23 Aralık 2016 Cuma

CUMHURİYET FİKREN, BEDENEN, İLMEN YÜKSEK KİŞİLİKLİ YETENEKLER İSTER! Zekeriya TÜMER "TÜMER DİYOR Kİ"

TÜMER DİYOR Kİ:
CUMHURİYET FİKREN, BEDENEN, İLMEN YÜKSEK
KİŞİLİKLİ YETENEKLER İSTER.
Zekeriya TÜMER
Sevgili okurlar; yazımızın başlığını Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiş olduğu sözden alıntı yaparak yazdım.
Atatürk diyor ki:  “Efendiler, milletimizin hedefi medeni olmaktır. Bu medeni eserler ortaya koymakla mümkündür. Cumhuriyet fikren, bedenen, ilmen yüksek kişilikli yetenekler ister.”
29 Ekim 1923 de Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.
2016 yılı bitmek ve 2017 yılı başlamak üzere. 94 yıldır Cumhuriyet ile idare ediliyoruz.
2023 e, yani Cumhuriyetin 100.cü kuruluş yılına da 6 yıllık bir zaman kaldı.
2016 yılının son günlerinde ülkemizin içinde yaşadığı kargaşa ve felaketler malum. Her gün hem içeride ve hem de dışarıda şehit vermediğimiz, gözyaşı dökmediğimiz, anaların ağlamadığı gün yok.
Bu denli kaoslar yaşanırken, Anayasa tartışması ve Cumhuriyetin kazanımlarının yok edilerek Cumhurbaşkanının tek adam olması tartışmaları hız kazanmaktadır.
İktidarda olanlar güçlerini kaybetmemek için, ellerindeki yetkileri son raddesine kadar kendi menfaatleri için kullanırlar. Bu da onlar için doğal sayılır.
Şu an da Mecliste tartışmaya açılan ve oylanmak istenen Anayasa değişikliği ve tek adamda bütün güçlerin toplanması isteği iktidardakilerin gücüne güç katma isteğidir.
ÖZ DİLİNDEN VE KÜLTÜRÜNDEN UZAKLAŞILMAMALI
Yüzyıllarca Arap ve Fars dillerinin etkisinde kalan Osmanlı, zamanla öz dilinden ve kültüründen uzaklaştı. Anneleri yabancı olan Melez Padişahlar, dönme, devşirme sadrazamlar ve mukallit şeyhülislamlar tarafından Türklük bilinci köreltildi. Netice de halk, kul-köle haline getirildi.
Osmanlı saraylarında Türk’ten başka kişilere yer verilmişti. Onlar da düşmanla bir olarak Türklüğü yok etmeye ve Osmanlı devletinin de yıkılmasında büyük roller oynamışlardır.
Neticede: 
Osmanlı’nın borçlandırılması ve yabancılara tanınan imtiyazlar neticesinde, Osmanlı Devleti’nin yıkılması seyri başladı ve de yıkıldı.
Anadolu insanının uyanması, uyandırılması, Mustafa Kemal gibi bir dehanın Türk halkına vermiş olduğu enerji, güç, itimat ve güven duygusu sayesinde yıkılan Osmanlı Devletinin yerine, aydın, laik, demokrat Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu.
 Bu devlette kimse kimseden üstün kılınmadı. Irk, dil, din, mezhep ayırımı yapılmadı.
Meclis her şeyin üstünde karar mercii kılındı. Halkın iradesini yansıtmak, halkın geleceği hususunda kararlar almak, Meclise bırakıldı. Hukukun üstünlüğüne önem verildi. Yanlış yapan kim olursa olsun cezalandırılması söz konusu olabilmeli idi.
 Atatürk istese her şeyi kendi iradesi altında toplayabilirdi. Toplamadı.
Atatürk’ün Türk halkına armağan ettiği Cumhuriyeti, laikliği, halkçılığı, ulusçuluğu, devletçiliği ve de devrimciliği eğer bizler doğru anlayıp, hayata egemen kılabilse idik, bugün yaşadığımız ve tartıştığımız olayları yaşamaz ve tartışmazdık.
Mustafa Kemal Atatürk Dumlupınar Nutkunda diyor ki: “Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur.”
Ruhunu zapt ettiğiniz, azim ve iradesini kırdığınız millete hâkim olabilirsiniz. Eğer, Cumhuriyetin kazanımlarını yok ederek, istenilen Anayasa değişikliği yapılır ve halkta onay verirse demek ki milletin ruhu zapt edilmiş, azim ve iradesi de kırılmış demektir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşmalarında halkı motive edecek sözler söylemekte. Tek Bayrak, Tek devlet, Tek vatan, diyerek ülkemizi kimsenin bölüp parçalayamayacağına vurgu yapmaktadır.
Sevr’i uygulamaya çalışan iç ve dış düşmanlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini ve edeceklerini de ifade etmektedir. Güzel sözler.
Keşke bu sözler aynen uygulansa ve her ne olursa olsun, birlik ve beraberliğimiz bozulmadan, bölünmeden, parçalanmadan, terör belasından kurtularak yaşama ortamına geçebilsek.
Yetkilerin tek elde toplanması halinde, Demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Tek yetkili olan kişi, elbette kendisine karşı geleni kolayca bertaraf edecektir. Güç ondadır. Kurumlar ona bağlıdır. Bu durumda kimse eleştiri de yapamaz, karşı da gelemez.
Sevgili okurlar; bizler inançlı insanlarız. Hep hakkımızda hayırlısı ne ise o olsun isteriz.
2017 yılında da tek dileğimiz, bilimin ve teknolojinin bu denli geliştiği bir çağda, Allah’ın bize bahşetmiş olduğu aklımızı kullanarak doğruları bulmak, hurafelerden uzak durmak, gerçekleri görerek hareket etmektir.
Türkiye Cumhuriyetinin Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu yolda devam etmesi, terör belasından kurtulmamız en büyük arzumuzdur.
***
Zekeriya Tümer
23.12.2016
Ulusalhaber1881@gmail.com

12 Aralık 2016 Pazartesi

2016 YILININ SON GÜNLERİ YAŞANIRKEN…

TÜMER DİYOR Kİ:
2016 YILI'NIN SON GÜNLERİ YAŞANIRKEN…
"Son üç aydır bizim de hayatımızda bazı iniş ve çıkışlar yaşandı." 
Sevgili okurlar, insanların hayatlarında inişler ve çıkışlar yaşanır. Son üç aydır bizim de hayatımızda bazı iniş ve çıkışlar yaşandı. Bu nedenle de yazmak istediğimiz birçok konuyu yazamadık.
Ülkenin içerisinde bulunduğu durum bizim durumumuzdan daha da karmaşık bir halde.
2015 yılı sıkıntılı geçecek, 2016 yılı 2015 i aratacak demiştik. Öyle de oldu. 2017 yılı ise her iki geçen yılı çok ama çok daha aratacak.
2016 yılının son günleri yaşanırken, 10 Aralık’ta İstanbul’da meydana gelen bombalı saldırıda birçok Polisimiz ve sivil vatandaşlarımız hayatını kaybetti. Kanlı terör ellerini bir türlü üzerimizden çekmiyor. Ölenlere rahmet, geride kalanlara da sabırlar ve başsağlığı dileriz.
15 Temmuz’da yapılan uyduruk darbe girişimi nedeniyle ülkemiz tam bir kaos ortamına sürüklendi. Feto’cu olanlar veya kıyısından geçenler, geçmeyenler tutuklandı. Binlerce kişi haklı veya haksız mağduriyet yaşamaktalar. Bunların sıkıntıları elbette yaşanacaktır.
15 Temmuz olayı affedilecek bir olay değildir. Ülkemize çok büyük zarar vermiştir. Vermeye de devam edecektir. 15 Temmuz olayına bilerek karışanların veballeri çok büyüktür. Onların affedilecek tarafları yoktur. Cezalandırılmalıdırlar. Bu olayı planlayan ve uygulamaya teşebbüs edenler kesinlikle affedilmezler.
Feto terör örgütü olarak adlandırılan ve bugüne kadar bu terör örgütünü besleyip büyütenler de mutlaka hesap vermelidirler. Zamanında kürsülere çıkarak Fettullah Gülen hocaya laf söyletme yenler, öve öve bitiremeyenler, aldatıldık, kandırıldık deyip kurtulamazlar.
Dolar ile oynayan ve ülkenin ekonomisine darbe vurmaya çalışan dış güçlerin yanında, içeride de bazı güçler mutlaka vardır. 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vatandaşa seslenerek, dolar bozdurmaları, altına yönelmeleri çağrısı güzel de, vatandaşın hangilerinde dolarlar var. Bizim valla bir dolarımız bile yok. Dolar zengini olanların bozdurmaları gerek.Vatandaşın boz duracağı üç beş dolar ekonomiyi düze çıkarmaya yetmez. Kısa sürede biter ve dolar yeniden fırlar. Daha kalıcı ve tutarlı tedbirler alınmalıdır. Bu da iktidar Hükümetinin görevidir. Halkın kemer sıkacak beli çok inceldi, beli kalın olanlar kemerlerini sıkmalıdırlar.
Lozan bir türlü gündemden düşmüyor. Çok merak ediyorum, Lozan da kaybedildi denen 12 ada Osmanlı döneminde kaybedilmişti. Peki şu an Yunanistan’ın göz göre göre aldığı 18 ada nasıl kaybedildi?. Neden kimsenin sesi çıkmıyor?
 Başbakan Tansu Çiller zamanında ufacık bir kayalığa Yunan bayrağı çekildi diye, Kardak krizi patladı ve bizim komandolar giderek, orayı Yunanistan’dan almışlar, Türk Bayrağını dikmişlerdi.
 Şu an kaybedilen 18 ada için neden ses çıkmıyor? Bu durum çok önemli değil mi? 
Toprak kaybediyoruz, hem de savaşmadan, barış hüküm sürerken. Kıbrıs’ta kaybedilmek üzere.
Bu topraklarımız kıymetli değil mi yoksa?
Askerimiz Suriye içerilerine girdi. Orada resmen savaşıyor. Bu durumun sonucu da inşallah ülkemize çok zarar vermez. Ortadoğu’da 3.Dünya harbinin çıkmasına inşallah biz sebep olmayız.
Sevgili okurlar, yeni yıla girerken hepimiz, gelecek yılın mutlu ve huzur dolu günler getirmesini isteriz. Yılbaşı çekilişi için alınan biletler hayallerimizi süsler. İstanbul’da Nimet Abla’nın milli piyango gişesinin önünde uzun kuyruklar oluşmakta, Ankara’da da Kızılay’da Haydar’ın önünde uzun kuyruklar oluşmakta. Umut, ya çıkarsa! Nimet abla ve Haydar bir kat daha zengin olurken, sıraya girip bilet alan vatandaşta rüyasında zenginliğin tadını çıkarır herhalde!
Umut, umut hep umut, gıdamız oldu simit. Halk bu halde iken kalkıp nasıl dolar bozdursun, bunu da düşünmek gerek.
2017 yılında Anayasa değişikliği, Partili Cumhurbaşkanlığı olayı, ülkeyi gerdikçe gerecek.
Siyaset kargaşası devam ederken, ülkenin bir çok değeri yitirilmekte, kimsenin umurunda değil.
Ahlaklı bir toplum olabilmek için çaba harcayacağımıza, ahlaksız ve duyarsız bir toplum olma yolunda da hızla ilerlediğimizi, maalesef yaşamaya başladık. Sözünde durmayan, birbirini kandıran, yalan söyleyen, kendi çıkarı için başkasına her türlü hileyi yapan, saygısız bir toplum olma yolunda da hızla ilerliyoruz.
Ülkenin selameti için tek yol var, çok acele Milli Mutabakat Hükümetinin kurulması ve en önemli yol da Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde gitmektir. Türk Milletinin geleceği, Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği politikayı uygulamak ve onun izlediği yolu izlemektir.
Milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmanın ve birlik-beraberlik içerisinde ülkenin kalkınması için çaba harcamak zorunda olduğumuzu, bizi idare edenler ve siyasilerimiz dâhil herkesin bilmesi gerektiğine inanmaktayız.
Yerli Malı yurdun malı, her Türk bunu kullanmalıdır.
Yabancı malların sevdasından vazgeçelim.
12.12.2016
Zekeriya Tümer

