14 Eylül 2018 Cuma

ESTONYA FERİBOTU SENDROMU’NUMU YAŞIYORUZ? "TÜMER DİYOR Kİ!.." Gazeteci-Yazar, ZEKERİYA TÜMER


TÜMER DİYOR Kİ:
ESTONYA FERİBOTU
SENDROMU’NUMU YAŞIYORUZ?

Sevgili okurlar, 
Bazen insanlarda akıl tutulması dediğimiz sendromlar olabiliyor.
Bunun bir örneği 28 Eylül 1994 yılında Baltık denizinde yaşanmıştır.
Modern deniz tarihinin en büyük kazası olarak tarihe geçmiştir.

1980 yılında Almanya Mayer Werft tersanesinde inşa edilen Estonya Feribotu Baltık Denizinde hem de kıyıya yakın bir yerde batarken 137 kişi feribotu hemen terk ederek kurtulurken, 852 yolcu akıl tutulması yaşayarak, göz göre göre ölüme gitmişlerdir.
Konu insan davranış psikolojisi uzmanlarınca yıllarca incelendiğinde ölenlerin % 98 nin çok iyi yüzme bildiklerine rağmen, gemi kaptanının “panik yapmayın dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözüne inanarak gemiyi terk etmediklerini ve böylece boğulduklarını tespit etmişlerdir.
Burada insan psikolojisinde ki beyin tutulması rol oynamıştır. 
Mantık ortadan kalkmış, hipnoz olmuşlar ve “ yok bir şey olmaz, bu gemi batmaz” psikolojisi üstün gelmiştir.
Sonuç: 987 yolcudan 137’si kurtulmuş, 852 yolcu ise gemiyle birlikte suya gömülmüşlerdir.

Feribotun su aldığını ve yan yatmaya başladığını görmelerine rağmen son saniyeye kadar, rahat rahat batışı izleyenler psikoloji derslerinde “Estonya Feribotu Sendromu” olarak okutulmaya başlamıştır.
Halen o insanların davranış şekillerine psikoloji ilmi mantıklı bir izah getirememiştir.
Aynı olay ABD’deki ikiz kulelerin yıkılmasında da yaşanmıştır. 11 Eylül 2001 de ikiz kuleler yıkılırken güvenlik görevlilerinin telkinlerine inanan ve dışarı çıkmayıp kurtarma ekiplerini bekleyenler, enkazın altında kalmışlardır.
Bugün içerisinde bulunduğumuz ülkemiz gerçeğinde de böyle bir psikolojik travmamı geçiriyoruz diye düşünmeden edemiyorum.
Ekonomik kriz gittikçe büyürken, yerli sanayimiz çökmüşken, dışa bağımlı bir ülke haline gelmişken, sanki her şey yolundaymış gibi yaşamımıza devam ediyoruz.
Sanki özgürüz, sanki insan haklarımız elimizden alınmamış, sanki işsizlik yok, sanki enflasyon büyümüyor, dolar yükselmiyor gibi günümüzü gün etmenin yollarını arıyoruz.
Bankalardan krediler çekiliyor, tatiller yapılıyor, lüks araçlara biniliyor, yemeden içmeden hiçbir şeyimiz eksik kalmıyor.
“Yok bu ülke zengindir, yok bize bir şey olmaz, daha önce de yaşadık, Katar arkamızda, dış güçler dolarla oynuyor” gibi sözler ve düşüncelerle yaşamımıza devam etmeye çalışıyoruz.
YOKSA ESTONYA FERİBOTU SENDROMU’NU BİZDE Mİ YAŞAMAYA BAŞLADIK ?
Sevgili okurlar, elbette ilk önce devlet tasarrufa gitmeli. Bunda haklısınız. Ancak bütün hepimiz de tasarrufa yönelmeliyiz. İsraftan kaçınmalı, tüketim toplumu olmaktan vazgeçmeliyiz.
Kullandığımız, yediğimiz, içtiğimiz her şey hemen hemen ithal.
Bunlara döviz ödeniyor.
İhtiyaç olmayan şeyleri almamalı ve kullanmamalıyız.
Toplu taşıma araçlarına yönelmeli, keyfi araçlarımızı kullanmamalıyız.
Devletin alacağı tasarruf tedbirlerine de destek vererek, ekonomimizin açık vermesini önlemeliyiz.
Yok bir şey olmaz demek pek akıl karı değil.
Dünya devletlerinin çoğu krizde.
Bu krizi bizler bilinçli toplum olarak aşmalıyız.
Yoksa batışımız muhteşem olur, o zaman da son pişmanlık fayda vermez.
Bizden söylemesi.
Gerisi size kalmış.

14.09.2018
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com

10 Eylül 2018 Pazartesi

Yerli miyiz? Milli miyiz? Ne Olacak Halimiz?.."TÜMER DİYOR Kİ!." Gazeteci, Araştırmacı-Yazar: ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ: 
YERLİ MİYİZ? 
MİLLİ MİYİZ?
NE OLACAK
HALİMİZ?


Sevgili okurlar, yerli malı olarak neyimiz kaldı, hiç bu konuyu düşündük mü?
Milli olabilmenin özelliklerini de yitirmeye başlamadık mı?
İyi de, ülkemiz nereye doğru sürükleniyor ve ne olacak bizlerin hali?
Geleceğinden emin olamayan gençlerimiz ve bazı aileler yurtdışına gitmeye başladılar.
Bunların yerine de Suriye’den ve Afganistan’dan insanlar ülkemizi doldurmaya devam ediyorlar.
İstanbul’da bazı semtlerdeki iş yerleri Suriyelilerin ellerine geçmiş ve oralarda Arap müziklerinden başka müzik çalınmıyor.
İthal edilmeyen hiçbir ürün kalmadı.
Sabahtan akşama kadar kullandığımız her ürün ithal.
Nerede yerli mallarımız?...
Sevgili okurlar, belki bazılarınızın bilgisi olmuştur, ancak olmayanlarda olabileceği düşüncesi ile watsaptan bana gelen bilgiyi ufak değişiklikler yaparak burada yazmak istedim.
Sabahleyin sıcak yatağınızdan kalktınız, tuvalete gittiniz, tuvalet kâğıdınız ithal. Lavobaya geldiniz, kâğıt havlunuz ithal. Tıraş oluyorsunuz Gilette tıraş kreminiz ve tıraş bıçaklarınız ithal.
Kahvaltıda yediklerimiz ve içtiklerimizin çoğu ithal. Örneğin, Nutella, Lipton çayı, Nescafe.
İtalya’nın çikolata devi Ferrero Türkiye’nin fındık devi Oltan Gıda’yı satın alarak Türkiye’nin yerli Fındık Piyasasını yönetmeye başladı.
Ferrero Nutella İtalyan, Unilever Lipton İngiliz ve Hollanda yabancı markalarıdır.
Yörsan, Dubaili Abraaj Group’un, BİM’in pazarladığı meşhur Dost süt ve süt ürünleri ve Ülker markasıyla üretilen süt, ayran, yoğurt, peynir markaları Fransız gıda devi Groupe Lactalis’in, Margarin ve sıvı yağ sanayinin yüzde 90’ına yakını İngiliz Hollanda ortaklığı Unilever’in.
Dişlerimizi fırçaladığımız Sensitive, Colgate, Signal, Sensodyn, Wihite Now vb. diş fırçası ve macunu ithal.
Bilhassa gençlerimizin ayaklarına giydikleri Nike, Converse, Adidas, Slszenger, Salomon, Jump, vb. ithal değil mi?
Evimiz de veya işyerimizde bindiğimiz asansörler, Shindler, Kone, Valter, Otis, Siemens markalar ithal. Asansör pazarında da Çin ve Hindistan’dan sonra en büyük biziz.
Bindiğimiz arabalar, BMV, MerBenzin, mazot, LPG ithal.
Kullandığımız ve elimizden otobüste, metroda, dolmuşta, evde ve fırsat buldukça işyerinde de düşürmediğimiz, bizle bütünleşen cep telefonlarımız, bilgisayarlarımız ithal ürün değil mi? I-Phone, Samsung, Huawei, LG, Asus, Sony, toshiba, HP, Lenovo, LG. vb.markalar.
Kolumuza taktığımız Raymond Swiss, Pierre Cardin, Ferrucci, Rolex, Casio, ithal.
İşyerindeki fotokopi makineleri, tarayıcılar, kağıtları ve mürekkepleri hep ithal ürünler değil mi?
Hadi bunları geçtik, ilaçlar, , Majezik, Brufen, Avreles, Apranax Forte, Aleve, Nurofen vb. aldın ithal, ya da lisanslı yabancı ürün, kullandığımız ilaçların çoğu ithal yada lisanslı ürün.
Karnımız acıktı, yemek yiyelim dedik, , Fast Food gıda Mc Donald’s, Burger King, Subway, KFC, Wendy’s, Domino's, Sbarro, vb hep yabancı,
Evde Tost yapayım dedin, Tost, hamburger, sandviç ekmeği başta olmak üzere unlu mamullerin bir numaralı ismi UNO’nun yarısı İspanyol Vedanta Equity firmasının,
Sucuk ve pastırma üreticisi Namet, Bahreynli Investcorp,tavukçu Banvit’ de Brezilyalı BRF ile Katarlı Qatar Investment Authority firmasının,
İzmirli Ege-Tav, Japon Nippon Ham Foods’un, CP Standart Tayland merkezli grubun, Patates cipsi Amerikan markası, Frito-Lay ve Pringles’ın, Ceviz ve badem Amerikan firmalarının, Sabancılar’ın Peyman’ı da artık Çin menşeili Bridgepoint’ın,
Nuhun Ankara Makarnası ve Filiz makarna İtalyan Barilla G.e.R Fratelli S.p.A. ve Japon gıda devi Nisshin Foods ve Marubeni Corporation’ın,
Cola, Fanta Amerikan şirketlerinin, şalgam, turşu suyu veya salataların vazgeçilmez sosları, limon ve nar ekşileri ile bir Türkiye klasiği olan Kemal Kükrer artık Japon Ajinomoto’nun,
Ülker Grubuna ait Çamlıca gazozu, Cola Turka, Sırma su firmaları, Japon DyDo Drinco Grubu’nun,
Bir kahve içeyim Starbucks’a gideyim dedin ithal,
Alkollü içecekler ve tütün mamülleri tamamına yakını Amerikan şirketlerinin,
Hazır çorba, bulyon, yemek harçları, puding, krem şanti, çikolatalı sos gibi ürünlerle ünlü Bizim Mutfak da artık Japon Ajinomoto’nun,
Pizza pazarı, ciklet pazarı, zeytin yağı pazarı da Amerikalı firmaların,
İnek bizim, çayır bizim ineği biz sağıyoruz süt bizim ama sütünü şişeleyip bize satanlar, peynir yapıp bize satanlar hep yabancı, şimdi artık etler de ithal oldu, inekler de dışarıdan gelmeye başladı.
Soframız, yabancı şirketlerin kontrolünde artık. Yabancılar etimizi, sütümüzü, suyumuzu, unumuzu, yağımızı, tavuğumuzu, yumurtamızı, çayımızı, meyve ve sebzelerimizi neyimiz varsa ambalajlayıp bize satıyor.
Bir bardak su içeyim dedin bütün sular Nestle, Coca Cola, Pepsi ve Danone’ye ait. Hayat su Danone’nin, Damla su Coca Cola’nın, Erikli Nestlenin, Aqua ise Pepsi’nin, Sırma su, Japon DyDo Drinco Grubu’nun,
Evine biraz alış-veri yapayım dedin, Balık-Norveç, Fas, İspanya'dan, Nohut - Meksika, Hindistan, ABD, Arjantin'den, Elma – Şili, Sarımsak – Çin'den, Kavun, Karpuz ve kuru soğan – İran'dan, Kuru Fasulye - ABD, Kırgızistan, Kanada, Peru, Etiyopya, Mısır, Bangladeş ve Çin'den, Kereviz – İspanya'dan, Et - Çek Cumhuriyeti, Fransa, Sırbistan, Brezilya’dan, Bezelye - Rusya Federasyonu, ABD, Kanada, Macaristan ve Almanya'dan, ithal.
Hastalandın yeni açılan şehir hastanelerine yada her zaman tedavi olduğun hastane'ye gittin MR cihazı, Röntgen, Tomografi gibi tıbbi görüntüleme cihazları, Ameliyathane ve solunum cihazları, Radyo terapi sistemleri, Fizik tedavi cihazları, işitme cihazları, optik cihazlar, protezler, ortezler vb. hep yabancı, hep ithal.
