27 Aralık 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: Yeni Yılı, nasıl kutlamalıdır?...

Yeni yılı nasıl kutlayacağız?..
Sevgili okurlar, 2014 yılını geride bırakıp 2015 yılına girerken, tüm dünya zevk içinde eğlenerek, sanki çok büyük başarılar elde edilmişçesine,
Coşkunluk içerisinde kutlamalar yaparlar.
Hele ki saat gecenin tam 12 sini vurduğunda, coşku son noktadadır. Bağırılır, çağırılır ve olağanüstü bir mutluluk sergilenmek ister.
Sokaklarda herkes birbirine sarılır, evlerde ise el öpmeler, kucaklaşmalar ve öpüşmeler başlar.
Herkes imkânları dâhilinde birbirlerine hediyeler alır ve verirler.
Ne oluyor, neden böyle yapılıyor. 
Çoğu kişi de bunu bilmez.
İçlerinde eski ve kötü günler geride kaldı, yeni yıl ile daha rahat, mutlu, huzurlu bir yaşam bizi bekliyor ümidi vardır.
Affedersiniz ama nah bekliyor sizi yeni yılda huzur ve mutluluk.
Bugüne kadar yakalayabildiniz mi? Veya kaçınız yakaladı.
Her yeni gün eskisini aratır oldu.
Yaşlandığınızın da farkında değilsiniz herhalde.
Bir yaş daha ileri gittiniz. Ömrünüz tükeniyor, siz eğlenme peşindesiniz.
En önemlisi de ülkemizin içerisinde bulunduğu durum.
Dünya’ya baktığımızda içler açıcı bir durumda göremiyoruz.
Afrika’da insanlar açlıktan ölüyor, emperyalist güçler batan ekonomilerini güçlendirmek için güçsüz devletlere saldırıyor, dünyayı kendilerine göre şekillendirmeye çalışırken,
Hangi mutluluğu ve huzuru yakalayacaksın.
İşte Ortadoğu’nun durumu
Ortadoğu da kan ve göz yaşı hiç dinmedi dinmeye de niyeti yok.
Müslümanlar mı mutlu, yoksa Hıristiyanlar mı mutlu.
Kim mutlu bu dünyada? 
Hangi aile eskisi gibi zevk alıyor yeni yılın girişini kutlayarak.
Gençler kendi arkadaşları ile kutlamaları yaparken, yaşlı ana ve babalar bir kenarda hüzünle televizyon izlemekteler.
El öpmeler, kucaklaşmalar da eskisi gibi içten olmayacak.
Teknoloji gelişti ya, al eline telefonu, at bir mesaj.
Sevgili arkadaşım yeni yılını kutlarım. Anne veya baba yeni yılın kutlu olsun. At mesajı olsun bitsin.
Bir şeyi kutlarken zevk almak gerek.
Geleceğinden çok ümitli olan kaç kişi var.
Ümit ümit hep ümit, gıdamız oldu simit.
Yeni yılda bekleriz yuvamıza kiremit.
Elbette, yeni yıla girmenin zevkini tadanlar da var.
 Olmaz mı; hem de çok var.
Milletin anasını becerenler, devleti soyanlar, milletin hakkını gasp edenler,
Yetimin, yoksulun hakkını yiyenler, milleti sattıkları mallarla kazıklayanlar, dolandıranlar.
 Bunlar yeni yılı kutlamasın da biz mi kutlayalım.
Onlarda para çoook. Şampanyalar, rakılar, envai türlü mezeler o gece su gibi akacak, ye babam ye, tıka basa ye, çatlayana kadar ye.
Yenecek ve çoğu kişi evinin yolunu şaşıracak.
 Oh be diyecekler, eski yılda da iyi kazandım, şimdi yeni yılda milletin anasını belleme zamanı geldi, diye onlar zevk almayacak ta biz mi zevk alacağız.
Zavallı emniyet güçlerine yeni yıl kutlaması yasak. Sanki onların aileleri yok. Çoluk çocukları yok.
Baba görevde. Neden, sapıtan ve yanlışlık yapan, içip içip yolunu şaşıran, kaza yapan, bugünü fırsat bilen dolandırıcılar ve hırsızlara göz açtırmamak, masum vatandaşı korumak
Ve kollamak amacıyla, yeni yılı kutlayamazlar.
Ne yapalım, adet böyle.
İsa 25 Aralıkta doğmuş. Hıristiyanlar bu takvime göre İsa’nın doğum gününü kutlamak istemişler.
Bu adet diğer toplumlara da yansımış, Müslümanlar da İsa’nın doğum gününü değil, yeni yıla girmeyi 31 aralık gecesini 1 0cağa bağlayan günü kutlamaya başlamışlar.
Eh çok görmemek gerek.
Hiç olmazsa yılda bir gün insanlar yılbaşı bahanesi ile eğlensinler.
Bunu da çok görmeyelim.
Gene de biz yeni yılınızı kutlayalım.
İnşallah Allahın izni ve bizi yönetenlerin dürüstçe kanuna uygun idareleri ile ekonomik kalkınma sağlanır.
Adaletli yönetimler, hak ve hukuka saygı, işsizliğin yok olması, Demokrasiye ve Cumhuriyete bağımlı,
Bölünmeden, çözülmeden, kardeşçe, barış içerisinde kalkınan ve huzur içerisinde yaşayan bir ülke oluruz 2015 yılında.
Yeni yılınız kutlu yaşamınız mutlu olsun.

20 Aralık 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: Kuvay-ı Milliye ruhu canlanıyor., (Zekeriya TÜMER)

TÜMER DİYOR Kİ:
Kuvay-ı Milliye ruhu canlanıyor
Son günlerde AKP’nin uyguladığı politika ve maalesef yandaşlarının tutum ve davranışları, karşı tepkileri arttırmakta.
İstiklal harbindeki Kuvay-ı Milliye ruhu canlanmaya başladı.
Sosyal medyadan izlediğim kadarıyla, bilhassa Türk kadınları Atatürk’e, Türk Bayrağına ve vatana olan sevgilerini tüm güçleri ile paylaşmaktalar.
Türk gençleri içlerindeki coşkun vatan, bayrak ve Atatürk sevgisini yaşamak ve yaşatmak için çaba harcamaktalar.
Ya orta yaşlılar ve 70 in üzerindeki ruhu genç olan delikanlılar. Teyzeler, nineler. Gerçekten müthiş bir dayanışma ve birliktelik gözlenmekte.
Üstelik bunların çoğu da partili değil, herhangi bir partinin propagandasını da yapmıyorlar, kimseden şahsi çıkar ve menfaat de temin etmiyorlar.
İçlerinden gelen vatan sevgisi kabardıkça kabarıyor. Haksızlıklara, rüşvete, hırsızlığa, yolsuzluklara ve vatanın bölünme ve parçalanmasına karşı olduklarını sosyal medya kanalıyla duyurmaya çalışıyorlar.
İnegöl’den bir delikanlı feryat ediyor.
Burada AK Partili gençler, Atatürk’ün bütün heykellerini kıracağız diyorlar, amca ben çıldırıyorum, elimden de bir şey gelmiyor, ne yapacağım, diye üzüntüsünü dile getiriyor.
Be heyy gafiller, Atatürk ve silah arkadaşları, hele ki kahraman Türk Kadını ve erkekleri olmasaydı, bugünleri yaşayabilecek miydik?
Atatürk gerçek liderdi. O nu incelemeden, fikirlerini öğrenmeden gaflet ve delalet içerisine düşmeyin.
Bugün Camilerimizde namazı kılabiliyorsak, ezanlar susmuyorsa Atatürk’e ve onun yanında olan ve bu vatan uğruna kanlarını akıtan şehitlerimize borçlu olduğumuzu unutmayın.
Her şey menfaat ve para değildir. Bu dünya kimseye baki kalmamıştır. Öbür tarafa giderken kimse bir şey götürememiştir.
Dininize sahip çıkarken vatanınıza sahip çıkın. Hırsızlığa, yolsuzluğa dur deyin.
 Şöyle bir geçmişinize inin. Çok uzağa değil, İstiklal harbine gidin.
Cepheye mermi götüren Türk Kadını Ayşe Tayyibe hatunun vatan uğruna kucağındaki 8 aylık bebeğinin nasıl şehit olduğunu öğrenin.
Vatan duygusunu analık duygusundan üstün tuttuğunu görün. Hiçbir dünya kadınında bu duygu yoktur. Türk kadını şahlanmasın, kimse durduramaz.
Sadece o mu, mermi ıslanmasın diye 30-40 derece soğukta kendi pazen elbisesi ile giderken, yorganı ve battaniyeyi top mermilerinin üzerine koyan Şerife nineyi hatırlayın.
93 Harbinde Ruslarla mücadele eden Nene Hatun’u,
Kaderin 9 yaşındayken cepheyle tanıştırdığı ve 12 yaşına kadar müthiş kahramanlıklar yaptığı Küçük Nezahatı araştırın.
Erzurumlu kara Fatma’nın kahramanlıklarını duydunuz mu?
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Dervişlerden Ahmet Bey ile evlendiğinde Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı. Eşi Binbaşı Ahmet Bey'in Sarıkamış'ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum'a döndü.
1919'daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. Aldığı talimatla İstanbul'a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir'in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir'e geçerek kurtuluşu için savaştı.
 Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.
Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi.
 Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı. Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı. Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Ancak rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu Mustafa Kemal Paşa “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” diyen kahraman Türk kadınını hatırla.
Gördesli Makbule’yi biliyor musun?
Makbule Hanım daha bir yıllık evli iken eşinin yanında Milli Mücadele'ye katılmıştır. 
15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusunun İzmir'i işgaliyle Batı Anadolu'yu işgale başlaması sonucu 7 Kasım 1921'de kocası Halil Efe ile Türk çetelerine katıldı. Yunan kuvvetleriyle çıkan çatışmalarda bulundu. Yunanlar Sakarya Muharebesi'ni kaybederekAfyon mevzilerine çekildiklerinde, bir taraftan da Halil Efe'nin Gördes-Sındırgı-Akhisar bölgesinde faaliyet gösteren çetesinin saldırıları ile karşılaşıyorlardı. Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak şehit olmuştur.
Adanalı Rahmiye Hanım, 1920 yılında Türkler ile Fransızlar arasında yapılan Kurtuluş Savaşına katılmıştı. Savaşın ilk zamanlarındaki görevleri keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı ve bu görevlerini birçok kahramanlıkla gerçekleştirmiştir. Daha sonra kendi de savaşta çarpışmalara katılmıştır. 
1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada Türk askerlerinde yorgunluk ve korku sebepleriyle bir duraksama olunca, “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” demiş ve askerlerin toparlanmasını sağlamıştır. Aynı muharebede ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit olmuştu.
Daha yüzlerce kadın kahramanımız var.
Siz bu Türk kadınına Atatürk tarafından verilen seçme, seçilme ve erkeklerle eşit olma hakkını ellerinden alabileceğinizi mi sanıyorsunuz.
Ben hiç sanmıyorum. Girin sosyal medyaya, görün; Türk Kadınlarının Atatürk’e, Türk Bayrağına, Dillerine ve Dinlerine, vatanına nasıl sahip çıktıklarını.... 

