26 Mayıs 2019 Pazar

DEVLETİN MALI DENİZ, YEMEYENLER Mİ, YOKSA YİYENLER Mİ DOMUZ ?


TÜMER DİYOR Kİ:

DEVLETİN MALI DENİZ,
YEMEYEN DOMUZ !

(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Slovenya ziyaretinde çok önemli açıklamalarda bulundu. Kamu kurumlarında genelde mantığın hep "devletin malı deniz, yemeyen domuz" olduğunu ifade etti.)


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Slovenya'da.
Yıl 2015, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye-Slovenya İş Forumunda şöyle bir söz söylemişti: “AÇIK BİR ŞEY SÖYLEYECEĞİM. KAMU KURUMLARININ MANTIĞI HEP ŞUDUR. DEVLETİN MALI DENİZ YEMEYEN DOMUZ… DEVLETİN MALINI KİMSE AYNI HASSASİYETLE ELE ALMIYOR.

Sevgili okurlar, Osmanlı’dan gelen kalıtım suretiyle, devletin malını deniz görerek, kendisinin veya yakınlarının çıkarı düşünülerek, devletin kaynaklarının nasıl israf edildiğini, bu sayede kimlerin zenginleştiğini bizim söylememize gerek yok. Artık, konular Basına intikal ediyor ve devletin mallarının nasıl çarçur edildiğini herkes öğreniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan bile, devletin malını kimse aynı hassasiyetle ele almıyor, diyor. Yani Özel Sektörlerde bu hassasiyet var, devletin içerinde yok diyor.
Peki, bu söze karşılık hangi tedbirler alındı bugüne kadar? 
Bizler de onu çok merak ediyoruz doğrusu!

Neden devletin malı deniz, yemeyen domuz denmiştir. Burada eğer devletin elindeki imkanları kendi lehine kullanmaz isen, senin domuzdan farkın yok deniyor. Kullanırsan domuz olmaktan kurtulacaksın. Bu sözü böyle algılayan Devlet görevlileri Domuz olmaktan kurtulmak için Devletin mallarını hiç mi ediyorlar acaba!
Tamam, da neden bu ata sözünde Domuza benzetme söz konusu olmuştur?
Domuz cam dışında leş ve kendi pislikleri dahil her şeyi yiyebilen pis bir hayvandır. 20 sene yaşarsa da 400 yavru dünyaya getirebilir.

