13 Ocak 2023 Cuma

Atatürk ve Cumhuriyet

 TÜMER DİYOR Kİ:

Sevgili okurlar; bilindiği üzere, toplumumuz artık çok fazla okumamakta, önemli konu içeren videoları izlememekte.

Bu nedenle ben okurlarım sıkılmasın, ancak sıkılmadan okuyabilsin diye burada sizlere çok önemli konuyu her gün bir sayfa ekleyerek yazmak istedim. 

PROF.DR.ANIL ÇEÇEN’İN TİTİZLİKLE YAPMIŞ OLDUĞU ÇALIŞMANIN NETİCESİNDE YAZMIŞ OLDUĞU ATATÜRK VE CUMHURİYET ADLI KİTABINDAN ALINTILAR YAPARAK ATATÜRK'ÜN CUMHURİYET İÇİN SÖYLEDİKLERİNİ BURADA SİZE DE ANLATMAK İSTEMEKTEYİM.  

Nedeni ise, son zamanlarda Cumhuriyetin kazanımlarını içlerine sindirememiş olan kişilerin Cumhuriyete olan saldırılarıdır. 

ATATÜRK’ÜN CUMHURİYET İÇİN SÖYLEDİKLERİ   (Sayfa 67)

Kendi içinde ulusal bir giz olarak sakladığı “Cumhuriyet” düşüncesinin, Atatürk’ün Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki konuşmalarında görülmesini doğal karşılamak gerekir. Ne var ki, cumhuriyet ülküsü gençliğinden ve bu ülkü için yola çıktığı günden beri her zaman içinde yaşamış, düşüncelerinin ve yaptıklarının dayanağı dahası temel amacı olmuştur. 

Çeşitli anılar ve olayların gelişmesinde Atatürk’ün davranışları bu gerçeği kanıtlamaktadır. 

Bulgar Türkolog Manolot anılarında, Atatürk’ün daha İkinci Meşrutiyet döneminden önce, saltanatın yıkılmasının gerektiğinin ve yerine cumhuriyet rejiminin getirilmesinin zorunluluğunu savunduğunu açıklamaktadır. 

Daha Selanik’teyken kendisinde gelişen bu düşünce, zaman zaman Atatürk’ün bazı konuşmalarında dile gelmiştir. 

Çok açık olmakla  beraber, onun sözleri incelendiği zaman, en büyük hedefinin çağdaş bir cumhuriyet devleti kurmak olduğu kolayca anlaşılmaktadır. 

Gençliğinde ve savaş yılları konuşmalarındaki dolaylı anlatım, Cumhuriyet kurulduktan sonra açık anlatıma dönüşmüştür. Onun her söylevinde Cumhuriyetle ilgili bir parça bulmak olasıdır. 

Daha Selanik'teyken kafasının içinde Cumhuriyet düşüncesini bir hedef olarak taşıyan Mustafa Kemal, bunu ulusal bir giz olarak zamanı gelene kadar saklamasını bilmiştir. 

Bir yandan yakın çevresini ve arkadaşlarını Cumhuriyet düşüncesi doğrultusunda uyarmış  ve eline olanak geçtikçe onları da cumhuriyetçilik doğrultusunda bilinçlendirmeye çalışmıştır.

 Savaştığı cephelerde beraber bulunduğu arkadaşlarından, onun cumhuriyetçi düşüncelerini öğrenebiliyoruz. 

Özellikle Atatürk'ün Halep'te bulunduğu sıralarda, cumhuriyetçi tutumu biraz daha kesinlik kazanmaktadır. 

Atatürk'ün daha işin başlangıcında Cumhuriyet için yola çıktığı ve tüm yaptıklarını bu hedefe ulaşmak amacıyla adım adım gerçekleştirdiği Mazhar Müfit Kansu'nun defterlerinde görülmektedir. 

Erzurum Kongresi sırasında Atatürk, Mazhar Müfit'in yeni bir hükümet biçimi aranması gerektiği konusundaki sorusunu yanıtlarken: "Açıkça söyleyeyim: Şekli hükümet zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır" der. 