15 Kasım 2016 Salı

SEKİZ DAKİKA, (Bu Bir Hikâye'dir) TÜMER DİYOR Kİ!.. Zekeriya TÜMER, İSTANBUL

TÜMER DİYOR Kİ:
SEKİZ DAKİKA, 
(Bu Bir Hikâyedir!..)
Sevgili okurlar, internette gezinirken aşağıda derlenmiş olan hikâye dikkatimi çekti.
Okudum ve sizlerin de okuması için ufak değişiklikler yaparak yazmak istedim.
Hayat kim ne derse desin su gibi akıp gitmekte. İnsanoğlu yaşamının kıymetini bilebilse, bu dünyanın kahrını çekene kadar, bıraksa kendisini dünyaya, dünya onun kahrını çekse, çok daha rahat eder.
Bilhassa zenginlik hırsı, insanların gözünü kör etmekte, en kıymetli değerleri yitirilirken, o değerlerin kıymetini bilememekte ve para hırsı yüzünden, hem kendisini ve hem de birçok kişiyi mahvetmektedir.
SEKİZ DAKİKA, BU BİR HİKÂYEDİR.
Hikâyede anlatılan efsaneye göre kadının birisi, kucağına çocuğunu alır ve kırlarda gezmeye çıkar. Dağ yamaçlarında dolaşırken, bir mağaranın önünden geçerken, mağaranın içerisinden bir ses duyar. Ses o’na şöyle seslenmektedir: “İçeri gir ve ne istersen al, ama en önemli olanı sakın unutma.”
“Ayrıca, sen mağaradan çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da mutlaka dikkate almalısın. Ancak, bu fırsatı kaçırma, fakat ne olursa olsun en önemli şeyini de asla unutma” demektedir.
Mağaradan gelen sesle heyecanlanan kadın, kucağında çocuğu ile mağaranın kapısından içeri girer. Mağaranın içerisinde bir masa vardır ve üzeri altın ve mücevherler ile doludur. Bunları gören kadının gözleri kamaşır ve şaşkına döner. Hemen çocuğunu kucağından indirir, yere bırakır ve hemen büyük bir hırsla masanın üzerindeki altın ve mücevherleri koynuna doldurmaya başlar.
Kadın servetleri koynuna doldururken, esrarengiz ses, tekrar duyulur. “Yalnız sekiz dakikan var” demektedir.
Sekiz dakika çabukça geçer. Kadın toplamış ve koynuna doldurmuş olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte içeride hapis kalmamak için hemen mağaranın dışına koşar.  Kadının dışarı çıkması ile birlikte mağaranın kapısı kendiliğinden kapanır.
Koynu, elleri, kolları, cepleri altın ve mücevherlerle dolu olan kadın, onları yere bıraktığında, yanında çocuğunun olmadığını fark eder. Çocuk içeride kalmıştır. Kapı da kapanmış ve bir daha açılması da mümkün değildir.
Artık zengin olmuştur, olmuştur da en kıymetli hazinesini içeride unutmuştur.
Bundan sonraki hayatı hep çocuğunun özlemi, acısı içerisinde ümitsizlikle devam eder. Zengin olmasının artık hiçbir kıymeti kalmamıştır. Bir anlık hırsı, ona hayatı boyunca acı içerisinde çocuğunun özlemi ile yaşayacağı anı yaşatmıştır.
Aynı şeyleri çoğu zaman bizlerde yaşarız. Bizlerin de başına gelebilir.
Bu dünyada yaklaşık 80 yıllık ömrümüz varsa ve bir ses daima bize, “Sakın en önemli şeyi unutma” der gibidir.
İnsanın yaşamındaki en önemli şey manevi zenginliktir. İnançlarımız, ailemiz, dostlarımızdır. Gerçi şu zamanda dost bulabilmek öyle kolay kolay mümkün olamamaktadır. Maddiyatın ön planda olduğu bir dünya’da dost bulabilmek mümkün gözükmemektedir.
Para hırsı, daha çok kazanma hırsı, zenginlik, maddi şeyler, bizlerin gözlerini öylesine kör eder ki, çoğu zaman en önemli şeyleri unutur ve bir köşede bırakırız.
Zamanımızın çoğunu bu tür şeylerle tüketirken, asıl önemli olan iç huzurumuzu “Ruhun hazinesini” bir köşede unutur gideriz.
Şu hususu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Bu dünya hayatı çok çabuk geçer gider. Ölüm beklenmedik bir anda kapımızı çalıverir. Hayatın kapısı birden ebediyen kapanır.
Öbür tarafa yolculuk başladığında, yaşarken kazandığın servetlerden bir gramını bile götüremezsin.
Bu nedenle yaşarken, aşırı hırsını bir kenara bırakmalısın. Para’ya elbette ihtiyaç var. Ancak, aşırı hırs mutlaka insana zarar verecektir. Sevgi, barış, alçak gönüllülük, samimiyet, çocukların saflığı, şefkat ve masumiyet unutulmamalı.
Sorunlar bitmez. 
Her an yeni bir sorunla karşılaşmak mümkün. 
Ancak, her sorunun mutlaka bir çözüm yolu vardır.
Burada Atatürk gibi düşünmelisiniz. Norveç’liler çocukları bir problemi çözemediği zaman, git Atatürk gibi düşün derlermiş. Siz de Atatürk gibi düşünün. Mutlaka her  sorunun bir çözüm yolunu bulursunuz.
İnsanın hayatı bir tanedir, ondan ayrıldığında pişmanlık duymamak gerek.
Her geçen dakika senin ömründen bir parça zamanı alıp götürüyor. İleriye doğru akıp giden hayatında hiçbir zaman geriye dönemezsin.
Umutlar yitirilmemeli. 
Üzülmekten çok, yaşamın her anından istifade ederek, hayatı sevmeli ve mutlu olabilmenin yollarını bulmalı insan.
Bırakın aşırı hırsı, bırakın, aşırı kazanmak için başkalarının hakkını yemeyi, bırakın dünyanın malı dünyada kalsın, siz elinizdeki gerçek değerlerin kıymetini bilin. 
Bu size yeter.
15.11.2016
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com.

28 Ekim 2016 Cuma

BU CUMHURİYET İŞTE BÖYLE YOLA KOYULMUŞTU; TÜMER DİYOR Kİ - ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
BU CUMHURİYET İŞTE BÖYLE YOLA KOYULMUŞTU
Cumhuriyetin  kazanımları ile bugün iktidarda bulunan ve iktidarın nimetlerinden olağanüstü yararlanan AKP Hükümeti, her zaman olduğu gibi milli bayramların kutlanmasında bahaneler yaparak, Cumhuriyetin temel taşlarını yerinden oynatmaya çalışmaktadır.
Milli birliğimizin ve beraberliğimizin pekişmesi, diri olmamız, dik olmamız, kimseye boyun eğmememiz gerektiği bu günlerde, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramının çok büyük gösterilerle, görkemli bir şekilde kutlanması gerekirdi.
15 Temmuz’da yapılan başarısız darbe girişiminin korkuları halen yaşanırken, metro girişlerinde ve sokaklarda 15 Temmuzda ölenlerin resimleri boy boy asılırken, Cumhuriyetin kurulmasına sebep olan milli kahramanlarımızın resimleri de asılmalıydı.
Fazla söze gerek yok, bu Cumhuriyet işte böyle yola koyulmuştu.
“İZMİR İKTİSAT KONGRESİ"
3 Nisan 1920 de Ankara'da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 2 Mayıs 1920'de 11 bakandan oluşacak hükümetin kurulması ile ilgili 3 numaralı kanunu kabul etmişti. Bu hükümette bir de İktisat Bakanlığı bulunmaktaydı.
Hükümetin programında mali ve ekonomik meseleler üzerinde önemle durulacağı da belirtilmişti. Ancak 1920-1922 yıllarında Türkiye, Kurtuluş Savaşı içinde bulunduğundan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin bu dönemdeki başlıca amacı yurdu istiladan kurtarmaktı.
Savaşın gerektirdiği nedenlerle de, hükümet o sıralarda üretim ve endüstriye yatırım yapacak durumda değildi. Ancak yönetici kadro zaferden sonra prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştü.
Lozan Konferansına ara verildiği sırada, İzmir İktisat Kongresi 1135 delege ile 17 Şubat - 4 Mart 1923'de toplandı. İzmir Kongresinin Lozan görüşmeleri sırasında toplanması, kapitülasyonların kabul edilmeyeceği yönünde mesaj verdiği şeklinde yorumlanmaktadır.
Türkiye, ekonomide ithal ikameci sanayileşme yani dışa karşı korunarak kendi sanayisini geliştirme stratejisini benimsemiştir. Geçmişle olan bağımlılık ilişkilerini 1923'te koparan Türkiye, ekonomik ilişkilerini İthal ikameci politika sayesinde kopararak bağımsızlığını sağlamıştır.
Özellikle uluslararası veya ulusal kriz sırasında ve döviz yokluğu nedeniyle gündeme getirilen, kimi zaman da yarı-sömürgeleşmeye tepki olarak yürürlüğe sokulan ithal ikamenin temel çizgisi, ithalatı sınırlamak ve hatta derece derece yasaklamak, bu sayede içeride üretimi özendirmektir.

