ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2025 Çarşamba

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

 TÜMER DİYOR Kİ:

Bugün günlerden 23 Nisan 2025.

Evet, bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı.

23 Nisan 1920, Osmanlı Devletinin son elinde kalan toprakları işgal edilmiş, İstanbul’da bulunan hükümet çalışamaz duruma gelmiş, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurtuluş hareketi başlamış ve Anadolu’nun ortasında bulunan Ankara’da milli iradenin temsil edildiği ve ülkenin yönetiminde halkın söz sahibi olduğu bir kurum olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi teşekkül ettirilmiş ve Kurtuluş Savaşı’nın meclisi olarak görevine başlamıştır.

Bu tarih, ulusal egemenliğin simgesi haline gelmiştir. Atatürk, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Sözüyle, halkın iradesinin her şeyin üstünde olduğunu vurgulamıştır. Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla birlikte, yönetim halkın eline geçmiştir. Söz halkın ve milletindir. Artık millet kendi kaderini kendisi belirleyecektir. Halk ümmet değil, millet olmuştur. Tek kişinin tebaası değil, onun dediğine boyun eğerek, her şeyi kabul etmesi söz konusu olmayacak, düşmana karşı birleşerek halk kendi kaderini kendisi belirleyecekti.

23 Nisan 1920 de törenle açılmış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş savaşı sırasında Türkiye’nin bağımsızlığı için stratejik kararlar almış ve ulusun bir araya gelmesine öncülük etmiştir. Bu süreçte, milletin tüm kesimlerinden temsilciler bir araya gelerek, ülkenin kurtuluşu için mücadele etmiştir.

Kurtuluş savaşının başarı ile sonuçlanmasından sonra düşman askerleri Anadolu’yu terk etmiş ve 29 Ekim 1923 tarihinde de laik, Demokrat Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı Türk devletinin yerine resmen kurulmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk Türk Gençliğine güvenmiş ve çocuklara büyük önem vermiştir. Gelecek onlarındır. Bu nedenle; 1929 yılında Atatürk, bu tarihi günü çocuklara ithaf ederek, 23 Nisan’ı “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak ilan etmiştir. Bu, çocukların geleceğin teminatı olduğu inancını göstermektedir.

Dünya Üzerindeki İlk Çocuk Bayramı

23 Nisan, dünya üzerinde kutlanan ilk ve tek çocuk bayramı olma özelliğine sahiptir. Bu durum, Türkiye’nin çocuklara verdiği önemi ve onların gelecekteki rolünü ön planda tutma çabasını yansıtır.

Ancak, maalesef parantez içerisinde şunu söylemekten de vaz geçemeyeceğim. Acaba, bugün bu şartlarda çocuklarımıza bu güveni verebiliyor ve yetiştirebiliyor muyuz. Eğitim sistemimiz ve ailelerin çocuklarının geleceği için aldığı kararlar yeterli mi? Bunu da sorgulamak gerek?

Atatürk, çocukların ülkenin geleceği olduğunu ve onlara yatırım yapmanın, toplumun ilerlemesi için şart olduğunu düşünüyordu. Çocukların eğitimine ve sağlığına önem verilmesi gerektiğine inanıyordu.

Çocuklara, ulusal egemenlik ve bağımsızlık bilincini aşılamak amacıyla bu günü onlara ithaf etti. Bu genç nesillerin milli değerlere sahip çıkmasını sağlamak içindi.

Atatürk, Türkiye’nin modernleşme sürecinde, toplumun her kesiminin, özellikle de çocukların, bu değişime aktif katılımını teşvik etmek istedi. Çocuklar, gelecekte toplumu yönlendirecek bireylerdir.

Atatürk, Eğitim sisteminin, çocukların potansiyelini açığa çıkarması gerektiğine inanıyordu. Onlara yönelik bir bayram düzenleyerek, eğitimin önemini vurgulamak ve çocukların kendilerini geliştirmelerini teşvik etmek istedi.

Atatürk, çocuklara duyulan sevginin ve saygının toplumun temel taşlarından biri olduğuna inanıyordu. Bu bayram, çocukların toplumda nasıl bir yerleri olduğunu hatırlatmak amacıyla da önemliydi.

Atatürk, 23 Nisan’ı çocuklara ithaf ederek, onların gelecekteki rollerine ve önemine dikkat çekmiş, aynı zamanda milli bilincin ve eğitimin ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır. Bu yaklaşım, Türk toplumunun çocuklara verdiği değeri ve onlara duyulan güveni pekiştirmiştir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın Türkiye’de kutlanma şekli zamanla çeşitli evrimler geçirmiştir.

1979 yılında, UNESCO tarafından 23 Nisan’ın uluslararası çocuk bayramı olarak kutlanması önerildi. Bu, Türkiye’nin dünya genelinde çocuk hakları ve konusundaki duyarlılığını arttırdı.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın dünya genelinde tanınmasını sağlamış, Türkiye’nin çocuklara ve onların haklarına verdiği önemi uluslararası ptalformlarda daha belirgin hale getirmiştir. Bu sayede, bayram sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde bir kutlama ve farkındalık günü olarak da yerini almıştır.

23 Nisan Bayramının kutlanması, çocukların eğitime ve toplumsal hayata aktif katılımlarını teşvik etmeli, çocukların özgürce ifade edebildiği, yeteneklerini sergilediği etkinliklerle dolu bir gün olmalı, kendilerini geliştirmeleri için iyi bir fırsat imkânı sunmalıdır.

Bu bayram, sadece bir kutlama değildir, aynı zamanda çocukların dünyadaki en önemli varlıklar olduğunun, onların mutluluğunun ve refahının öncelikli bir hedef olması gerektiğinin hatırlatılmasıdır. Tüm dünyada kutlanan tek çocuk bayramı olma özelliği taşıyan 23 Nisan, dostluk, kardeşlik ve sevgi duygularını pekiştirir.

Unutmayalım ki, her çocuk, bir gelecektir. 23 Nisan, sadece bir bayram değil, aynı zamanda bir hatırlatmadır. Çocuklar, geleceğimizin teminatıdır. Onlara sağlıklı, mutlu ve eğitimli bir şekilde büyümeleri için hepimize büyük görevler düşmektedir.

Bu nedenle, 23 Nisan’ı kutlarken, çocuklarımızın hayalelerine sahip çıkmalı ve onlara daha güzel bir dünya bırakmak için çaba göstermeliyiz.

TÜM ÇOCUKLARIN 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN.

23 Nisan 2025

Zekeriya Tümer

Ulusalhaber1881@gmail.com

18 Nisan 2025 Cuma

Finlandiya'da yayınlanan "TURAN" Gazetesi

TÜMER DİYOR Kİ:

Atatürk ve Türkiyat Enstitüsü: Kültürel Birleşmenin Temelleri

Giriş

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atarken, uluslararası ilişkilerin ve kültürel etkileşimlerin önemine büyük bir vurgu yapmıştır. Bu bağlamda, Finlandiya'da yayımlanan "TURAN" gazetesinin finansmanını devlet bütçesinden sağlamak gibi inisiyatifler, Atatürk'ün vizyonunu ve stratejik düşüncesini yansıtan önemli bir örnektir. Gazete, Atatürk’ün ölümüne kadar yayın hayatına devam etmiş, sonrasında ise devlet desteği kesilmiştir. Bu gazetenin yayınlanmış olan birer nüshaları Ertuğrul Zekai Öktem’in özel arşivinde saklanmaktadır.

Ülküler ve Sorumluluklar

Atatürk, 29 Ekim 1933'te genç bir doktorun sorusu üzerine, ülkülerin devlet tarafından açıklanmadığını, millet tarafından yaşandığını belirtmiştir. Ülkü, gözle görülmeyen ama vicdanlarda var olan bir güçtür. Bu bağlamda Atatürk, devlet başkanı olarak sorumlulukları olduğunu ve bu nedenle bazı konularda açıkça konuşamayacağını ifade etmiştir. Bu anlayış, onun liderlik anlayışının temel taşlarından birini oluşturmaktadır.

Geçmişten Günümüze Devletler ve Milletler

Atatürk, tarihteki büyük imparatorlukların çöküşüne dikkat çekerek, bugünkü dostlukların da geçici olabileceğini vurgulamıştır. Sovyet Rusya'nın günümüzdeki dostu olmasına rağmen, gelecekteki belirsizliklerin farkında olarak Türkiye'nin her zaman hazırlıklı olması gerektiğini belirtmiştir. Bu hazırlığın, manevi köprüleri sağlam tutmakla mümkün olacağını ifade etmiştir. Dil, inanç ve tarih bu köprülerin temel unsurlarıdır.