9 Aralık 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ: YARALILARIM VAR, KAN KAYBEDİYORLAR...

TÜMER DİYOR Kİ:
YARALILARIM VAR, KAN KAYBEDİYORLAR,
AÇILIM MIŞ, KAYBEDİLEN KANLARIN BEDELİNİ KİM NASIL ÖDEYECEK?
Sayın okurlar, hepimizin de yakından takip ettiği ve de bilindiği üzere Terörist olan PKK ile çözüm süreci bahanesi ile pazarlıklar yapılmakta ve ülkemizin bölünme ve parçalanması düşüncesi, bizleri rahatsız etmektedir.
Burada sizlere emekli bir subay olan Hakan Evrensel’in  yazmış olduğu  Güneydoğu öyküleri kitabından bir hakimin anıları ile bölümü aktarmak istiyorum.
Bugün PKK ile pazarlık masasına oturanların da okuması dileğiyle.
İbretle ve dikkatlice okumanızı dilerim.
Türk Subayı Kimdir.
Güneydoğu''nun küçük bir ilçesinde görev yapan hâkim ilçe dışındaki lojmanından görünen karakolun bir gecesini şöyle anlatır:
'Lojmanımızın balkonundan o karakol görünürdü. Yaklaşık bir aydır her istihbarat kaynağından karakolun basılacağı haberi geliyordu. Üstelik baskının şimdiye kadar yapılanlardan çok daha büyük olacağı söyleniyordu.
Yakın birliklerden timler getirildi, karakolun etrafına mayınlar döşendi, ağır silahlarla takviyeler yapıldı ve baskın beklenmeye başlandı.'
'En son gelen istihbaratta baskının saati ve baskına katılacak terörist sayısı bile veriliyordu. 22.10, beş yüz terörist. Karakol o gün basılmadı.'
'Bir gün sonra, bildirilen saatte cehennem başladı. Balkonumuzdan izlediğim dehşet dolu manzarada, daire haline gelmiş teröristlerin, dairenin ortasına, gecenin karanlığında ateşleri parıldayan silahları ateşlediklerini görüyordum. Karakolun, havan ve roket mermilerinin patladığı yerde olduğunu biliyorduk. Tam anlamıyla çember içine almışlardı. Lojmandan ayrılıp doğruca jandarmanın binasına gittik. Karakolun merkezi,  telsizle, sürekli timlerden durumlarını bildirmelerini istiyor; dış emniyette bulunan timler de bu çağrılara cevap veriyor, havan ve uçaksavar ateşi istedikleri yerleri de tarif ediyorlardı.'
'Bir süre sonra telsiz konuşmaları, timlerden birinin üzerine yoğunlaştı. Timden bir türlü cevap alınamıyordu. Üst üste, defalarca çağrı yapılıyor ancak bir türlü timle irtibata geçilemiyordu. Konuşmaları takip eden askerler timden ümitlerini kesmişlerdi. Ama bir yandan da çağrılar devam ediyordu. Bir saat kadar sonra, telsizden bitkin bir ses duyuldu: 'Yaralılarım var, yaralılarımı alın.' Tüylerimiz diken diken olmuştu. Hemen cevap verildi. 'Tamam, Suat 3, sakin olun, az sonra birlik çıkacak.'
İlk  yaralı haberi, bu saatlerdir aranan timden gelmişti. Tim komutanı konuşurken arkadan silah sesleri duyuluyordu. Herkes bu sözler üzerine yorum yapıyordu. Telsizin başındaki tim komutanlarından biri, bu timde şehit olduğundan emindi. Merkezden tekrar çağrı yapıldı. 'Suat 3, irtibatı kesme. Sakin olun!' Cevapta bir değişiklik olmadı : 'Yaralılarım var. Kan kaybediyorlar. Yaralılarımı alın!'
'Ve tam bir buçuk saat, beşer dakika arayla Suat 3 kodlu timle muhabere aynen bu sözlerle sürdü : 'Yaralılarımı alın', 'Sakin olun, geliyoruz.' Hepimiz o time kimsenin yardıma gidemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Karakola  düşen mermi sayısında azalma olmuyor, aksine, takviye alan teröristler baskının şiddetini gittikçe artırıyorlardı. Kimsenin, değil karakolun dışına çıkmak, mevzi değiştirebilecek fırsatı dahi olmadığı apaçıktı.'
'Bir süre sonra, Suat 3''ün telsizinden hırs dolu kelimelerini işittik: 'Hemen gelip yaralılarımı almazsanız, karakola dönüp bölüğü tarayacağım.'
Hepimiz şok olmuştuk. Hemen tabur komutanı devreye girdi. Hemen hemen aynı sözcüklerle tim komutanına sakin olma çağrısı yaptı. Ama işe yaramıyordu. Tim komutanı 'Yaralılarımı alın!' dışında başka bir şey demiyordu. Tabur komutanının da telsizi bırakmasıyla, bir saat kadar daha tim komutanından ses çıkmadı. Birer dakika arayla yapılan yoğun çağrılara cevap vermedi. Hepimiz tim komutanının da şehit olduğunu düşünüyorduk. İçim burkuluyor, başım dönüyor, tanık olduğum bu anlardan nefret ediyordum. Telsizin başına tim komutanının okuldan devre arkadaşı geldi. Son bir ümitle eline mikrofonu alıp, cevap beklemeden, telsizin kodlarını da kullanmadan, konuşmaya başladı : 'Devrem ben Hüseyin. Geçmiş olsun devrem. Biraz daha dayan olur mu? Bak destek timleri yola çıktı. Sana doğru geliyorlar. Devrem aman pes etme olur mu?'
'Telsizin mandalını bırakıp beklemeye başladı. Hepimiz Motorola marka, duvara monteli telsiz cihazının hoparlör kısmına gözlerimizi dikmiş bekliyorduk. Ve konuştu : 'Devrem, bölük komutanı nerde?' Hepimiz derin bir 'Oh!' çektik. Telsizden, 'İzinde devrem' yanıtı verildi. Suat 3, artık tükenen bir sesle konuşmayı sürdürdü: 'Ne olur yaralılarımı alın. Bende  yaralıyım.'
'O ana kadar kendisinin de yaralı olduğunu söylememişti. Hepimiz donup kalmıştık. Telsizin başındaki devre arkadaşı da bu sözü üzerine mikrofonu fırlattı ve odadan çıktı. Ben kapının hemen eşiğinde ayakta duruyor, duyduklarım ve gördüklerimle bir tarihe tanıklık ettiğimi düşünüyordum. 'Ben de yaralıyım' dan sonra yine ses kesildi. Sabaha kadar hiç konuşmadı Yüzlerce kez yapılan çağrılara cevap vermedi. Artık onun şehit olduğuna ben  de inanmıştım.'
'Gün ağarırken hepimiz yorgun düşmüş, telsizden yapılan 'Suat 3, Konuşan Suat, Cevap ver!' çağrısından bıkmış halde bir köşede yığılmışken, birden telsizin mandalına basıldığını fark ettik. Telsizden silah sesleri geliyordu. Ve on on beş saniye sonra hayatım boyunca unutamayacağım bir İstiklâl Marşı dinlemeye başladım. Mandala sürekli basıldığı için bütün telsizlerin konuşma imkânı durmuştu.'
'Çatışmanın altında yaralı bir tim komutanının, makamıyla söylediği İstiklâl Marşı'nı dinliyordum. Gözlerim dolmuştu. O ana kadar duyduğum en güzel İstiklâl Marşı''ydı. Birinci dörtlüğü bitirdi. İkinci dörtlükte sesi çatallaştı. Kelimeler uzadı. Ama marşı söylemeyi bırakmadı. Bozuk bir ses tonuyla, kendini zorlayarak okumaya devam etti. Marşı bitirdiğinde, ben de bitmiştim. Hemen orayı terk ettim.'
'Bir daha onun sesini hiç duymadım. Toplam 22 şehidin verildiği o baskın gecesinde, vücuduna saplanmış 7 merminin acısıyla söylediği İstiklâl Marşı''nı ruhuma işleten tim komutanının ölmediğine ise hâlá inanamıyorum.'
Hâkimin anıları burada sona eriyor. İşte benim Türk subayından anladığım budur. Vücudunda yedi mermi olduğu halde makamı ile İstiklâl Marşı söyleyen  adamdır.
YİĞİTLER ÖLMEZ VATAN DA BÖLÜNMEZ
Bu vatan uğruna ne şehit kanları akıtıldı, bunu biliyor musunuz vatanı bölmeye çalışan pislikler.
Doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Zazası, Alevisi, Sünnisi, Tüm Anadolu insanı, birlik oldular, beraber oldular ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılması için canlarını feda ettiler.
Halen uyanmadınız mı?
Bu ülkeyi bölmeye, parçalamaya sen çapulcu sen, senin gücün yeter mi?
Seni kandıranları, senin sırtına basarak para kazananları halen anlayamadın mı?
Şehitler ve Yiğitler ölmez, bu vatan da bölünmez.
Ateş düştüğü yeri yakar.
Elbet yüreklerimiz sızlayacak, elbet genç evladımızın genç yaşında yaşamının baharında pis bir kurşuna hedef olarak şehit olması yakacak yüreklerimizi.
İste sekte isteme sekte gözlerimiz dolacak, içimiz sızlayacak.
Ama şunu bilin ki, sizler hiçbir zaman başarılı olamayacak ve kendi mezarlarınızı kendiniz kazacak, öbür dünyada da ebedi acılar içersinde yaşayacaksınız.
Ey Türk Gençliği,
Ülkemiz hıyanetlere maruz kalsa da. İçte ve dışta düşmanlarımız olsa da.
Gaflet, dalalet ve hıyanet içersinde olanlar bulunsa da.
Senin muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Yiğitler ölmez vatan da bölünmez.
Allah'ın izni ve Türk milletinin sağduyusu ile buna inşallah kimsenin gücü yetmeyecektir.