17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir'de toplanan Türkiye İktisat Kongresinin en önemli kararlarını şöyle sıralamak mümkündür.

· Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması gerekmektedir.
· El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.
· Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
· Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.
· Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.
· Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
· Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.
· Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
· İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.
· Sendika hakkı tanınmalıdır.

Saat 10'da başlayıp, 11.15'te kapanan ilk oturumda alınan aşağıdaki genel kararlar, şöyledir;

Madde-1: Türkiye, milli hudutları dahilinde, lekesiz bir istiklal ile, dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir.
Madde-2: Türkiye halkı hakimiyetine, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez;ve milli hakimiyete müstenit olan meclis ve hükümetine daima zahirdir.
Madde-3: Türkiye halkı, tahribat yapmaz; imar eder. Bütün mesai iktisaden memleketi yükseltmek gayesine matuftur.
Madde-4: Türkiye halkı, sarf ettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir. Çok çalışır, vakitte, servette ve ithalatta israftan kaçar. Milli istihsali temin için icabında geceli gündüzlü çalışmak şiardır.
Madde-5: Türkiye halkı, servet itibari ile bir altın hazinesi üzerinde oturduğuna vakıftır. Ormanlarını evladı gibi sever, bunun için ağaç bayramları yapar ; yeniden orman yetiştirir. Madenleri kendi milli, istihsali için işletir ve servetlerini herkesten fazla tanımaya çalışır.
Madde-6: Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembellik en büyük düşmanımız; taasubdan uzak dindarene bir selabet her şeyde esasımızdır. Her zaman faideli yenilikleri severek alırız. Türkiye halkı mukaddesatına, topraklarına, şahıslarına ve mallarına karşı yapılan düşman fesat propagandalarından nefret eder ve daima bunlarla mücadeleyi bir vazife bilir.
Madde-7: Türkler, irfan ve marifet aşığıdır. Türk, her yerde hayatını kazanabilecek şekilde yetişir; fakat her şeyden evvel memleketinin malıdır. Maarife verdiği kutsiyet dolayısıyla ( Mevlûdu şerif) Kandil günü, aynı zamanda bir kitap bayramı olarak tes'id eder.
Madde-8: Birçok harpler ve zaruretten dolayı eksilen nüfusumuzun fazlalaşması ile beraber sıhhatlerimizin, hayatlarımızın korunması en birinci emelimizdir. Türk mikroptan, pis havadan, salgından ve pislikten çekinir, bol ve saf hava, bol güneş ve temizliği sever. Ecdat mirası olan binicilik, nişancılık, avcılık, denizcilik gibi bedeni terbiyenin yayılmasına çalışır. Hayvanlarına da aynı dikkat ve himmeti göstermekle beraber cinslerini düzeltir ve miktarlarını çoğaltır.
Madde-9: Türk, dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına düşman olamayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. Ancak kendi yurduna kendi lisanına ve kanununa uymayan müesseselerle münasebette bulunmaz. Türk, ilim ve sanat yeniliklerini nerede olursa olsun doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt istemez.
Madde-10: Türk, açık alın ile serbestçe çalışmayı sever; işlerde inhisar istemez.
Madde-11: Türkler, hangi sınıf ve meslekte olurlarsa olsunlar, candan sevişirler. Meslek, zümre itibarile el ele vererek birlikler, memleketini ve birbirlerini tanımak, anlaşmak için seyahatler ve birleşmeler yaparlar.
Madde-12: Türk kadını ve kocası, çocuklarını iktisadi misaka göre yetiştirir.” Şu an İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar uygulansa, ülkemiz kalkınma yolunda hızla ilerler.
Ancak, kim nasıl uygulayacak?
29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI TÜM TÜRK ULUSUNA KUTLU OLSUN.
DÜŞMANLARIMIZ DA ÇATLASIN.
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE.
NE MUTLU BİZLERE Kİ LAİK, DEMOKRATİK TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE YAŞIYORUZ. ANCAK KIYMETİNİ BİLEMİYORUZ.
 ***
REFERANSLAR: [status publish] [geotag on] [publicize off|twitter|facebook] [category araştırma] [tags TARİH, İzmir, İktisat Kongresi]

4 Ekim 2016 Salı

"MİLLETİ GERMEYİN-ÜLKEYİ BÖLMEYİN" - TÜMER DİYOR Kİ!.. ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
MİLLETİ GERMEYİN
ÜLKEYİ BÖLMEYİN
Zekeriya TÜMER
Sevgili okurlar, Türkiye’de gündemi değiştirmek için, sağ olsun siyasi kadrolarımız ve bilhassa bizi yönetmeye çalışanlar, her an yeni bir hamle yaparak, olayı başka mecralara sürüklüyorlar ve geçmişi unutturmaya çalışıyorlar.
2. bir darbe geliyor dendi ve herkesin yüreği hopladı. Lozan’da burnumuzun dibindeki adaları kaybettik, bize başarı diye yutturuldu, dendi, ortalık karıştı. Daha yeni, yepyeni 17 adayı Yunanistan işgal etti, ses çıkmadı, Lozan tartışılmaya açıldı.
2. Darbe korkusu ile, Metro girişlerine 15 Temmuz’da ölenlerin resimleri asıldı, halka geçmişi unutmama algısı yaratılmaya çalışılmakta.
Kadıköy meydanında İstanbul Belediyesi tarafından Çanakkale ile ilgili minik bir sergi açıldı, milli şuur ayakta tutulmaya çalışılmakta.
Feto terör örgütünün , PKK örgütünden daha büyük ve planlı, düzenli olduğu ortaya çıkarılmakta, kıyımlar devam etmekte.
Feto bastırılırken, başka şeyhler, şıhlar, cübbeliler, cübbesizler çoğalmakta, her kafadan bir ses çıkarak, halkın saf ve temiz dini duyguları istismar edilmekte.
Bir taraftan laik, demokrat Türkiye Cumhuriyeti övülürken, gizli gizli de bu sistemden uzaklaşabilmek için Osmanlıcılık oynanmakta.
Şu bir gerçek ki; bunca Feto yanlısı diye görevden alınanlar ve hapishanelere tıkılanlar, kapatılan okulların öğrencileri ve aileleri, mutlaka örgütleşecekler, örgütlenmelerine birileri yardım edecek ve neticede bunlar da sokağa döküleceklerdir. Bu konuda elbette Hükümetin uyanık olması ve gereken tedbiri alması gerek. Henüz tehlike geçmiş değil ve giderek büyüyebilir.
 Size geçmişten bir anıyı hatırlatmak istiyorum. Yıl 1991. Seçime az kaldı. O zamanın liderleri TRT de açık oturumdalar. Hepsi bu ülkenin kaderinde rol oynamış kişiler.  Ecevit, Demirel, Yılmaz, Erdal İnönü ve Doğu Perinçek.
Ekonomi dâhil birçok konularda görüşler halka sunuluyor. Konu Etnik köken ve inanç farklılığı üzerine geliyor.
İktidardan  6 kere gidip 7 kere geri gelen, duayen siyasetçi ve liderlik vasfı yüksek DYP başkanı Süleyman Demirel’in açık oturumda etnik köken ve inanç farklılığı üzerine yaptığı konuşmayı aynen buraya aktarmak istiyorum.
 Nedeni ise, sözlerin bu gün de halen geçerliliğini koruması ve belki birilerine yol gösterici olabilir düşüncesi ile aynen yazıyorum.
Demirel konuşurken, bütün liderler pür dikkat onu izliyorlar.
Demirel şöyle diyor:
“Olaya parti olarak bakmak fevkalade yanlıştır. Olay Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğünün olayıdır. (Anarşi’den ve PKK nın yaptığı saldırılardan ve çözüm konusundan bahsediyor.) Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğüne ters düşerek bir çözüm söz konusu olamaz.
(Biliyorsunuz, bir çözüm süreci başlatıldı AKP hükümeti tarafından, neticede, asfaltların altlarına patlayıcılar yerleştirildi, teröristler şehirlere yerleşti. Akil adamlar fos çıktı, memleket daha beter kan gölüne döndü.)
Türkiye Cumhuriyetini Türk ırkından gelenler kurmuşta, onun dışında kalan çeşitli etnik gruplar ikinci sınıf vatandaş mı bu ülkede?
Lozan Türkiye Cumhuriyetini kuran antlaşma. Müslüman halka bir azınlık statüsü getirmiyor. (Lozan’ı eleştirenlere duyurulur.) Yani bu ülkenin Müslüman halkı, o günkü şartlar içerisinde, yani gayrimüslimlerin dışında kalan bütün insanlar
Bugün devletin sahibidir, ülkenin sahibidir. Eşittirler. (Bu sözü herkesin iyi anlaması ve gerçeği görmesi gerek)
Halk bu ülkede rahat arıyor. Zenginlik arıyor, fukaralıktan kurtulmak istiyor. Hak ve hukuk eşitliği arıyor. Hakkın ve hukukun eşitliğini sağlarız. Sağlanmayan eksik kısmı varsa bunları tamamlarız.  (Halk halen fakir. Üstelik hak ve hukuk eşitliği de kalmadı.)
Eşitliğe gelince; bu ülkede vali oluyor kişi, soruyorlar mı nereden geliyorsun, kimin oğlusun, nerelisin? Diye.
Kaymakam oluyor, soruyorlar mı? General oluyor, soruyorlar mı? Milletvekili oluyor, soruyorlar mı? Hayır. Bakan oluyor, soruyorlar mı? Başbakan oluyor, soruyorlar mı? Hayır. Kimseye sordukları yok. (Kimsenin kimseye sorduğu yok da, bunlar neyin peşindeler, anlamak mümkün değil!)
Bu olay Türk ırkından gelenlerin Kürt ırkından geliyoruz diyenleri ezdiği ve bundan dolayı bir isyana sebep olduğu bir olay değildir.  (Türk’te, Kürt’de yıllarca beraber yaşadılar, kız alıp, kız verdiler, akraba oldular. Kardeş oldular.)
Biz kardeşiz bu ülkede ve 26 etnik gruptan gelen insan vardır, bu ülkede. Eğer etnik gruplara göre Türkiye’yi parçalamaya kalkarsanız, vatandaşlık konseptik kavramını bir kenara atarsanız, eşitlik kavramını bir kenara atarsanız, o zaman Türkiye’ye yazık olur. (Şu an ki siyasilere ve bilhassa İktidar mensuplarına duyurulur.)
Evvela yapılacak iş bence, her türlü düşünceden önce kanı durdurmak lazım. (Sayın Demirel, yıl 1991, şimdi 2016 yılındayız, kan durmadığı gibi oluk oluk akmaya başladı, şehirlerimizde canlı bombalar patlıyor, sınırlarımızda her gün polisimiz, askerimiz ölüyor, terör azalmıyor, artıyor. Neden, neden, neden?)
Olayın iki safhası var. Birinci safhası cinayetlerin durdurulmasıdır. Cinayetleri haklı gördüğünüz takdirde, Türkiye’ye çok büyük kötülük yaparsınız.
Bizim söylediğimiz şey şu: Biz gerçek Demokrasiyi aslında Türkiye birliğinin muhafazası için de istiyoruz. (Nerede o gerçek Demokrasi?)  Yani bu ülkede herkes diyebilmeli ki ben bu ülkenin her tarafına gidiyorum, her tarafında istediğim işi tutuyorum, tutmuyor mu bugün. Tutuyor. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Samsun’da, Konya’da, yani ben Kürt ırkından geliyorum Kürt etnik menşeinden geliyorum diyen insan yok mu? Var. Öyle ise gelin bu meseleye böyle bakmayalım. Bu meseleye bölücü olarak bakmayalım, bütünleştirici olarak bakalım.
Bütünleştiriciliği de Türkiye de inanç farklılığı, etnik farklılığı esas almayan bir politikaya, yani inanç farklılığına ve etnik farklılığa dayanmayan bir politikaya aksine bunların tümünü kucaklayan bir politikaya bağlayalım. (Ne kadar güzel söylenmiş söz. Sülo, senin sözünü tutan yok be, yok.)
Çok üzülürüz, hepimiz üzülürüz, herkes üzülür. Gayet açık söylüyorum, gelin bunları kimse istismara kalkmasın, rey falan konusu olmasın bunlar. (Burada Erbakan, gözlerini kısmış ve öyle bir yan bakış bakıyor ki, ben sana katılmıyorum ifadesi var yüzünde sanki.) ve bunu siyasetin üstünde, dışında tutalım. (1991 den bu yana tutulmayan söz)
Buraya geldiği zaman Türkiye’nin bütünlüğü bölünmez bütünlüğü Türk halkının tümünün bütün milletin; Vanlısının da, Bitlislisinin de, Muşlusunun da, Diyarbakırlısının da, Muğlalısının da, Balıkesirlisinin de, tümünün haklarını beraberce koruyalım.
Ben, sen o diye ayırmayalım.  
BİZ KALALIM, BİZ.”
(Mustafa Kemal Atatürk’te hiçbir zaman ben, dememiş, her şeyi milletine atfetmiş, biz başardık, milletim başardı demiştir.
Akıl, fen, bilim ve ilim’in yolundan gidenler, mutlaka gerçeği görecek ve bu ülkenin refahı, huzuru için gereken tedbirleri alacaktır. Bu yoldan ayrılın ılır ise, geleceğimizin pek aydınlık olacağını zannetmiyoruz.)
Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel 11 Ekim 1991 tarihinde TRT de liderler açık oturumunda bu sözleri söylemiş.
Halen geçerliliğini koruyor ve şu anki siyasilere belki yol gösterici olur, düşüncesi ile köşeme taşımış bulunmaktayım.
(Açık oturuma katılan liderlerden Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Erdal İnönü vefat ettiler, şu an yoklar. Allah günahlarını affeder inşallah. Allah rahmet etsin.)
04.10.2016
Zekeriya Tümer