Azerbaycan ile Kardeşlik Bağları

Atatürk, Türkiye dışındaki Türk devlet ve topluluklarına büyük bir önem vermekteydi. Azerbaycan elçisi İbrahim Abilof’a söylemiş olduğu sözler, onun Türkçülüğe ve Türk Birliğine verdiği önemi göstermektedir:

“Azerbaycan Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için, onların muratlarına nail olmaları, hür ve müstakil olarak yaşamaları bizi pek ziyade sevindirir. Türk’ün saadeti ve mazlumların halası yolunda Azerbaycan Türklerinde kanını dökmeğe amade bulunduklarına dair olan beyanatınız, istilacılara karşı Türk’ün ve mazlumların kuvvetini artıran pek kıymettar bir sözdür.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 2, s. 21)

Atatürk, Azerbaycan bayrağını bizzat elleriyle göndere çekmiş ve bu anı şöyle ifade etmiştir:

“Bugün Azerbaycan’ın istiklalini temsil eden bayrağı çekerken, ellerim bir takım hissiyat ve teessürat ile müteharrik olduğunu duyuyorum. Filhakika bayrağı çeken benim ellerimdi. Fakat ellerimi tahrik eden bugünkü bayramda manen müşterek olan bütün Türkiye halkının hakiki ve samimi kardeşlik hissiyatı idi.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 2, s. 23-24)

Kültürel Yakınlaşma ve Türkiyat Enstitüsü

Atatürk, dil ve tarih üzerinden bir kültürel yakınlaşma hedeflemiştir. Bu bağlamda, “Dil Encümenleri” ve “Tarih Encümenleri” gibi kuruluşların kurulması gerektiğini savunmuştur. Türkiye’nin, başka toplumlarla dil ve tarih bakımından daha yakın bir ilişki kurması için çalışmalara girişilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Türkiyat Enstitüsü'nün kurulması, bu hedeflerin hayata geçirilmesi açısından büyük bir adımdır. Atatürk, kültürleri bütünleştirme çabalarının, açıkça ifade edilmeden, dolaylı yollarla gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu, yanlış anlaşılmalara yol açmamak adına önemli bir stratejidir.

Sonuç

Atatürk'ün vizyonu, sadece Türkiye'nin değil, aynı zamanda Türk dünyasının da geleceğini şekillendirmeye yönelik bir perspektife sahiptir. Kültürel birliğin ve yakınlaşmanın sağlanması, gelecekteki istikrar ve barış için hayati bir öneme sahiptir. Bu nedenle, Atatürk'ün başlattığı bu süreç, günümüzde de önemini korumakta ve Türk milletinin uluslararası alanda daha sağlam adımlar atmasını sağlamaktadır.

Bu konuşmanın kaynağı ise İhsan Sabri Çağlayangil'den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras ve Hikmet Bayur tarafından doğrulanmıştır. Detaylı bilgi için bkz. Atatürk'ün Sofrası, İsmet Bozdağ, İstanbul, s. 11-26.


Kaynak: Arslan Küçükyalçın'ın aktardığı yazı. Görsel için: Turan Dergisi (Nevzat Torun'a teşekkürler).

Olay; İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras, Hikmet Bayur tarafından doğrulanmıştır. (Atatürk’ün Sofrası; İsmet Bozdağ, İstanbul, s.11-26, İsmet Bozdağ Atatürk’ün Avrasya Devleti, s.30.31.32) den nakil Yusuf Koç-Ali Koç, Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, sayfa 51-52 Ankara 2005)

Bu yazı araştırmacı yazar Ömer Faruk Yılmaz tarafından tarafıma gönderilmiş, Arslan Küçükyalçın'ın aktardığı yazıdır. Kaynaklar yazının içeriğinde de gösterilmiştir. 

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Arslan Küçükyalçın'ın aktardığı yazı:     Atatürk Finlandiya’da yayın yapan “TURAN“ isimli bir gazete çıkarttırmış ve bizat el altından bu gazetenin finansını devlet bütçesinden sağlamıştır. Bu gazete Atatürk’ün ölümüne kadar yayınlanmış, Atatürk’ün ölümünden sonra devlet bütçesinden ayrılan tahsisata son verildiğinden yayın hayatına son vermiştir. Bu gazete Rusça, Fince ve Türkçe dâhil dört dilde yayın yapmakta ve çoğunluğu Rusya’da dağıtılmaktaydı. Bu gazetenin yayınlanmış olan birer nüshaları Ertuğrul Zekai Öktem’in özel arşivinde saklanmaktadır. 

 1933 yılının 29 Ekiminde Gazi Mustafa Kemal Paşa, bir genç doktorun sorusu üstüne bu fikri – saklanması kaydı ile- açıklamıştır!

Ülküler, devlet tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken, gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben, Devlet Başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.

Dr. Zeki’ye “Siz şöyle bu tarafa geçin“ dedi ve Atatürk, salonu dolduran alkışlar arasında kalktı; Dr. Zeki’yi de yanına alarak Genel Müdür Odası’na geçti. Oturdular. Atatürk’ün arkasında, duvarda bir Türkiye haritası vardı. Karşısında oturan Dr. Zeki’ye:

-Benim arkamdaki haritayı görüyor musun? Dedi

-Evet Paşam.

-O haritada, Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var; Onu da görüyormusun?

-Evet, görüyorum, Paşa hazretleri.

-Hah, işte o ağırlık benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için, ben konuşamam!

-Düşün bir kere… Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün, bunlar vardılar… Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bu gün ne kaldı? Demek hiç bir şey, sür-git değildir. Bugün, “ölümsüz“ gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar. 

Bugün dostumuz, ama yarın

Bu gün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir… Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün, elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler… Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir!

İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir!

Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!

“Hazır olmak“ yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır… Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprüleri sağlam tutarak! Dil, bir köprüdür; inanç bir köprüdür; tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.

Bunları kim yapacak?

Elbette Biz! Nasıl yapacağız?

İşte görüyorsunuz, “Dil Encümenleri“, “Tarih Encümenleri“ kuruluyor.

Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, Tarihimiz ortak payda haline getirmeğe çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda; tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimimiz olması gerekli… Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi, Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli…

İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat Enstitüsü“ nü kurduk kültürlerimizi, bütünleştirmeğe çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz! Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da …


26 Aralık 2023 Salı

Benim manevi mirasım İLİM VE AKILDIR

TÜMER DİYOR Kİ: 

Atatürk'ü iyi anlamalıyız. Ayrıca da anlatmalıyız. Bugüne kadar Atatürk'ün fikir ve düşüncelerini çok iyi anlatamadık ve anlayamadık. 

Ben de bu konuda elimden geldiğince video kayıtları yaparak, yorumlarımla Atatürk'ü anlatmaya çalışacam. Bugüne kadar çok yazdık, anlattık. Cumhuriyet'e ve Atatürk'e borcumuzu hiç olmazsa bu şekilde ödememiz gerek. 

Atatürk düşmanları gelecek nesiller yetiştirmek için çok küçük yaşta çocukları bünyelerine alarak eğitiyorlar. Neden Atatürk'çü düşünceyi savunanlar bunu yapmıyorlar? Dünyanın kabul ettiği ve fikir ve düşünceleri ile topluma ışık saçtığı bir dünya liderine neden tam manası ile sahip çıkılmıyor?

Tek yol var, Mustafa Kemal Atatürk'ün yolu. Bu yolda yürümek gerek. Ülkemizin kalkınmış, müreffeh bir ülke olması buna bağlı. 





 

8 Kasım 2023 Çarşamba

Atam Ruhun Şad, mekanın cennet olsun.

TÜMER DİYOR Kİ:


Sevgili Türk Milleti, Mustafa Kemal Atatürk ölmedi, ölmeyecek ve ebediyen yaşayacaktır.

Atam, her yıl aynı ayda, belli gün ve saatte, senin siluetin ülkemizde Damal’da dağda gölge halinde bizlere Allah tarafından gösterilmektedir. Biz bunun önemini bile henüz idrak edemedik. Bizlere Allah tarafından verilen mesajı anlayamadık. Belki verilen mesajda Allah senin fikir ve düşüncelerini iyi idrak ederek, senin yolunda gitmemizi istiyor.

10 Kasım. Atamızın vefatının 85. Yılı. “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün Kemalist düşüncesi de sonsuza kadar yaşayacaktır.

Allah’ın bir sevgili kulu olarak dünyaya gelen Mustafa Kemal, bu dünyadaki çok önemli görevlerini yaptı, sonra da her fani gibi o naçiz vücudunu toprak ananın kucağına bıraktı.