Ayrıca Domuz dişisini kıskanmayan ve birden fazla eşe sahip olan bir hayvandır. Domuz eti ile beslenen insanlarda kıskançlık hissinin zayıfladığı ve cinsel sorunların arttığı gözlenmiştir.
Domuz eti ile geçen trişinoz hastalığının ise bugün bile tedavisi yoktur. İnsanlara en çok zarar veren ve hastalık bulaştıran etin domuz eti olduğu da söylenmektedir.
Müslümanlıkta ise domuz eti yemek Allah tarafından yasaklanmıştır ve Kuran'ın dört ayetinde şöyle belirtilmiştir: “Açlıktan ölmek gibi yaşamsal bir zorunluluk olmadıkça, kurallarına uygun kesilmeden ve kan akıtılmadan ölmüş veya öldürülmüş, Allah'ın adı anılmadan kesilmiş hayvan etleri ile birlikte DOMUZ eti yemek haramdır”. İslam dinine göre yasaklanmıştır.
Bu Ata sözünü yanlış anlayıp, ben domuz olmaktansa, devletin malını yiyeyim diyen Devletin içerisinde görev alanlar uyarılıyor aslında.
Devlete hıyanetlik etmeyi ve devletin içini boşaltmayı alışkanlık haline getirenlere göre devletin bitmez tükenmez mal varlığı vardır. Ye yiyebildiğin kadar bitmez, tükenmez, zihniyetinin yanlış olduğunu anlamak istemeyen çıkarcılar domuza benzerler herhalde!
Devletin elindeki kaynakları israf eder, devletin parası ile lüks bir yaşam sürmeye çalışırsan, mutlaka bir gün gelir bunun vebali ve günahı altında ezilirsin. Bunu da kimsenin unutmaması gerek.
Devletin malı tükenmez ama devletin gelirleri eşit surette pay edilmez ve halka yansımaz ise, halk fakirleşir ve perişanları yaşar. Netice de Devlet  iflas edebilir. Bunu bilen dış güçler de senin Devletini ele geçirip, bağımsızlığını elinden alabilirler.
Yolsuzlukların temelinde, siyasilerin ve devleti yönetenlerin devleti bilerek istismar etmeleri yatıyor.
Toplumların refahı, devletlerin güçlü olmasına bağlıdır. Ekonomik olarak güçlü olamaz isen, devletin malı diyerek israfı arttırır ve Devlete gelen gelirleri çarçur edersen, neticede ekonomik olarak dar boğaza düşer, borç almaya kalkarsın, ya da devletin en kıymetli fabrikalarını, arazilerini yabancılara satarsın.
Bu ise çözüm yolu değildir. Osmanlı'nın çöküşü de dış güçlere borçlanması neticesinde olmuştur.
Komşudan borç aldığında, ödeyemez isen, ne olur? Komşun gelir senin kapına dayanır.
Dünya’da kaç devlette böyle bir atasözü vardır. Bu ata sözünü yanlış anlayan Devlet mensupları, yandaşlarına ihaleler de peşkeş çekerler ise, onlara hak etmedikleri rantları sağlarlar ise, usulsüzlükler, adam kayırmalar, torpille yeteneksiz kişileri iş sahibi yaparlarsa, rüşvetler alınır, yabancılara her türlü devlet malı satılır ise, herhalde bunu yapanlar DOMUZA benzetilir. Yapmayanlar benzetilemez., Vatanını, milletini koruyan kahraman Devlet Memuru olur.
Devletine hıyanet edilmemelidir. Ülkesini soyan soysuzlara karşı tedbirler alınmalıdır. Domuzlara meydan  bırakılmamalıdır.
İslam ülkesi olan ve Müslümanım diye geçinenlerin Devletin idaresinde daha da dikkat etmeleri gerekmez mi?
SON SÖZ:
DEVLETİN MALI DENİZ DE DEĞİL, YEMEYENLER DOMUZ DA DEĞİLDİR. BENCE DEVLETİN MALINI ÇARÇUR EDİP, İSRAF EDENLER VE ÇIKARINA KULLANANLAR, MENFAAT TEMİN EDENLERİN DOMUZDAN FARKI YOKTUR. 
HER SABAHIN AKŞAMI, HER AKŞAMIN BİR SABAHI OLDUĞU GİBİ, HER CANLININ DA YAŞAMININ BİR SONU VARDIR. BU DÜNYADA HİÇBİR ŞEY BAKİ DEĞİLDİR. 
NETİCEDE HERKESİN BİR SONU VARDIR. 
DEVLETİNE, MİLLETİNE ZARAR VERENLER ELBET BİR GÜN GELİR BEDELİNİ ÖDERLER.
TEMENNİMİZ  HER ŞEYİN GÜZEL OLMASI.
26.05.2019

Zekeriya Tümer
Ulusalhaber881@gmail.com.

19 Mayıs 2019 Pazar

MUSTAFA KEMAL SEVGİSİNİ YOK, ETMEYE KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ.



 TÜMER DİYOR Kİ:

MUSTAFA KEMAL SEVGİSİNİ
YOK, ETMEYE KİMSENİN GÜCÜ YETMEZ.

