27 Aralık 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: Yeni Yılı, nasıl kutlamalıdır?...

Yeni yılı nasıl kutlayacağız?..
Sevgili okurlar, 2014 yılını geride bırakıp 2015 yılına girerken, tüm dünya zevk içinde eğlenerek, sanki çok büyük başarılar elde edilmişçesine,
Coşkunluk içerisinde kutlamalar yaparlar.
Hele ki saat gecenin tam 12 sini vurduğunda, coşku son noktadadır. Bağırılır, çağırılır ve olağanüstü bir mutluluk sergilenmek ister.
Sokaklarda herkes birbirine sarılır, evlerde ise el öpmeler, kucaklaşmalar ve öpüşmeler başlar.
Herkes imkânları dâhilinde birbirlerine hediyeler alır ve verirler.
Ne oluyor, neden böyle yapılıyor. 
Çoğu kişi de bunu bilmez.
İçlerinde eski ve kötü günler geride kaldı, yeni yıl ile daha rahat, mutlu, huzurlu bir yaşam bizi bekliyor ümidi vardır.
Affedersiniz ama nah bekliyor sizi yeni yılda huzur ve mutluluk.
Bugüne kadar yakalayabildiniz mi? Veya kaçınız yakaladı.
Her yeni gün eskisini aratır oldu.
Yaşlandığınızın da farkında değilsiniz herhalde.
Bir yaş daha ileri gittiniz. Ömrünüz tükeniyor, siz eğlenme peşindesiniz.
En önemlisi de ülkemizin içerisinde bulunduğu durum.
Dünya’ya baktığımızda içler açıcı bir durumda göremiyoruz.
Afrika’da insanlar açlıktan ölüyor, emperyalist güçler batan ekonomilerini güçlendirmek için güçsüz devletlere saldırıyor, dünyayı kendilerine göre şekillendirmeye çalışırken,
Hangi mutluluğu ve huzuru yakalayacaksın.
İşte Ortadoğu’nun durumu
Ortadoğu da kan ve göz yaşı hiç dinmedi dinmeye de niyeti yok.
Müslümanlar mı mutlu, yoksa Hıristiyanlar mı mutlu.
Kim mutlu bu dünyada? 
Hangi aile eskisi gibi zevk alıyor yeni yılın girişini kutlayarak.
Gençler kendi arkadaşları ile kutlamaları yaparken, yaşlı ana ve babalar bir kenarda hüzünle televizyon izlemekteler.
El öpmeler, kucaklaşmalar da eskisi gibi içten olmayacak.
Teknoloji gelişti ya, al eline telefonu, at bir mesaj.
Sevgili arkadaşım yeni yılını kutlarım. Anne veya baba yeni yılın kutlu olsun. At mesajı olsun bitsin.
Bir şeyi kutlarken zevk almak gerek.
Geleceğinden çok ümitli olan kaç kişi var.
Ümit ümit hep ümit, gıdamız oldu simit.
Yeni yılda bekleriz yuvamıza kiremit.
Elbette, yeni yıla girmenin zevkini tadanlar da var.
 Olmaz mı; hem de çok var.
Milletin anasını becerenler, devleti soyanlar, milletin hakkını gasp edenler,
Yetimin, yoksulun hakkını yiyenler, milleti sattıkları mallarla kazıklayanlar, dolandıranlar.
 Bunlar yeni yılı kutlamasın da biz mi kutlayalım.
Onlarda para çoook. Şampanyalar, rakılar, envai türlü mezeler o gece su gibi akacak, ye babam ye, tıka basa ye, çatlayana kadar ye.
Yenecek ve çoğu kişi evinin yolunu şaşıracak.
 Oh be diyecekler, eski yılda da iyi kazandım, şimdi yeni yılda milletin anasını belleme zamanı geldi, diye onlar zevk almayacak ta biz mi zevk alacağız.
Zavallı emniyet güçlerine yeni yıl kutlaması yasak. Sanki onların aileleri yok. Çoluk çocukları yok.