Bizlere yol gösterici, bizlerin maneviyatını güçlendirici sözler de söyleyerek, sonsuza kadar yaşamasını sağlayacak çalışmalarını da yaptı. Onun yolundan gitmemiz gerekirken, halen gidemiyoruz.

Türk milleti olarak işte buna üzülmekteyiz!..

Ne demişti Mustafa Kemal Atatürk 16 Mart 1923’de: “Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”

Anadolu ülkesi M.Ö. de Türk yurdu idi. Bunları araştıran Mustafa Kemal Atatürk, bu nedenle şu sözü söylemişti 1 Kasım 1934 de: “Türk milleti, tarihinle övün; çünkü senin ataların uygarlıklar kuran, devletler, imparatorluklar yaratan bir varlıktır. Sen, Anadolu denilen bu yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip uygarlık kuranların çocuklarısın. Fakat geleceğine güvenebilmek için bugün çalışman gerekir, çünkü yalnız tarih övüncü bir meziyet sayılmaz” işte bu gerçeği öğrenmemiz gerek.

Burada sizlere Bahtiyar Aydın’ın çok geniş bir şekilde yaptığı araştırmaların sonunda yazmış olduğu Sakalar/İskitler (Gizlenen kök Atalarımız) kitabını alıp okumanızı tavsiye ederim.

Hiç düşündünüz mü? Diyor Bahtiyar Aydın kitabının son sayfasında “Neden Atatürk’ün ilk araştırdığı konu Sakalar/İskitlerdir?”

Neden Atatürk dönemin de hazırlanıp okutulan ve içerisinde, 114 Batılı bilginin eserlerini barındıran Türk Tarih Tezi Atatürk’ün ölümünden sonra yayınlatılmadı?

Neden Ermeni ve Bizans tarihçileri 1071 tarihi için “İskitlerin Anadolu’ya yeniden dönüşüdür” demektedir?

Örneğin Ermeni tarihçi Genceli Kiragos, 1241 yılında başlayıp 1264 yılında bitirdiği 10 ciltlik Ermeni tarihi adlı eserinde “1071’de İskitler Anadolu’ya tekrar geri döndü” demektedir. O halde neden hala okullarımızda “Türklerin Anadolu’ya ilk giriş tarihi olarak 1071 tarihi okutulmaktadır?

Neden Eskişehir’deki Gordiyon Tümülüsleriyle, Ukrayna’daki ve Altaylardaki Kurganlar birebir aynıdır?

Neden İskitlerin, Anadolu’daki varlığı şimdiye kadar gizlenmiştir?

İşte bu soruların cevapları Bahtiyar Aydın’ın SAKALAR/İSKİTLER (Gizlenen Kök Atalarımız) kitabında cevaplandırılmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk 1930 yılında bakın ne söylemiş: “Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir seçkin varlığın yüksek belirmesine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin yıllık, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik, doğanın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk, doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu. Sonra onlara alıştı, onları doğanın babası tanıdı, onların oğlu oldu.

Bir gün o doğa çocuğu, doğa oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”

İşte beyler Türk budur. Türk yurdunda yaşayanlar bunu iyi bilmelidirler. Mustafa Kemal Atatürk’ü karalayarak, onun eserlerini göz önüne almayarak, unutturmaya çalışarak, söylediği sözleri benimsemeyerek, o öldü, artık o yaşamıyor, onun peşinden de gitmeye gerek yok, diyenler çok ama çok yanılıyorlar.

Mustafa Kemal Atatürk ölmedi, ölmeyecek ve sonsuza kadar da yaşayacak. Bir gün gelecek bütün dünya Mustafa Kemal’in Kemalist düşüncesi altında birleşecektir.

Atam sen rahat uyu. Bu millet 29 Ekim 2023’de senin kurduğun Cumhuriyet’i kutlamak ve sana minnetlerini bildirmek için tüm yurtta büyük bir sevinçle, mutlulukla, çoşku ile Cumhuriyetin kuruluş yıl dönümünü kutladı. Cumhuriyetine sahip çıktı. Anıtkabir’e milyonlarca kişi giderek sana saygılarını gösterdiler, dualarını ettiler. Biz buradayız diye gereken işareti verdiler.

Devletimizin en üst makamında bulunan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan dahil bir çok devlette görev yapanlar da senin huzuruna geldiler.

Sen ölmedin, ölmeyeceksin ve yaşayacaksın ATAM.

RUHUN ŞAD, MEKANIN CENNET OLSUN.

8.11.2023

Zekeriya TÜMER

Ulusalhaber1881@gmail.com

 

 


5 Ağustos 2023 Cumartesi

Değişim, değişim, de neyin değişimi!


 TÜMER DİYOR Kİ:

Sevgili okurlar, dünya'da hiç bu kadar ülkesini kuran bir liderden korkan toplum gördünüz mü?

Sadece ülkesinin içinde de değil, dünyada da korkanlar var. 

Çektiği Atatürk dizisini Ermeni'lerin baskısı neticesinde dünya'ya yayınlamayan Disney Plus şirketine bakın. Neden korkuyorsunuz?

Ermeni toplumuna şunu sormak gerek, neden Atatürk'ten korkuyorsunuz?

Bizim içimizdeki Atatürk düşmanlarına da sormak gerek. Siz neden Atatürk'ten çekiniyorsunuz, ondan korkuyorsunuz? 

Dünya'da bir çok ülke Atatürk'ü incelemiş ve onun dünya lideri olduğunu kabul etmişken, kabul edemeyenlerin sıkıntısı ne acaba?

En önemlisi de ne biliyor musunuz? CHP'si değişim istiyor da, ne değişimi. Nasıl bir değişim istiyorsunuz? Değişimden kastınız ne?

Atatürk'ün çizgisinden uzaklaşmış bir CHP'nin en önemli değişimi tekrar Atatürk'ün 1923 çizgisine gelmesi. 

1950 yılından bu yana tam bir iktidar olamayan CHP ilk önce neden iktidar olamadığını iyi incelemeli. 

Son 14 Mayıs 2023 seçimlerinde de, daha önce de Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmelettin İhsanoğlu'nu getirerek yaptığı yanlışları düşünsün. 

Bir parti devamlı liderinin ağzına bakarak hareket ederse, elbette çok kez bazı konularda yanılabilir ve yanlışlıklar yapabilir. Demokrasi demek bu değildir. 

Parti başkanını eleştiremiyorsun, fikirlerini söyleyemiyorsun, ters bir çıkış yaparsan, ihraç ediliyorsun. Böyle Demokrasi mi olur?

Lafa gelince çok şey söyleniyor. İcraata gelince tam tersi yapılıyor.

Kılıçdaroğlu ilk önce kendisini yenilemeli ve kendisini değiştirmeli.

CHP'nin içerisinde Atatürk çizgisinde olmayan çok kişi olduğu bilinmektedir. Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu bir parti neden kurucusunun yolundan ayrılır, bunu da anlamak mümkün değil.

1923 de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, Mustafa Kemal Atatürk ve o zamanki Bakanlar, Milletvekilleri, Bürokrat kadro nasıl çalışmışlar ve ülkede nasıl kalkınmayı sağlamışlar. Uçak sanayi bile kurulmuş, yurt dışına uçak satılırken, her yerde fabrikaların bacaları tüterken, ülke içindeki hastalıklar son bulurken, bir Türk lirası 2-3 dolar kıymetinde iken, bu politikayı neden incelemiyor ve o zamanki ekonomik kalkınmayı bugünkü şartlara uyarlayarak, daha iyi ekonomik kalkınmayı sağlama düşüncesini benimsemiyorsunuz!

CHP değişim değişim deyip duruyor. Millet ekonomik baskı altında inim inim inliyor, onlar halen değişim peşindeler. Tamam güzel de, değişimin içini doldurun ki biz de bilelim. Neyi değiştiriyorsunuz, ve programınız, düşünceniz nedir?

Hayırlı hafta sonları ve hayırlı değişimler dilerim. 




9 Temmuz 2023 Pazar

Bu yazımı dikkatlice okumanızı öneririm.

TÜMER DİYOR Kİ: 

Sevgili dostlar, istediğimiz kadar yazalım, konuşalım, mücadele edelim, bir türlü Atatürk'ü anlatamıyoruz ve toplumun bir kesimi de anlamak istemiyor. 

Bu yazımı çok dikkatlice okumanızı istiyorum. 

Sosyal medya'da hemen hemen benim aynı düşüncemde bir paylaşım olmuş, ben onu kendi düşüncelerimle de birleştirerek , sizlere yazmak istedim. Bakalım, kaç kişi bu düşüncede.

Bizler her zaman Vatanımız, Bayrağımız, Dilimiz, Dinimiz ve Devletimize sahip çıkmış. Mustafa Kemal Atatürk'ün yolundan ayrılmamaya dikkat etmişizdir. 

Mustafa Kemal Atatürk'ü iyi anlatabilse idik, anlatılabilse idi, anlayabilse idik, herhalde dışa bağımlılıktan kurtulduğumuz gibi, ülkemiz bolluk ve bereketlilik  içerisinde olurdu. 

Bakın sizler bunları biliyor muydunuz?

1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya'da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından, Atatürk'ün Büyük NUTKU'nun çıktığını,

2- Fidel Castro'nun; 12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD'nin bilgisi olmaması şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini ve "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini.

3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinli'ye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm" dediğini.

4- Yunan başkomutanı Trikopis'in, hiç bir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk Büyükelçiliğine giderek, Atatürk'ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu, 

5- 1938'de, General Mc.Arthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye, "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini. 

6-1938'de Ata'nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde; "Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi bir lider getirir" denildiğini,

7-1933 yılında Wenderbit Üniversitesi Profesörlerinden Kirk Landin uzun uğraşları sonucunda yetiştirdiği kımızı yapraklı bitkiye isim ararken, Atatürk ile tanışmış olan bir başka Profesör Atatürk’ün doğaya olan ilgisine ve bilgisine hayranlığından dolayı bu bitkiye “Atatürk Çiçeği” isminin verilmesini teklif etmiştir. Gerekli yerlere yapılan önerilerden sonra çiçeğin ismi Atatürk Çiçeği olarak kabul edilmiştir.

8-Unesco'nun tarihi kararı: 27 Kasım 1978 tarihli UNESCO Genel Kurulu kararında aynen şunlar yazılıdır. "UNESCO Genel Konferansı; uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çalışmış üstün kişilerin gelecek kuşaklar için örnek olacakları inancıyla,  Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun 100.yıl dönümünde, 1981 yılında anılmasını kararlaştırmıştır. 

UNESCO'NUN KARAR METNİNDE ATATÜRK'Ü ÖNE ÇIKARAN İFADELER:

"Atatürk kimdir?

Atatürk uluslararası anlayış, iş birliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, 

Olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder,  İnsan haklarına saygılı, Dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusudur."

Peki şunu hatırlıyor musunuz? 2006'da AB Uyum Yasaları gereğince Devlet dairelerinden Atatürk Resimlerinin kaldırılmasının istendiğini, bu na kimlerin imza koyduğunu!

Ancak, Atatürk resimlerinin  Devlet dairelerinden  tam manasıyla kaldırılmadığını, devlet dairelerine ziyarete gittiğimizde görüyoruz. 

Atatürk'le ilgili bir çok Dünya liderlerinin söylediği sözlerin yanında, bir çok Dünya basınında da yazılar vardır. Kısaca bütün dünya Mustafa Kemal Atatürk'ü anlıyor, bir biz anlayamadık, anlatamadık, anlamak istemiyoruz. 

Bu nedenle sosyal medyada uzun süredir okuduğum en doğru eleştiri'ye ben de aynen katılıyorum ve burada sizlere aktarmak istiyorum. 

"Gerçekler acıdır!

Türkiye'de en tembel kesim Atatürkçülerdi!

Atatürk, Anadolu'da bir şehri ziyaret eder. 

İlgili kesimler Atatürk'ü karşılamak için hazırlanmış, güzel ve temiz giyinmiş olup bando vs. tastamamdır. 

Atatürk, çeşitli yerleri dolaşır ve gördüklerinden hoşnut kalmaz.  Gelişme istediği gibi değildir ve sorular sorar. 

Aldığı yanıtlar hep "Zaman yoktu, para yoktu, izin vermediler, şöyle sorun çıktı, böyle oldu, devlet destek vermedi, olanak bulamadık....vs." şeklindedir. 

Atatürk öfkeli ve sert bir ses tonuyla: "Şeyh olanak buluyor da, siz niye bulamıyorsunuz!" der ve odasına çekilir. 

Atatürk'ün canı çok sıkkındır. Kimse Atatürk'ün "Şeyh olanak buluyor da, siz niye bulamıyorsunuz" sözlerine bir anlam veremez. 

Oysa onlar modern giyinmiş, Atatürk'ü modern karşılamış, kendilerine göre en iyi şekilde ağırlamışlar dır ve memnuniyet dolu sözler beklemektedirler.

Şeyh işinin aslı şudur:

Elazığ’dan adamın biri sadece kendi ve bir eşek ile Ankara’ya doğru yola çıkar.

Cebinde beş kuruşu yoktur. Geçtiği yerlerde “Ben dervişim” der.“Tekke kuracağım, İslamı ve ilim irfan öğreteceğim, tekke açacağım” der.

Halktan para, buğday, yumurta ne bulursa toplar. Hiç para harcamadan yer, içer, yatar ve Ankara’ya kadar gelir. Hatırı sayılır bir birikim yapmıştır. Bu olay Atatürk’ün kulağına gider.

İşte Atatürk bu “Dervişim” diyen adam kadar olamayan “Tembel Cumhuriyet Gençliği’ne” kızmıştır!

 Gelelim günümüze...Günümüzde de durum çok farklı mıdır?

Örneğin, Fetöcüler dershaneler ve okullar açar, köy köy, ev ev gezip Anadolu'daki zeki çocukları belirleyip devşirirlerken Atatürkçü geçinenler ne yapmıştır?

 Günümüzde bile tarikatlar fakir çocukları bedava yurtlarda yatırıp, okullarda okutup devşirirken bizim Atatürkçü geçinenler ne yapmaktadır?

 Fetöcüler gazeteler basar, televizyon yayını yaparken, milletin beynini yıkarken bizim Atatürkçü geçinenler ne yaptı?

 Bugün bile tarikatların kaç tane televizyonu, gazetesi, basın yayın organları var.

Atatürkçü geçinenlerin neyi var?

 Atatürkçü geçinenler arabesk mi takılmaktadırlar ??

Kendilerine acımakla meşguller bu konuda.

“Paramız yok, bize engel oluyorlar, destek olmuyorlar” vır vır vır bal yapmaz arı gibi!

 Sorsan çok kitap okuyordur, moderndir, aydındır, çağdaş Türkiyeyi ve Cumhuriyet’i destekler filan.

 Peki ne yaptın Cumhuriyet için?

Hiç !

Kitap okudu! Tebrikler çok faydan dokundu.

Hiç,  bir araya gelip bir okul kuralım, köylere gidip zeki ama fakir çocukları bulup okutalım, eğitelim Cumhuriyet’e kazandıralım dediniz mi ?

Hayır !

 Siz gölgede kahvenizi yudumlayıp kitabınızı okurken tarikatlar o çocukları Cumhuriyet’ten çaldı!

 O çocukların geleceğini çaldı! Daha da çalmaya devam ediyorlar.

 Hiç, dış destekti, emperyalizmdi, siyonizmdi demeyin.

 Bu ülke sizin. Atatürk Cumhuriyet’i kurup size emanet etti.

Elin gâvuru...bilmem kimi gelip de senin ülkende yobazları, gericileri, hainleri destekleyip, okul ve televizyon açtırırken sen ne yaptın??

Bu ülkenin sahibi sen değil miydin?

Niye engel olmadın?

Niye daha iyisini sen yapmadın? Geçin bunları!

Çoğunuz anti emperyalistim der Marlboro ya da Parliament sigara içersiniz.

Atatürk bu gün çıkıp gelse ve şu manzaraya baksa, suratınıza tükürse yeridir.

Sorsa “Neden böyle oldu ?”  diye, ne cevap verirdiniz ?

Doğrusu kendi adıma makul hiçbir mazeret bulamıyorum ben.

Atatürk yüzümüze tükürdükten sonra iki tane de tokat patlatsa yetmez.

Ne yapsa yetmez!

Her cezayı hak ediyoruz ama Cumhuriyet’i ve Atatürk'ü hak etmiyoruz!

O halde, bu günden itibaren harekete geçelim.

Hak etmek için bir şeyler yapalım.

Örneğin el birliği ile üniversite ve okullar kuralım.

Maaşlarımızdan bir sigara parası ayırıp bu okullara bağışlayalım.

Fakir ve zeki çocuklar Atatürkçü olarak yetişsin.

Emekli olup imkanı olanlar bu uğurda karşılık beklemeden çalışsın.

Bu okullara ve kurulacak medya organlarına maddi kaynak yaratalım.

Nasıl mı?