Sevgili okurlar, son 16 senedir, neler yaşadığımız ve hangi sözleri duyduğumuzu tekrarlamama gerek yok.
19 Mayıs 2019.
Atatürk’ün Samsuna çıktığı günün 100.cü yılı.
Bugünün mana ve önemini idrak edenler, Devlet erkanı da dahil Samsun’da buluştular.
Ne güzel değil mi?
Keşke devamı da gelebilse!
Birinci Dünya Harbinin bitişinden itibaren, Osmanlı’nın parçalanmasını ve yok edilmesini isteyen Emperyalist güçler son Anadolu topraklarını da işgal etmeye başladılar.
Mondros ve Sevr anlaşmaları hayata geçirilmeye başladı.
İstanbul dâhil ülkenin birçok il ve ilçeleri, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerleri tarafından işgal edilmeye başladı.
Yunan Askerleri İzmir'de
Osmanlı tabası olan halk ümmetti.
Emperyalist güçler amaçlarına erecekleri sevincini yaşamakta idiler.
Padişahım çok yaşa diyen bir milletten kahramanlık beklenemezdi.
Askerin silahları alınmış, halk yorgun, bitkin, çaresiz.
Padişah dâhil, Hükümet edenlerin çoğunluğu, Amerikan Mandası, İngiliz Sömürgesi olmaya niyetli.
Vatanını düşünmeyen, kendisini düşünen hainler ortalarda gezinmekte.
Tüm Dünyanın ve Osmanlının son padişahı ve vezirleri dâhil, birçok vatan hainlerinin tahmin edemeyecekleri Türkoğlu Türk Mustafa Kemal’i unutmuşlardı.
İçinde yıllardır bir ateş yanıyordu Mustafa Kemal’in.
Çünkü o daha çocukluğundan itibaren Osmanlı’nın çöküşünü hissetmiş, “bu vatanı ben kurtara cam” diye düşünmeye başlamıştı.
Mustafa Kemal’de Allah tarafından verilen ön görüş ve sezgi gücü vardı.
Osmanlı batıyor ve parçalanıp yok olacaktı. İstanbul’da durmanın âlemi yoktu.
Padişah’tan aldığı 9.Ordu Müfettişliği görevini alarak 16 Mayıs’ta Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrıldı ve 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıktı.
Samsun’dan ülkenin üzerini kaplayan kara bulutlar, doğan güneşle birlikte dağılacak, yok olacaklardı.
Ümmet olan bir halk yığını, Millet olmak için harekete geçti. Önderleri Mustafa Kemal onlara güven verdi.
Bitmiş, tükenmiş dedikleri Anadolu insanları, kadını, kızı, genci, ihtiyarı, çocuklar bile şahlandı ve ülkeden tüm düşmanları kovdular. İzmir’den Yunanlılar denize döküldüler.
Tüm Dünya şaşırmış, doğan güneşin parlaklığı altında gözleri kamaşmış, kulakları sağır olmuştu.
Osmanlı bitmiş, yerine 29 Ekim 1923 de Türkiye Cumhuriyeti olarak yeni bir devler kurulmuştu.
1923 de ülke fakirdi. Okuma oranı çok düşük, kaliteli eleman sayısı yok denecek kadar azdı.
Anadolu’nun her yerinde değişik hastalıklar baş göstermiş, ilaç yok. Doktor yok, hemşire yoktu. Ebe sayısı çok azdı. Her doğan iki çocuktan biri ölüyordu.
Osmanlı’nın borcu da yeni kurulan devletin boynuna yüklenmişti.
Köylü karasabanla tarlasını sürmek zorunda idi. Traktör yoktu. Öküzü olmayanlar da tarlasını süremiyorlardı.
Üretim yok, halk Millet olmuştu ama fakir ve yoksuldu.
Ancak, Devletin başında bir dahi yönetici vardı.
Nasıl ki, yok olmakta olan bir ülkeyi kurtarmışsa, fakir ve yoksul olan bu milleti de müreffeh seviyeye getirecekti.
Aldığı tedbirler ve uygulanan politikalar ve de yapılan yenilikler ile çok kısa sürede, 15 yıl gibi bir zaman içerisinde, fabrikalar çoğaldı, dış borçlar ödendi, uçak bile ihraç etmeye başladık.
Atatürk, bağımsızlığın temelinin milli ekonomi ile mümkün olacağını biliyordu.
Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferlerin kalıcı olmayacağını, biliyordu. (1923, İzmir, a.g.e, C. II, s.111)
Köylü milletin efendisi olmalıydı. Köylü desteklenmeli, üretim artmalıydı.
Mustafa Kemal Atatürk ekonomisi çöken bir milletin başka devletlerin boyunduruğu altına gireceğini çok iyi biliyordu.
Bu nedenle de Ekonomiye çok önem vermiş, 15 yılda ülkenin kalkınmasını sağlamıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün gerek ekonomik ve gerekse milli eğitim dâhil, iç ve dış politikalarını iyi anlayabilseydik ve uygulanabilse idi, herhalde bugün, soğan, patates, et dâhil, saman ithal eder duruma düşmez idik.
Artık aklımızı başımıza almanın zamanı geldi de geçiyor.
Cumhuriyet kolay kazanılmamış ve bugünlere de kolay gelinmemiştir.
Cumhuriyete sahip olan bir ülkede olduğumuz için bunun kıymetini bilmemiz gerek.
Kurtuluş savaşında bu ülkenin temelleri sağlam atılmıştır. Bu sağlam temeller üzerinde yükselmek mümkündür.
Mustafa Kemal Atatürk; “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.” Demiştir.
Bu sözlerden anlaşılacağı üzere, bizlerin görevi Cumhuriyeti yaşatmak ve ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmaktır.
Bu nedenle de iç ve dış düşmanlarımıza karşı birlik ve beraberliğimizi bozmamamız gerek.
Mustafa Kemal Atatürk diyor ki:
 “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
“İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Tek yol vardır o da Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur.
 Bunu kimse unutmasın.
19.05.2019
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com