5 Eylül 2016 Pazartesi

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?.. "Zekeriya TÜMER" - TÜMER DİYOR Kİ!...

TÜMER DİYOR Kİ!...
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
Zekeriya TÜMER
Yıllardır gelen ve giden Hükümetlerin sayesinde, bu günlere geldik.
Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız düşüncesi çok gerilerde kaldı ve biz ilerleyeceğimize, gerilemeye başladık.
Elbette gelişen teknoloji sayesinde, bazı metrolar, köprüler, hava alanları yapılmakta. Ancak, fabrikaların bacaları da tütmemeye başladı.
İlme ve akla önem veren dinimize paralel Mustafa Kemal Atatürk'te ilim ve akıla önem vermiştir.
Anlayamadığımız bir şey var. İlim adamları, okumuş insanlar Fethullah Gülen’in peşinden nasıl gittiler.
Sadece onlar mı? Sanatçılarımız, siyasilerimiz, Müsteşarlar, Generaller. Polisimiz, askerimiz, öğretmenimiz, memurumuz.
Bu Feto’da sihirli bir değnek mi vardı ki, bu okumuş zevat, ilkokulu bile zorla bitirmiş, (ancak inkar edilmez, kendini de yetiştirmiş) bu zatın peşinden nasıl ayrılmadılar.
Anlamak mümkün değil!
İş adamlarımız devletten ihaleler alarak para kazanırken, kazandıkları paraları Feto’nun gösterdiği yerlere aktarmışlar.
2003 den bu yana iktidar olan A.K.P’nin içinde bulunan siyasi kadro, iktidarın nimetlerini kimlere yedirdi?
Paralelci dedikleri Feto terör örgütünü beslemedi mi?
Besledi.
Uyduruk darbe girişiminden sonra, 3.cü kez çökertilen ordumuzun yanında, binlerce yargı üyesi, polis, asker, öğretmen ve memurlar açığa alındı. Bunların hepsi acaba suçlu mu? Bunlar da kandırılmış olamazlar mı?
PKK’lılardan ve diğer dini kuruluşlardan devlet kademelerinde olanların da tespit edilerek temizlenmesi gerekmez mi?
Bu ülkenin gerçek ve asıl savunucuları Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda ve izinde gidenlerdir. Bizler de devlet memurluğu yaptık. Kimseyi ayırmadık. Herkese eşit muamele yaptık. Devletimiz zarara girmesin diye özverili çalıştık. Hakkımız yendi, ses çıkarmadık. Yeter ki devletimiz ayakta kalsın, onun kasasından para çalınmasın diye çaba harcadık.
Mustafa Kemal Atatürk'ü bütün dünya taktir eder iken, içimizdeki hainler anlamamakta ısrar ediyorlar.
Atatürkçü kişiler devlet kademelerinde belli görevlerde bulunmazlar ise, kusura bakmayın ama bu ülke başka düşüncede olanların ellerine geçecektir.
Laik, Demokrat, Türkiye Cumhuriyeti çok değerlerini yitirecektir. Yitirmeye de başladı bile.
Çağdaşlaşma yolunda ilerlememiz gerekirken, bayan polislerimize türban takıldı. Dindar olan bu bayan polislerimiz, erkek bir suçluyu nasıl yakalayacaklar?
Türbanlı bir doktor, erkek bir hastayı nasıl muayene edecek?
Türbanlı bir devlet memurunun karşısına türbansız birisi geldiğinde davranışı nasıl olacak? İçinden bu kişi Allahsız, günahkar, ben bunun işini yapmayayım diye düşünür ise ne olacak?
Uyduruk darbe hareketinden sonra herkes Demokrasi’ye sahip çıktı, bayrak asılmayan yerlere bayraklar asıldı, milli değerlerimizin artması için hazırlanan afişler yollara asıldı.
İyi güzel de oldu.
Peki, sonuç ne?
Bunların arkasından devletin laik düşünceden uzaklaşarak, din devleti olması yoluna gidildiği gibi bir izlenimler artmaya başlamadı mı?
Yargı mensuplarının AK Saray’da ağırlanması. Açılışın orada yapılması, yargının da benim emrimde olduğu mesajının verilmesi çağrısı yapmadı mı?
Millet bunu böyle anladı.
İyi de, bizler adalete nasıl sığınacağız? Nasıl güveneceğiz?
Ya bu Hakimler, Savcılar, biz onların safında değiliz diye, Atatürk hayranıyız diye bizleri suçlar ve cezalandırırlarsa, bu haksızlık olmaz mı?
Ordumuz, Polisimiz, Yargımız başta olmak üzere, tüm devlet kurumlarımızda çalışanlar Demokrat görüş içerisinde olmalı Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmalı ve karşısına gelen vatandaşın hangi dine, hangi görüşe, hangi ırka mensup olduğuna bakmadan, adil davranmalıdır.
Söylenen sözler ile uygulanan icraatlar arasında farklılıklar olmamalı.
Kimse kimseyi kolay kolay kandıramaz. Menfaat var ise kandırmak ve kandırılmak kolay olur. Demek ki, Feto tarafından kandırılanlar, hep menfaati olan kişilerdi. Geçmişte ki siyasi partiler de, oy alabilmek için aynı şeyi yapmadılar mı?
Şimdi Fethullah Gülen Türkiye’ye getirilse, hakimin karşısına çıkarılsa, sorulan sorulara şöyle cevap verse, ne olur?
Efendim, filanca kişi bana geldi, önümde eğildi, falanca kişinin şu mevkie gelmesi uygundur. Ona yardım edelim dedi, ben de ilgiliye söyledim, yaptırdım, derse ve bu çoğalarak devam ederse, ne olur acaba?
Yer yerinden oynamaz mı?
Feto Türkiye’ye getirilemez ve gelmesi de istenmez.
Türk milleti gerçekleri bir gün gelecek görecek. 
Görecekte , inşallah pişman olduğu zamanda görmez.
Şu an boşalan kadrolara hangi görüş ve düşüncede olan kişiler atanıyor, biliyor muyuz?
Bazıları gazetelere yansıyor. Zamanında Atatürk düşmanı olan ve Anayasa’dan Türklük kelimesinin bile kalkmasını isteyen, Atatürk'e ve Laik düşünceye düşman olan kişilerin atandıkları yazıyor. Böyle kişilerin yarın alacakları kararlar devlete zarar vermez mi? Kısa bir süre önce Darbe girişimi nedeniyle bunları yaşamadık mı?
Son Söz:
Ey millet Türkiye Cumhuriyetinin laik ve Demokrat olarak devam edebilmesi, çağdaş bir ülke olabilmesinin tek yolu var. O yol da Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur.
Bunu asla unutmayın.
05.09.2016
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com
***
“YORUM YERİNE KAİM OLMAK ÜZERE” ADMİN
FETÖ’cülük zehrinin panzehri Atatürkçülüktür!..
UĞUR DÜNDAR
FETÖ'cü hainlerin 15 Temmuz'daki darbe girişiminden sonra başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere AKP önde gelenlerinin sık sık Atatürk'ten söz etmeleri üzerine, gerek kripto FETÖ'cüler, gerekse toplumdaki kutuplaşmadan kişisel rant devşirme peşinde koşanlar,Atatürk'le ilgili yalan ve iftiralara tekrar sarıldılar.
Bunun üzerine genellikle 15 maddede toplanan bu yalanlara Atatürk'ü en iyi anlatan değerli tarihçi Sinan Meydan'ın verdiği cevapları, bir kez daha yayınlamanın tam zamanıdır diye düşündüm.
İŞTE SORU KILIFINA SOKULMUŞ YALANLAR VE CEVAPLARI:
SORU 1: MÜSLÜMANSAN HİLAFETİ NEDEN KALDIRDIN?
Cevap: Kuran'da dini/siyasi yetkilere sahip bir lider anlamında halifelik yoktur.Kendini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanlara/padişahlara dinsel meşruiyet kazandıran uydurma bir kurum olduğu için kaldırdım halifeliği… Böylece Muaviye'nin, İslamın özüne aykırı olarak yarattığı sultan/halife ŞİRK DÜZENİ'ne son verdim. Ayrıca halifeliği hiçbir işe yaramadığı için kaldırdım desem de yeridir.
Bakın, I. Dünya Savaşı'nda Müslüman Arapların Osmanlı'ya karşı İngilizlerle birlikte hareket etmesini engelledi mi halifelik? Hayır! En önemlisi de İngiliz emperyalizmi Halife/Padişah Vahdettin'e her istediğini yaptırmadı mı? Bu arada Osmanlı'yı parçalayan idam fermanı Sevr Antlaşması'nda İngilizler ısrarla halifenin/halifeliğin varlığını korumasını istemişlerdir. Halifeliği kaldıracağım günlerde de İngilizler Hint Müslümanı kılığında iki casuslarını (Emir Ali ve Ağa Han) devreye sokarak halifeliğin kaldırılmaması için çaba harcamıştır.