24 Kasım 2014 Pazartesi

YAZIKLAR OLSUN ALAY KONUSU OLDUK!

TÜMER DİYOR Kİ:
YAZIKLAR OLSUN ALAY KONUSU OLDUK!
EVET, YAZIKLAR OLSUN DİYORUM. 
ÇÜNKÜ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN EN TEPESİNDEKİ KİŞİ SAYESİNDE ALAY KONUSU OLDUK VE OLUYORUZ.
Türk Milletinin bir ferdi olarak bunu içime sindiremiyorum. Üzülüyorum.
O benim,  Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinde yaşayan 76 milyon insanın Cumhurbaşkanı.
Neden eller benim Cumhurbaşkanım ile alay etsinler. Edemezler, etmemeliler.
Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı ile TV.larda, basında, meclislerde söyledikleri sözlerle, davranışları ile alay etmek, o’nu küçümsemek,
Dalga geçmek Türk Milleti olarak bizlerin onur ve şerefini incitiyor.
Neden olsun?
Türkiye büyük bir devlettir. Dünya üzerinde önemli bir konumdadır.
Dünya’nın bize ihtiyacı vardır.
Türkiye Cumhuriyeti güçlü ve kudretli bir lider tarafından kuruldu.
Maurice BAUMANT(Profesör) şöyle demiş: “Eski Osmanlı İmparatorluğu bir hayal gibi ortadan silinirken, milli bir Türk Devleti’nin kuruluşu, bu çağın en şaşırtıcı başarılarından birisidir. Mustafa Kemal, yüce bir eser ortaya koymuştur. Atatürk’ün parlak başarısı bütün sömürgeler için bir örnek olmuştur.”
Osmanlının yok olduğu dönemde Samsun’dan doğan güneş, değil bizi, dünyayı aydınlattı.
Şimdi ise güneşin önünde kara bulutlar dolaşıyor ve aydınlığımız yok oluyor.
Buna üzülmemek mümkün mü?
Bütün dünya devletlerinin ve devlet başkanlarının övdüğü, Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk için bakın neler söylenmiş:
“Denilebilir ki onsuz, İslam âlemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti.” Kim demiş. Fransız Berthe Georges Gaulis.
Burada, Atatürk’e dil uzatanlara seslenmek istiyorum.
Siz, bugün dininizi rahat yaşayabiliyorsanız, Mustafa Kemal Atatürk’e borçlusunuz.
Elin Fransız’ı, İslam âlemi yolunu bulabilmek için elli yıl bekleyecekti, diyor. Belki de hiç bulamayacaktı.
İşte bugün İslam âleminde çıkan karışıklıklar belli. Müslümanlık adına yapılan çatışmalarda, Müslüman Müslüman’ı öldürüyor.
Yahudi ve emperyalist politikalarla İslam âlemi baş edemiyor.
Prof.Walter L.WRIHR Jr. (Alman) Atatürk hakkında ne demiş. “ O, kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktatör değil, gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı.”
Peki, soruyorum sizlere. Böyle bir lider, dünyaca takdir edilirken, elbette bunun tersini yapan liderler alay konusu olmaz mı?
Elbette olacaktır.
Alın teri ile kazanılan parayı harcamak zordur. Kendi paranla saraylar yaptırmak, uçaklar almak o kadar kolay değildir.
Ancak, koskoca devletin bitmez tükenmez kaynaklarını kendi zevkin için harcamak ve kullanmak elbette kolaydır.
Halkın, sokaklarda, kanepelerde yattığı, işsizliğin ve açlığın, yoksulluğun arttığı bir dönemde AK SARAY’lar yaptırmak Dış Basın’da işte böyle alay konusu yapılır.
Buna şahsen ben üzülüyorum.
General Mc.ARTHUR “Asker-devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Demiştir Mustafa Kemal Atatürk için ve devamla, Kendisi, Türkiye’nin, dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza O, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir.”
Maalesef bugün Mustafa Kemalin dayanma ve güvenme olarak verdiği duyguyu, Türk Milletinin kaybettiğini his ediyorum.
“Atatürk, eskimiş bilimlerle boş yere kafasını yormamış olduğundan daha taze ve cesur düşünen bir önderdir. Kendisi için, bugünkü Avrupa’nın en güçlü Devlet Adamıdır diyebileceğimiz Atatürk, hiç şüphesiz devlet adamlarının en cesur ve orjinalidir.” Herbert Sideabotham (yazar)
Yazar Herbert’in son cümlesi bugün ki Cumhurbaşkanımıza da atıfta bulunuyor gibi. (Devlet adamlarının en orijinalidir.)
Buna ben de katılıyorum, valla hiç umurunda değil Tayyip Erdoğan’ın hakkında çıkan yazılar, resimler falan.
Ben değişik bir cumhurbaşkanıyım, sizlere söyledim. Ben başka ola cam, diğerlerine benzemeyeceğim, istediğim gibi rahat hareket edeceğim.
Beni halk istedi ve işte ben de buradayım. Sıkıysa indirin. Beni indirmeye kimsenin gücü yetmez, beni buraya halk getirdi halk indirir.
İşinize geliyorsa, diyor herhalde.
Eh, öyle veya böyle Türkiye Dünyanın gündeminden düşmüyor.
Hayırlısı diyelim.
İlk Cumhurbaşkanımız ile son Cumhurbaşkanımız arasında bırakın da biraz fark olsun.
O farkı da siz bulun artık.
Zekeriya Tümer. 24.11.2014