5 Mayıs 2019 Pazar

RAMAZAN GELDİ HOŞ GELDİ BAKLAVA TEPSİSİ BOŞ GELDİ!


TÜMER DİYOR Kİ:

RAMAZAN GELDİ HOŞ GELDİ
BAKLAVA TEPSİSİ BOŞ GELDİ

Sevgili okurlar, bu tekerlemeyi geceleri davul ve zurna ile Ramazan ayı boyunca mahalleliyi uyandıran kişiler söylerlerdi.
Artık, geceleri mani söyleyerek, Oruca kalkmamızı isteyen  davulcularımız yok.
Gerçi, bu sene hakikaten Baklava tepsileri boş gelir.
Bu denli yüksek fiyatta satılan baklavaları kim alabilir ki!

Evvelden Baklava, şeker ve türlü türlü tatlılar üreten endüstriyel firmaların önünde uzun kuyruklar oluşurdu.
Hadi şimdi bulabilirseniz bulun o uzun kuyrukları.
Ramazan ayına,  bereket ve bolluk ayı derler.
Soğanın ve patatesin, etin, hele ki sivri biber ile domatesin bu denli pahalı olması durumunda, fakirin sofrası nasıl bollaşacak?
Zenginler, Ramazan ayı boşunca mükemmel sofralarda oruçlarını açarlar, (Ben oruçlu olduklarına da pek inanmıyorum ya) sofralarda bir kuş sütü eksiktir. Her türlü yiyecek ve içecek vardır.
BU SOFRADA BİR KUŞ SÜTÜ EKSİK.
YAZIK.
Ziyafetler Ramazan ayı boyunca verilir. Amaç sevap kazanmak mı, yoksa gösteriş mi, bunu anlamak ta mümkün değildir!
Halbuki lüks otellerde ve lüks lokantalarda bu ziyafetler verilene kadar fakir, fukaranın sofralarına bir dirhem et girmesi için onlara yardım edilse kötü mü olur?
İmamı Sadık (a.s.) diyor ki: Allah, orucu zengin ile fakir eşit olsunlar diye farz kıldı.
Nasıl olacak?
Buradaki sözün manası aslında çok derindir.
Yani herkes gün boyu oruç tutarak, aç kalırsa,  zenginler açlığın ne demek olduğunu anlar, fakir zaten aç olduğundan, fakirin aç kaldığında, neler yaşadığını hisseder ve belki fakire yardım eder diye düşünülerek söylenmiş bir söz olabilir.
Afrika'da, Filistin'de, Afganistan’da ve dünyanın birçok ülkesinde ve de ülkemizde o kadar aç ve sefil insanlar var ki, zaten onlar yıl boyu oruç tutmaktalar.
Sebze kuyruğunu unutmayalım
Orucun asıl amacı, insanların israftan kaçınarak tasarrufa yönlendirmesidir.
Eğer her aile bir ay boyunca israfını önler ise o ailenin bütçesinde artış olur. Bunu ülke geneline yaydığımızda, ülke de olağanüstü bir bolluk olur.
Bir ay boyunca az yiyeceksin, az tüketeceksin,  çatlayana kadar yemeyeceksin, pahalı yiyeceklere para harcamayacaksın.
Bunları yapın. Yapabilirseniz, bir ay sonra  aile bütçesinde biraz da olsa rahatlama görebilirsiniz.
Ülke de ise bir ay boyunca az tüketim olacağından, soğan’da, patateste, ette bollaşacak.
Belki de bundan sonra ithalata lüzum kalmayacak.
Ne dersiniz, olabilir mi?