Yola çıkarken bu düşüncede olan Atatürk'ün, Cumhuriyetçilik anlayışını belirleyebilmek için öncelikle onun Cumhuriyetle ilgili konuşmalarına bakmak gerekir. 

Onun sözleri bir bakıma Türkiye'de Cumhuriyetçiliğin temel belirleyici kaynağını ve çerçevesini oluşturmaktadır. 

Öncelikle Büyük Söylev'de Cumhuriyetle ilgili olarak şu bölümler yer almıştır:

"İçinde bulunduğumuz o günlerde Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi kavramını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi. 

Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?

Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan kısıntısız, koşulsuz, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak. 

İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur. Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şuydu:

Temel ilke Türk ulusunun onurlu ve şererefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. 

Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz. 

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. 

Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. 

Oysa Türkün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. 

Öyleyse, ya bağımsızlık ya ölüm, işte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı."

"Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu buydu. 

Ben de böyle yaptım. Ancak tuttuğum bu pratik ve güvenilir başarı yolu yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda zaman zaman görüşlerde, davranışlarda yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşılmazlıkların, kırgınlıkların ve sırasında ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. 

Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculuklardan kimileri, ulusal hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünme ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. 

Bu noktaları, aydınlanmanız için kamuoyunun aydınlanmasına yararlı olmak için, sırası geldikçe birer birer göstermeye çalışacağım. 

(Sevgili okurlar; yukarıda söylenen sözlere dikkat etti iseniz, Mustafa Kemal Atatürk'ün en yakın arkadaşlarının dahi Cumhuriyete karşı çıktıklarını ve önemini anlayamadıklarını okumuşsunuzdur. İşte bugün de aynısı var. Demek ki, bizler Atatürk'ün görüş ve düşüncelerini tam hazmedememiş, anlayamamış, anlatamamışız. 

İşte ben bu nedenle, burada bu sözlere yer vermek istedim. )

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Devamı 2.BÖLÜMDE

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

2.BÖLÜM.

Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki, ben ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini bir ulusal giz gibi içimde taşıyarak, yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım. 

Şimdi baylar, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekliydi. 

“Bağımsızlığa ulaşıncaya değin, bütün ulusla birlikte özveriyle çalışacağıma kutsal inançlarım adına ant içtim. Artık ben Anadolu’dan hiçbir yere gidemem. “

(Sevgili okurlar; Atatürk'ün nedenli kararlı olduğunu ve halkını canından çok sevdiğini, bu sözleri ile belirtmektedir. Ayrıca kuvvetli bir dini inancı olduğu da bellidir. Çünkü inancı üzerine ant içmiş ve bu yeminini de sonuna kadar mücadele ederek kanıtlamıştır. Bunları iyi anlamak gerek.)

“Hükümet kurmakla ilgili bir öneride bulunmadan önce duyguları ve görüşleri dikkate almak zorunluluğu vardır. Bu zorunluluğa uymakla birlikte asıl amacı saklı tutan önerimi yazılı olarak meclise sundum. Bazı karşı görüşler ileri sürüldü ise de kısa bir tartışma sonunda kabul olundu. Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak orada temel ilkelerin saptanmış ve ortaya konmuş olduğunu görürler. 

Bu ilkeleri izin verirseniz burada belirterek sayacağım:

1-Hükümet kurmak zorunludur. 

2-Geçici  olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir. 

3-Mecliste beliren ulusal istencin yurt alın yazısına doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde bir güç yoktur. 

(Sevgili okurlar; Atatürk daha ilk günlerde bile yetkilerin tek elde değil, T.B.M.M.nde toplanmasını ön görmüştür. Tartışılarak kararların alınmasından yanadır.)

 4-Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. 

Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul hükümet işlerine bakar ve Meclis başkanı bu kurulun da başkanıdır. 

Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman Meclisin düzenleyeceği yasaya uygun olan durumunu alır. 

Baylar, bu ilkelere göre kurulan hükümetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir. CUMHURİYETTİR.