Örneğin mağazalar açalım.

Ürünlerin üreticiden tüketiciye direkt pazarlandığı.

Kendi üreticimizden, köylümüzden mümkün olduğunca az gübre ve ilaçla yetişmiş, doğal, yerli tohumdan üretilme ürünleri alalım ve bu mağazalarda satalım.

Hiç mi yok içinizde böyle bir mağaza için dükkanını yarı fiyatına kiraya verebilecek bir Atatürkçü?

Hiç mi yok bu ürünleri sadece yakıt parasına taşıyacak bir Atatürkçü ?

Hiç mi yok bu işler için zamanını, biraz da olsa parasını harcayabilecek bir Atatürkçü ?

Uşak’ta gübresiz ve ilaçsız yetişen fasulye, nohut ve mercimek boş giden otobüslerle İzmir’deki İmece mağazasına uygun ücretle götürülemez mi?

Bir Atatürkçü olarak bu mağazadan alışveriş yapıp kendi üreticinize destek olmaz mısınız?

Kendi sağlığınız için çocuklarınızın geleceği için GDO’suz yerli tohumdan üretilmiş bakliyatı almaz mısınız?

Üstelik aldığınız ürünün kim tarafından nasıl üretildiğini de göreceksiniz.

Üreticinin bilgileri, ürün paketi üzerinde olsa, sosyal medya hesabına girseniz ve nasıl birinden alışveriş yaptığınızı bilseniz, paranız nereye gidiyor bilseniz iyi olmaz mıydı?

Bu düzeni tarikatlar yıllarca yaptı ve daha da yapıyorlar.

Örneğin kendilerinden olan bir çiftçinin ürettiği fasulyeyi biri giderken İstanbul’a götürür.

Belirli aralıklarla yaptıkları toplantılarda bu tür ürünler parası karşılığı paylaşılır.

Bu ürünlerden de bir kısmını ihtiyaç sahiplerine verirler ve taraftar toplarlar.

Siz gölgede oturup, kahvenizi yudumlayıp, bir taraftan kitap okurken onlar çalışıyordur!

Gece gündüz çalışırlar, ölünceye kadar çalışırlar.

Siz onlardan daha çok çalışmadan, asla başaramayacaksınız!

Sakın bana kırılmayın gerçekler acıdır

HADİ ÇALIŞMAYA BAŞLAYALIM. " diyerek Atatürk sevdalısı bir arkadaş bunları yazmış. 

Ah sevgili arkadaşım. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra Atatürkçüyüm diyenler eğer senin bu söylediklerini yapsalardı, bugün Atatürk'ü anlayan ve hazmeden çok kişi olurdu. İlk önce CHP'ye bakmak gerek. Atatürk'ün kurmuş olduğu partinin bugünkü haline bakmak gerek. Atatürk'ün çizgisinde mi, halen değişim peşinde. Neyin değişimi peşindesin?  Ortanın solu dedin tutmadı, ortanın sağları ile birleştin olmadı. Neyin peşindesin?

Sen değişim yapmak istiyorsan, içini temizle ve Mustafa Kemal Atatürk'ün kurucu ayarlarına dön. 

Bizler Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Türklüğün geçmişini, milli ve manevi değerlerimizi anlatmak için Türk Gücü Televizyonunu kurduk. Devletimize zarar vermeyen her yayına kapımızı açtık. Birlik ve beraberliğimiz için yayınlar yapalım dedik. İzlenme de sorun olmadı, ancak Türk Gücü'nün YouTub kanalına Abone olmadılar. Nedeni ise TV.nin isminin Türk Gücü olması. 

Bu nedenle, gerçek Atatürk'çüler nerede diye sormak gerekiyor!

Evet çok doğru söylüyorsunuz. Atatürk'çüyüz diyenler bir araya gelemiyorlar. Hepsi Kravatlı, güzel giyimliler. Ancak, hep konuşuyorlar, eleştiriyorlar, icraata gelince bir şey yok. Devamlı eleştiri, iktidar partisini beğenmeme, yaptıklarını beğenmeme, eyvah ülke batıyor, eyvah, şu olacak, bu olacak. Peki öneriniz ne? Projeniz ne? 

Bütün partiler'in Tüzüklerinde, amaçlarında, Mecliste Milletvekillerinin yeminlerinde de  Atatürk ilkelerine bağımlılık sözleri yok mu? . 

Söze gelince herkes Atatürk'çü. Nerede bunlar?

Demek ki Devletimizin temeli Atatürk'çü ki, halk buna inanıyor ve güveniyor. Bizi yönetenlere de inanıyor ve güveniyor ki, başka bir şey düşünmüyor ve yaşamına devam ediyor. 

Bu ülke ben beni bildim bileli öyle veya böyle idare ediliyor. Geçmişte de ekonomik sıkıntı vardı, şimdi de var. 

Aydın kesim, cahil kesimi aydınlatmaz ise, cahiller çoğalır, aydınlar azalırsa, o zaman halk elbette çağdaşlığı yakalayamaz, kalkınmış devletlerin boyunduruğu altına girebilir. 

İlimden, bilimden, teknolojiden uzaklaşırsan, kalkınamaz, çağdaş bir ülke konumuna gelemezsin. 

Bu ülkede hiç bir zaman din elden gitmez, ama bağımsızlığımız, Türklüğümüz, haklarımız, hukuklarımız, hürriyetimiz, elden gidebilir. 

Kim ne derse desin, devletimiz güçlüdür, ancak, halkın da aydınlanması, Mustafa Kemal Atatürk'ü iyi anlaması, onun ektiği tohumu büyütmenin yollarını bulması, gerekmektedir. 

Atatürkçüyüm diyenler, öneri ve projeleri ile ülkeyi birleştirme, kalkındırma, daha ileri seviyelere götürme yönünde, halkın aydınlanması konularında Devlete gereken desteklerini vermeleri yönünde çalışmalar yapmalıdırlar. 

Ayrışma değil, birleştirme yolunda çalışmalıyız. 

İktidara gelenlere saygılı olmak, onlara köstek değil, destek de olmak her Türk vatandaşının da görevi olmalıdır. 

Mustafa Kemal Atatürk, iç ve dış düşmanlarımıza karşı birlik ve beraberlik içerisinde olmamızı, ülkemizin bölünüp parçalanması değil, kalkınmış, müreffeh bir ülke olmasını istemiştir. 


8 Temmuz 2023 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: ”Büyük bir kumandan,asil bir düşman ve alîcenap bir dost şerefine,

 TÜMER DİYOR Kİ: 

Türk Güneş Uygarlığı watsap grubunda paylaşılan aşağıdaki yazıyı dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz.

Yazıyı kaleme alan Prof.Dr. İLBER  ORTAYLI’dan alıntıdır.

Sir Percy Loraine İngiltere'nin 1933-1939 Ankara Büyük Elçisi'dir.  Kahire'de Büyükelçi iken, Parise tayin olmuş, Atatürk'e olan hayranlığı nedeniyle Ankara'ya büyük elçi olmayı tercih etmiş ve Ankara'ya gelmiştir.

1936 yılında Kral 5 George ölüyor. V. George (George Frederick Ernest Albert; 3 Haziran 1865 – 20 Ocak 1936), 6 Mayıs 1910'dan 1936'daki ölümüne kadar Birleşik Krallık kralı, İngiliz İmparatorluğu dominyonlarının ve Britanya Hindistanı'nın imparatoruydu.

Yerine 8. Edward geçiyor.

1936 Aralıkta 8.Edward istifa ediyor.Yerine kardeşi 6. George (Kraliçe 2. Elizabeth’in babası)geçiyor.

Şimdi konuya girebiliriz:
Kral 6. George,Atatürk Türkiyesi’ne büyük değer veriyor.Yaklaşan 2.Dünya Savaşı’nda,Türkiye’nin mutlaka İngiltere’nin yanında yer alması için büyük gayret gösteriyor.İlişkileri sıcak tutmaya çalışıyor.Bu arada da Atatürk’e bir armağan vermek istiyor.En üst düzeyde verilen bir armağan,üstü pırlanta ve elmaslarla bezenmiş;DİZ BAĞI NİŞANI.Bunu vermeyi düşünüyorlar…

Büyükelçi Loraine’e soruyorlar.Kesinlikle karşı çıkıyor: “…Kabul etmez;yabancı bir ülkenin nişanını katiyen takmaz, kıymetli taşlarla bezenmiş pahalı hediyelere karşıdır. ‘Beni kiminle karıştırıyorsunuz?’diye tepki kor,ilişkileri bile tehlikeye atabilirsiniz..!”der.

Bunun üzerine,bir başka formül ararlar:”Oxford veya Cambridge üniversitelerinden biri acaba Atatürk’e,barış konusunda tüm dünyaya yaptığı katkılar nedeniyle bir -doktora-payesi verebilir mi?

Her iki rektör de:“…Memnuniyetle ancak;bizler bin yıllık,gelenekleri olan üniversiteleriz.Doktora diplomasını burada, üniversitede veririz,doktora cübbesini de rektörümüz burada,üniversitede giydiririz…”derler.

Loraine:”Gitmez ki..!”diye yanıt verir.

Bunun üzerine Kral:”Peki ne verelim..!”diye sordurur.

Loraine’den yanıt gecikmez:”Kitap verin;onu büyük bir keyifle alır..!”

Atatürk’ün,kendi nezdine tayin edilmiş yabancı bir büyükkelçi üzerinde bıraktığı intibaya bakar mısınız?KİTAP…

Kral,bunun üzerine büyük bir jest yapıyor;Çanakkale’de bulunmuş,iki tarihçi generalden “Gelibolu Savaşları”diye bir kitap yazmalarını,bu kitapta Mustafa Kemal’e neden ve nasıl mağlup olduklarını anlatmalarını istiyor.

Bu kitabın kapak içi şöyle:
”Büyük bir kumandan,asil bir düşman ve alîcenap bir dost şerefine,Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine,Haşmetli İngiltere Kralı Hükümeti tarafından takdim edilmiştir.”

Kitabın İngilizce ismi:
”Gallipoli Wars”yani
Gelibolu Savaşları”

Anıtkabir’de sergilenen bu kitabı mutlaka görünüz.

Daha fazla bir şeyler yazmaya,söz söylemeye gerek var mı..?

Dünya’nın önünde saygıyla eğildiği eşsiz devlet adamı, büyük komutan,dünyada özgürlük ve bağımsızlık savunucusu,örnek lider, önderimiz Atatürk’müz işte bu.

Prof.Dr.İlber ORTAYLI’dan alıntıdır.

Ben bu yazıya eklemeler yaparak devam etmek istiyorum. Tarihten bir yaprak diyelim.

Kral Edvard'ın kısa dönem içerisindeki Krallığında ilk defa yurt dışı ziyaretini Türkiye'ye yapmış ve Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmüştür.  Bu görüşmedeki ilginç olayları da burada anlatmak istedim.

[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=MUNPIj0v9ic[/embedyt]

İngiltere Kralı VIII. Edward'ı Dolmabahçe Sarayı Rıhtımı’nda karşılarken. (04.09.1936)

Kral Edward İstanbul’a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı’na yanaştı. Atatürk rıhtımda O’nu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve kralın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada Atatürk de Kral’ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk:

- Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez! Diyerek, Kral’ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.1

İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:

Bana İngiltere Sarayı'nda verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.

Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek:

- "Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim", diyerek memnuniyetini bildirdi.

Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek:

- "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim," dedi.

Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.2

Kaynakça:
1 Enver Behnan Şapolyo'dan alınmıştır.

2 Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, sayfa:186-189

İşte Dünya lideri olabilmek böyle bir şey.

05.07.2023



16 Şubat 2023 Perşembe

Atatürk ve Cumhuriyet 6.cı bölüm.

 TÜMER DİYOR Kİ:

"Öğretmenler"


Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıtıdırn

6.CI bÖLÜM:

"ÖĞRETMENLER;

Yeni nesli, Cumhuriyetin özverili öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. 

Eserin değeri, sizin beceri ve özveriniz, derecesiyle uygun bulunacaktır. Cumhuriyet düşünsel, biçimsel, bedensel açıdan güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli bu özellikler ve yetenekte yetiştirmek elinizdedir. Seçkin görevinizin yerine getirilmesine yüksek çabalarla kendinizi vereceğinizden asla kuşkuya düşmem. Sizin başarılarınız, Cumhuriyetin başarıları olacaktır. 

Arkadaşlar, yeni Türkiye'nin birkaç yıla sığdırdığı askersel, siyasal, yönetsel devrimlerin saygıdeğer öğretmenler, sizin toplumsal ve düşünsel devrimdeki başarılarınızla doğrulanacaktır. Hiçbir zaman akıllardan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizlerden "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister."

"Zannederim ki, Ankara Hukuk Mektebi ile Cumhuriyet hukukunu yalnız görünüş ve söz biçimi ile değil, fakat bilinçli ve anlayışlı içeriği ile, yasalarıyla ve hukuk ustalarıyla açıklayacak ve savunacak önleme kalkışmış bulunuyoruz 

Cumhuriyet Türkiye'sinde eski kurallar düzeni, eski hukuk yerine yeni kurallar düzeni ve yeni hukukun getirilmiş bulunması bugün kuşkuya düşülemeyecek bir olgudur. Bu oldu bitti sizin kitaplarınızda ve yasalarınız da belirlenecek ve açıklanacaktır. 

(Devamı ÖĞRENCİLER, İLE DEVAM EDECEKTİR. Prof.Dr.Anıl Çeçen'in Atatürk ve Cumhuriyet kitabının 78.ci sayfası.)

13 Ocak 2023 Cuma

Atatürk ve Cumhuriyet

 TÜMER DİYOR Kİ:

Sevgili okurlar; bilindiği üzere, toplumumuz artık çok fazla okumamakta, önemli konu içeren videoları izlememekte.

Bu nedenle ben okurlarım sıkılmasın, ancak sıkılmadan okuyabilsin diye burada sizlere çok önemli konuyu her gün bir sayfa ekleyerek yazmak istedim. 

PROF.DR.ANIL ÇEÇEN’İN TİTİZLİKLE YAPMIŞ OLDUĞU ÇALIŞMANIN NETİCESİNDE YAZMIŞ OLDUĞU ATATÜRK VE CUMHURİYET ADLI KİTABINDAN ALINTILAR YAPARAK ATATÜRK'ÜN CUMHURİYET İÇİN SÖYLEDİKLERİNİ BURADA SİZE DE ANLATMAK İSTEMEKTEYİM.  

Nedeni ise, son zamanlarda Cumhuriyetin kazanımlarını içlerine sindirememiş olan kişilerin Cumhuriyete olan saldırılarıdır. 

ATATÜRK’ÜN CUMHURİYET İÇİN SÖYLEDİKLERİ   (Sayfa 67)

Kendi içinde ulusal bir giz olarak sakladığı “Cumhuriyet” düşüncesinin, Atatürk’ün Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki konuşmalarında görülmesini doğal karşılamak gerekir. Ne var ki, cumhuriyet ülküsü gençliğinden ve bu ülkü için yola çıktığı günden beri her zaman içinde yaşamış, düşüncelerinin ve yaptıklarının dayanağı dahası temel amacı olmuştur. 

Çeşitli anılar ve olayların gelişmesinde Atatürk’ün davranışları bu gerçeği kanıtlamaktadır. 

Bulgar Türkolog Manolot anılarında, Atatürk’ün daha İkinci Meşrutiyet döneminden önce, saltanatın yıkılmasının gerektiğinin ve yerine cumhuriyet rejiminin getirilmesinin zorunluluğunu savunduğunu açıklamaktadır. 

Daha Selanik’teyken kendisinde gelişen bu düşünce, zaman zaman Atatürk’ün bazı konuşmalarında dile gelmiştir. 

Çok açık olmakla  beraber, onun sözleri incelendiği zaman, en büyük hedefinin çağdaş bir cumhuriyet devleti kurmak olduğu kolayca anlaşılmaktadır. 

Gençliğinde ve savaş yılları konuşmalarındaki dolaylı anlatım, Cumhuriyet kurulduktan sonra açık anlatıma dönüşmüştür. Onun her söylevinde Cumhuriyetle ilgili bir parça bulmak olasıdır. 

Daha Selanik'teyken kafasının içinde Cumhuriyet düşüncesini bir hedef olarak taşıyan Mustafa Kemal, bunu ulusal bir giz olarak zamanı gelene kadar saklamasını bilmiştir. 

Bir yandan yakın çevresini ve arkadaşlarını Cumhuriyet düşüncesi doğrultusunda uyarmış  ve eline olanak geçtikçe onları da cumhuriyetçilik doğrultusunda bilinçlendirmeye çalışmıştır.

 Savaştığı cephelerde beraber bulunduğu arkadaşlarından, onun cumhuriyetçi düşüncelerini öğrenebiliyoruz. 

Özellikle Atatürk'ün Halep'te bulunduğu sıralarda, cumhuriyetçi tutumu biraz daha kesinlik kazanmaktadır. 

Atatürk'ün daha işin başlangıcında Cumhuriyet için yola çıktığı ve tüm yaptıklarını bu hedefe ulaşmak amacıyla adım adım gerçekleştirdiği Mazhar Müfit Kansu'nun defterlerinde görülmektedir. 

Erzurum Kongresi sırasında Atatürk, Mazhar Müfit'in yeni bir hükümet biçimi aranması gerektiği konusundaki sorusunu yanıtlarken: "Açıkça söyleyeyim: Şekli hükümet zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır" der. 

Yola çıkarken bu düşüncede olan Atatürk'ün, Cumhuriyetçilik anlayışını belirleyebilmek için öncelikle onun Cumhuriyetle ilgili konuşmalarına bakmak gerekir. 

Onun sözleri bir bakıma Türkiye'de Cumhuriyetçiliğin temel belirleyici kaynağını ve çerçevesini oluşturmaktadır. 

Öncelikle Büyük Söylev'de Cumhuriyetle ilgili olarak şu bölümler yer almıştır:

"İçinde bulunduğumuz o günlerde Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktaydı. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi kavramını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi. 

Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu? O halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?

Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan kısıntısız, koşulsuz, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak. 

İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur. Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şuydu:

Temel ilke Türk ulusunun onurlu ve şererefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. 

Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz. 

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. 

Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. 

Oysa Türkün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. 

Öyleyse, ya bağımsızlık ya ölüm, işte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktı."

"Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu buydu. 

Ben de böyle yaptım. Ancak tuttuğum bu pratik ve güvenilir başarı yolu yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda zaman zaman görüşlerde, davranışlarda yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşılmazlıkların, kırgınlıkların ve sırasında ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. 

Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculuklardan kimileri, ulusal hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünme ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. 

Bu noktaları, aydınlanmanız için kamuoyunun aydınlanmasına yararlı olmak için, sırası geldikçe birer birer göstermeye çalışacağım. 

(Sevgili okurlar; yukarıda söylenen sözlere dikkat etti iseniz, Mustafa Kemal Atatürk'ün en yakın arkadaşlarının dahi Cumhuriyete karşı çıktıklarını ve önemini anlayamadıklarını okumuşsunuzdur. İşte bugün de aynısı var. Demek ki, bizler Atatürk'ün görüş ve düşüncelerini tam hazmedememiş, anlayamamış, anlatamamışız. 

İşte ben bu nedenle, burada bu sözlere yer vermek istedim. )

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Devamı 2.BÖLÜMDE

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

2.BÖLÜM.

Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki, ben ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini bir ulusal giz gibi içimde taşıyarak, yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım. 

Şimdi baylar, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekliydi. 

“Bağımsızlığa ulaşıncaya değin, bütün ulusla birlikte özveriyle çalışacağıma kutsal inançlarım adına ant içtim. Artık ben Anadolu’dan hiçbir yere gidemem. “

(Sevgili okurlar; Atatürk'ün nedenli kararlı olduğunu ve halkını canından çok sevdiğini, bu sözleri ile belirtmektedir. Ayrıca kuvvetli bir dini inancı olduğu da bellidir. Çünkü inancı üzerine ant içmiş ve bu yeminini de sonuna kadar mücadele ederek kanıtlamıştır. Bunları iyi anlamak gerek.)

“Hükümet kurmakla ilgili bir öneride bulunmadan önce duyguları ve görüşleri dikkate almak zorunluluğu vardır. Bu zorunluluğa uymakla birlikte asıl amacı saklı tutan önerimi yazılı olarak meclise sundum. Bazı karşı görüşler ileri sürüldü ise de kısa bir tartışma sonunda kabul olundu. Bu önergeyi bugün gözden geçirecek olursak orada temel ilkelerin saptanmış ve ortaya konmuş olduğunu görürler. 

Bu ilkeleri izin verirseniz burada belirterek sayacağım:

1-Hükümet kurmak zorunludur. 

2-Geçici  olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir. 

3-Mecliste beliren ulusal istencin yurt alın yazısına doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde bir güç yoktur. 

(Sevgili okurlar; Atatürk daha ilk günlerde bile yetkilerin tek elde değil, T.B.M.M.nde toplanmasını ön görmüştür. Tartışılarak kararların alınmasından yanadır.)

 4-Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. 

Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul hükümet işlerine bakar ve Meclis başkanı bu kurulun da başkanıdır. 

Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman Meclisin düzenleyeceği yasaya uygun olan durumunu alır. 

Baylar, bu ilkelere göre kurulan hükümetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir. CUMHURİYETTİR.

Böyle bir hükümetin kuruluşunda ilke, kuvvetler birliği kuramıdır. Zaman geçtikçe bu ilkelerin kapsadığı kavramlar anlaşılmaya başladı. İşte o zaman tartışmalar ve olaylar birbiri ardından sürüp gitti. “

“Yemek yenirken yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz” dedim. Orada bulunan arkadaşlar hemen düşüncemi benimsediler. Yemeği bıraktık, hemen o dakikada yapılacak işler için kısa bir program düzenledim ve arkadaşları görevlendirdim. Düzenlediğim programın ve verdiğim önergenin uygulanışını göreceksiniz. 

Baylar görüyorsunuz ki, cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmayı ve onlarla görüşüp tartışmayı gerekli görmedim. 

Çünkü onların öteden beri ve doğal olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu. Oysa o sırada Ankara’da  bulunmayan kimi kişiler, hiçbir yetkileri yokken kendilerine bilgi verilmeden, düşünceleri ve uygun görüp görmedikleri sorulmadan cumhuriyetin ilan edilmiş olmasını gücenme ve ayrılma nedeni saydılar.”  (DEVAMI 3.BÖLÜMDE)

(Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. )

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

3.cü bölüm.


Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine ise, Atatürk Meclis’te şunları söylüyordu:

Son yıllarda ulusumuzun gösterdiği yetenek ve anlayış, kendisi için kötü sanıda bulunanların ne denli aymaz ve ne denli irdelemeden uzak görünüşe önem veren kimseler olduğunu pek güzel gösterdi. Ulusumuz kendisinde bulunan nitelikleri ve değeri, hükümetin yeni adıyla uygarlık dünyasına çok daha kolay gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti dünya devletleri arasındaki yerini yaraşır olduğunu başaracağı işlerde gösterecektir. 

(Sevgili okurlar; Cumhuriyetin ilanından sonraki olumlu gelişmeler, Cumhuriyete karşı çıkanları utandırmıştır. Cumhuriyeti anlayabilenler, uygar insan olabilmeyi de bilmelidirler. )

Arkadaşlar, bu yüce kuruluşu meydana getiren Türk ulusunun son dört yıl içinde kazandığı utku, bundan sonra birkaç kat olmak üzere görülecektir. 

Ben gördüğüm bu güven ve inana yaraşır işler görebilmek için pek önemli saydığım bir noktadaki gereksinmeyi bildirmek zorundayım. O gereksinme, Yüksek Meclisin bana karşı olan sevgisini, güvenini ve yardımını sürdürmesidir. Ancak böylelikle ve Tanrının yardımıyla bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri iyi bir biçimde yapabileceğimi umarım. 

(Sevgili okurlar, buradaki söze dikkat edin. Hem meclisin güvenine ihtiyacı olduğunu söylüyor, hem de kuvvetli bir inancı olduğundan Tanrının yardımına muhtaç olduğunu belirtiyor. Bunlar olduğu taktirde kendisine verilecek görevleri iyi bir biçimde yapabileceğini vurguluyor. Bunları da yapmadı mı? Yaptı. )

Her zaman sayın arkadaşlarımın ellerine  içtenlikle ve sıkıca yapışarak onların varlıklarından kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Her zaman ulusun sevgisine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve utkulu olacaktır.”

“Bu belirsizlik, Meclis ve Meclis hükümeti bulunmakla birlikte devlet başkanlığının, padişahlık kaldırıldıktan sonra, Halifelikte belirdiği düşünce ve inancında bulunanları, cumhuriyetin ilanı gününe değin umut içinde yaşattı. 

Buna göre Rauf Bey’in, en doğru olduğunu ileri sürdüğü hükümet biçiminde halifeyi devlet başkanı olarak da gördüğü kuşku götürmez. İşte Cumhuriyetin ilanı üzerine, Rauf Bey’i ve kendisi gibi düşünenleri kaygıya ve çoşkuya sürükleyen gerçek neden, devlet başkanlığı makamına Cumhurbaşkanının getirilmiş olmasıdır. Gerçekten Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır denildikten sonra, halifeye verilecek kimliği ve yetkiyi sağlamak için uğraşan ve onun okşayıcı sözlerini Tanrı vergisi sayarak kıvrananların umut kırıklığına uğramaları ve üzülüp kaygılanmalarını olağan görmek gerekir.”

(Sevgili okurlar; dikkat ederseniz, ne kadar zor bir mücadele'den sonra Mustafa Kemal Atatürk hedefine ulaşmıştır. Bütün amacı da ülkesi ve milletidir. Bunu anlamak gerek.)

“Cumhuriyeti elbette benimseyenler de, isteyenler de vardır. Benimseyenler, niçin ve ne gibi inançlara ve düşüncelere dayanarak, cumhuriyeti kurduklarını, karşıtlarına anlatarak inançlarının ve yaptıkları işlerin yerindeliğini tanıtlamak isteseler de, onları bilerek yaptıkları bu direnmeden vazgeçirebilecekleri kabul olunur mu?

Elbette cumhuriyetçiler, ellerinden gelirse ülkelerini herhangi bir yolla, ayaklanma ile, devrimle ya da kamuca beğenilecek başka yollarla gerçekleştirirler. Bu ülkü devrimcilerin ödevidir. Buna karşı, direnmeler, yaygaralar ve geriletici girişimler de, karşıtların yapmaktan geri durmayacakları davranışlardır. Cumhuriyetin ilanında, Rauf Bey ve benzerlerinin yaptıkları gibi.”

“Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin amacı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. 

Gelecek kuşakların, Türkiye'de Cumhuriyetin ilanı günü ona hiç acımadan saldıranların başında 'Cumhuriyetçiyim' diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç sanmayınız. Tersine, Türkiye'nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç güçlük çekmeyeceklerdir. 

Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki, başında çürümüş bir padişah soyunun halife sanıyla, yerleşip kalmasını zorunlu kılan bir devlette, Cumhuriyet ilan olunsa bile yaşatılamaz."

(Sevgili okurlar; bu son sözlere çok dikkat etmek gerek. Gelecek günlere de işaret etmektedir.) (DEVAMI 4.BÖLÜMDE)

(Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. )


&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

DEVAMI YARIN: 4.BÖLÜM


Baylar, padişahlıktan cumhuriyete geçebilmek için herkesin bildiği üzere bir geçiş dönemi yaşadık. bu dönemde iki düşünce ve görüş birbiriyle durmadan çarpıştı. O düşüncelerden biri padişahlığın sürdürülmesiydi. Bu düşünceyi benimsemeyenler belliydi. Öbür düşünce padişahlığa son vererek cumhuriyeti kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi. Bu düşüncemizi açıkça söylemekte ilk zamanlar sakınca görüyorduk. Ancak düşüncemizi saklı tutup elverişli bir zamanda uygulayabilmek için padişahlığı tutanların düşüncelerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak zorundaydık. Yeni yasalar yapıldıkça, özellikle Anayasa yapılırken, padişahçılar padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin açıkça belirtilmesi için üsteliyorlardı. Biz bunun zamanı gelmediğini ya da gereği olmadığını söyleyerek o yanı kapalı bırakmayı yararlı görüyorduk. 

Devletin yönetimini, cumhuriyetten söz etmeksizin, ulusal egemenlik ilkelerine uygun olarak, her gün cumhuriyete doğru yürüyen bir biçimde derleyip toparlamaya çalışıyorduk. 

Büyük Millet Meclisinden daha büyük makam olmadığını durmadan aşılayarak padişahlık ve halifelik makamları olmaksızın da devletin yönetilebileceğini kanıtlamak gerekliydi. Devlet başkanlığından söz etmeksizin onun görevini edimli olarak Meclis Başkanına gördürüyorduk. Meclis başkanlığı görevini yapan ise ikinci başkandı. Hükümet vardı ama, Büyük Millet Meclisi hükümeti sanını taşıyordu. Hükümeti belli yöntemlere göre kurmaktan çekiniyorduk. Çünkü padişahçılar hemen padişahın yetkisini kullanması gerektiğini ortaya atacaklardı. 

"Cumhuriyet sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin, cumhuriyeti daha doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları partiye 'Cumhuriyet'  hem de ilerici cumhuriyet adını vermeleri içten gelme ve inanılır bir davranış sayılabilir mi?..Cumhuriyetçi ve ilerici oldukları sanısını vermek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları dinsel bağnazlığı çoşturarak, ulusu cumhuriyete, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi?"

"Sonunda elbette Cumhuriyet başarı kazandı. Ayaklananlar yok edildi. Ama cumhuriyet düşmanları büyük kötülüklü düzenlerin son evresine geçtiler. Alçakça son bir girişim yaptılar. Bu da İzmir'de cana kıyma girişimidir. Cumhuriyet mahkemelerinin ezici eli bu kez de cumhuriyeti, cana kıyıcıların elinden kurtarmayı başardı."

"Baylar bu söylevimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç yüzyıllardan beri çekilen yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.(DEVAMI 5.BÖLÜMDE)

(Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. )


&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

ATATÜRK VE CUMHURİYET

DEVAMI YARIN, 5. bölüm.

"EY TÜRK GENÇLİĞİ"

Birinci ödevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. 

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen kötü kişiler bulunacaktır. Bir gün bağımsızlığını cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak  için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin. Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha aıcıklı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda iş başında bulunanlar aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler, üstelik hayınlık da yapabilirler. Daha kötüsü iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir. 

Ey Türk geleceğinin gençliği, işte bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır."

"Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya ulusun kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümetidir ki, onun ismi CUMHURİYETTİR.  Artık hükümet ile ulus arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet ulustur ve ulus hükümettir. Artık hükümet ve hükümet üyeleri kendilerinin ulustan ayrı olmadıklarını ve ulusun efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. "

"CUMHURİYET ERDEMLİLİK AHLAKINA DAYANAN BİR YÖNETİMDİR. CUMHURİYET ERDEMDİR. SULTANLIK KORKU VE BASKIYA DAYANAN BİR YÖNETİMDİR. CUMHURİYET YÖNETİMİ ERDEMLİ VE NAMUSLU İNSANLAR YETİŞTİRİR. SULTANLIK KORKUYA, BASKIYA DAYANDIĞI İÇİN KORKAK, SEFİL, ALÇAK İNSANLAR YETİŞTİRİR. ARADAKİ FARK BUNLARDAN MEYDANA GELMEKTEDİR."

"Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. 

Bundaki başarıyı Türk ulusunun ve onun değerli ordusunun bir ve  beraber olarak azimle yürümesine borçludur. 

Fakat yaptıklarımı asla yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunda ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en gelişmiş ve en uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Ulusumuzu en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağız."

"Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağdaş,tüm anlam ve biçimiyle uygar bir sosyal toplum durumuna getirmektir. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen düşünceleri dağıtmak zorunludur. Şimdiye kadar ulusun zihnini bulandıran, uyuşturan bu düşüncede bulunanlar olmuştur. Herhalde düşüncelerde var olan boş inançlar olgunca terk edilecektir. Onlar çıkarılmadıkça, zihinlere gerçek nurlarını aşılamak olanaksızdır. Efendiler ve ey ulus iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şelhler, dervişler, müritler, mansıplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak insan olmak için yeterlidir."

(Sevgili okurlar, bu bölümü dikkatlice okudu iseniz, buradaki derin manaları anlamışsınızdır. Mustafa Kemal Cumhuriyetin önemini çok iyi anlatmış, gençlerin emanetine bırakmıştır. Ancak, Atatürk'ün vefatından bu yana Türk Gençliği ne kadar Cumhuriyete sahip çıkmıştır. Bugünkü nesil ne kadar çıkabilecektir. Bunu da düşünmek gerek. Son paragrafa dikkat etti iseniz, Efendiler, ey ulus diyerek, Türkiye Cumhuriyetinin kimlerin ülkesi olamayacağını, en gerçek tarikatın uygarlık tarikatı olduğunu vurgulamıştır. Uygar milletlerin kalkınmış milletler olacağını, kendisinin de Türkiye Cumhuriyetini uygar milletlerin seviyesine çıkarmak için mücadele edeceğini, söylemektedir. Ne var ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün ömrü buna yetmemiştir. Yetmemiştir de, ondan sonrakiler neden bu yolu tam manası ile takip etmemişlerdir. İşte bunu düşünmek gerek!,)

-----------------------------------------------------------------------------

Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır. 

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Devamı 6. Bölüm

"Öğretmenler"


Kaynak:

Prof.Dr.Anıl Çeçenin Atatürk ve Cumhuriyet adlı 5.ci baskısı yapılmış kitabından alıntıdır.