Uçağa bindin Airbus, Boeing vb ithal,
Hızlı Trene bindin Siemens, CAF vb. ithal,
Dükkan kiraları, ev kiralarının çoğu dövizle, bazı satılan binalar yine dövizle,
Yabancıların istediği gibi tam bir tüketim toplumu olduk. Döviz kurlarında en ufak bir artış olsa bunların hepsi yedek parçasıyla birlikte artıyor. Peki, o zaman TL ile aldığımız maaşlarla bu döviz ödemelerini nasıl yapacağız, nasıl geçineceğiz?
Bizler üretmez isek nasıl kazanacağız? Cari açığı ve işsizliği nasıl önleyeceğiz?
Tüm bunları önlemek için, yabancılara bağımlı olmamak için mutlaka milli sanayimizi kurmamız, ithalatı durdurmamız gerekiyor. Yoksa tüketim denizinde boğulacağız.
Artık ülkeler savaşla değil, ekonomik olarak malları ile ülkeleri ele geçiriyor. En kritik sanayi ve bankalarını ele geçiriyor.
Yurt dışından gıdalar getiriliyor.
Üretim yok. Dolar yükseldikçe Mazot ve benzin fiyatları artıyor. Ülkeye giren bütün ithal ürünlerin fiyatları artıyor.
Üstelik sen, üretim yapan fabrikalarını, Bankalarını, en önemli işletmelerini de yabancılara satmışsın. Bunlar paralarını yurt içinde mi bırakıyor, yoksa kazançlarını yurtdışına mı kaçırıyor. Kontrol edebiliyor muyuz?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), yılın ikinci çeyreğine ilişkin büyüme verilerini açıkladı. TÜİK'in resmi internet sitesinden duyurulan verilere göre, Türkiye ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 5,2 büyüdü. Diye, açıklama yapmış.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ta yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: "Büyüme rakamları ekonomi politikalarımızdaki temel hedeflerimizin başında gelen, ekonominin dengelenme sürecinin başladığını göstermektedir."
Yukarıda yazdıklarımızdan sonra Allah aşkına bu büyümeye inanmak mümkün mü?
Okullar açıldı, ailelerin bütçeleri yama yapılamaz hale geldi.
100 liramız 30 liraya düştü.
GERÇEKLER ORTADA İKEN YERLİLİK Mİ KALDI, MİLLİLİK Mİ KALDI, NE OLACAK HALİMİZ DİYE DE KARA KARA DÜŞÜNMEYE BAŞLADIK.
ÇARE Mİ: YERLİ VE MİLLİ SANAYİMİZİ MUTLAKA GELİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ. MİLLİ SANAYİSİNİ KURAMAYAN TOPLUMLAR ASLA ÖZGÜR OLAMAZ, ANCAK GELİŞMİŞ TOPLUMLARIN HİZMETÇİSİ OLURLAR.
SANAYİCİLER OLARAK DAHA ÇOK YERLİ ÜRETİM, DAHA ÇOK MİLLİ ÜRETİM, DAHA ÇOK İHRACAT YAPMAMIZ GEREKİYOR.
EKİM, KASIM, ARALIK AYLARI DAHA DA SIKINTILI AYLAR OLACAK.
ÜLKENİN YÖNETİM GÜCÜNÜ ELİNDE BULUNDURANLARIN ÇOK ACELE GEREKLİ TEDBİRLERİ ALMASI GEREKMİYOR MU?
Mustafa Kemal Atatürk Türkiye İktisat Kongresini açış konuşmasında;

· “Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun
iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sonuçsuz kalır.”

Diyerek, çok önemli bir mesaj vermiştir.
Keşke Atatürk’ün bizlere verdiği mesajları anlayabilsek ve onun yolundan ayrılmadan ülkemizi idare etmeye çalışsak.
O zaman kurtuluşa ereriz.

10.09.2018
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com