Böyle bir hükümetin kuruluşunda ilke, kuvvetler birliği kuramıdır. Zaman geçtikçe bu ilkelerin kapsadığı kavramlar anlaşılmaya başladı. İşte o zaman tartışmalar ve olaylar birbiri ardından sürüp gitti. “

“Yemek yenirken yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” dedim. Orada bulunan arkadaşlar hemen düşüncemi benimsediler. Yemeği bıraktık, hemen o dakikada yapılacak işler için kısa bir program düzenledim ve arkadaşları görevlendirdim. Düzenlediğim programın ve verdiğim önergenin uygulanışını göreceksiniz. 

Baylar görüyorsunuz ki, cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmayı ve onlarla görüşüp tartışmayı gerekli görmedim. 

Çünkü onların öteden beri ve doğal olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu. Oysa o sırada Ankara’da  bulunmayan kimi kişiler, hiçbir yetkileri yokken kendilerine bilgi verilmeden, düşünceleri ve uygun görüp görmedikleri sorulmadan cumhuriyetin ilan edilmiş olmasını gücenme ve ayrılma nedeni saydılar.”  (DEVAMI 3.BÖLÜMDE)

(Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. )

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

3.cü bölüm.


Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine ise, Atatürk Meclis’te şunları söylüyordu:

Son yıllarda ulusumuzun gösterdiği yetenek ve anlayış, kendisi için kötü sanıda bulunanların ne denli aymaz ve ne denli irdelemeden uzak görünüşe önem veren kimseler olduğunu pek güzel gösterdi. Ulusumuz kendisinde bulunan nitelikleri ve değeri, hükümetin yeni adıyla uygarlık dünyasına çok daha kolay gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti dünya devletleri arasındaki yerini yaraşır olduğunu başaracağı işlerde gösterecektir. 

(Sevgili okurlar; Cumhuriyetin ilanından sonraki olumlu gelişmeler, Cumhuriyete karşı çıkanları utandırmıştır. Cumhuriyeti anlayabilenler, uygar insan olabilmeyi de bilmelidirler. )

Arkadaşlar, bu yüce kuruluşu meydana getiren Türk ulusunun son dört yıl içinde kazandığı utku, bundan sonra birkaç kat olmak üzere görülecektir. 

Ben gördüğüm bu güven ve inana yaraşır işler görebilmek için pek önemli saydığım bir noktadaki gereksinmeyi bildirmek zorundayım. O gereksinme, Yüksek Meclisin bana karşı olan sevgisini, güvenini ve yardımını sürdürmesidir. Ancak böylelikle ve Tanrının yardımıyla bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri iyi bir biçimde yapabileceğimi umarım. 

(Sevgili okurlar, buradaki söze dikkat edin. Hem meclisin güvenine ihtiyacı olduğunu söylüyor, hem de kuvvetli bir inancı olduğundan Tanrının yardımına muhtaç olduğunu belirtiyor. Bunlar olduğu taktirde kendisine verilecek görevleri iyi bir biçimde yapabileceğini vurguluyor. Bunları da yapmadı mı? Yaptı. )

Her zaman sayın arkadaşlarımın ellerine  içtenlikle ve sıkıca yapışarak onların varlıklarından kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Her zaman ulusun sevgisine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve utkulu olacaktır.”

“Bu belirsizlik, Meclis ve Meclis hükümeti bulunmakla birlikte devlet başkanlığının, padişahlık kaldırıldıktan sonra, Halifelikte belirdiği düşünce ve inancında bulunanları, cumhuriyetin ilanı gününe değin umut içinde yaşattı. 

Buna göre Rauf Bey’in, en doğru olduğunu ileri sürdüğü hükümet biçiminde halifeyi devlet başkanı olarak da gördüğü kuşku götürmez. İşte Cumhuriyetin ilanı üzerine, Rauf Bey’i ve kendisi gibi düşünenleri kaygıya ve çoşkuya sürükleyen gerçek neden, devlet başkanlığı makamına Cumhurbaşkanının getirilmiş olmasıdır. Gerçekten Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır denildikten sonra, halifeye verilecek kimliği ve yetkiyi sağlamak için uğraşan ve onun okşayıcı sözlerini Tanrı vergisi sayarak kıvrananların umut kırıklığına uğramaları ve üzülüp kaygılanmalarını olağan görmek gerekir.”