SORU 2: 1932'DE EZANI NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Ezanı yasaklamadım. Ezanları gürül gürül, üstelik halkın anlayacağı dilde Türkçe okuttum. İnan, Allah Türkçe de bilir! Böylece güzel dilimiz Türkçeyi en yükseğe, minarelere çıkardım. Ezanları yasaklayacak olan işgalci Yunanlardı. Onları bu topraklardan ben kovdum. Böylece ezanların susmasını engelledim.
SORU 3: AYASOFYA'YI NEDEN KAPATTIN?
Cevap: Ayasofya 1000 yıldan fazla kilise 500 yıl kadar cami olarak kullanılmış dünyanın en eski mabetlerinden biridir. İki büyük tek tanrılı/ilahi din; Hristiyanlık ve İslamiyet için kutsal olan bu tarihi mabedi, İNSANLIĞIN ORTAK KÜLTÜR MİRASI olarak gördüğüm için KORUMAK ve gelecek kuşaklara aktarmak istedim. Bir tarihi yapının en iyi şekilde KORUNMASI ve SERGİLENMESİ için o yapının müze olması gerektiğine inanırım. Bu nedenle Ayasofya'yı müze yaptım. Bu arada Fatih'in Ayasofya Vakfiyesi diye bir şey yoktur. Bu konudaki iddia uydurmadır. Ayrıca Ayasofya'nın bulunduğu bölgede çok sayıda büyük cami vardır. “Ayasofya'da namaz kılanlar daha çok sevap kazanır!” diye bir İslami kural da olmadığına göre, yaptığım hem DİNE hem İNSANLIĞA uygundur.
SORU 4: KUR'AN HARFLERİNİ NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Kur'an harflerini değil Arap harflerini kaldırdım. Kur'an önce/ilk Araplara indirildiği için, Kuran'da ifade edildiği gibi anlaşılsın diye Arapçadır. Allah katında hiçbir harf sistemi kutsal değildir. Arap harfleri de kutsal değildir. Arap harflerini okuma, yazmayı güçleştirdiği için kaldırdım. Ben Harf Devrimi'ni yaptığımda Türkiye'de Arap harfleriyle okuma yazma bilenlerin oranı, erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4'tü. Arap harfleri Türkçeye uygun değildir. 1928'de Harf Devrimi'nden sonra yeni Türk harfleri ile halkımız kısa sürede okur-yazar oldu. 1935'te okuma yazma oranı toplamda yüzde 23'e ulaştı.
SORU 5: TATİLİ NEDEN CUMADAN PAZARA ALDIN?
Cevap: Gelişmiş ülkelerle, özellikle Avrupa ile siyasi, ticari, ekonomik ilişkileri güçlendirmek istedim. Böylece Müslüman Türkiye'nin her bakımdan Avrupa ileyarışır duruma gelmesini amaçladım. Bunun için tatili cumadan pazara aldım.Ölçüleri ve takvimi de bu nedenle değiştirdim. Mesela tüm uygar dünyada pazar günleri tatildir… Batı'da eskiden cumartesi günleri de yarım gün çalışılırdı. Bizde nasıl? Perşembe yarım gün, cuma tatil. Dış dünyayla ilişkide bulunulabilecek tam üç gün kalıyor. Ne yapılabilir bu kısa sürede. Ben makul ve akla uygun olanı tercih ettim. Bu değişikliğin geçmişin izlerini silmekle ilgisi yok. Tamamen pratik ihtiyaca uygun olarak yaptım. Aynı şeyi Ruslar ve Çinliler de yaptı.
SORU 6: BİR BEZ PARÇASI (ŞAPKA) İÇİN ALİMLERİ ASTIN?
Cevap: Şapka Devrimi için tek bir “alim” asmadık. İskilipli Atıf, şapka takmadığı için veya Şapka Devrimi'ne karşı (üstelik bu devrimden önce) kitap yazdığı için değil Kurtuluş Savaşı yıllarında başkanı olduğu cemiyet “ihanet bildirileri” yayınladığı için ve dini istismar ederek halkı kin ve düşmanlığa yönelttiği için o zamanki yasalara göre “vatana ihanet” suçundan asıldı.
SORU 7: FİLİSTİN'DE NEDEN İHANET ETTİN?
Cevap: I. Dünya Savaşı'nda Alman komutanların, özellikle Filistin'de Alman Liman von Sanders'in başarısızlığı sonunda tüm ordularımız dağılmışken, bizim üç katımız büyüklüğündeki ve bazı Arap aşiretlerince destekli, üstelik büyük bir hava gücüne sahip İngiliz Ordusu'nun önünden Türk Ordusu'nu başarıyla geri çektim. Halep'te sokak savaşları verdim. Bunun ayrıntılarını 1926'da Falih Rıfkı'ya anlattım. Son olarak Ekim 1918'de İngilizlere karşı Katma Muharebesi'ni kazandım. Halep'in kuzeyinde Türk süngüleriyle adeta doğal bir sınır çizdim. Yıldırım Orduları günlerimde (ki bu on gündür) Adana, Urfa, Maraş, Antep'te direniş yuvaları kurdum. Bu çalışmalarım Kasım 1918'in ilk günlerine denk gelir.
SORU 8: AZERBAYCAN'I NEDEN RUSLARA SATTIN?
Cevap: Mondros'un 11. maddesi gereğince Türk Ordusu 1918'de Azerbaycan'ı boşaltmak mecburiyetinde kaldı. Ben Nahçıvan'a yönelik Ermeni saldırılarını şiddetle protesto ettim. Hatta Nahçıvan savunması için gizlice bölgeye subaylar gönderdim. Hatta Ruslar ile anlaşma yapmaya gönderdiğim Yusuf Kemal Bey'e “Nahçıvan Türk kapısıdır. Bu hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız” emrini verdim.Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Azerbaycan'la dostça ilişkiler kurdum. 18 Kasım 1921'de yapılan büyük bir merasimle Azerbaycan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Bayrağı'nı bizzat ben Ankara Cebeci'deki temsilcilik binasına çektim. Bu sırada yaptığım konuşmada Azerbaycan ve Türkiye halkının “kardeş” olduğunu belirttim. “Kardeş Azerbaycan” Kurtuluş Savaşı'nda Başkan Nerimanov eliyle bize maddi yardımda da bulundu. Azerbaycan'la kültürel ilişkilere de büyük önem verdim. Örneğin 1926'da Bolşevikler Azerbaycan'da Latin Alfabesi'ni yürürlüğe koydu. Bildiğiniz gibi biz de 1928'de Latin harflerine geçtik. Böylece kültürel ilişkilerin zayıflamasına engel olduk. Tarih ve Dil Kurumları da tüm Türk halklarıyla olduğu gibi Azeri Türkleri'yle de tarihsel kültürel derinlik kurmamızda etkili olacaktı. Kısacası ben Azerbaycan'ın ve tüm soydaş ve mazlum milletlerin tam bağımsızlığı için çabaladım.
SORU 9: ALİ ŞÜKRÜ BEY'İ NEDEN ÖLDÜRTTÜN?
Cevap: Ali Şükrü Bey, bana muhalifti ama bir vatanseverdi. Ben her şeyden önce, bana karşı Meclis içi muhalefetin önemli isimlerden biri olan Ali Şükrü Bey'i öldürtecek kadar aptal değilim! Böyle bir cinayetin benim üzerime yıkılacağını, bu nedenle Meclis'teki muhaliflerce suçlanacağımı düşünemeyecek kadar da strateji yoksunu da değilim! Ali Şükrü Bey'i ben öldürtmedim. Ben fikirlere fikirlerle karşılık verilmesi gerektiğine inanırım. Ayrıca İngilizler padişah Vahdettin'i ve Meclis içindeki bazı muhalifleri  kullanarak bana Meclis içi bir darbe yapmak istemişler, bunun için her türlü komploya başvurmuşlardı.
SORU 10: SOYAĞACIN NEDEN ÇIKARTILAMIYOR?
Cevap: Soyağacım ortadadır. Bu konuda çok bilgi, çok kitap var. Ayrıca soyumdan sopumdan sana ne? Yoksa sen ırkçı, faşit falan mısın? Önemli olan soy sop değil bir insanın mensubu olduğu milletine ne kadar hizmet ettiğidir. Ama yine de merakını gidereyim: Ana baba soyum Türkmendir. Ana tarafından Konya, Karaman, (Konyar), baba tarafından Aydın, Söke taraflarında yaşayan Yörüklerindenim. Atalarım Osmanlı'nın iskan siyaseti gereği 1400'lerin sonunda Karaman'dan, Söke'den alınıp Makedonya ve civarına yerleştirilen Evlad-ı Fatihan'dandır. (yedi göbek Türk) Dedelerim Sofuzade Feyzullah Efendi ve Hafız Ahmet Efendi'dir…
SORU 11: LATİFE HANIM SENDEN NEDEN AYRILDI?
Cevap: Şiddetli geçimsizlik!
SORU 12: TÜM DEVRİMLERİN NEDEN İSLAM'A AYKIRI?
Cevap: Tüm devrimlerim İslam'ın özüne uygun, din zannedilen hurafelere, uydurmalara aykırıdır.“Hangi şey ki akla, bilime, milletin menfaatine uygundur o şey dinidir”. Benim tüm devrimlerim de akla, bilime ve milletimin menfaatine uygundur.

SORU 13: ÖLÜMÜNLE SOYUN NEDEN KESİLDİ? AKRABALARIN YOK MU?
Cevap: Akrabalarımın olup olmaması neyi değiştirir. Ancak benim devleti soyan akrabalarımın olmadığına emin olabilirsin!
SORU 14: SAİD-İ NURSİ SANA NEDEN SÜFYAN DEDİ?
Cevap: Said-i Nursi'yi Kurtuluş Savaşı başında diğer bazı din adamlarıyla birlikte düşmana karşı direnişte bana yardım etmesi için Ankara'ya çağırdım. Ama birçok vatansever din adamı bu çağrımla bana yardıma geldiği halde (Libyalı Şeyh Ahmet Sünusi bile geldi) Said-i Nursi gelmedi. İşgal İstanbul'unda Çamlıca'da oturup maaşlı bir işte çalıştı. Bu arada bazı zararlı cemiyetlere katıldığını duyduk. Ancak savaş bitince 1922'de geldi. Gelir gelmez de din istismarına başladı. Ayrıca Said-i Nursi “Kuran'daki sureler benden bahsediyor!”, “Karıncalarla konuştum!” diyecek kadar kendinden geçmiş biri… Said-i Nursi'nin benim için ne dediğinin hiç önemi yok! Ben akla, bilime değer veren Rıfat Börekçi hoca gibi Kuvvacı gerçek din adamlarının görüşlerini önemserim.
SORU 15: NEDEN SENİN GERÇEKLERİNİ SAKLAMAK İÇİN 5816 YASASI ÇIKARILDI?
Cevap: Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu ben, benim CHP'm değil, CHP'ye muhalif Menderes'in Demokrat Partisi (DP) çıkardı. Ayrıca bu kanunun beni koruduğu falan da yok… Baksana sen bile bana ağzına gelen her iftirayı atabiliyorsun!
Dersini aldın sanırım çocuk!
* * *
Başlığa dönersek;
FETÖ'cülük zehrinin panzehri ATATÜRKÇÜLÜKTÜR.
Ayrıca ülkemizi bölüp parçalamayı hedef alan küresel kumpas, Atatürk'ün eşsiz eseri Cumhuriyet'in kuruluş değerleriyle ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya bağlanmayı ve bu anlayış etrafında hepimizin kucaklaşmasını zorunlu kılıyor.
Farklı hesaplar peşinde koşanlar şunu iyi bilmeliler ki, Cumhuriyet tarihinin bu en ağır kumpasından çıkış için başka bir yol yok!..


22 Ağustos 2016 Pazartesi

VATANA İHANETİN BEDELİ MUTLAKA ÖDENİR.... TÜMER DİYOR Kİ !... ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
"VATANA İHANETİN BEDELİ" MUTLAKA ÖDENİR
ZEKERİYA TÜMER
Üzerinde yaşadığı toprakların kıymetini bilmeyen nankörlere mutlaka ALLAH cezasını verir.
Rahmetli Bitlis Milletvekili ve eski Dışişleri Bakanı Kamuran İnan vefat etmeden önce ; “Biz içimizde ne kadar çok vatan haini yetiştirmişiz, yazık”  demişti.
Helal süt emmiş, yediğini inkâr eden, içtiği suyun kıymetini bilmeyen, menf1aati uğruna ülkesine zarar vermeye çalışan kişiye, vatan haini denmez de ne denir?
Osmanlı’nın gümbür gümbür yıkılışını seyreden o zamanın devlet adamlarının ihanetini yaşamadı mı bu ülke?
Koskoca bir imparatorluk yıkılırken, ülkenin kurtuluşu için mücadele etmesi yerine, ülkeyi İngiliz, Fransız, Amerika, hatta Yunan askerine teslim etmek isteyen hainlerin uzantıları bugünlere de mi geldi acaba diye insan düşünüyor!
20.08.1921 de Sadrazam Salih Paşa ne demiş: “İngiltere’ye direnip durmak gereksiz ve tehlikelidir.”
Yani direnmeyelim, İngiltere’nin boyunduruğu altına girelim ve teslim olup, sömürge olalım demek istiyor.
Daha 1917 yılında İngiliz Ordu Komutanı General Mine’ye hariciye nazırı olan Mustafa Şerif Paşa haini ise şunları söylemiş: “Kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki, umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmektir.” Demektedir.
Koskoca Osmanlı kendisini idare edememekten aciz duruma düşmüş ve İngiltere’nin boyunduruğu altına girmek istediğini Sultanın da istediğini ifade ediyor. Bu hain ve kişiliksiz insanlar ülkeyi batağa sürüklemişlerdir.
Hariciye Nazırı Sefa Bey “Osmanlı hükümeti Ermenilere toprak verilmesini kabul ediyor”( 29.01.1921.) diye İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a söylüyor. Neresinden uydurmuş Allah bilir.
Ermenilere nereyi vermeyi düşünüyorlar dersiniz? Kendi öz vatan toprağını, korkularından peşkeş çekiyorlar.
Maalesef bugün de aynı düşüncede olanlar PKK’ya toprak vermeye kalkmasınlar. PKK’nın çoğu Ermeni zaten.
Utanmaz, arlanmaz Osmanlı’nın Adliye Nazırı (Medrese Çıkışlı) Ali Rüştü’nün düşüncesine bir bakalım. Ne demiş: “General Paraskevopulos’un ordusu, şimdi sürat ve şiddetle harekâta devam eyleyecek olursa, bir haftada Ankara önlerinde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua edin. Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur. Bu ordu bizim ordumuzdur.” (12.07.1920)
Hain, alçağın söylediğine bakın. Bir de utanmadan dua edin, diyor. Böyle hain ve alçakların uzantıları da bugünlere kadar gelmiş olmasın.
Kuvay-ı Milliyecilere, Atatürk’ün istiklalleri için savaşan ordusuna, dua edin demiyor, Yunan Ordusunu kendi ordusu kabul ediyor. Bir de utanmadan Yunan ordusunun ilerlemesini hükümetin programına uygun olduğunu söylüyor.  Böyle bir hükümet vatansever olabilir mi?
1920 de Nazır olan Rıza Tevfik haininin düşüncesine bakalım.
“Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa medeniyeti Anadolu’yu bu zararlı haşereden temizleyecektir. Hüküm galibindir. Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır.”
Asıl küstahlığı kendisi yapmış farkında değil. Memleketi, karış karış yabancılara satmaya çalışan ve Türk milletini köle yapmaya çalışan bu zihniyetin uzantılarını 2016 yılında da görüyor gibiyiz.
Anadolu zararlı haşereleri elbette temizleyecekti. Zararlı haşere Osmanlıyı yıkan içindeki hainlerdi. Anadolu’nun kahraman yiğitleri bu zararlı haşereleri temizlediler ve yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdular.
Bugünde Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmak, parçalamak isteyen haşereler de elbet temizleneceklerdir. Bunu kimse unutmasın.
İngiliz Muhipler Derneği Başkanı, Adliye Nezareti Müsteşarı ve yazar Sait Molla diyor ki: “İngiliz mandası istediğinizi bütün itilaf temsilcilerine, hükümete ve gazetelere bildiriniz.” 23.05.1919 da Belediyelere Genelge gönderiyor. Ardından 01.05.1920 de de “Anadolu’daki Milliyetçi hareket boşa gitmeye mahkûmdur.” Diyor.
Vatan haini şunu idrak edemiyor: Milliyetçi hareket her zaman başarılı olmuştur. Vatanı için ölmeyi göze alan Anadolu’nun kahraman evlatları İngiliz Mandasını istemek bir yana düşmanlarını tek tek temizlemiş ve pırıl pırıl Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
Yazar ve Nazır Ali Kemal haini ne demiş: “Bu ülkedeki yabancı askerler, Teşkilat-ı Milliye’den bin kere daha iyidir.” (23.04.1920)
Düşünün, bu adama benzeyen yazar ve çizer takımı 2016 yılında da yazıp çiziyorlar mı? Ne dersiniz?
Gelelim Vahdettin’e. Osmanlı Padişahının sonuncusu. “İngiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım.”
Başka miras alamamış, İngiliz hayranlığını almış.
Daha o kadar çok yukarıdaki sözlere benzer sözler söylenmiş ki, bu sözleri söyleyenlerin çoğu da devlet görevlileri. Ülke işgal altında, kurtuluş yok. En iyisi teslim olalım, Türklerin yok olmasına göz yumalım. Böyle bir zihniyetin var olduğu 1920 ler de, umudunu yitirmeyen bir kişi var. O da Mustafa Kemal.
SON SÖZ: Amerikalı yazar Prof. Justin Mc. Carty’ye ne demiş:
 “…Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu,  ama Trakya ve Anadolu’da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya Ovası’ndan sürülmeleri ve atılımları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz.” Ve Amerikalı tarihçi devam ediyor: “..Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı, Türk neslini kurtardı.”
Yabancı bir yazar, hem de Amerikalı, gerçekleri görebiliyor ve ana gerçeği söylüyor, bizler ise halen Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayamıyor ve tarihten silmeye çalışıyoruz.
26 Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da  Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan muharebesi kazanılıp, Yunan İzmir’de denize dökülmese idi, Amerikalı Prof. Justin Mc. Carty’in dediği gibi, Türk milleti tarihten silinecek, İslamiyet’te tehlikeye girecekti. Anadolu’da sığıntı halinde yaşamaya mahkûm edilen belki çok az bir Türk kalacaktı, onların da bazılarının babalarının kim olduğu da belli olmayacaktı.
15 Temmuz uyduruk darbe girişimi nedeniyle, Türk milletinin milli duygularının kabarmış olduğu bir anda, 30 Ağustos Zafer Bayramının çok daha görkemli bir şekilde kutlanması gerekmez mi?
Demokrasi kuruldu diye milyonlarca insanın bayram havası niteliğinde Yenibosna meydanında toplanmasında herhangi bir bomba telaşı olmamışken, 30 Ağustos’ta neden olsun.
Üstelik Cumhurbaşkanının Başkomutanlık sıfatı da üzerinde iken, Ankara’da ve tüm yurtta görkemli bir şekilde kutlanması gerekmez mi?
Milli Bayramlar, insanların milli ve manevi duygularını yükseldir.
Bazı şeyler lafta değil, sözde yapılmalıdır.
AKP Hükümeti terör bahanesi ile milli bayramların kutlanmasını engelleme yoluna gitmemelidir. Bu hareket, olumlu değil, olumsuzluklara sebep olabilir.
Laik ve Demokrat Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkmanın tam zamanı…
22.08.2016
Zekeriya TÜMER
Ulusalhaber1881@gmail.com