Baba görevde. Neden, sapıtan ve yanlışlık yapan, içip içip yolunu şaşıran, kaza yapan, bugünü fırsat bilen dolandırıcılar ve hırsızlara göz açtırmamak, masum vatandaşı korumak
Ve kollamak amacıyla, yeni yılı kutlayamazlar.
Ne yapalım, adet böyle.
İsa 25 Aralıkta doğmuş. Hıristiyanlar bu takvime göre İsa’nın doğum gününü kutlamak istemişler.
Bu adet diğer toplumlara da yansımış, Müslümanlar da İsa’nın doğum gününü değil, yeni yıla girmeyi 31 aralık gecesini 1 0cağa bağlayan günü kutlamaya başlamışlar.
Eh çok görmemek gerek.
Hiç olmazsa yılda bir gün insanlar yılbaşı bahanesi ile eğlensinler.
Bunu da çok görmeyelim.
Gene de biz yeni yılınızı kutlayalım.
İnşallah Allahın izni ve bizi yönetenlerin dürüstçe kanuna uygun idareleri ile ekonomik kalkınma sağlanır.
Adaletli yönetimler, hak ve hukuka saygı, işsizliğin yok olması, Demokrasiye ve Cumhuriyete bağımlı,
Bölünmeden, çözülmeden, kardeşçe, barış içerisinde kalkınan ve huzur içerisinde yaşayan bir ülke oluruz 2015 yılında.
Yeni yılınız kutlu yaşamınız mutlu olsun.

20 Aralık 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: Kuvay-ı Milliye ruhu canlanıyor., (Zekeriya TÜMER)

TÜMER DİYOR Kİ:
Kuvay-ı Milliye ruhu canlanıyor
Son günlerde AKP’nin uyguladığı politika ve maalesef yandaşlarının tutum ve davranışları, karşı tepkileri arttırmakta.
İstiklal harbindeki Kuvay-ı Milliye ruhu canlanmaya başladı.
Sosyal medyadan izlediğim kadarıyla, bilhassa Türk kadınları Atatürk’e, Türk Bayrağına ve vatana olan sevgilerini tüm güçleri ile paylaşmaktalar.
Türk gençleri içlerindeki coşkun vatan, bayrak ve Atatürk sevgisini yaşamak ve yaşatmak için çaba harcamaktalar.
Ya orta yaşlılar ve 70 in üzerindeki ruhu genç olan delikanlılar. Teyzeler, nineler. Gerçekten müthiş bir dayanışma ve birliktelik gözlenmekte.
Üstelik bunların çoğu da partili değil, herhangi bir partinin propagandasını da yapmıyorlar, kimseden şahsi çıkar ve menfaat de temin etmiyorlar.
İçlerinden gelen vatan sevgisi kabardıkça kabarıyor. Haksızlıklara, rüşvete, hırsızlığa, yolsuzluklara ve vatanın bölünme ve parçalanmasına karşı olduklarını sosyal medya kanalıyla duyurmaya çalışıyorlar.
İnegöl’den bir delikanlı feryat ediyor.
Burada AK Partili gençler, Atatürk’ün bütün heykellerini kıracağız diyorlar, amca ben çıldırıyorum, elimden de bir şey gelmiyor, ne yapacağım, diye üzüntüsünü dile getiriyor.
Be heyy gafiller, Atatürk ve silah arkadaşları, hele ki kahraman Türk Kadını ve erkekleri olmasaydı, bugünleri yaşayabilecek miydik?
Atatürk gerçek liderdi. O nu incelemeden, fikirlerini öğrenmeden gaflet ve delalet içerisine düşmeyin.
Bugün Camilerimizde namazı kılabiliyorsak, ezanlar susmuyorsa Atatürk’e ve onun yanında olan ve bu vatan uğruna kanlarını akıtan şehitlerimize borçlu olduğumuzu unutmayın.
Her şey menfaat ve para değildir. Bu dünya kimseye baki kalmamıştır. Öbür tarafa giderken kimse bir şey götürememiştir.
Dininize sahip çıkarken vatanınıza sahip çıkın. Hırsızlığa, yolsuzluğa dur deyin.
 Şöyle bir geçmişinize inin. Çok uzağa değil, İstiklal harbine gidin.
Cepheye mermi götüren Türk Kadını Ayşe Tayyibe hatunun vatan uğruna kucağındaki 8 aylık bebeğinin nasıl şehit olduğunu öğrenin.
Vatan duygusunu analık duygusundan üstün tuttuğunu görün. Hiçbir dünya kadınında bu duygu yoktur. Türk kadını şahlanmasın, kimse durduramaz.
Sadece o mu, mermi ıslanmasın diye 30-40 derece soğukta kendi pazen elbisesi ile giderken, yorganı ve battaniyeyi top mermilerinin üzerine koyan Şerife nineyi hatırlayın.
93 Harbinde Ruslarla mücadele eden Nene Hatun’u,
Kaderin 9 yaşındayken cepheyle tanıştırdığı ve 12 yaşına kadar müthiş kahramanlıklar yaptığı Küçük Nezahatı araştırın.
Erzurumlu kara Fatma’nın kahramanlıklarını duydunuz mu?
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Dervişlerden Ahmet Bey ile evlendiğinde Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı. Eşi Binbaşı Ahmet Bey'in Sarıkamış'ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum'a döndü.
1919'daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. Aldığı talimatla İstanbul'a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir'in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir'e geçerek kurtuluşu için savaştı.
 Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.
Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi.
 Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı. Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı. Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Ancak rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu Mustafa Kemal Paşa “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” diyen kahraman Türk kadınını hatırla.
Gördesli Makbule’yi biliyor musun?
Makbule Hanım daha bir yıllık evli iken eşinin yanında Milli Mücadele'ye katılmıştır. 
15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusunun İzmir'i işgaliyle Batı Anadolu'yu işgale başlaması sonucu 7 Kasım 1921'de kocası Halil Efe ile Türk çetelerine katıldı. Yunan kuvvetleriyle çıkan çatışmalarda bulundu. Yunanlar Sakarya Muharebesi'ni kaybederekAfyon mevzilerine çekildiklerinde, bir taraftan da Halil Efe'nin Gördes-Sındırgı-Akhisar bölgesinde faaliyet gösteren çetesinin saldırıları ile karşılaşıyorlardı. Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak şehit olmuştur.
Adanalı Rahmiye Hanım, 1920 yılında Türkler ile Fransızlar arasında yapılan Kurtuluş Savaşına katılmıştı. Savaşın ilk zamanlarındaki görevleri keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı ve bu görevlerini birçok kahramanlıkla gerçekleştirmiştir. Daha sonra kendi de savaşta çarpışmalara katılmıştır. 
1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada Türk askerlerinde yorgunluk ve korku sebepleriyle bir duraksama olunca, “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” demiş ve askerlerin toparlanmasını sağlamıştır. Aynı muharebede ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit olmuştu.
Daha yüzlerce kadın kahramanımız var.
Siz bu Türk kadınına Atatürk tarafından verilen seçme, seçilme ve erkeklerle eşit olma hakkını ellerinden alabileceğinizi mi sanıyorsunuz.
Ben hiç sanmıyorum. Girin sosyal medyaya, görün; Türk Kadınlarının Atatürk’e, Türk Bayrağına, Dillerine ve Dinlerine, vatanına nasıl sahip çıktıklarını.... 

9 Aralık 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ: YARALILARIM VAR, KAN KAYBEDİYORLAR...

TÜMER DİYOR Kİ:
YARALILARIM VAR, KAN KAYBEDİYORLAR,
AÇILIM MIŞ, KAYBEDİLEN KANLARIN BEDELİNİ KİM NASIL ÖDEYECEK?
Sayın okurlar, hepimizin de yakından takip ettiği ve de bilindiği üzere Terörist olan PKK ile çözüm süreci bahanesi ile pazarlıklar yapılmakta ve ülkemizin bölünme ve parçalanması düşüncesi, bizleri rahatsız etmektedir.
Burada sizlere emekli bir subay olan Hakan Evrensel’in  yazmış olduğu  Güneydoğu öyküleri kitabından bir hakimin anıları ile bölümü aktarmak istiyorum.
Bugün PKK ile pazarlık masasına oturanların da okuması dileğiyle.
İbretle ve dikkatlice okumanızı dilerim.
Türk Subayı Kimdir.
Güneydoğu''nun küçük bir ilçesinde görev yapan hâkim ilçe dışındaki lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:
'Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu.
Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı.'
'En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile veriliyordu. 22.10, beş yüz terörist. Karakol o gün basılmadı.'
'Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin, dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi,  telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı.'
'Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu: 'Yaralılarım var, yaralılarımı alın.' Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. 'Tamam, Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak.'
İlk  yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri, bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı. 'Suat 3, irtibatı kesme. Sakin olun!' Cevapta bir değişiklik olmadı : 'Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!'
'Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü : 'Yaralılarımı alın', 'Sakin olun, geliyoruz.' Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola  düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe artırıyorlardı. Kimsenin, değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı.'
'Bir süre sonra, Suat 3''ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik: 'Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım.'
Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı 'Yaralılarımı alın!' dışında başka bir şey demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya başladı : 'Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?'
'Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : 'Devrem, bölük komutanı nerde?' Hepimiz derin bir 'Oh!' çektik. Telsizden, 'İzinde devrem' yanıtı verildi. Suat 3, artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü: 'Ne olur yaralılarımı alın. Bende  yaralıyım.'
'O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum. 'Ben de yaralıyım' dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun şehit olduğuna ben  de inanmıştım.'
'Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan 'Suat 3, Konuşan Suat, Cevap ver!' çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve on on beş saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir İstiklâl Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkânı durmuştu.'
'Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği İstiklâl Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en güzel İstiklâl Marşı''ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim.'
'Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklâl Marşı''nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise hâlá inanamıyorum.'
Hâkimin anıları burada sona eriyor. İşte benim Türk subayından anladığım budur. Vücudunda yedi mermi olduğu halde makamı ile İstiklâl Marşı söyleyen  adamdır.
YİĞİTLER ÖLMEZ VATAN DA BÖLÜNMEZ
Bu vatan uğruna ne şehit kanları akıtıldı, bunu biliyor musunuz vatanı bölmeye çalışan pislikler.
Doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Zazası, Alevisi, Sünnisi, Tüm Anadolu insanı, birlik oldular, beraber oldular ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılması için canlarını feda ettiler.
Halen uyanmadınız mı?
Bu ülkeyi bölmeye, parçalamaya sen çapulcu sen, senin gücün yeter mi?
Seni kandıranları, senin sırtına basarak para kazananları halen anlayamadın mı?
Şehitler ve Yiğitler ölmez, bu vatan da bölünmez.
Ateş düştüğü yeri yakar.
Elbet yüreklerimiz sızlayacak, elbet genç evladımızın genç yaşında yaşamının baharında pis bir kurşuna hedef olarak şehit olması yakacak yüreklerimizi.
İste sekte isteme sekte gözlerimiz dolacak, içimiz sızlayacak.
Ama şunu bilin ki, sizler hiçbir zaman başarılı olamayacak ve kendi mezarlarınızı kendiniz kazacak, öbür dünyada da ebedi acılar içersinde yaşayacaksınız.
Ey Türk Gençliği,
Ülkemiz hıyanetlere maruz kalsa da. İçte ve dışta düşmanlarımız olsa da.
Gaflet, dalalet ve hıyanet içersinde olanlar bulunsa da.
Senin muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Yiğitler ölmez vatan da bölünmez.
Allah'ın izni ve Türk milletinin sağduyusu ile buna inşallah kimsenin gücü yetmeyecektir.