(Sevgili okurlar; dikkat ederseniz, ne kadar zor bir mücadele'den sonra Mustafa Kemal Atatürk hedefine ulaşmıştır. Bütün amacı da ülkesi ve milletidir. Bunu anlamak gerek.)

“Cumhuriyeti elbette benimseyenler de, isteyenler de vardır. Benimseyenler, niçin ve ne gibi inançlara ve düşüncelere dayanarak, cumhuriyeti kurduklarını, karşıtlarına anlatarak inançlarının ve yaptıkları işlerin yerindeliğini tanıtlamak isteseler de, onları bilerek yaptıkları bu direnmeden vazgeçirebilecekleri kabul olunur mu?

Elbette cumhuriyetçiler, ellerinden gelirse ülkelerini herhangi bir yolla, ayaklanma ile, devrimle ya da kamuca beğenilecek başka yollarla gerçekleştirirler. Bu ülkü devrimcilerin ödevidir. Buna karşı, direnmeler, yaygaralar ve geriletici girişimler de, karşıtların yapmaktan geri durmayacakları davranışlardır. Cumhuriyetin ilanında, Rauf Bey ve benzerlerinin yaptıkları gibi.”

“Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin amacı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. 

Gelecek kuşakların, Türkiye'de Cumhuriyetin ilanı günü ona hiç acımadan saldıranların başında 'Cumhuriyetçiyim' diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmayınız. Tersine, Türkiye'nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç güçlük çekmeyeceklerdir. 

Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki, başında çürümüş bir padişah soyunun halife sanıyla, yerleşip kalmasını zorunlu kılan bir devlette, Cumhuriyet ilan olunsa bile yaşatılamaz."

(Sevgili okurlar; bu son sözlere çok dikkat etmek gerek. Gelecek günlere de işaret etmektedir.) (DEVAMI 4.BÖLÜMDE)

(Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. )


&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

DEVAMI YARIN: 4.BÖLÜM


Baylar, padişahlıktan cumhuriyete geçebilmek için herkesin bildiği üzere bir geçiş dönemi yaşadık. bu dönemde iki düşünce ve görüş birbiriyle durmadan çarpıştı. O düşüncelerden biri padişahlığın sürdürülmesiydi. Bu düşünceyi benimsemeyenler belliydi. Öbür düşünce padişahlığa son vererek cumhuriyeti kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi. Bu düşüncemizi açıkça söylemekte ilk zamanlar sakınca görüyorduk. Ancak düşüncemizi saklı tutup elverişli bir zamanda uygulayabilmek için padişahlığı tutanların düşüncelerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak zorundaydık. Yeni yasalar yapıldıkça, özellikle Anayasa yapılırken, padişahçılar padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin açıkça belirtilmesi için üsteliyorlardı. Biz bunun zamanı gelmediğini ya da gereği olmadığını söyleyerek o yanı kapalı bırakmayı yararlı görüyorduk. 

Devletin yönetimini, cumhuriyetten söz etmeksizin, ulusal egemenlik ilkelerine uygun olarak, her gün cumhuriyete doğru yürüyen bir biçimde derleyip toparlamaya çalışıyorduk. 

Büyük Millet Meclisinden daha büyük makam olmadığını durmadan aşılayarak padişahlık ve halifelik makamları olmaksızın da devletin yönetilebileceğini kanıtlamak gerekliydi. Devlet başkanlığından söz etmeksizin onun görevini edimli olarak Meclis Başkanına gördürüyorduk. Meclis başkanlığı görevini yapan ise ikinci başkandı. Hükümet vardı ama, Büyük Millet Meclisi hükümeti sanını taşıyordu. Hükümeti belli yöntemlere göre kurmaktan çekiniyorduk. Çünkü padişahçılar hemen padişahın yetkisini kullanması gerektiğini ortaya atacaklardı. 

"Cumhuriyet sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin, cumhuriyeti daha doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları partiye 'Cumhuriyet'  hem de ilerici cumhuriyet adını vermeleri içten gelme ve inanılır bir davranış sayılabilir mi?..Cumhuriyetçi ve ilerici oldukları sanısını vermek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları dinsel bağnazlığı çoşturarak, ulusu cumhuriyete, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi?"