15 Ağustos 2016 Pazartesi

KİM SUÇLU!., SUÇLU KİM?., KİM SORUMLU!., SORUMLU KİM.?!., "TÜMER DİYOR Kİ" - ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ: 
KİM SUÇLU!., 
SUÇLU KİM?.,
KİM SORUMLU!., 
SORUMLU KİM.?!...
Sevgili okurlar, 
15 Temmuz 2016 tarihe kara bir leke olarak kaydedildi.
Büyük bir plan ve büyük bir organizasyon.
Olan kime oldu? Türk ordusuna ve Türk milletine.
Bu yapılan darbe girişimi, AKP Hükümetine falan yapılmadı. Eğer öyle olsa idi, siyasilerin üzerine gidilirdi. Gidilmedi ve Ordu içerisinde yapılan hareket, orduyu ikiye bölerek, başarısız olanların tutuklanmalarına ve yok edilmelerine sebebiyet verdi. Bu arada da yıllardır, taa Osmanlı döneminden gelen askeri okullar süratle kapatıldı. Ordu Komutanlarının sivillerden emir almaları kararları alındı. Netice de Türk ordusu 3.cü golü de yedi. Amerika dâhil, bütün dünya’da buna sevindi.
Sakın sevinmediler, üzüldüler demeyin. Üzülmezler. Türk ordusu zayıf olmalı ki, Ortadoğu şekillenebilsin. Adalarımız işgal edilebilsin. Sınırlarımıza terörist gruplar yerleşebilsin. İleride bir gün geldiğinde de, Türkiye bölünüp parçalanabilsin.
Bizlerde aman, Türk ordusu bir daha Darbeye falan kalkmasın, bizi iktidardan alaşağı etmesin diye, orduyu ufaltalım, siyasileri komutan yapalım, askeri okulları kapatalım, kışlaları taşıyalım, ordunun elinden silahların gücünü azaltalım, vs. kararlar almaktayız.
Eh ne diyelim, büyüklerimiz bizlerden çok daha iyi düşünürler ve bilirler mi desek mi demesek mi. Sizler ne dersiniz?
Suçlu kim? Sorumlular Kim?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihe geçecek bir itirafta bulundu. Ne dedi: “Bunlara yardımcı oldum. (Yani Fettullahçılara, paralel yapıya) Hainlerin gerçek yüzlerini ortaya dökemedim. Rabbim de Milletim de bizi affetsin.” Bu kadar basit. Rabbim’den kasıt Allah herhalde. Yani Allah’ım beni affetsin. Milletim dediği ise, hangi millet? Eğer bu milletin bazı kesimleri aklını kullansa idi, önlerindeki büyük tuzağı görürler ve cahil bir kişinin peşinden gitmezlerdi.
Tamam, Cumhurbaşkanı son derece açık yüreklilik ve cesaretle bu sözleri söyledi. Bu da kim ne derse desin erdemliktir. Yani suçlu olduğunu kabul etmektir. Bu hususta takdire şayandır denebilir.
Ancak, yapılan hata o kadar büyük ki, şahsa zarar verilmedi, koskoca bir devlete ve devletin temel yapılarına zarar verildi. Halk bunun acısını çok çekecek. Bu millet AKP yöneticilerini ve Siyasi kadrolarını nasıl affeder.
Affeder mi, affetmez mi, bilemem! Herhalde affedip affetmediği hususu da seçimlerde belli olur.
Bir gün gelir, hata yapanların hepsi de hesap verebilir, bunu da kimse unutmasın.
Eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek’te demiş ki: “Hepimizin günahı var, belki de benim vebalim yüzde 90'dır..."
Çiçek bu yapının 70 li yıllardan beri var olduğunu biliyormuş. Bile bile de feto’cuların bu noktaya gelmesine göz yumduklarını itiraf ediyor. Kendisinin % 90, bazılarının yüzde 5, bazılarının yüzde 1 suçlu olduklarını da söylemiş.
Ayrıca, Türkiye’nin siyasi, dini ve ticari açıdan kandırılmışların ülkesi olduğunu da çok iyi biliyormuş.
Helal olsun.
Her şeyi çok iyi biliyordun da, neden birilerini uyarmadın ve yetki elinde iken tedbirleri almadın. Yoksa sende mi kandırıldın, aldatıldın. Ya da sizler mi bizleri kandırdınız, aldattınız. Bunları açıklarsanız çok iyi olur.
Her şey şeffaf olursa, denetime tabi olursa, bunlar yaşanmaz da demiş. Denetim deyince aklıma geldi. Sayıştay’a ne oldu. Hiç kimseyi denetleyemiyor. Görevini yapamıyor.
Çiçek Fetullah Gülen taraftarlarının devletin içerisinden temizlendiklerini söylüyor. Ama yerine kimlerin getirileceğinin de çok önemli olduğu vurgusunu yapıyor.
 Doğru söylüyor. Yerlerine kimler gelecek. Ben söyleyeyim kimlerin getirilmesi gerektiğini.
Yıllarca devlette çalışan, hırsızlık yapmayan, rüşvet yemeyen, devletine sahip çıkan Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve yolunda giden, vatanını, bayrağını, insanını seven ve eşit davranan emekli bürokratlar var. Onları bulun ve getirin. Bir yıllığına, iki yıllığına da olsa getirin. Üstün yetenekli ve namuslu kadrolar bulunur. Yeter ki istensin. Bakın o zaman devlet nasıl dimdik ayağa kalkar. Pislikler çok çabuk temizlenir. Bütün her birimde çalışmış bu kabil insanların bulunması o kadar zor değil, arşivleri tarayın bulursunuz.
Devamla diyor ki Çiçek: Bu kişiler, liyakat esas alınarak çok iyi kontrol edilerek alınmalı.
Yoksa FETÖ gider, ÇETÖ gelir.”
Doğru, Feto gider Çeto gelir. Kuran kursları, tarikatlar, şeyhler, şıhlar, cübbeliler, cübbesizler, sakallılar, sarıklılar Demokrasi’ye sahip çıkıp, Türk Bayrakları ile gece sabaha kadar nöbet tuttular. Bu kabil vatansever insanlar var iken Feto gider Çeto gelebilir.
15 Temmuz uyduruk darbe girişiminden sonra, hükümet kanadı dâhil, muhalefet ve halk darbeye karşı olduklarını sözleri ve icraatları ile gösterdiler. Dün Fettullah Gülen ile kol kola, yan yana, yanak yanağa resim çektirenler, birlik ve beraberlik içerisinde olanlar, bugün Feto düşmanı kesildiler. Bunlara hayret etmemek mümkün mü?
Hiç merak etmeyin, Türk milletinin karakterinde bu vardır. Eğer Allah muhafaza, Darbeciler başarılı olsa idiler, inanın bu insanların çoğu şimdi Tayyip düşmanı olmuşlar ve feto’yu alkışlamaya başlarlardı. Milletimizin anlayışı ve karakteri bu, ne yapacaksın. İçimizde bu kabil yalaka ve dalkavuklar bulunmakta, atsak atamıyor, satsak satamıyoruz.
Sokaklar halkın algısını darbeye karşı pekiştirmek için Hükümet tarafından değişik afişlerle donatılmakta. Hâkimiyet Milletindir, afişleri dikkati çekmekte. Millette hangi hâkimiyet var, doğrusu çok merak ediyorum.
En önemli afişte BİZ MİLLETİZ, TÜRKİYE’Yİ DARBEYE, TERÖRE YEDİRTMEYİZ, afişi.
Helal olsun diyorum, bu millet, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirtmiyor.
Burada bir yanlışlık var gibi geliyor bana.
Tamam, darbeye karşı tankların üzerine çıkıldı, önüne yatıldı, darbeye yedirilmedi. İyi güzel de. 40 yıldır Terör devam ediyor ve terör bizi o kadar çok yedi ki, haddi hesabı yok. Binlerce şehit verdik. Sivil, asker, polis. Ekonomimiz onların yüzünden çöktü. Nasıl yedirmedik, teröre hayret ediyorum. Halen de terör belası, hem ekonomimizi çökertiyor, hem de her gün birkaç insanımızın canını alıyor. Bizler de afişlere bakarak, helal olsun bu millete, Türkiye’yi teröre yedirmiyorlar, diye seviniyoruz.
İyi güzel, darbeye ve teröre Türkiye’yi yedirmeyen bu millet, bir sürü adalarımızı Yunan İşgal etti, şimdi üzerinde oturuyor ve adalarımızdaki verimli mahsulleri yiyor, neden ses çıkarmıyor? Hadi adaları bırakalım, madenlerimizin ruhsatları yabancılara verildi, kamusal birçok yerler yabancılara satıldı. Bankalarımız, Sigorta şirketlerimiz, Fabrikalarımız, devletin temel kurumları yabancılara satıldı, çatır çatır bizim paramızı yiyorlar ve bizi sömürüyorlar, bunları yedirmek mubah mı? Bunlar Türkiye’yi sömürüyor, yiyor, bunlara ses çıkarmak yok.
Türkiye’yi darbeye, Teröre yedirmek istemeyen millet, yabancılara karşı da ülkeni böldürme, parçalatma, yedirme de seni göreyim ve alnından öpeyim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapısı ile oynanmamalı. Ağızdan çıkan söz önemli değildir, o sözün yerine getirilmesi önemlidir. Geçmişte Atatürk’e sövenler. Türk Bayrağı gönderden indirildiğinde ses çıkarmayanlar, askerlerimizin kafasına çuval geçirildiğinde susanlar, bugün milli kahraman olmaya heveslenmişlerdir. Bayrağa, vatana, milli ve manevi değerlere sahip çıkmak zorda kalınca olmamalıdır.
Bir olmamız, diri olmamız, her zaman geçerli olmalıdır.
Türk ordusunun temel yapısı ile oynanmamalıdır. İç ve dış düşmanlarımızın artmakta olduğu dönemler yaşanırken, orduyu zayıflatmak, güçsüz kılmak, moral men çökertmek, Türkiye için hiç iyi olmaz.
Biz milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz, demekle iş bitmiyor. Millet olarak Devletimizin tüm temel yapılarına sahip çıkmanın zamanı geldi de geçiyor. En önemli olan husus, milliyetçiliğimiz. Bu Türk milliyetçiliğidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ettiği milli duygu ve düşüncedir.
T.C.ler nerede, andımız nerede? Bunların kaldırılma sebepleri ne idi? Şimdi neden konmuyor?
Son söz, eğer milli birliğimizin çok çabuk toparlanması isteniliyor, iç ve dış düşmanlara karşı güçlü olunmamız isteniyor ise, çok süratle Milli Mutabakat Hükümeti kurulmalıdır. 2 Yıl sonra da erken seçime gidilmelidir. Mecliste gurubu bulunan partiler ve meclis dışındaki partilerden de üye alınarak kurulacak geniş tabanlı bir Milli Mutabakat Hükümeti, darbeyi de önler, terörü de. Kalkınmayı da sağlayabilir. Birlik ve Beraberliğimizin bütünleşmesinde de çok rol oynar.
Haydin bu ülkeyi düşünüyor iseniz, geçmişte yaptığınız hatalar nedeniyle özür dilemek yerine, geçmişten ders alarak geleceği şekillendirin.
NE MUTLU BİZE Kİ, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK GİBİ BİR ÖNDERİMİZ VAR. ZORDA KALINCA ATATÜRK’E SARILMAK DEĞİL, HER ZAMAN ONUN FİKİR VE DÜŞÜNCELERİNE DEĞER VERİP, YOLUNDA, İZİNDE YÜRÜMELİYİZ.
Zekeriya Tümer

1 Ağustos 2016 Pazartesi

AMAÇ BELLİ, DARBE BAHANE; "TÜMER DİYOR Kİ!.." ULUSAL HABER & ULUSAL AJANS: ZEKERİYA TÜMER, İSTANBUL

TÜMER DİYOR Kİ:
AMAÇ BELLİ, 
DARBE BAHANE!..
AKP iktidarı, bilhassa AKP’nin değişmez lideri Recep Tayyip Erdoğan istediği hedefe adım adım yaklaşmakta.
Evet, kim ne derse desin, Fetullah Gülen ve taraftarları, paralelciler, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti devletini altüst etmek için yıllardır mücadele etmekte idiler.
Gülen kendi aklı ile hareket etmedi elbette.
Önemli desteği olmasa, bu işlere kalkışması mümkün değildi.
Bugüne kadar birçok okumuşlarımız, okumamışlarımız, siyasilerimiz, sanatkârlarımız, gazetecilerimiz, askerimiz, polisimiz, iş adamlarımız, Gülenci olmuşlarda kimsenin haberi yok.
Yalan, herkesin her şeyden haberi var.
Gülenin ana merkezi nereye dayanıyor? Said-i Nursi'ye, yani Nur Cemaatine.
Peki, bunu şimdi mi öğrendiniz?
Darbe girişimi bertaraf edildi.
İyi de oldu. Şimdi, asker, polis ve siviller dâhil, olağanüstü bir kıyım yapılıyor.
Bunların Gülenci oldukları hemen nasıl tespit edildi? hayret ki ne hayret!
Bir yerlerde bunların Gülenci diye kayıtları mı vardı?
Temizlik hareketinde, suçluların yanında suçsuzlar da olacaktır.
İşte bu durum çok önemli. Hükümet kanadının çok titizlikle davranması gerek.
Şunu çok merak ediyorum, bürokrasi içerisine atanan memurlara kim vesile oldu, onların göreve gelmelerinde siyasi destek olunmadı mı?
Peki, bu siyasiler kim?
AKP içerisinde, hiç Gülen taraftarı milletvekili, Bakan, İl ve İlçe Başkanları, üyeleri, belediye başkanları, Belediyelerde çalışan personel yok mu? Mutlaka vardır. Onların görevlerine neden son verilmiyor?...
Mademki, Gülenciler çok tehlikeli, bugüne kadar neden onlardan medet umuldu?
Siyasilere gelince, aldatıldık, kandırıldık, deyip sıyrılıyorlar. O zaman, Gülenci dediğiniz ve işten attığınız kişilerde kandırılmış olamaz mı? Onlar da kandırıldık, aldatıldık, derlerse ne olacak?
Bakın ben, 1985 yılından beri Gülenin iyi bir artist olduğunu, ağlayarak, milleti kandırdığını, onun amacının yavaş yavaş devleti ele geçirmek olduğunu, anladım da, sizler neden anlayamadınız.
AMAÇ BELLİ, DARBE BAHANE
Tüm dünyanın çekindiği Türk ordusunun ruhuna Fatiha okuyacağız herhalde.
Her Türk asker doğar, asker ölür. Türk milletinin yeri geldiğinde, kadını, erkeği, genci, yaşlısı hepsi birden asker olabilir. Bunu bilen emperyalist güçler, orta doğuyu şekillendirmek için ilk önce Türk Ordusu’nun zayıflatılması gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle ordunun içerisine sızdırdıkları paralelciler sayesinde, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları ile orduyu zayıflattılar, suçsuz birçok değerli ordu mensubunu ordudan atılar hapishanelere tıktılar ve mağdur ettiler.
Bu zaman zarfında iktidarda kim vardı? AKP.
Sonra ne oldu? Feto ile ara açıldı ve bir şeylerden kuşkulanıldı, paralelci ilan edilen Feto’cuların üzerine gidilmeye başlanıldı.
Mağdur edilen ordu mensupları serbest bırakıldı ve  “Yaa yanlışlık yaptık, bizleri paralelciler kandırdılar” diyerek, bu sefer de Paralelcilerin üzerine gitmeye başladılar.
Paralelciler baktılar ki, öyle veya böyle kıyıma uğrayacaklar, kimin aklına uydular ise uydular ve uyduruk bir Darbe girişimine kalktılar. Hem kendileri belalarını buldu, hem ailelerini ve çocuklarını perişan ettiler, hem de ülkeyi kaosa soktular.
Şimdi ise, paralelcilerin yapmaya kalktıkları uyduruk darbe girişiminden sonra, üçüncü dalga orduyu tam manasıyla çökertmektedir.
Tamam, yerden göğe haklı AKP iktidarı….
Çünkü Paralelciler, Hükümeti yıkmak, yerine kendileri geçmek istiyorlardı. Devleti çökerterek, İslam Cumhuriyeti’ni kurma niyetleri olduğu malum. İyi oldu, ordunun içerisinden ve diğer kurumlardan temizlenmeleri.
Tamam, buna kimsenin itirazı yok. Ancak, şu son alınan kanun hükmündeki kararname ile orduya yapılmak istenenin amacı ne?
Ordumuz yıpranır, küçülür ise, içimizde ve dışımızda bu kadar hainler ve düşmanlar var iken, kim savunacak Türkiye Cumhuriyetini?
Polisi ordunun yerine koymakla bu iş olur mu zannediyorsunuz! Polisin görevi ayrıdır, ordunun görevi ayrıdır.
Paralelcileri temizlersiniz, orduyu eski gücüne kavuşturursunuz, Cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı, Demokrasiye ve Hukukun üstünlüğüne saygılı bir ordu hiçbir zaman durup dururken keyfi kalkıp darbe girişiminde bulunmaz. Bulunamaz da...
Son kanun hükmünde kararname ile ne yapılmak istendiğine bakalım.
Ya biz anlamıyoruz, ya da hangi amaçla bunlar yapılıyor, bizlere daha iyi açıklasalar da biz de bilsek.
Alınan kanun hükmündeki kararname ile yıllardır orduya asker yetiştirmede temel eğitimi yapan askeri liseler kapatıldı. Harp okulları kapatıldı. Yerine Askeri Üniversiteler açılacakmış.
Temelden yetiştirilen askeri eğitime son veriliyor.
YAŞ yapısına 1. Dışişleri bakanı 2. İçişleri bakanı 3 Başbakan yardımcıları 4. adalet bakanı eklendi
Tüm askeri hastaneler sağlık bakanlığına devredildi
Askeri mahkemeler adalet bakanlığına devredildi
Genelkurmay ve ordu komutanları Başbakanlığa bağlandı

Cumhurbaşkanı ve başbakan Genelkurmay başkanına ve ordu komutanlarına direk emir verebilecek.
Söz konusu kararname de ne yapılmak istendiğini, isterseniz biz anlatmayalım, sizler bulun çıkarın.
Tek söyleyeceğimiz, askerin gücü azaltılmakta, siyasilerin kontrolüne girmekte, askeri okullara her yerden öğrenci alınabilme olanağı sağlanmaktadır.
Eh Ordumuzun ruhuna Fatiha okumanın zamanı geldi demek ki!
Şunu kimse unutmasın, ordumuz azaltılır, zayıflatılır ve morali ve psikolojisi bozulur ise, ülkemiz iç ve dış tehditler karşısında savunulamaz, işgal de edilir, bölünür ve parçalanır da. Ordumuz ile fazla uğraşılmaması gerek. Ordu mensuplarının da durup dururken, darbe falan girişimine kalkmaması, asli görevini yerine getirmesi gerek.
Bırakın Demokrasi içerisinde millet yolunu çizer ve layık olduğu iktidarı başa getirir.
01.08.2016
Zekeriya Tümer