
çalışacağım.
Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma
hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır.
Ancak bunların çok azı, Atatürk'ün gerçek kimliğini
öğrenmeden hazırlanacaktır ki onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz
yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.
3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı
bir konuma sahiptim.
Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir
karşılaşmış olsam da bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerin kine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur.
Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren
Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme
fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında
ilgi ve dikkati asla azalmamıştır.
Galiba onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli
yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki
fikirlerine ya da o konuyla ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu
tavrıma direnmezdi.
Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara
gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.
4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel
görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu
gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine'deki bazı
Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.
5. Atatürk'ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet
olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir.
Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi,
neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.
6. Sanırım bunu temelde "çift karakterlilik"
olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong
'un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı
bir enerjiye sahip ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem
vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan
bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır.
Bu tesbiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de
zor olmayacaktır ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını
tamamıyla yanıltıcı buluyorum.
Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı
karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum.
Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu
çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi
laik kılarak değil yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir
ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı
için çok sayıda kuvveti harekete geçirip -bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı
görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir-
on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey
yapmıştır.
Gerisi ayrıntıdan ibarettir;
sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir
tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.
7. Atatürk'ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek
yok.
Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde
şimdiden
önemli bir sayfa olarak yer almıştır.
Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek
istiyorum:
Bu da, Atatürk'ün doğuştan gelen, belki de farkında
olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan
ayırma yeteneğiydi
8. Atatürk'ün bütün kişiliğinde veya en azından mevcut
şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır.
İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi
bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır.
Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan
zevklere karşın toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı
savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemiyle bağdaşmamaktadır.
Zira bir iki sene içinde çok eşliliği yasal olarak ortadan
kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal
mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur.
(Kimi zaman toplum içinde de olsa) Özel hayatını
tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü
tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır.
Sadece birkaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli
hissetmenizi sağlayabilir;
sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu
kadar rahatsız hissettirebilir.
9. Atatürk, Batı'da "yes-men" ve uzun süredir
Türkiye'de "evet efendimci" olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu
tür insanları aşağılıyordu.
Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu.
Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri
hor görürdü.
Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş
bakmazdı.
Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor,
onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa
görevlerini yerine getiremedikleri kanısına varıyordu.
10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör
olarak aktarılacak.
Bunun yanlış olacağı kanısındayım.
Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi ancak
gerçek bir diktatör değildi.
Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör
kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum.
Ancak Hitler ve Mussolini'nin tersine, devlette idari
veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir
yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip
değildi.*
Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve
bütün devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar
edebilirsiniz.
Doğru ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının
hakimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu.
Olayların gidişi, Atatürk'ün görüş açısının doğruluğunu,
verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir.
Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle
bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil.
Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi
diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik,
başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini
yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.
Atatürk'ten sonraki Cumhurbaşkanı seçiminin sessizce
hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse evet
başarılı olmuştur.
11. Atatürk'ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı;
küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün
bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen
bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin
bir başka parçasıydı.
12. Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir
kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti;
işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan
nefret ederdi.
Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde
koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı.
Türkiye'nin kaderini elleri arasına aldığından beri,
Kemalist Cumhuriyet'in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı
Imparatorluğu'nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir
komşusu dahi yoktur.
Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen
çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha
geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.
13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri
korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti.
Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış
olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı.
O, Türk Milleti'ne hizmet ederken öldü.
Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.
İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca
yaşama yolunu vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip
çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır
Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en
mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.
*Percy Loraine*
ŞİMDİ 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZI KUTLAR, GELECEK
NESİLLERİN LAİK, DEMOKRAT TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SAHİP ÇIKMASINI DİLERİM.
29.08.2021
Zekeriya TÜMER
ulusalhaber1881@gmail.com