15 Kasım 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: BÖL-PARÇALA VE YUT

TÜMER DİYOR Kİ!...
BÖL-
PARÇALA 
VE YUT...
Zekeriya TÜMER
Tarihin derinliklerine indiğimizde, Türk Devletleri’ni silah zoruyla yıkmaya ve yok etmeye kimsenin gücü kolay kolay yetmemiştir.
Osmanlı Devletinin yıkılışından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti 100. yılına yaklaşırken, yüzüncü yılını kutlamaması için
İçten ve dıştan gelen hain planlar ile parçalanmaya doğru gitmektedir.
Doğu illerimizde yaşayan Kürt soydaşlarımızı kışkırtan ve sözde haklarını korumaya çalışanların asıl amacı kendi çıkarlarıdır.
M.Şerif Fırat’ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi adlı eserini okumanızı tavsiye ederim.
M.Şerif Fırat bu kitabında “Doğu Anadolu’da oturan, Türkçeye benzemeyen bir dil konuştukları için Kendilerini Türk’ten ayrı sayan;
bilgisizliğimiz yüzünden bizim de öyle sandığımız vatandaşlarımızın su katılmamış Türk olduklarını bir defa daha ispat etmektedir.
Hem de inkârına imkan bırakmayan ilmi deliller ile..
Dünya üzerinde "Kürt" diye adlandırılabilecek müstakil hüviyetli bir ırk yoktur.
 Kürtler, yalnız vatandaşımız değil, soydaşımızdır da...
Fakat asırlarca devam eden kötü idare ve ihmaller, onların da kapalı yaşama itiyatları maalesef bu neticeyi doğurmuştur.
Türk Milletini ve Türk Vatanını parçalayarak yok etmek sevdasında olanlar, bundan faydalanmanın peşinde koşuyorlar.
 Bütün Türk aydınları, şunu kesin olarak bilmelidirler ki,
"Kürtlük" tahriki düşman kaynaklardan fışkırmakta ve millî bütünlüğümüzü sarsarak bizi yıkmayı hedef tutmaktadır.
 Buna elbette müsaade etmemeliyiz. Çünkü Doğu illeri vatanımızın hem kapısı, hem kalesidir.
 Biz ihmal eder, gerçekleri bu öz kardeşlerimize götürmez, onları aydınlatmazsak düşman propagandası karşısında silâhsız ve müdafaasız kalırlar.
 Sonunda alçakça yapılan bu propagandaların tesiriyle ikiye bölünürüz.
Doğu illeri elimizden çıkarsa Orta ve Batı Anadolu'da tutunmamız kolay olmaz.
Bu dava, Türk Vatanı ve Türk Milletinin istikbali bakımından son derece mühim, son derece ciddidir.
Bütün Türk aydınlarının bu durum karşısında vazifelerinin ne olduğunu tayin etmeleri zamanı gelmiştir.
Bilhassa bu ve buna benzer aslı astarı olmayan propagandalara kanmış,
Aldanmış, neticede yollarını şaşırmış Doğu Türklerinin kendilerini aydınlığa çıkaracak bu kitabı dikkatle okumaları, can evine çekilip derin derin düşünmeleri lâzımdır. Bu takdirde hakikî ve doğru yolu bulacaklarına inanıyorum. 
Cemal GÜRSEL
Devlet Başkanı ve Başbakan
Evet kitabın ön sözünde Devlet Başkanı ve Başbakan Cemal Gürsel, kitabın dikkatle okunması ve gerçeklerin görülmesine dikkat çekmiştir.
Kitap yayınlanır yayınlanmaz kimse okumasın diye piyasadan toplattırılmış ve bir hafta sonra da M.Şerif Fırat bir bahane ile üvey babası tarafından öldürülmüştür.
Gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan kişiler derhal yok edilmişler ve edilmekteler de.
Ancak, yazılan eserler mutlaka zamanı gelince ortaya çıkmakta ve her ne olursa olsun, gerçekler öğrenilmektedir.
Bizleri, Kürt ve Türk diye ayırıma sokan kişilere karşı, bu kitabı okumakta yarar var.
Kürtler bizlerin bir parçasıdır ve ayrılmamız, birbirimize düşman olmamız mümkün değildir.
Bizleri düşman kardeş haline sokmak isteyenlere karşı uyanık olmamız gerek. Tuzaklara düşmemeliyiz.
Her ne olursa olsun, bölünüp, parçalanmamalıyız.
Yıllarca, Doğuda büyüyen çocuklar ve gençler şeyhler, dervişler ve şıhların nezaretinde Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı olarak eğitilmişler
Ve yetiştirilmişlerdir. Burada suç kimde dir?
O Çocuklarda mı, yoksa onlara sahip çıkamayan bugüne kadar iktidar olan ve Devleti yöneten yöneticilerde mi?
Bu nedenle, gerçeği görerek hareket etmekte yarar vardır.
İnşallah artık herkes gerçeği görür ve bizlerde bölüp parçalanmayız.

8 Kasım 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: ATAM UTANIYORUZ, SANA LAYIK OLAMADIK.

TÜMER DİYOR Kİ:
ATAM UTANIYORUZ, SANA LÂYIK OLAMADIK...
10 Kasım 1938 in üzerinden 76 yıl geçti.
2014 yılındayız.
Atam, Cumhuriyeti kurdun, laik ve demokrat bir Türkiye’yi bizlere emanet ettin. 
Atam, bıraktığın yerde değiliz şimdi, sana layık olamadık be Atam.
Bugünkü halimizi görsen, utanırdın ve yüzümüze tükürürdün Atam.
Vatan elden gidiyor, biz ise susuyoruz Atam.
Senin heykellerinin kafası koparılıyor, top yapıp oynanıyor, suratına çamur sıvanıyor, TV.ler de sana hakaretler ediliyor,
Bizler suskun ve üzgün, korkak bir vaziyette susuyoruz Atam.
Atam, dinci geçinen dinsizler çıktı ortaya, cahiller düştü peşlerine, cehaleti yok edemedik Atam.
Her günün sabahında, gamla, kederle uyandık Atam. Bugün hangi zamla karşılaşacağız diye bekledik.
Beklemekle geçti ömrümüz, çürüdük kederle gamla Atam.
Çıktı bir paralel yapı, soktu generalleri paşaları dama, çöktü askerimiz ordumuz,
Suskun ve üzgün seyrettik be Atam.
Yollar, metrolar, gökdelenler, hava alanları yapalım dedik, yolsuzluğu, rüşveti türettik,
Yandaşlar zengin oldu, bütçede para kalmadı, halkın cebi delindi, üzgün ve süzgün seyrettik Atam.
Hırsızlık, soysuzluk, yalan, dolan arttı, hesap soramadık ve soramıyoruz be Atam.
Devletin memurları ayrıştı, o benim memurum, yükselecek, bu senin memurun ezilecek düşüncesi yer etti,
Halk işini göremez oldu, Adalete güven duygusunu yitirdik Atam.
Kuruldu hayaller, verildi ümitler, bekledik ve aldatıldık gene de sustuk be Atam.
Teknoloji gelişti, dağlar delindi, yollar yapıldı, maden ocaklarımıza teknoloji girmedi ve çöktükçe çöktü,
Yıkıldıkça yıkıldı, göçüklerde genç madenciler hakkın rahmetine kavuştu, kader dedik, yazgı dedik, geride kalan çoluk çocuğu;
Açlığa yokluğa terk ettik, gene de seyrettik be Atam.
Açılım, maçılım, derken kaçalım diyeceğiz nerede ise, ülkemiz karıştı Atam.
Askerimiz, polisimiz, sivilimiz öldürülürken, onlar şehit oldu, şehitler ölmez, vatan bölünmez diye teselli
ederken kendi kendimizi, kandırdık,
Yanıldığımızı anladık, neredeyse vatan bölünecek, seyrediyoruz be Atam.
Hızımız yükseldi, kalkınıyoruz, gidiyoruz ileri derken, doldu ülkeme komşu milleti, açlık ve sefalet çoğaldı
şehirlerde,
Düştü herkes geçim derdine, vites arıza yaptı, geçmiyor ileri vitese.
Ama devletimizin parası çok be Atam.
Halk fakir olsun kimin umurunda, saraylar, köşkler, uçaklar, zırhlı araçlar devlet ricalinin emrinde Atam.
Atam sen korumasız gezerdin, halkın içerisine girer, vatandaşla dertleşirdin, şimdi 5 bin koruma ile geziliyor Atam.
Sen gittin gideli çilemiz bitmedi Atam.
Garip halkın bağrında güller açmadı.
Rüşvet yemeyenin kazancı kendisine yetmedi.
Çoluğumuza, çocuğumuza bir şey veremedik be Atam.
Geleceği gördün, yaptın ikazlarını, anlamadık, anlatamadık ve senin yolunda gidemedik Atam.
Özgürlüğü sundun,  çağdaş laikliğe vesile oldun, ibadet etmemizi sağladın, İstiklal Marşımızı
Yazdırdın, bütün sınırları kanınızla, canınızla çizdiniz, buna rağmen utanmayanlar çoğaldı be Atam.
Siz olmasaydınız ne Türklük kalırdı, ne Müslümanlık, Osmanlı teslim olmuş, İngilizler dört bir yanı sarmış, Yunan İzmir’e girmiş İtalyanlar, Fransızlar halkın ırzına geçerken, babalarının kim olacağını bilemeyecekti insanlar, buna rağmen gene de utanmıyorlar
Sana ve silah arkadaşlarına dil uzatıyorlar, bizler de seyrediyoruz be Atam.
Kırdın Sevr zincirini, Lozan belgesini imzaladın. Bu ülke Türkiye Cumhuriyeti Devleti oldu dedin, yaşatın ebediyete kadar,
 Birlik, beraberlik içerisinde yaşayın dedin, anlayamadık, anlayamıyoruz be Atam.
Yurtta barış, cihanda barış dedin. Tüm Dünya devletleri seni takdir ederken, seni takdir etmeyen cahil yobazlar çoğaldı be Atam.
Atam, gene de sen rahat uyu. Seni seven ve senin yolundan ayrılmayacak, fikir ve görüşlerini anlayan, milli ve dini duyguları tam bir kitle var.
Zamanı gelince onlar çağdaş, demokrat ve laik bir hükümeti oyları ile başa getireceklerdir.
Senin mekânın cennet bunu hissediyoruz, sen Allahın sevgili kullarındansın. 10 Kasım’da Müslüman Türk halkı sana ve silah arkadaşlarına
Ellerini göğe kaldırarak dualarını yapacaklardır.
Rahat uyu sen Atam, Rahat uyu.

27 Ekim 2014 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "EY TÜRK GENÇLİĞİ NEREDESİN?"

TÜMER DİYOR Kİ:
EY TÜRK GENÇLİĞİ NEREDESİN?
Sevgili Türk Gençliği, sizler bizlerin ve bu ülkenin geleceğisiniz.
Teknolojinin geliştiği çağımızda,  cep telefonları ve bilgisayarların siz gençlerimizin beyinlerini dumura uğrattığına şahit oluyoruz.
Hâlbuki internet dünyadaki bilgileri ayağınıza getirmekte ve bilmediğiniz çok şeyleri öğrenebilme imkânını sizlere sunmaktadır.
İstenildiği takdirde, sosyal medya büyük bir güç haline gelebilmektedir.
Bakırköy’de sohbet ettiğim bir genç bana şu itirafta bulundu:
“Amca, biz gençler, elimizde cep telefonları ve bilgisayarlarla ya müzik dinliyor, ya oyun oynuyor, ya da boş sohbetler yapıyoruz. Bizler sizler kadar bilinçli değiliz. Ülkemizin sorunları bizleri fazla ilgilendirmiyor, konular hakkında da fazla bilgimiz yok, öğrenmeye merakta etmiyoruz,”  dedi. “Sizler bizlerden daha duyarlısınız. Biz gençleri cep telefonları ve bilgisayarlar duyarsız hale getirdi,” diye de gerçekleri ifade etti.
Gençler, gelecek sizlerin. Eğer ülkenin sorunlarını bilmez, geçmişinizi araştırmaz iseniz geleceğinizi şekillendiremezsiniz.
Fazla yorum yapmayacağım.
29 Ekim 1923 gününe kolay gelinmedi. Arşivleri araştırdığınızda nasıl o günlere gelindiğini ve hangi acıların çekildiğini görürsünüz.
Osmanlı Devleti hüküm sürdüğü 624 yılda 36 padişah tarafından yönetildi.
Padişah, şah, kral, hakan, imparator, sultan gibi tek kişiye dayalı yönetim sistemine “mutlakıyet” denir.
Mutlakıyet yönetiminde egemenlik kayıtsız şartsız tek bir kişidedir. Demokrasiden söz edilemez.
Padişah’a yardımcı olunması için,  meclis kuruldu. Meşrutiyet uygulanmaya çalışıldı. Ancak, burada da son karar gene Padişah’a aitti. O, evet demedikçe hiçbir şey yasalaşamazdı.
Osmanlı Devletinde 1876 ve 1908 yıllarında olmak üzere iki kez meşrutiyet ilan edildi.
1914 de 1. Dünya Savaşı başladı. Dört yıl süren savaşın sonunda koskoca Osmanlı Toprakları, savaşta yenik sayılması nedeniyle İngiltere, Yunanistan, Fransa, İtalya gibi devletler tarafından işgal edildi.
Parçalanan ve yok olma ile karşı karşıya kalan Osmanlı devletinin içinden çıkan Mustafa Kemal Atatürk, cesareti, bilgisi ve üstün yeteneği ile Anadolu insanına şevk verdi, ümit verdi ve etrafına topladığı insanlarla, kurtuluş savaşını verdi. Osmanlı yıkıldı, yerine yeni bir devlet kuruldu ve düşmanlar da Anadolu topraklarını terk ettiler.
Eğer Mustafa Kemalin önderliğinde bu başarı elde edilmeseydi, bugünleri görmemiz mümkün olabilir miydi? 
Dört bir tarafı düşmanla işgal edilmiş bir ülkede esaret altında yaşayan bir milletin ne dini, ne de namusu, şerefi kalırdı. Bunları unutmamak gerek. Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun yanında bulunan silah arkadaşları ile kuvayı milliye ruhu ile düşmana saldıran Anadolu insanına şükran borçluyuz. 
Kurulan yeni devlet Anadolu insanının liderinin etrafında kenetlenmesi ile adım adım başarı elde etti. 29 Ekim 1923 de Türkiye Devleti’nin yeni yönetim biçimi Cumhuriyet, yeni ismi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak belirlendi. Mustafa Kemal kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Halk da Cumhuriyetin ilanını sevinç ve coşku ile karşılamıştır.
Cumhuriyette, Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus, kendini yönetme yetkisini, kendilerine temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Ulus, seçimle yöneticileri seçebilir.
Sevgili gençler, Cumhuriyetin özü bu. 
Bilindiği üzere, birçok kurum ve kuruluşlarda tabelalardan T.C. kaldırıldı.
Bugünkü yönetimin iyi veya kötü olup olmadığı icraatları ile değerlendirilmelidir. Bilinçli gençlik ancak değerlendirebilir.
Bugün Cumhuriyetin 91. Yılını kutlayacağız. 2023 de Cumhuriyetin 100. Yılını aynı heyecan ve coşkun duygularla kutlayabilecek miyiz, ben görebilecek miyim, bilemiyorum.
Sıkıntılar biliniyor.  91 yılın sonunda Dünya ile ekonomik ve çıkar savaşları devam ediyor. Teröristler ön plana çıkıyor, gerçek vatanseverler yargılanıyor. İçeride kargaşa, sınırlarımızda tehlike büyüdükçe büyüyor. Yani kısaca, çok sıkıntılı günler içerisine girdik ve girmeye devam ediyoruz. Bakalım ne zaman çıkabileceğiz?
Sevgili gençler; Mustafa Kemal Atatürk 20 Ekim 1927 tarihinde siz gençlere seslendi. İleri görüşlülüğü ve üstün zekâsı ile siz gençlere ikazlar yapmıştır. Lütfen içinize sindirerek okuyun ve Atatürk’ün ne demek istediğini iyi kavrayın.
Yaşar Nuri Öztürk, sitemizin Yazarlar bölümünde diyor ki; Kur’an ve Nutuk mutlaka okunmalı, gerçekleri orada görmeli insan diyor. Ben İstiklal Marşını ve peygamberimizin Hadislerini ve de Mustafa Kemal’in Türk Milleti ve insanlık için söyledikleri sözlerin okunmasını talep ediyorum. Bu takdirde gerçekleri görebilir insanlar.
Bu ülke sizlere emanettir, emanete hıyanet etmeyin ve sahip çıkın. 
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan herkese kutlu olsun
Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi
"Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927"

16 Ekim 2014 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ: BU NASIL ÇÖZÜM SÜRECİ?

TÜMER DİYOR Kİ:
BU NASIL ÇÖZÜM SÜRECİ?
PKK’nın yıllardır başlattığı terör hareketini son buldurmak için AKP Hükümeti bir çözüm süreci başlattı.  Nasıl bir çözüm sürecidir, ben anlayamadım, sizden anlayan varsa bizlere izah etsin!
Çözüm süreci devam ediyor derken, PKK, yol kesmeye, kimlik kontrolü yapmaya, polisimizi, askerimizi öldürmeye, araçları yakmaya, binaları ateşe vermeye, insanları, çocukları kaçırmaya devam ediyor.
Üstelik şimdi şehirlere indiler.
Kobani bahanesi ile her yerde terör estirmeye başladılar.
Bu nasıl bir çözüm sürecidir? Ne zaman başladı, ne zaman de bitecek kimsenin bildiği yok.
Akil insanlar denen birileri görevlendirildi de ne oldu?
Ülkeyi kargaşa içersine sokmaya kimsenin hakkı yok.
12 yıldır AKP ti adım adım istediklerine kavuştu.
Tayyip Cumhurbaşkanı olmak arzusu içerisinde idi ve de oldu.
2023 e kadar da Türkiye’nin başında olacağına dair emareler var.
Güzel, istediklerinize kavuştunuz.
Yandaşlarınızı milyarder de yaptınız.
Orduyu, yargıyı, polisi de istediğiniz şekle soktunuz.
Vatandaşlar üzgün ve süzgün, ne yapacaklarını bilemez bir hale geldi.
Kimsenin yüzü gülmüyor.
Kürt, Türk, Alevi, Sünni, Haremlik, Selamlık ayırımları da oldu.
İlk okullarda ilk önce elif harfi öğretilerek çocuklara okuma yazma da öğretilmeye başladı.
Bizim gibi namusu ile emekli olanlar, zamanında rüşvet ve çıkar peşinde olmayanlar 70 yaşlarına, 80 yaşlarına gelmelerine rağmen, aç kalmamak için mücadele ediyorlar ve emekliliğin tadını çıkaramıyorlar.
İşsizlik de alabildiğince artıyor.
Gençler, geleceklerinin planını yapamıyorlar ve karamsar halindeler.
Yani kısaca, amacınıza ulaştınız mı AKP.li Milletvekilleri?
Yoksa, biz havaalanları yaptık, Gökdelenleri diktik, Yeşil alanları talan ettik, devletin birçok kurumunu sattık, yandaşlarımızı zengin ettik, metroları yaptık, yolları yaptık diyerek Yeni Türkiye’yi yarattığınızı düşünerek, mutlu mu oluyorsunuz?
Gerçekler acıdır ve gerçekler de ortadadır.
Emperyalist güçler, Osmanlı devletini eninde sonunda nasıl parçalayıp yok etti iseler, şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ni bölme ve parçalama peşindeler.
Işid denen azgın teröristleri kim besliyor, kimler silah, cephane veriyorlar? Bunların hepsi oyun.
Türkiye ekonomik olarak kalkınmasın, rahat ve huzur yüzü görmesin diye iç ve dış düşmanlar ellerinden geleni yapıyorlar.
Bir gün, gazetelerde ve Televizyonlarda insanın sinirlerini bozmayan, ölüm ve kandan başka güzel bir haber okuyabiliyor muyuz?
İnsanlarımızın sinir sistemleri bozuldu. Millet kafayı yedi. Yollarda kendi kendine konuşan insan sayısı arttı.
En ufacık bir olayda herkes birbirleri ile hemen kavgaya hazır hale geldiler.
İktidar partisi de muhalefet partileri de, artık gerçekleri görmeliler ve birlikte ülkenin geleceği için çaba harcamalılar.
Bayrak gönderden indiriliyor, Atatürk’ün heykelleri parçalanıyor, kafası top yapılarak oynanıyor, be hey gafiller buna nasıl göz yumarsınız!
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları ve de o zamanki insanların vatan sevgisi olmasaydı, bizler bugünleri nasıl görecektik.
Uyan be milletim uyan, gerçekleri gör artık.
Uyanın beyler uyanın. Bizim bu vatandan başka vatanımız yok. Burada doğduk, burada öleceğiz.
Bizleri bölmeye, parçalamaya, yok etmeye çalışanlara fırsat vermeyelim.
Bayrağımıza, dilimize, dinimize, örf ve adetlerimize, ülkemize, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkalım.
İç ve dış düşmanların oyunlarına gelmeyelim.
Birinci vazifemiz Türk İstiklalini ve Türk Cumhuriyetini korumak ve kollamak olsun.
Bizlerin kimseye ihtiyacı yoktur. Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.
Ne mutlu bizlere ki, Atalarımız bizlere böyle güzel bir ülke emanet ettiler.
Bu emanete hıyanet edenlerin Allah Cezalarını verir inşallah.

8 Ekim 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: EMPERYALİST GÜÇLER AMACINA YAKLAŞIYOR.

TÜMER DİYOR Kİ:
EMPERYALİST GÜÇLER AMACINA YAKLAŞIYOR.
Mübarek Kurban bayramını geride bıraktık.
Kurbanların bazıları dualarla kesildi, bazıları da katledildi.
Işid’in insanları zorla öldürdüğü gibi kaçan kurbanlıklar yakalanınca acımasızca kelleleri kesildi.
Eh hayırlısı olsun, çok sevaplar kazanılmıştır herhalde!
Bayramı mutlu ve huzurlu kutladık mı? Hayır.
Ülkemiz iç ve dış kargaşalarla karşı karşıya.
Suriye ve Irak’la ilgili teskere meclisten geçti. Askerimiz Suriye sınırına yığınak yapmaya başladı.
Emperyalist güçlerin tarih boyunca planladıkları ve amaçlarına ulaşmak istedikleri düşüncelerine Türkiye sayesinde mi gerçekleştirilmek isteniyor.
Beşer Esad’ı deviremediler.
Umdukları olmadı.
Işid diye acımasız terör grubunu ortaya çıkardılar ve Irak ile Suriye üzerinde katliamlar yaptırtıyorlar. Şimdi de o’nu yok etmeye çaba harcanıyor.
Nasıl yok edeceksin, havadan bombalayarak mı?
Bir avuç terörist grubunu yıllarca biz yok edemedik. Şimdi Işid yok edilecek, nasıl?
Hükümet TBMM sinden Teskere ile aldığı yetkiye istinaden Türk Askerini, (pardon Türkiye askerini, onlar öyle söylüyor,)  Suriye sınırlarından içeri sokacak, Işid’i yok edecek. Asıl amaç ise Esad’ı devirmek. Ancak, bu başarı mı olacak, yoksa başarısızlık mı olacak, bekleyip göreceğiz.
Buna Rusya, Çin ve İran müsaade edecek mi? Bizim askerimiz oraya girerse, orta doğuda savaş patlar.
Emin Çölaşan, Sözcüde bugün her zamanki gibi güzel konulara değinmiş ve şu soruyu soruyor Hükümete:
“Esad’a karşı yapılacak bir askeri harekâtın parası nereden karşılanacak? Dökülecek Mehmetçik kanlarının hesabını kim verecek?
Durup dururken sergilenen bu saldırganlık Türk ve dünya kamuoyuna nasıl anlatılacak?
Suriye’nin müttefiki olan, Lazkiye Limanı’nda çok büyük bir deniz üssü bulunan Suriye’yi her açıdan destekleyen dünya devi Rusya’nın tavrı ne olacak?
Yine Suriye’nin müttefiki olan bir başka dev, Çin Halk Cumhuriyeti ne diyecek? Herhalde “Madem Türkiye böyle istedi, o halde biz de Esad’ı feda edelim” demeyecekler.”
Doğru söylüyor. Rusya, Çin ve İran Esad’a destek olmasalardı, Batı Esad’ı bugüne kadar yer bitirirdi.
Bugün Esad’dan da destek alınması bekleniyor da bizimkilerin böyle bir amacı yok. Esad sanki Türkiye’ye zarar vermiş gibi düşman ilan edildi.
Birleşmiş Milletler, Kobani'nin IŞİD'in eline geçmesi durumunda katliam işlenebileceği uyarısı yaptı.
İyi de Türkmenler katledilirken nerede idin. Işid, kafalara kurşun sıkarken, kelleleri keserken, çocuk yaşta kızların ırzına geçerken, ey Batı neden sesiniz çıkmadı.
Bunlar hep taktik. Asıl amaç, Güneydoğu’da Kürt devletinin oluşması. İsrail’in güçlendirilmesi.
Fırsatı yakalayan içerideki teröristler de ortalığı yakıp yıkmaya başladılar. Sebep, Kobani.
Adana'da IŞİD'i protesto eylemine katılan HDP'li Buldan, "Kobani düşmemiştir. Kobani düşerse çözüm süreci biter" diye konuşmuş.
Yaa sizlerle zaten masaya oturan da kabahat. Sizin amacınız, barış falan değil ki!
KCK'dan şoke eden açıklama: Yaşam şansı tanımayın
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, Kobani için yaptığı çağrıda "Bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir" demiş.
Türkiye içerisinde eylem yapacağınıza, gidin Kobani’de savaşın. Türkiye’yi karıştırmakla Işid’i durduramazsınız.
Elbette, hiçbir insanın ölmesine gönüller razı olmaz. Bu işe dur demek gerek. Ama nasıl?
İçişleri Bakanı Efkan Ala, Türkiye’nin çeşitli illerinde yaşanan şiddet olaylarına ilişkin olarak, “Şiddet bir çözüm yöntemi değildir. Şiddet misliyle karşılık bulur. Derhal bu akıl dışı tutuma son verilmelidir” demiş.
Yıllardır şiddet eylemini uygulayan PKK ile neden şiddetten vaz geçtiniz de şimdi Terörist diye ilan ettiğiniz PKK ile masaya oturup, barış yapmaya çalışıyorsunuz?
Herhalde Işid ile de masaya oturup barış anlaşması yapılmak istenecek gibi geliyor insanın aklına. Olabilir mi? Ne dersiniz?
Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan PKK da Işid de terörist gruplar diye valla dünyaya ilan etti. Helal olsun. Demek ki, zamanı gelince gerçekler söylenebiliyor.
Türkiye oyuna gelmemeli’
CHP Lideri Kılıçdaroğlu Kobani eylemleriyle ilgili, ''Bütün vatandaşlarıma sakin olun diyorum. Herkes sağduyu içinde hareket etsin'' demiş.
Güzel söylemiş. Sağ duyulu hareket edenler Türk’ler. Daha doğrusu Türk olduğunu bilenler. Diğerleri, yakıp yıkmakla meşguller.
Türklerin sesi soluğu kesildi, sessiz ve sakin gelişmeleri bekliyorlar. Bakalım ne zaman onların sesi çıkacak.
MHP ye de saldırı başladı. Amaç onları da sokağa dökmek.
Ulusal Haber sitemizin Yaşamın İçinden sayfasında Serdar Gür’ün yazmış olduğu “Türkü öldürünüz, kanı helaldir” “Türkü öldür, baban olsa da” yazısında Arapların bize ne kadar dost olduğunu okumanızı isterim.
Tarih boyunca Araplar Türk Milletine dost olmamışlardır.
Biz ise halen Ortadoğu sevdası ile macera aramaktayız.
Elbette asıl amaç başka, zamanla bunları göreceğiz.
Emperyalist güçler adım adım orta doğuya yerleşecekler ve Ortadoğu’da yeni sınırlar belirlenecek ve yeni komşularımız olacak.
Bunları yakın zamanda göreceğiz.
Temennimiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, Yurtta Sulh, Cihanda Sulh, içersinde yaşamak.
Mümkün olacak mı dersiniz?

2 Ekim 2014 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ: Türk olmak, herkese nasip değildir.

TÜMER DİYOR Kİ:
Türk olmak, herkese nasip değildir.
Tarih boyunca Türk Milleti büyüklüğünü ve yüceliğini ispat etmiştir.  Burada Özden dergisinde yayınlanan Merhum Abdulkadir Duru’nun Türklükle ilgili sözlerini sizlerle paylaşmak istedim.
YÜREKTEN!..
Abdülkadir DURU; ÖZDEN
Ey Türk: Amacın güven kazanmaksa; namerdin karşısında mertliğini kale gibi, sahtekârın karşısında dürüstlüğünü pırlanta gibi, riyakârın karşısında gururunu dimdik tutmasını biliyorsan yiğitsin!
Atalarından kalan yüce değerlere tırpan vurmaya kalkanların bileklerine kelepçe isen, zalimin yüreğine burgu gibi, mazlumun yüreğine “Bir gül bahçesine girercesine” girmeyi biliyorsan, dost gönüllere taht kurmuş isen yiğitsin!
Maddenin şatafatına insanlığın katresini, kürkün saltanatına tevazuun zerresini, koltuğun debdebesine nefse güvenmenin inancını değişmez isen… Küçükten şefkati, büyükten hürmeti esirgemiyor, ayıya dayı demeden geçiyorsan köprüleri yiğitsin!
Bakma bulanık suda balık avlamaya kalkanlara! Bakma kuru ile birlikte yaşı yakanlara! Bakma karanlığa kurşun sıkanlara! Bakma yükselmek için omuzlara çıkanlara!... Herkes adımını yanlış atsa da, sen doğrulara yönelip vakur adımlarla yürümesini biliyorsan yiğitsin!
Ekonomik oyunlara gelmiyorsan, araştırıcı, geliştirici güdümlerini aktifleştirip sıfırdan imkânlaşmayı başarıyorsan yiğitsin!
Dilin susup elin konuşuyorsa, yalnızlara arkadaşlığı, bezgine gayreti, ezilmişe diriliği, küsküne barışmayı öğütlüyorsan yiğitsin!
Ellerinde gayretin izleri, yüreğinde milletinin sevgisi dolu ise yiğitsin!,
Amaçlanmışsan milletini dünyaya örnek ve öncü etmeye; milli şahsiyet iddiası güdüp milletinin üstünlüğünü dünyaya kabul ettirmeye, yiğitsin!
Bu yücelik sana senden gelmiştir. Ataların, dedelerin yiğitlik pınarından kana kana içmiştir. Sanma ki, iş bitmiş vakit geçmiştir. İşte o geçen zamanı geri döndürebilecek iddiada isen yiğitsin!...
***
İslâm coğrafyasında ve dünyanın pek çok ülkesinde "İnsanların koyun gibi boğazlandığı" günümüzde; Kurban Bayramı'nı kutlamak, her ne kadar içimizden gelmese de!, Bu kutsal sevinci yaşamak, paylaşmak ve yaşatmak adına: "Kurban Bayramınızı kutlar" Türk ve İslâm âleminin gerçekleri görmesini dileriz. 
ULUSAL HABER

22 Eylül 2014 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "Yaşamın bu kadar zor olduğunu bilsen bu dünyaya gelir miydin? Yaşam bir savaştır."

TÜMER DİYOR Kİ:
Yaşamın bu kadar zor olduğunu bilsen bu dünyaya gelir miydin?
Yaşam bir savaştır.
Savaş kendini koruma ve karşısındakini ezmedir.
Savaşta kan vardır, hırs vardır, kin ve intikam vardır. Hâkim olma, hüküm altına alma, emri altındakini ezme politikası vardır.
Savaşta acı vardır, gözyaşı vardır.
Gülmek sevinmek savaşı kazanırsan vardır.
O da acı ve buruk bir gülme ve sevinmedir.
Dünyaya ilk geldiğin andan itibaren yaşam mücadelesi başlamıştır.
İlk savaşın ananın memesine sarılma ile başlar. Ananın memesinde süt var mı yok mu umurunda değildir. Ananın memesi acısa da sen karnını doyurmak için yaygarayı basar ve memeyi sömürmek için savaşırsın ananla.
Sonra yavaş yavaş açlığını gidermek ve yaşamını devam ettirebilmek için başka mücadelelerin içersinde yuvarlanıp gidersin.
Zaman bir su gibi akıp yılların nasıl geçtiğini anlayamadan gelirsin bugünkü günlere.
Yaşın her gün biraz daha ilerler.
Mesuliyetin ve sorumluluğun artmıştır.
Yaşamını sürdürebilmek için büyük mücadelelerin içersinde olmak zorundasındır.
Mücadele ve kavgacı yanını daha da arttırmalısın.
Yoksa ezerler ve seni arkandan hançerlerler.
Af yoktur. İyi niyet hoş görü sana kayıptan başka bir şey vermez. Kimse babanın oğlu değildir.
Üstelik öyle bir yaşamın içersine girildi ki kimse kimseyi af etmiyor.
Dünyanın düzenini insanlar değiştirdi. Gaddar, vefasız ve acımasız oldu dünya1...
Her şey boş.
Bir uğraş içersinde bocalayıp duruyorsun.
Acıları çektikçe olgunlaşır ve tecrübe kazanırsın.
Gene de yıkılmamak ve ayakta durmak gerek. Yıkıldığın zaman seni kimse ayağa kaldırmaz.
‘Bu bitmiş, bundan bir hayır gelmez ‘derler ve bir tekmede onlar atar.
Sarsıl ama yıkılma...
İnişler ve çıkışlar her zaman vardır. Her yokuşun bir inişi. Her inişin bir çıkışı vardır.
Dünyada her şeyin bir zıttı vardır.
Beyazın zıttı siyah. Güzelin zıttı çirkin. İyinin karşıtı kötülük, gibi.
Zıtlıklarla yaşamak zorundasındır.
Savaşın içersinde olduğunu unutma.
Ticari hayatta hata yapmamak gerek. Hataların telafisi çok zor olur.
Arabanın direksiyonunda bir saniye dalgınlık yapıp hataya düştüğünde durumun vahametini düşün. Kazaya sebebiyet verirsin ve telafisi mümkün olmayan hasarlara uğrarsın.
İşte iş hayatı da böyle. Hata yaptığında telafisi mümkün olmayan hasarlar oluşabilir.
Çok çalışmak ve işinin başında olmak gerek. Hep artıya geçebilmek için mücadele etmelisin. İşini geliştirmek ve daha çok para kazanabilmenin yollarını bulmalısın.
Bekleyerek ve kenara çekilerek bir yere varamazsın.  Moral her şeyin üzerindedir.
Bazen sıkıntılar üst üste gelir. Ummadığın anda hiç beklemediğin olaylar yaşarsın.
Olabilir...
Beterin beteri vardır.
Bu nedenle tevekkül etmelisin. Zaman her şeyi bertaraf eder.
Zaman durmuyor devamlı yürüyor. Bu nedenle de zaman içersinde her şey oluşur.
Yeter ki sen kararlı, azimli ve güçlü ol.
Panik yaşamak insanın hayatını karartabilir. Sabırlı olmak gerek. İnsan ne yaşaması gerekiyorsa onu yaşıyor. Kaderi değiştirmek insanın cüz’i iradesinin dışındadır.
Bir kere şunu unutmamak gerek. İnsanoğlu dünyaya rahat etmek için gelmiyor. Mücadele etmek için geliyor. Kiminle mücadele edecek. Kendi kendisi ve etrafındakilerle. Yaşaması için bu şart. Oturup dururken sana kimse ekmek vermez. Herkes senden bir parça koparabilmek için mücadele eder. Bu yaşamın kuralıdır.
Kuralları sende dikkatlice uygula.
Karşındaki insanları dost olarak fazla algılama.
Menfaat bittiğinde dostluklarda biter.
Dünya’ da ki yaşam içersinde dostluklar hep menfaat üzerine kurulmuştur.
Kader birliği yaptığın en yakın insanın bile eğer istediklerini vermez isen sana sırtını dönecektir. Derhal sana cephe alır ve seni motive edeceğine yıpratma politikasını uygular. Sen sıkıldıkça o sadist ruhunu tatmin eder. Memnuniyet yaşar.
Bu dünya, daha doğrusu şuan ki dünya düzeni para üzerine kurulmuştur.
Para para para..
Demek oluyor ki yaşamak için paraya ihtiyaç var.
Peki, para durup dururken kazanılır mı? Kazanılmaz. Çaba harcamak ve mücadele etmek gerek.
Bir kere yapacağın işin sistemini oturtmak gerek.
Sistem kurulmalı. Düzen kurulmalı.
Disiplinli ve çalışanlar birbirlerine karşı saygılı olmalı.
İş kapasitesini arttırmak için mücadele edilmelidir.
Durduğun yerde sana iş gelmez.
İşi kovalayacaksın. İş kaçar. Neden kaçar? Çünkü senin yaptığın işi yapan başkaları da var. Alternatif çok. Sen aranan bursa kumaşı değilsin. Bu nedenle işi kovalayacaksın.
En önemlisi de gelir ve gider hesabını iyi yapmaktır.
Gider geliri aşarsa her zaman eksiye düşer ve batarsın.
Gider az gelir çok olmalıdır.
Bunun hesabını iyi yapmak gerek bu dengeyi kuramadığın zaman bu işten vaz geçeceksin.
Batarsın ve kimsede sana üzülmez.
Değer ve kıymet bilmelisin.
Hak yememeli ve hep ben dememelisin.
Kimse kimseden fazla akıllı değildir.
Her zaman karşındakini kendinden daha akıllı gör.
İşin tek alternatifli olmasın. Daima birkaç alternatif kafanda bulunsun. Birinde başarısız olursan hemen öbürünü devreye sokarsın.
Sıkılmak ve bıkkınlık duymakla bir yere varamazsın.
Yaşanacak yaşanır.
İyi veya kötü dediğin bir yaşam her zaman yaşanacaktır.
Kader denilen bir olgu vardır.
Kaderi değiştirmek mümkün müdür?
Kurallar zinciri sen ananın karnında oluşmaya başlarken konmuştur.
Bir doğanın kuralları vardır, birde dünyada yaşayan canlıların koydukları kurallar vardır.
Doğanın koyduğu kuralları sen değiştiremezsin. Buna ne senin ne de bir başkasının gücü yeter. Bu kuralı bozmaya çalışan insanoğlu her zaman felaketlerle karşılaşmak zorunda kalmıştır.
Bazı temel yasaları senin değiştirmen mümkün değildir. Örneğin suyun kaynama noktasını. Madenlerin moleküllerini. Erime sıcaklıklarını, yoğunluklarını gibi.
Yaradılışındaki özellikleri de değiştiremezsin. Kalbinin çalışmasını, beyninin yapısını, böbreklerin çalışması gibi.
Değiştirebileceğin şeylerde vardır.
Aklını, mantığını, kullanman. Arkadaşını, işini ve eşini seçmen. Gerçi bunlarda da yer yer kader rol oynar.
Bazen ben çok akıllı hareket ederim hataya düşmem dersin, fakat yanılır ve hata üzerine hata yaparsın. Burada önemli olan yaptığın işten yeni bir tecrübe kazanman.
Ananın karnından dünyaya geldiğin andan itibaren senin yaşam savaşın başlamıştır ve artık yaşamını edindiğin tecrübelerle renklendirmen ve şekillendirmen gerekmektedir.
İyi bir gözlemci ve araştırmacı olmalısın.
Etrafındaki başarılı insanların nasıl başarıya ulaştıkları konusunda iyi bir gözlem yapmalı ve onları incelemelisin. Kendi tecrüben yeterli olmuyorsa başkalarının tecrübelerini değerlendirmelisin.
En önemlisi de nedir bilir misin?
Gerçeklerdir.
Gerçeklerden kaçmamalısın.
Gerçekler bazen çok acı olabilir. Yüzüne bir şamar gibi inebilir.
Ancak gerçek budur. Kabul etmek zorundasın.
Gerçekleri karşına alıp ona göre kendini ayarlamak zorundasın.
Kendi kendinle de hesaplaşmalısın.
Şu anki yaşına kadar edindiğin tecrübeni, bilgini, başarını ve başarısızlığını eline bir kağıt kalem alarak değerlendirmelisin.
Hadi şimdi eline kâğıdı ve kalemi al ve geçmişinde yaşadıklarını değerlendir. Hatalarını tespit et. Ondan sonra da aynı hataları bundan sonra yapmama kararı al ve harekete geç
Başaracaksın, başarmalısın, yılma ve mücadelene başla.
Mutlaka hedefine ulaşacaksın. Korkma, yürü ve engelleri bir bir aş.
İşte sen busun. Dik duran ve kendine güvenen, başaracağım deyip başaran insan sensin.
Şimdi şu an kararını ver ve uygulamaya başla. Kısa zamanda göreceksin ki hedefine ulaşmışsın.
Başarılar dilerim.