Asıl yapmamız gerek israftan kaçınmak, nefsimize yenilmemektir.
Oruç tutun ki sıhhatli (sağlıklı) olasınız. Resulullah (s.a.v)
Oruç bağışıklık sistemini yeniliyor, zararlı hücreleri yok ediyor, kalbi dinlendiriyor. İslam dininin en önemli ibadetlerinden olan orucun sağlığa faydalarını Japon bir bilim adamı ispatladı. Orucun insan sağlığına iyi geldiğini ortaya koyan çalışmasıyla Japon Biyolog 2016 Nobel Tıp Ödülü'ne layık görüldü…
Oruç ruhu arındırırır, insanı kötülüklerden alıkoyar. İnsan psikolojisine faydaları da saymakla bitmeyen orucun vücut sağlığına da birçok olumlu etkisi var. Japon biyolog Yoshinori Ohsumi’nin bir çalışması, oruç tutanların vücudundaki sağlıklı hücrelerin zararlı hücreleri yok ettiğini de ortaya koydu.
Japon bilim adamı şimdi bulmuş.
Peygamberimiz 1450 sene evvel Oruç’un sağlık yönünden faydalı olduğunu söylemiş.

Oruç sabrın yarısıdır. Resulullah ( s.a.v.)
Ey gençler, sizden kimin gücü yeterse evlensin; çünkü bu, gözün haramdan sakınmasını ve iffetin korunmasını sağlar. Kimin evlenmeye gücü yetmezse; oruç tutsun; çünkü oruç, cinsel arzuları kontrol etmede çok faydalıdır. Resulullah (s.a.v)
Peygamberimiz azgın, seks düşkünü, sapık, ahlaksız ve namussuz insanları yola getirmek için bu sözü söylemiş.
Gençler evlenin, kadına, kıza, çocuklara, sarkıntılık etmeyin, diye tembihlemiş.
Evlenemiyorsanız da oruç tut, nefsine hakim ol, sapıklıktan uzak dur, demiş.
Müslümanım diyen bir ülkede
tacizcilere göz yumulur mu?

Şu an ülkemizde bir sürü sapık türedi. Gazetelerden okuyor, TV.lerden izliyoruz. Bu sapıklara 365 gün oruç tutturmak gerek. Sapıklıkların-dan başka türlü kurtulamazlar herhalde!..

Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin! (Buhari)
Bu sözü de bizim Siyasetçiler uygulamalı. Oruç tutan milletvekillerinin bu söze çok dikkat etmeleri gerek.
Ramazan ayı boyunca inşallah başta Diyanet İşleri Başkanlığı

olmak üzere, diğer tarikat şeyhleri, olur olmadık sözlerle insanların akıllarını karıştırmazlar.
TÜM MÜSLÜMANLARIN VE MÜSLÜMAN OLAN TÜRK’LER’in  Ramazan ayını kutlarım.
Halkımızın,  Dini vecibelerini yerine getirirken, ilim ve bilimden de uzaklaşmadan birlik ve beraberlik içerisinde, kavga etmeden, bölünüp, parçalanmadan yaşamını sürdürmesini ve doğru yoldan ayrılın mamasını, yalansız, dolansız bir hayat yaşamasını da ALLAH’TAN DİLERİM.

06.05.2019
ZEKERİYA TÜMER
Ulusalhaber1881@gmail.com