"Sonunda elbette Cumhuriyet başarı kazandı. Ayaklananlar yok edildi. Ama cumhuriyet düşmanları büyük kötülüklü düzenlerin son evresine geçtiler. Alçakça son bir girişim yaptılar. Bu da İzmir'de cana kıyma girişimidir. Cumhuriyet mahkemelerinin ezici eli bu kez de cumhuriyeti, cana kıyıcıların elinden kurtarmayı başardı."

"Baylar bu söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç yüzyıllardan beri çekilen yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.(DEVAMI 5.BÖLÜMDE)

(Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. )


&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

DEVAMI YARIN, 5. bölüm.

"EY TÜRK GENÇLİĞİ"

Birinci ödevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. 

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen kötü kişiler bulunacaktır. Bir gün bağımsızlığını cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak  için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin. Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha aıcıklı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda iş başında bulunanlar aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler, üstelik hayınlık da yapabilirler. Daha kötüsü iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir. 

Ey Türk geleceğinin gençliği, işte bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır."

"Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya ulusun kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümetidir ki, onun ismi CUMHURİYETTİR.  Artık hükümet ile ulus arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet ulustur ve ulus hükümettir. Artık hükümet ve hükümet üyeleri kendilerinin ulustan ayrı olmadıklarını ve ulusun efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. "

"CUMHURİYET ERDEMLİLİK AHLAKINA DAYANAN BİR YÖNETİMDİR. CUMHURİYET ERDEMDİR. SULTANLIK KORKU VE BASKIYA DAYANAN BİR YÖNETİMDİR. CUMHURİYET YÖNETİMİ ERDEMLİ VE NAMUSLU İNSANLAR YETİŞTİRİR. SULTANLIK KORKUYA, BASKIYA DAYANDIĞI İÇİN KORKAK, SEFİL, ALÇAK İNSANLAR YETİŞTİRİR. ARADAKİ FARK BUNLARDAN MEYDANA GELMEKTEDİR."

"Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. 

Bundaki başarıyı Türk ulusunun ve onun değerli ordusunun bir ve  beraber olarak azimle yürümesine borçludur. 

Fakat yaptıklarımı asla yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunda ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en gelişmiş ve en uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Ulusumuzu en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağız."

"Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağdaş,tüm anlam ve biçimiyle uygar bir sosyal toplum durumuna getirmektir. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen düşünceleri dağıtmak zorunludur. Şimdiye kadar ulusun zihnini bulandıran, uyuşturan bu düşüncede bulunanlar olmuştur. Herhalde düşüncelerde var olan boş inançlar olgunca terk edilecektir. Onlar çıkarılmadıkça, zihinlere gerçek nurlarını aşılamak olanaksızdır. Efendiler ve ey ulus iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şelhler, dervişler, müritler, mansıplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak insan olmak için yeterlidir."

(Sevgili okurlar, bu bölümü dikkatlice okudu iseniz, buradaki derin manaları anlamışsınızdır. Mustafa Kemal Cumhuriyetin önemini çok iyi anlatmış, gençlerin emanetine bırakmıştır. Ancak, Atatürk'ün vefatından bu yana Türk Gençliği ne kadar Cumhuriyete sahip çıkmıştır. Bugünkü nesil ne kadar çıkabilecektir. Bunu da düşünmek gerek. Son paragrafa dikkat etti iseniz, Efendiler, ey ulus diyerek, Türkiye Cumhuriyetinin kimlerin ülkesi olamayacağını, en gerçek tarikatın uygarlık tarikatı olduğunu vurgulamıştır. Uygar milletlerin kalkınmış milletler olacağını, kendisinin de Türkiye Cumhuriyetini uygar milletlerin seviyesine çıkarmak için mücadele edeceğini, söylemektedir. Ne var ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün ömrü buna yetmemiştir. Yetmemiştir de, ondan sonrakiler neden bu yolu tam manası ile takip etmemişlerdir. İşte bunu düşünmek gerek!,)

-----------------------------------------------------------------------------

Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. 

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Devamı 6. Bölüm

"Öğretmenler"


Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır.