zekeriya tümer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zekeriya tümer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2017 Cumartesi

"AK-ŞEN-ER GÜMBÜR GÜMBÜR GELİYOR" - TÜMER DİYOR Kİ !.. - Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
AK-ŞEN-ER 
GÜMBÜR
GÜMBÜR
GELİYOR
Sevgili okurlar, 
Adalet ve Kalkınma (!) Partisi (AK Parti), 3 Kasım 2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında ilk olarak katıldığı genel seçimlerde yüzde 34,28 oy oranıyla tek başına iktidara gelmişti.
Bugün 21 Ekim 2017 Cumartesi
15 yıllık iktidarlık döneminde başarı trendi çok yüksek olmamasına rağmen, Recep Tayyip Erdoğan her girdiği seçimi kazandı ve kendisini ülkenin en tepesine yerleştirdi. Bu da hızını kesmedi, hem partisinin Başkanı, hem de ülkenin Başkanı olarak, tek adam olma hevesi ile yoluna devam ediyor.
AK Parti, Adalet’in ve Kalkınmanın sembolü ile bugünlere geldi. Adalet yerine oturdu mu, ülke kalkındı mı? Onu ben açıklamayayım, ülkem insanı kendisi nasıl değerlendiriyorsa öyle değerlendirsin!
AK Partinin tüm icraatları ortada. Halk huzurlu mu, mutlu mu, kalkınmış mı? Dostu ne kadar, düşmanı kim? Ülke toprak mı kazandı, yoksa adaları nı mı kaybetti.
Yabacı sermaye, ülkemizin nerelerine yatırım yaptı, hangi topraklarımız, hangi kuruluşlarımız yabancılara satıldı?
Yollar yapıldı, metrolar, hava alanları yapıldı? Bunların açıklarını kim ödüyor?
İşsizlik arttı, üretim azaldı, et, buğday, sebze, tohum, meyve vs. ithal edilmeye başlandı.
PKK, azdıkça azdı, Barzani referandum yaptı.
Kerkük, Musul kaynamaya başladı, Türkmen kardeşlerimiz zor duruma düştü.
Eset, Esad oldu, Suriye durulmadı.
Vize sıkıntısı başladı, sınırlarımız kevgire döndü.
İçeri alınan Suriyeliler başımıza bela olmaya başladı.
Feto darbesi ülkeyi altüst etti, ölenler şehit, kalanlar gazi oldu.
Aldatmalar, aldanmalar, kandırılmalar devam ederken olağanüstü hal ve kanun hükmünde kararnameler ile hayatımızın şekillenmesine alışır olduk.
Bütçe açık vermiş, para yetmiyormuş.  Kimin umurunda!
Fakir zaten fakir, zengin zaten zengin.
İşsizlik artıyormuş, kimin umurunda.
Televizyonlarda evlenme programları devam etmekte, basın pembe tabloları çizmekte.
Yaşam öyle veya böyle devam ediyor. Bu ülke sarsılır, ama batmaz. Bu nedenle hiç korkumuz yok.
Dindar nesil yetiştiriyoruz. İlkokullar, ana okullardaki bebelerimiz, Kuran öğreniyor, Peygamberimizin hayatını ezberliyor. Maneviyatları güçlü bir nesil geliyor. Daha ne isteyeceğiz.
Avrupalı olup, ilim, bilim öğren ipte, kızlarımıza pantolon giydir ipte cehenneme mi gidelim yani!
AK Parti içerisinde temizlik hareketine hızlı bir şekilde Belediye Başkanları ile başladı. Metal yorgunluğu bahane. İçlerinde bulunan FETO’cuları temizliyor.
Her şey açık ve seçik ortada. Gizli kapaklı hiçbir şey yok.
AK PARTİ AKŞENER’E KARŞI GEREKLİ TEDBİRLERİ ALMA PEŞİNDE.
Bu milletin ne yapacağı hiç belli olmaz. Yıllarca başının üzerinde taşıdığı çok kişiyi bir anda ayaklarının altına almış, arkasını dönüp gitmiştir. Anadolu insanının bam teline dokunulmasın. Durur, durur, bekler, bekler, sabırla bekler. Son anda gerekeni yapar.
Boş yere umutlanma Amerika, senin vizen falan işe yaramaz. Sen bu ülkeyi bölüp, parçalayamazsın.
MHP içerisinde cesaretle mücadele eden AKŞENER, Bahçeli’yi korkuttu ve Bahçeli’nin,  meydanlarda eleştirdiği Recep Tayyip Erdoğan’ın koltuğunun altına sığınmasına sebep oldu. Koray Aydın ve Ümit Özdağ ile birlikte yola çıkan AK-ŞEN-ER, 25 Ekim’de partisinin kuruluşunu açıklayacak.
Sevgili okurlar; AK Parti ile AK-ŞEN-ER de benzerliği fark ettiniz mi? İkisinde de AK var.
AK-ŞEN-ER daha anlamlı. Hem tertemiz bir AK’lık var. Hem ŞEN. Yani neşeli, kendisinden emin.  Hem de ER. Ne demek? İşini iyi bilen, yetenekli kişi. Kahraman, yiğit.
Eh bu kadar sıfatı kendisinde toplamış olan cesur yürekli Anadolu kadını MERAL AKŞENER Türk milletinin umudu olarak ortaya çıkıyor.
Bazı Parti liderleri ve partililer, MERAL AKŞENER’in başarılı olamayacağı görüşünü savunmaktalar. Ben halk ile iç içe yaşamaktayım. Dolmuşta, otobüste, metroda, vapurda, yer yer halk ile temaslar kurmakta, siyasi konuşmalar yapmaktayım. Şu ana kadar edindiğim izlenim, halkın AK Partinin iktidarından bıktığı ve tek ümitlerinin AKŞENER olduğu yolunda.
Ne CHP nin ve ne de ortadan Bahçeli sayesinde silinen MHP den ümidi kalmamış.
Diğer partilere de güvenmiyorlar.
Bilindiği üzere Meral Akşener ve arkadaşları MHP içerisinde çok mücadele ettiler. Ülkeyi karış karış gezdiler. Kim ne derse desin, büyük bir sempati kazandılar.
Halktan  gereken desteği alan AKŞENER şimdi ortaya çıkıyor. Bakalım AK Partiye, daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan’a karşı başarılı olabilecek mi?
Bu millet Dininden, Milliyetçiliğinden ve Atatürk’ten asla vaz geçmez. Vatanının bölünmesini istemez, bayrağının gönderden inmesine ve minarelerden ezanın susmasına tahammül edemez. Bu değerleri eşit şekilde savunan parti her zaman iktidara en yakın partidir. Bu değerlere saygısı olmayanların iktidarlığı uzun sürmez.
Bizim arzumuz Türkiye Cumhuriyeti Devletinin birlik ve beraberlik içerisinde laik, Demokrat ve Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisinde yürümeye devam etmesidir.
İnşallah, Türkiye Cumhuriyeti laik, Demokrat ve Atatürk’ün çizgisinde yürümeye devam eder.
Bekleyip göreceğiz.
21.10.2017
Zekeriya Tümer

19 Haziran 2017 Pazartesi

"BEN DE, ADALETİ ARIYORUM" - TÜMER DİYOR Kİ:, ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
"BEN DE, ADALET'İ ARIYORUM"
ZEKERİYA TÜMER
Sevgili okurlar; 
AK Partinin açılımı nedir? 
“ADALET VE KALKINMA”
Son derece güzel iki kelime. Adaletli davranılacak, Adalet herkese eşit uygulanacak, adaletli toplumların kalkınması da kolay olacaktır. Kalkınma yolunda da hızla ilerleyeceklerini ifade eden iki sözcük.
Adalet’li uygulamalarda aksaklıklar söz konusu olduğu için; CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu elinde ADALET Pankartı ile yollara düştü.
Rahmetli Süleyman Demirel, “yollar yürümekle aşınmaz” demişti. CHP Liderinin amacı da zaten yolları aşındırmak değil. Ülkede bozulan ve saygısını yitiren Adaletin yeniden tecelli etmesi için, dikkatleri çekmek.
Adaleti sadece CHP Lideri aramıyor. Benim yakın arkadaşım Gümrük Müşaviri İnci AKGÜN’de arıyor.
Adalet sadece Hukuk’ta, yani mahkemelerde aranmıyor, idari kademelerde de adalet aranıyor.
Gümrük Müşaviri İnci AKGÜN 77 yaşında, yalnız yaşayan bir bayan. Bir kızı ve bir tane de torunu var. Tüm amacı, torununu okutmak, memlekete yararlı bir insan olarak yetiştirmek. Gümrük Müşavirlik karnesini ithalat ve ihracat yapan bir şirkette değerlendirip, oradan üçbeş kuruş maaşına takviye gelir getirilmesini sağlamak. Bakanlık Müfettişlerinden birisi, Belgesinin elinden alınmasını idareye tavsiye etmiş. Merkez Disiplin Kurulu da bu konuda İnci Akgün’den savunma istemiş. Bu demektir ki, senin karnene el koyacam, seni ve şirketi çalıştırmayacam, batmanıza sebep olacam. Bu korku ile İnci Akgün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dahil, Başbakan’dan ve Gümrük Ticaret Bakanın’dan verdiği dilekçeler ile ADALET istiyor.
Zira, meslekten geçici de olsa men edilmesi ekmeği ile oynanması ve tüm gelirinin elinden alınması demek.
Yazdığı yazının son bölümünü burada yayınlamak istedim.
Diyor ki İnci AKGÜN: (SAYGIDEĞER CUMHURBAŞKANIM, BAŞBAKANIM VE BAKANIM. Lütfen yazım ekinde sizlere göndermiş olduğum savunmalarımı inceleyerek konuya eğilmenizi ve bu haksızlığa dur demenizi rica ediyorum.
Ben hırsız değilim, kaçakçı değilim, rüşvetçi değilim. Evim yok, arabam yok, malım mülküm yok. Tek sermayem emekli maaşım ve Müşavirlikten aldığım para. O para ile de torunumu okutmak zorundayım. Başkaca da bir amacım yok. 77 yaşında yaşayan, ancak halen açık öğretime devam eden, aklı ve bilinci yerinde, AK Partinin de Maltepe Şubesine kayıtlı, Adaletten ve Kalkınma’dan yana olan, Cumhuriyete bağlı bir kişiyim.
Siz büyüklerimden ricam, konunun incelenerek, Gümrük Müşavirlik Belgeme Merkez Disiplin Kurulu ile engel konulmamasını, Mahkeme neticesinin beklenmesini ki, bu konuda savcılık konuya takipsizlik vermiştir. En azından yapılan soruşturma ve suçlamalarda Mahkemeye intikal eden olaylarda Mahkeme sonuçlarının beklenerek ona göre kişilere disiplin cezası verilmesi hususunda da ilgililere gerekli talimatın verilmesini, benim belgeme de herhangi bir kısıtlama getirilmemesini saygılarımla arz ederim.)
ADALET NEDİR: 
Adalet “Adl” ve “adalet” kavramı İslam dininde, dini birer terim olarak, ifrat ile tefrit arasında orta yolda ilerlemek, hak yol üzerinde dosdoğru olmak, İslam dininde haram olan şeyleri terk etmek, farzları ise yerine getirmek, içi, dışı, özü, sözü, fiil ve davranışlar ile eşit olmak, haklı kişiye hakkını, haksız kişiye ise cezasını vermek. Suça ceza verirken eşit olmak, şirk, küfür, nifak ve zulmü terk etmek, anlamlarına gelmektedir.Adalet kelimesi genel manada verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.
Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (Nahl.16,90)
 Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar. (En’am, 6/1).
Müslümanım diye geçinen ve Adaleti uygulayan kimselerin, yukarıdaki sözlere göre hareket etmesi gerekir.
Adaletli davranmak, kanun önünde eşit olmak gerekir.
Afaki ve tahmini suçlamalarla kişiler cezalandırılmamalı, ekmekleri ellerinden alınmamalıdır.
Gerçek şu ki; FETO denen bela ülkenin tüm kurumlarına zarar vermiştir.
Devletin içerisinde örgütlenen FETO’cuların temizlenmesinde elbette yarar vardır. Asıl temizlenme de siyasi kadrolar içerisinde yapılmalıdır. Boşalan bu kadroların yerini laik ve demokrat düşüncede olan liyakatlı kişiler bulunup atanmalıdır. Gerekirse emekli olanlar geçici bir süre göreve davet edilmelidir. Devletin temel yapısı sağlamlaştırılmalıdır.
SON SÖZÜMÜZ: ADALET’İ HEPİMİZ ARAMALI, BULMALI VE ADALETLİ DAVRANMAYI DA SADECE DEVLETİMİZDEN DEĞİL, TÜM FERTLERDEN VE KURUMLARI İDARE EDENLERDEN BEKLEMELİYİZ.
“Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır.” 
“Herşey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine herşey o kanunları uygulamak ve uygulattırmaktan ibarettir.  Uygulayan, yerine getiren, daima karar verenden daha kuvvetlidir. (1920 )” M.Kemal Atatürk.
Zekeriya Tümer
19.06.2017
Ulusalhaber1881@gmail.com

10 Mayıs 2017 Çarşamba

"BE HEY GAFİLLER... SİZDE HİÇ UTANMA DUYGUSU YOK MU?" - TÜMER DİYOR Kİ; Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
BE HEY GAFİLLER,
SİZDE HİÇ UTANMA DUYGUSU, ALLAH KORKUSU, AR, HAYÂ YOK MU?!..
“Sizlere çok şeyler söylemek isterdim de,  edindiğim ahlaki yapım ve karakterim itibariyle, diyemiyorum.
Sadece sizlere yazıklar olsun, sizler gerçekten bu ülkede yaşamaya layık olmayan, yediği ekmeğe ihanet eden, bu ülkenin ve MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ve SİLAH ARKADAŞLARININ KIYMETİNİ ANLAYAMAYAN, YA DA ANLAMAK İSTEMEYEN kişiler olarak, ALLAH CEZANIZI VERİR, İNŞALLAH DİYORUM.
Beyler, kendinize gelin. Osmanlı’nın şaşalı dönemleri devam ediyor mu? Fazla değil 1920 yıllarına bir göz atın. Osmanlı’dan eser kalmış mıydı?
Sizin şu an üzerinde yaşadığınız bu topraklar kimlerin sayesinde düşman çizmeleri altında çiğnenirken kurtarıldı.
Atatürk, tüm olumsuz koşullara rağmen, karşısında dünyanın en güçlü devletlerine karşı bağımsızlık mücadelesi vermiş ve emperyalist güçleri ülkesinden kovmuş ve Türk milletini sömürge olmaktan kurtarmış, tam bağımsızlığa kavuşturmuş milli bir kahramandır.
Yaptığı devrimler Asya ve Afrika ülkelerine yol gösterici olmuş, onlara ümit ışığını yakmıştır.
Mustafa Kemal esaret altındaki ülkesinin bir daha aynı duruma düşmemesi için, “muasır medeniyet seviyesine çıkma” prensibini benimsemiş ve halkına çağdaşlaşma yolunu açmıştır.
Atatürk, Türkiye’yi on beş yılda her bakımdan kalkındırmış ve tanınmayacak şekilde çağdaş bir devlet haline getirmiştir.
Atatürk’te her fani gibi görevini tamamlamış ve öbür tarafa giderken de yanında hiçbir şey götürmemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ü iyi araştırır ve sözlerine dikkat ederseniz, kesinlikle din düşmanı olmadığını, Allah’a ve Peygambere bağlı olduğunu görürsünüz. Bütün hayatı boyunca Allah’a sığınmış, güç ve kudretini manevi duygusundan almıştır. Şu sözünü iyi okuyun: “Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.”, demiştir.
“Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz.” Diyerek, halkın diline ve dinine sahip çıkmasını da istemiştir.
Laik bir devlet, dini kendi amaçları ve çıkarları için kullanmaya çalışanları önler. Laik olmayan bir devlet, demokrat olamaz. Demokrasinin temel yapısı fikir ve vicdan hürriyetidir.
Hiçbir zaman bizleri yaratan, bu kâinatın âlemin gerçek sahibi Allah ile kul arasına kimse giremez. Girmemelidir de.
Laik ve Demokrat Türkiye Cumhuriyeti laiklik prensibinden şu veya bu şekilde uzaklaşırsa, inanın memleket uçuruma sürüklenir.
Ülkenin kalkınması, ileri gitmesi, çağdaşlığı yakalaması, boş, safsata, insanların manevi duygularını rencide etmekle yakalanamaz.
Dinimiz neyi emreder. Ölenin arkasından kötü konuşulmasını istemez. Zira ölen, konuşulan kötü sözlere karşı kendisini savunamaz. Aydınlatılması gereken olayın iç yüzü, kötü konuşanların katkılarıyla anlaşılmaz bir hal alabilir.
Atatürk’e ve onun silah arkadaşlarına kötü söz söyleyenler, halkın gözünde dünyanın lider olarak kabul ettiği bir dehayı küçültme ve yok etme teşebbüsüdür. Bunlar Müslüman olamazlar. Müslüman olan kişi ölenler hakkında gıybet yapmamalıdır. Peygamberimizin bu konuda söylemiş olduğu birçok hadis vardır.  Efendimizin bizlere sunduğu örnekler, yokluğun bıraktığı soğuk boşluğun, sıcak izlerle doldurulmasından yana bir bakış veriyor. Yaşayanlara ölmeden önce iyi bir Müslüman olma yolunu açarken, ölenlere karşı da sorumluluğun ölmediğini gösteriyor.
Ölen kişilere atılan iftiralar ve lekelerin bazen çıkartılması mümkün olmadığı gibi, özür dilemekle de mümkün olamaz.
Siz ey gafiller, siz birine olumsuz bakışınızı atfetmenizle, kendi safiyetinizi koruduğunuzu mu zannediyorsunuz? Hâlbuki ölen kişinin yakınlarını ve onu sevip takdir edenleri incitiyor ve kırıyorsunuz. Kimse, kötü de olsa ölen yakını ve sevdiği insan için kötü söz söylenmesini istemez. Üstelik Mustafa Kemal Atatürk, kendisini Türk milletine adamış, hayatını acı ve ızdıraplar içerisinde, savaş meydanlarında vatanı için canını ortaya koyarak yaşamış, ülkesi ve milletinin aydınlık geleceği için çaba harcamış, söylediği sözler ile sadece Türk Milletine değil Dünyaya ışık tutmuş, Allahın en sevdiği kullarından biridir.
SON SÖZÜMÜZ; TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCULARI, BAŞTA MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SİLAH ARKADAŞLARINA KÖTÜ SÖZLER SÖYLEYEREK, HAKARET EDEREK, TOPLUMU KUTUPLAŞTIRMAYA ÇALIŞAN VE MANEVİ OLARAK YARALAYAN BÖLÜCÜ MECZUPLARIN; BAŞTA TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN OLMAK ÜZERE,  BAŞBAKAN, BAKANLAR, CUMHURİYET SAVCILARI VE HAKİMLER TARAFINDAN; "ÖNCELİKLE ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU  VE TÜRK CEZA KANUNU İLE KAMU VİCDANININ TECELLİ BİÇİMİ İSTİKAMETİNDE, MUTLAKA VE EN AĞIR ŞEKİLDE CEZALANDIRILMALARI GEREKTİĞİNE İNANIYORUM. AYRICA, KAMU DÜZENİ, HALKIN HUZURU VE ÜLKENİN DÜZENİ BAKIMINDAN GEREĞİNİN YAPILMASIN ŞART OLDUĞU  KANAATİNDEYİM.
10.05.2017
Zekeriya Tümer

14 Nisan 2017 Cuma

"ALDATMAK İSTERKEN ALDANMAK!.." - TÜMER DİYOR Kİ, Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
ALDATMAK 
İSTERKEN
ALDANMAK!..
Sevgili okurlar, bugün Nisan ayının 14’ü. 2 gün sonra Referandum için sandığa gidilecek.
Ankara’dayım. Kızılay’a indim. Kızılay’ın merkezinde, gençler, kadınlı erkekli, aşağıda yazacağım yazıyı Ankara Platformu adına dağıtıyorlar.
Sevgili Ankara’lılar, diye hitap ettikleri yazının içeriğini okuduğunuzda ne denmek istediğini anlıyorsunuz. Yazıda gizli bir aldatma taktiği sergilenmiş. Yani son dakikaya kadar her türlü oyun tezgâhlanmakta ve milletin oylarının Evet olması çabası değişik kesimler tarafından da uygulanmak istenmektedir.
Yazıyı hep birlikte okuyalım:
“Sevgili Ankara’lılar,
16 Nisan’da tarihi bir halk oylamasına gideceğiz. (Doğru söylüyorlar, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan milletlerin kaderi belirlenecek. Tarihi bir halk oylaması yapılacak. )
Ülkemiz son dönemde pek çok badireler atlattı. ‘Terör, Darbe girişimi, Ekonomik terör’ gibi pek çok tehditle karşı karşıya kaldı. (Buna da itirazımız yok. Bu badireleri engelleme imkânı olan AKP Hükümeti, neden engelleyemedi, onu da çok merak ediyoruz!) devam ediyor yazı.
ATATÜRK’ün dediği gibi, “dâhili ve harici” düşmanlarımız var. Gün, bir olma, farklılıkları bir yana bırakma günüdür. (Buna da itiraz edilmez. Hem içerde ve hem de dışarıda düşmanlarımızın olduğu malum. Elbette bir olmamız gerek. Peki, ama halkı ayrıştırma ve dinci, dinsiz diye suçlamalar, alevi, Sünni diye, Kürt, Türk diye ayrıştırmak, Hayır diyenleri teröristlerle bir tutmak neden yapılıyor. Bunu da anlamak mümkün değil.) Yazıyı okumaya devam edelim.
16 Nisan günü, Türkiye üzerinde oynanan oyunları bozmak için, hepinizi sandığa gitmeye davet ediyoruz.  Her birimiz farklı siyasi görüşten olabiliriz, herkesin kararı başımızın tacıdır. (Buraya kadar yazılanlara aynen katılıyoruz. Kimsenin de itiraz etmesi söz konusu değildir. Ancak, buradan sonra kandırmaca ve aldatmaca kelimeler başlıyor. Dikkatli okuyalım.)
Ancak şunu unutmayalım ki; Halk oylamasında Hayır oyu çıktığında en çok Güçlü Türkiye’yi istemeyenler sevinecek. (İşte burada şaşırmamak mümkün değil. 2003 den beri iktidarda olan bir siyasi parti ülkeyi neden güçlendirmedi de, bir kişiye verilen olağanüstü yetki ile mi güçlendirecek? Güçlü Türkiye olmasını herkes ister. Ne var ki, bu şekilde ki bir Anayasa değişikliği ile olacağına inanmak mümkün değildir.) Yazıya devam edelim.
Bu nedenle, meselenin Memleket meselesi, söz konusu olanın ise, vatan olduğunu hatırlatmak isteriz. ( Aynen katılıyoruz. Söz konusu memleket meselesidir ve söz konusu ise VATAN’dır. Köşk Danışmanlarının  söyledikleri gibi eyalet sistemi değildir. )
‘Güçlü Türkiye için’, ‘Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları bozmak için’, ‘İstikrar için’ ve ‘Çocuklarımızın geleceği için’ hepinizi sandığa gitmeye ve evet Oyu kullanmaya davet ediyoruz, diyor Ankara Platformu." Kim oldukları belli değil.
Son sözü okuyan vatandaş, tamam diyor, güçlü Türkiye için, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları bozmak için, istikrar için, herkes sandığa gitmeli ve hangi oyu kullanmalı.
BU YAZI DA YAZILANLAR EVET OYU İÇİN YAZILMAMIŞ SAN Kİ, HAYIR DEMEK İÇİN YAZILMIŞ BİR YAZI. YANİ BENCE KELİME OYUNLARI İLE BİR ALDATMACA TAKTİĞİ.
FARKINDA OLMADAN ANKARA PLATFORMU BU DAĞITTIĞI YAZI İLE HERKESİN SANDIĞA GİDEREK HAYIR OYU VERMESİNE DAVET EDİYOR.
SİZ NE DERSİNİZ. İNANDINIZ MI BU YAZIYA?
Bakın size bir şey daha hatırlatayım: 
CIA eski Türkiye Şefi, Paul Bernard Henze’nin 2006’da Beyaz Saray’a sunduğu Türkiye raporunda;
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise; mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz."
Demek ki neymiş? Başkanlık sistemi ABD patentli bir BOP projesiymiş…
ŞİMDİ KARARINIZI TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN LAİK, DEMOKRAT, GÜÇLÜ ORDU, GÜÇLÜ HUKUK, GÜÇLÜ DEVLET OLABİLMESİ İÇİN ETKİ VE TEPKİ ALTINDA KALMADAN 16 NİSAN’DA SANDIĞA GİDEREK OYUNUZU NE DÜŞÜNÜYORSANIZ O ŞEKİLDE KULLANIN.
GERÇEKLER ORTADA.
 EMPERYALİST GÜÇLERİN ÜLKEMİZ ÜZERİNDE OYNAMAK İSTEDİKLERİ OYUNU BOZMAMIZ GEREK.
HAKKIMIZDA NE HAYIRLI İSE O OLUR İNŞALLAH.
14.04.2017
ZEKERİYA TÜMER

16 Ocak 2017 Pazartesi

“GENÇLİĞİNDE KOT PANTOLON GİYEMEMİŞ SEVGİLİSİNİN ELİNDEN TUTUP SİNEMAYA GİDEMEMİŞ” &TÜMER DİYOR Kİ; ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:

“GENÇLİĞİNDE KOT PANTOLON GİYEMEMİŞ, SEVGİLİSİNİN ELİNDEN TUTUP, SİNEMAYA BİLE GİDEMEMİŞ!..”

AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ, OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ. İNANILMAZ GÜZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI İYİ DE YAPMIŞ.
Bu yazıda yazılanlara eklenecek çok şey var. Ancak, bir ortaokul öğrencisinin Atatürk’ü anlaması ve bu yazıyı büyüklerine ve de Atatürk’ü anlamak istemeyenlere ders verircesine okulunun duvar gazetesine cesaretle yazması takdire şayandır.
Watsap’tan tarafıma gönderilen kendisi küçük ama görüşleri ve düşünceleri büyük öğrencimizin yazısını aşağıda sizlere aktarmak istedim.
Belki okuyup ta ders alanlar olur.
Gencimiz diyor ki: “Bu ülkede, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinin himayesinde yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan ATATÜRK’TÜR…
(Buna itiraz eden var mı?)
Atatürk’ün öğrencisi yazmaya devam ediyor:
Gençliğinde kot pantolon giyememiş. (Atatürk’ten bahsediyor.)
Sevgilisinin elinden tutup hâsılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş…
Burada bir de biz ekleme yapalım. “Diskolara, eğlence yerlerine de gidememiş.”
Padişah ona Trablusgarp Cephesi’nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, fırst class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş…
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej eşliğinde Mercedes’lerle gezememiş.
(Yüzlerce polis ve koruma eşliğinde, en lüks arabalarla, Anadolu’yu gezememiş ve slayt, TV.yon gösterileri ile de devrimlerini halka anlatamamış,  ancak buna rağmen tüm devrimlerini gerçekleştirmiş büyük lider.)
Anadolu’yu Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi de yokmuş…
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş…
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir’den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar…
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks  çekemeden, İsmet Paşa için Safiye Ayla’dan bir istek parçası isteyemeden gitti…
Lozan Zaferi’nden sonra veya Cumhuriyet’in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı. Atatürk’e acıyorum…
Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. (Bir de onlara seçme ve seçilme hakkını dünya’da ilk sen tanı)
Aaaah , ah… Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip, rock yapmak, babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken… Bunları yapmadı, yapamadı Atatürk… Keyif çatmadı… Yan gelip yatmadı… Vatan topraklarını satmadı… Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı…
İŞTE ONUN İÇİN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK. HER FIRSAT ELİNDE VARDI. (BAŞKAN’DA OLURDU, PADİŞAH DA OLURDU) O İSE SADECE BU MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI İSTEDİ.
TÜM HERŞEYİNİ VATANI VE MİLLETİ İÇİN HARCADI. NE AKRABASINA VE NE DE YAKINLARINA EN KÜÇÜK BİR MİRAS BIRAKMADI, HEPSİNİ DEVLETİNE BIRAKTI.
BÜTÜN SUÇU İSE 2 KADEH RAKI İÇMEKTİ O KADAR…
Genç öğrencimiz içinden gelenleri bildiği kadarı ile kaleme alıp, yazmış.
Atatürk o kadar çok şey söylemiş ve yapmıştır ki, onları yazmakla bitiremezsiniz. Kısacak ömründe, halkının huzur ve refahı için çok şeylere imza atmıştır.
İki kadeh rakısına takılan zihniyet, şunu bir türlü idrak edemiyor. Arapça yazılan Kuran-ı Kerimi halkının anlaması için cebinden yaptığı masrafla Kuran-ı Kerimin Türkçe Mealini Elmalılı Muhammed Hamdi  Yazır’a yaptırmış ve bütün Anadolu’ya dağıttırmıştır. Okuyun da anlayın diye.
Atatürk’ü dünya anladı, biz anlayamadık. O’nun eserlerinin üzerinde oturuyoruz.
Bağımsız ve hür yaşıyorsak, kime borçlu olduğumuzu hiçbir zaman unutmamamız gerek.
Mecliste tartışılan ve kabul edilmesi halinde ülkenin hangi mecralara sürükleneceği meçhul olan bir Anayasa yürürlüğe konmaya çalışılıyor.
Olayları iyi değerlendirmek, araştırmak, gerçekleri görerek kararını vermek her Türk vatandaşının görevidir.
İki kadeh rakı’yı eleştirmek yerine ülkenin geleceğini düşünmek çok daha yerinde olur kanısındayız.
İSLAM DİNİ’NİN EN BÜYÜK ÖZELLİĞİ, DOĞRULUK, DÜRÜSTLÜK VE AHLAKLI YAŞAMAKTIR.
16.01.2017
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com

2 Ocak 2017 Pazartesi

2017 günü kanlı başladı. "TIPKI “KANLI NOEL” GİBİ!.." - TÜMER DİYOR Kİ, Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
TIPKI 
“KANLI NOEL” 
GİBİ!..
2017 günü kanlı başladı... 
Emekli terör Başkomiseri bir arkadaşım Watsaptan bana bir mesaj göndermişti.  
Gelen mesaj çok önemli idi ve herkesin bilmesi gerekti. Bizde hemen bazı kişilere ilettik. Mesajda yayınlananlar bir ikazdı. Bu mesajı mutlaka ilgili birimler duymuş ve de biliyorlar olmalıydı.
31 Aralık 2016 yılının bitip, 2017 nin ilk saatlerinde İstanbul’da yeni yılın girişini kutlayan bir eğlence yerine yapılan hain saldırıda yabancı uyruklu vatandaşlar ile Türk vatandaşlarımızın öldürülmesi olayı hepimizi derinden yaraladı.
Söylenen ve yapılan ikaz 31 Aralığın son saatlerinde İstanbul’da eğlence yerine yapılan kanlı baskınla meydana çıktı. Allah ölenlere rahmet ve yaralananlara acil şifalar, ailelerine ve ülkemiz insanlarına da sabır versin.
Herkesin bilmesi gereken uyarı şu idi: CIA’nın ve M16’nın en iyi ve en tehlikeli ajanlarının Türkiye’ye geldiği söyleniyordu.  (Ne kadar doğru veya yanlış onu devletin istihbarat birimleri bizden daha iyi biliyordur.)
Bunların karşılıklı gruplara saldırarak, toplumu birbirine düşürmeye çalışacaklarını, söylemişti.
ASİMETRİK REFLEKS GÖSTERECEKLER…diyordu.
Maalesef darbenin devamı her an başlayabilir.
(Çok tehlikeli bir durum. Buna müsaade kimse etmez)
CIA’NIN ve M16 nın en iyi en tehlikeli ajanlarının Türkiye’ye geldiği söyleniyor.
 (Bu ajanların değişik terör kimlikleri altında ya da terörist gruplarla işbirliği yaparak Türkiye'yi karıştırmak isteyeceklerine vurgu yapılıyor) (12 Eylül’den evvel bunları yaşadık)
Alevi kardeşlerimizi ve Kürt kardeşlerimizi kışkırtmak için mahalleleri her an basabilirler.
Başı açık, özellikle dekolteli kadınlara, kızlara saldıracaklar. Kendilerine dinci süsü verecekler.
Başörtülü kızlara ve kadınlara saldıracaklar. Kendilerine Atatürkçü süsü verecekler.
Atatürk’e saldırılar olacak küfredecekler. Heykelleri parçalanacak.
Ayırımsız ibadet yerleri zarar görecek. Cami, cem evi, kilise, sinagog fark etmeyecek.
Önce PKK’yı saldırtacaklar. Sonrada Kürtler hedef alınacak.
10 milyon vatandaşımız da ölse umurlarında bile değil. Her şey Türkiye’yi ele geçirmek için.
100 bin kişi görevden alındı CİA çıldırmış durumda. Bunu asla kabul etmez.
(Demek ki FETO denen terör örgütünün içerisinde çok ajan tipli kişiler varmış. Besle kargayı oysun gözünü)
Darbeye hepimiz istisnasız hepimiz karşı çıktık.
Ama sokakta, ama konuşmalarımızda, ama sosyal medyada, ama yazılarımızda, istisnasız hepimiz karşı çıktık.
Sünni’si, Alevi’si, Laiki, Dincisi, Sağcısı, Solcusu, herkes ama herkes karşı çıktı.
Buna saldıracaklar. Çok uzun bir aradan sonra gerçekleşen bu birliğimize saldıracaklar.
(Darbeler her zaman tehlikelidir. Ülkeye zarar verir. Bunu kimse unutmasın.)
BUGÜNLERDE   YAPMAMIZ GEREKEN:
Kimse kimsenin yaşam biçimi hakkında en ufak bir yorum dahi yapmasın.
Yapan hangi görüşte ve inançta olursa olsun VATAN HAİNİDİR.
ATATÜRK’E SALDIRANLAR, MUHAFAZAKÂRLAR HAKKINDA KONUŞANLAR, CUMHURBAŞKANI HAKKINDA KONUŞANLAR, AKP HAKKINDA KONUŞANLAR, MUHALEFET HAKKINDA KONUŞANLAR, DEVLETİN KURUMLARINA SALDIRANLAR,  ORTALIĞI KARIŞTIRANLAR, HALKIMIZI BİRBİRİNE DÜŞMAN ETMEYE ÇALIŞANLAR, OLUMSUZ, KIŞKIRTICI PAYLAŞIMLAR YAPANLAR. Vs. provokatörün en şerefsizidir.
Sünni, Alevi kardeşliğine zarar getirtmeyin. Bu konuda yorum yapanı bile dışlayın.
(Dinimiz hakkında bilen de bilmeyen de olur olmaz yorumlar yapmasın. Din bir vicdan meselesidir. Bilinçli ve yeterli bilgiye sahip olmayan kişiler, yanlış yönlendirilebilirler. Sonra da yanlış işlemler yapabilirler.)
Türk Kürt kardeşliğine dokundurtmayın. Kız alıp vermişiz, akraba olmuşuz. Bunu unutmayın. Türk Kürdü, Kürt Türkü korusun.  Evine, işyerine, karısına kızına, kardeşine bacısına, birbirimize sahip çıkalım.
BUGÜNLERDE BİRLİK OLAMAZSAK, ÜLKEYİ ELE GEÇİRENLER İÇİN SÜNNİ OLMUŞSUNUZ, ALEVİ OLMUŞSUNUZ, AK PARTİLİ İMİŞSİNİZ, CHP Lİ İMİŞSİNİZ, MHP LİYMİŞSİNİZ, ATATÜRKÇÜ LAİKMİŞSİNİZ, KOYU DİNDAR, MUHAFAZAKARMIŞSINIZ, SOLCUYMUŞSUNUZ, SAĞCIYMIŞSINIZ, KAPİTALİSTMİŞSİNİZ, LİBERALMİŞSİNİZ, KOMUNİST VEYA SOSYALİSTMİŞSİNİZ.
HİÇ AMA HİÇ FARK ETMEYECEK.
ONLAR İÇİN BU VATANIN EVLADI OLMANIZ YETERLİ.
BU VATANIN EVLADI İSENİZ NE OLURSANIZ OLUN YA ÖLECEK YA DA SÜRÜNGENLER GİBİ ESİR YAŞAYACAKSINIZ.
EN KISA ZAMANDA BİRLİK OLMALIYIZ.
EN KISA ZAMANDA BERABER OLMALIYIZ. EN KISA ZAMANDA BARIŞMALIYIZ, BARIŞMALIYIZ, BARIŞMALIYIZ.
VE MAALESEF UZUN BİR SÜRE UYUMAMALIYIZ.
UYUMATÜRKİYE UYURSAN ÖLÜRSÜN.
HEM UYANIK KAL
HEM UYANIK OL…
BİLMEMİZ DÜŞÜNMEMİZ GEREKEN BÜTÜN BU SALDIRILARIN ALTINDA BİZİ VATANSIZ BIRAKMAK VAR. ESİR ETMEK VAR. SEVR’İ UYGULAMAK VAR.
MİLLET OLARAK BİRLİK BERABERLİK İÇİNDE OLURSAK BİR BİNANIN TEMEL TAŞLARI GİBİ OLURSAK BİZİ KİMSE YIKAMAZ.
HERKES DEVLETİMİZİN GÖREVLİLERİNE YARDIMCI OLSUN. HERKES POLİS, HERKES İSTİHBARATÇI OLSUN. EN UFAK ŞÜPHE DE EMNİYET GÖREVLİLERİNE BİLGİ VERELİM.
KİMSE KİMSENİN EKMEĞİ İLE OYNAMASIN, KİMSE KİMSEYE DÜŞMAN GÖZÜ İLE BAKMASIN. TEK BAYRAK, TEK VATAN, TEK MİLLET OLARAK DİMDİK AYAKTA DURALIM. 
Fikirler güçtür; hem oluşturur, hem de yıkar. Geçmişinize şöyle bir baktığınızda, yaptığınız tüm seçimlerin aslında fikirlerinizden doğduğunu göreceksiniz. Öyleyse bir noktada takılıp kalmamayı öğrenin. At gözlüklerinizden kurtulun ve ‘doğru’ kavramınızı tekrar sorgulayın. (Photo: Getty Images
 ALLAH VATANIMIZI VE MİLLETİMİZİ İÇ VE DIŞ DÜŞMANLARIN ŞERRİNDEN KORUSUN.
Zekeriya Tümer
02.012017

23 Aralık 2016 Cuma

CUMHURİYET FİKREN, BEDENEN, İLMEN YÜKSEK KİŞİLİKLİ YETENEKLER İSTER! Zekeriya TÜMER "TÜMER DİYOR Kİ"

TÜMER DİYOR Kİ:
CUMHURİYET FİKREN, BEDENEN, İLMEN YÜKSEK
KİŞİLİKLİ YETENEKLER İSTER.
Zekeriya TÜMER
Sevgili okurlar; yazımızın başlığını Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiş olduğu sözden alıntı yaparak yazdım.
Atatürk diyor ki:  “Efendiler, milletimizin hedefi medeni olmaktır. Bu medeni eserler ortaya koymakla mümkündür. Cumhuriyet fikren, bedenen, ilmen yüksek kişilikli yetenekler ister.”
29 Ekim 1923 de Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.
2016 yılı bitmek ve 2017 yılı başlamak üzere. 94 yıldır Cumhuriyet ile idare ediliyoruz.
2023 e, yani Cumhuriyetin 100.cü kuruluş yılına da 6 yıllık bir zaman kaldı.
2016 yılının son günlerinde ülkemizin içinde yaşadığı kargaşa ve felaketler malum. Her gün hem içeride ve hem de dışarıda şehit vermediğimiz, gözyaşı dökmediğimiz, anaların ağlamadığı gün yok.
Bu denli kaoslar yaşanırken, Anayasa tartışması ve Cumhuriyetin kazanımlarının yok edilerek Cumhurbaşkanının tek adam olması tartışmaları hız kazanmaktadır.
İktidarda olanlar güçlerini kaybetmemek için, ellerindeki yetkileri son raddesine kadar kendi menfaatleri için kullanırlar. Bu da onlar için doğal sayılır.
Şu an da Mecliste tartışmaya açılan ve oylanmak istenen Anayasa değişikliği ve tek adamda bütün güçlerin toplanması isteği iktidardakilerin gücüne güç katma isteğidir.
ÖZ DİLİNDEN VE KÜLTÜRÜNDEN UZAKLAŞILMAMALI
Yüzyıllarca Arap ve Fars dillerinin etkisinde kalan Osmanlı, zamanla öz dilinden ve kültüründen uzaklaştı. Anneleri yabancı olan Melez Padişahlar, dönme, devşirme sadrazamlar ve mukallit şeyhülislamlar tarafından Türklük bilinci köreltildi. Netice de halk, kul-köle haline getirildi.
Osmanlı saraylarında Türk’ten başka kişilere yer verilmişti. Onlar da düşmanla bir olarak Türklüğü yok etmeye ve Osmanlı devletinin de yıkılmasında büyük roller oynamışlardır.
Neticede: 
Osmanlı’nın borçlandırılması ve yabancılara tanınan imtiyazlar neticesinde, Osmanlı Devleti’nin yıkılması seyri başladı ve de yıkıldı.
Anadolu insanının uyanması, uyandırılması, Mustafa Kemal gibi bir dehanın Türk halkına vermiş olduğu enerji, güç, itimat ve güven duygusu sayesinde yıkılan Osmanlı Devletinin yerine, aydın, laik, demokrat Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu.
 Bu devlette kimse kimseden üstün kılınmadı. Irk, dil, din, mezhep ayırımı yapılmadı.
Meclis her şeyin üstünde karar mercii kılındı. Halkın iradesini yansıtmak, halkın geleceği hususunda kararlar almak, Meclise bırakıldı. Hukukun üstünlüğüne önem verildi. Yanlış yapan kim olursa olsun cezalandırılması söz konusu olabilmeli idi.
 Atatürk istese her şeyi kendi iradesi altında toplayabilirdi. Toplamadı.
Atatürk’ün Türk halkına armağan ettiği Cumhuriyeti, laikliği, halkçılığı, ulusçuluğu, devletçiliği ve de devrimciliği eğer bizler doğru anlayıp, hayata egemen kılabilse idik, bugün yaşadığımız ve tartıştığımız olayları yaşamaz ve tartışmazdık.
Mustafa Kemal Atatürk Dumlupınar Nutkunda diyor ki: “Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur.”
Ruhunu zapt ettiğiniz, azim ve iradesini kırdığınız millete hâkim olabilirsiniz. Eğer, Cumhuriyetin kazanımlarını yok ederek, istenilen Anayasa değişikliği yapılır ve halkta onay verirse demek ki milletin ruhu zapt edilmiş, azim ve iradesi de kırılmış demektir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuşmalarında halkı motive edecek sözler söylemekte. Tek Bayrak, Tek devlet, Tek vatan, diyerek ülkemizi kimsenin bölüp parçalayamayacağına vurgu yapmaktadır.
Sevr’i uygulamaya çalışan iç ve dış düşmanlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini ve edeceklerini de ifade etmektedir. Güzel sözler.
Keşke bu sözler aynen uygulansa ve her ne olursa olsun, birlik ve beraberliğimiz bozulmadan, bölünmeden, parçalanmadan, terör belasından kurtularak yaşama ortamına geçebilsek.
Yetkilerin tek elde toplanması halinde, Demokrasiden söz etmek mümkün değildir.
Tek yetkili olan kişi, elbette kendisine karşı geleni kolayca bertaraf edecektir. Güç ondadır. Kurumlar ona bağlıdır. Bu durumda kimse eleştiri de yapamaz, karşı da gelemez.
Sevgili okurlar; bizler inançlı insanlarız. Hep hakkımızda hayırlısı ne ise o olsun isteriz.
2017 yılında da tek dileğimiz, bilimin ve teknolojinin bu denli geliştiği bir çağda, Allah’ın bize bahşetmiş olduğu aklımızı kullanarak doğruları bulmak, hurafelerden uzak durmak, gerçekleri görerek hareket etmektir.
Türkiye Cumhuriyetinin Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu yolda devam etmesi, terör belasından kurtulmamız en büyük arzumuzdur.
***
Zekeriya Tümer
23.12.2016
Ulusalhaber1881@gmail.com

15 Kasım 2016 Salı

SEKİZ DAKİKA, (Bu Bir Hikâye'dir) TÜMER DİYOR Kİ!.. Zekeriya TÜMER, İSTANBUL

TÜMER DİYOR Kİ:
SEKİZ DAKİKA, 
(Bu Bir Hikâyedir!..)
Sevgili okurlar, internette gezinirken aşağıda derlenmiş olan hikâye dikkatimi çekti.
Okudum ve sizlerin de okuması için ufak değişiklikler yaparak yazmak istedim.
Hayat kim ne derse desin su gibi akıp gitmekte. İnsanoğlu yaşamının kıymetini bilebilse, bu dünyanın kahrını çekene kadar, bıraksa kendisini dünyaya, dünya onun kahrını çekse, çok daha rahat eder.
Bilhassa zenginlik hırsı, insanların gözünü kör etmekte, en kıymetli değerleri yitirilirken, o değerlerin kıymetini bilememekte ve para hırsı yüzünden, hem kendisini ve hem de birçok kişiyi mahvetmektedir.
SEKİZ DAKİKA, BU BİR HİKÂYEDİR.
Hikâyede anlatılan efsaneye göre kadının birisi, kucağına çocuğunu alır ve kırlarda gezmeye çıkar. Dağ yamaçlarında dolaşırken, bir mağaranın önünden geçerken, mağaranın içerisinden bir ses duyar. Ses o’na şöyle seslenmektedir: “İçeri gir ve ne istersen al, ama en önemli olanı sakın unutma.”
“Ayrıca, sen mağaradan çıktıktan sonra kapının bir daha asla açılmayacağını da mutlaka dikkate almalısın. Ancak, bu fırsatı kaçırma, fakat ne olursa olsun en önemli şeyini de asla unutma” demektedir.
Mağaradan gelen sesle heyecanlanan kadın, kucağında çocuğu ile mağaranın kapısından içeri girer. Mağaranın içerisinde bir masa vardır ve üzeri altın ve mücevherler ile doludur. Bunları gören kadının gözleri kamaşır ve şaşkına döner. Hemen çocuğunu kucağından indirir, yere bırakır ve hemen büyük bir hırsla masanın üzerindeki altın ve mücevherleri koynuna doldurmaya başlar.
Kadın servetleri koynuna doldururken, esrarengiz ses, tekrar duyulur. “Yalnız sekiz dakikan var” demektedir.
Sekiz dakika çabukça geçer. Kadın toplamış ve koynuna doldurmuş olduğu kıymetli taşlar ve altınlarla birlikte içeride hapis kalmamak için hemen mağaranın dışına koşar.  Kadının dışarı çıkması ile birlikte mağaranın kapısı kendiliğinden kapanır.
Koynu, elleri, kolları, cepleri altın ve mücevherlerle dolu olan kadın, onları yere bıraktığında, yanında çocuğunun olmadığını fark eder. Çocuk içeride kalmıştır. Kapı da kapanmış ve bir daha açılması da mümkün değildir.
Artık zengin olmuştur, olmuştur da en kıymetli hazinesini içeride unutmuştur.
Bundan sonraki hayatı hep çocuğunun özlemi, acısı içerisinde ümitsizlikle devam eder. Zengin olmasının artık hiçbir kıymeti kalmamıştır. Bir anlık hırsı, ona hayatı boyunca acı içerisinde çocuğunun özlemi ile yaşayacağı anı yaşatmıştır.
Aynı şeyleri çoğu zaman bizlerde yaşarız. Bizlerin de başına gelebilir.
Bu dünyada yaklaşık 80 yıllık ömrümüz varsa ve bir ses daima bize, “Sakın en önemli şeyi unutma” der gibidir.
İnsanın yaşamındaki en önemli şey manevi zenginliktir. İnançlarımız, ailemiz, dostlarımızdır. Gerçi şu zamanda dost bulabilmek öyle kolay kolay mümkün olamamaktadır. Maddiyatın ön planda olduğu bir dünya’da dost bulabilmek mümkün gözükmemektedir.
Para hırsı, daha çok kazanma hırsı, zenginlik, maddi şeyler, bizlerin gözlerini öylesine kör eder ki, çoğu zaman en önemli şeyleri unutur ve bir köşede bırakırız.
Zamanımızın çoğunu bu tür şeylerle tüketirken, asıl önemli olan iç huzurumuzu “Ruhun hazinesini” bir köşede unutur gideriz.
Şu hususu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Bu dünya hayatı çok çabuk geçer gider. Ölüm beklenmedik bir anda kapımızı çalıverir. Hayatın kapısı birden ebediyen kapanır.
Öbür tarafa yolculuk başladığında, yaşarken kazandığın servetlerden bir gramını bile götüremezsin.
Bu nedenle yaşarken, aşırı hırsını bir kenara bırakmalısın. Para’ya elbette ihtiyaç var. Ancak, aşırı hırs mutlaka insana zarar verecektir. Sevgi, barış, alçak gönüllülük, samimiyet, çocukların saflığı, şefkat ve masumiyet unutulmamalı.
Sorunlar bitmez. 
Her an yeni bir sorunla karşılaşmak mümkün. 
Ancak, her sorunun mutlaka bir çözüm yolu vardır.
Burada Atatürk gibi düşünmelisiniz. Norveç’liler çocukları bir problemi çözemediği zaman, git Atatürk gibi düşün derlermiş. Siz de Atatürk gibi düşünün. Mutlaka her  sorunun bir çözüm yolunu bulursunuz.
İnsanın hayatı bir tanedir, ondan ayrıldığında pişmanlık duymamak gerek.
Her geçen dakika senin ömründen bir parça zamanı alıp götürüyor. İleriye doğru akıp giden hayatında hiçbir zaman geriye dönemezsin.
Umutlar yitirilmemeli. 
Üzülmekten çok, yaşamın her anından istifade ederek, hayatı sevmeli ve mutlu olabilmenin yollarını bulmalı insan.
Bırakın aşırı hırsı, bırakın, aşırı kazanmak için başkalarının hakkını yemeyi, bırakın dünyanın malı dünyada kalsın, siz elinizdeki gerçek değerlerin kıymetini bilin. 
Bu size yeter.
15.11.2016
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com.

5 Eylül 2016 Pazartesi

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?.. "Zekeriya TÜMER" - TÜMER DİYOR Kİ!...

TÜMER DİYOR Kİ!...
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
Zekeriya TÜMER
Yıllardır gelen ve giden Hükümetlerin sayesinde, bu günlere geldik.
Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız düşüncesi çok gerilerde kaldı ve biz ilerleyeceğimize, gerilemeye başladık.
Elbette gelişen teknoloji sayesinde, bazı metrolar, köprüler, hava alanları yapılmakta. Ancak, fabrikaların bacaları da tütmemeye başladı.
İlme ve akla önem veren dinimize paralel Mustafa Kemal Atatürk'te ilim ve akıla önem vermiştir.
Anlayamadığımız bir şey var. İlim adamları, okumuş insanlar Fethullah Gülen’in peşinden nasıl gittiler.
Sadece onlar mı? Sanatçılarımız, siyasilerimiz, Müsteşarlar, Generaller. Polisimiz, askerimiz, öğretmenimiz, memurumuz.
Bu Feto’da sihirli bir değnek mi vardı ki, bu okumuş zevat, ilkokulu bile zorla bitirmiş, (ancak inkar edilmez, kendini de yetiştirmiş) bu zatın peşinden nasıl ayrılmadılar.
Anlamak mümkün değil!
İş adamlarımız devletten ihaleler alarak para kazanırken, kazandıkları paraları Feto’nun gösterdiği yerlere aktarmışlar.
2003 den bu yana iktidar olan A.K.P’nin içinde bulunan siyasi kadro, iktidarın nimetlerini kimlere yedirdi?
Paralelci dedikleri Feto terör örgütünü beslemedi mi?
Besledi.
Uyduruk darbe girişiminden sonra, 3.cü kez çökertilen ordumuzun yanında, binlerce yargı üyesi, polis, asker, öğretmen ve memurlar açığa alındı. Bunların hepsi acaba suçlu mu? Bunlar da kandırılmış olamazlar mı?
PKK’lılardan ve diğer dini kuruluşlardan devlet kademelerinde olanların da tespit edilerek temizlenmesi gerekmez mi?
Bu ülkenin gerçek ve asıl savunucuları Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda ve izinde gidenlerdir. Bizler de devlet memurluğu yaptık. Kimseyi ayırmadık. Herkese eşit muamele yaptık. Devletimiz zarara girmesin diye özverili çalıştık. Hakkımız yendi, ses çıkarmadık. Yeter ki devletimiz ayakta kalsın, onun kasasından para çalınmasın diye çaba harcadık.
Mustafa Kemal Atatürk'ü bütün dünya taktir eder iken, içimizdeki hainler anlamamakta ısrar ediyorlar.
Atatürkçü kişiler devlet kademelerinde belli görevlerde bulunmazlar ise, kusura bakmayın ama bu ülke başka düşüncede olanların ellerine geçecektir.
Laik, Demokrat, Türkiye Cumhuriyeti çok değerlerini yitirecektir. Yitirmeye de başladı bile.
Çağdaşlaşma yolunda ilerlememiz gerekirken, bayan polislerimize türban takıldı. Dindar olan bu bayan polislerimiz, erkek bir suçluyu nasıl yakalayacaklar?
Türbanlı bir doktor, erkek bir hastayı nasıl muayene edecek?
Türbanlı bir devlet memurunun karşısına türbansız birisi geldiğinde davranışı nasıl olacak? İçinden bu kişi Allahsız, günahkar, ben bunun işini yapmayayım diye düşünür ise ne olacak?
Uyduruk darbe hareketinden sonra herkes Demokrasi’ye sahip çıktı, bayrak asılmayan yerlere bayraklar asıldı, milli değerlerimizin artması için hazırlanan afişler yollara asıldı.
İyi güzel de oldu.
Peki, sonuç ne?
Bunların arkasından devletin laik düşünceden uzaklaşarak, din devleti olması yoluna gidildiği gibi bir izlenimler artmaya başlamadı mı?
Yargı mensuplarının AK Saray’da ağırlanması. Açılışın orada yapılması, yargının da benim emrimde olduğu mesajının verilmesi çağrısı yapmadı mı?
Millet bunu böyle anladı.
İyi de, bizler adalete nasıl sığınacağız? Nasıl güveneceğiz?
Ya bu Hakimler, Savcılar, biz onların safında değiliz diye, Atatürk hayranıyız diye bizleri suçlar ve cezalandırırlarsa, bu haksızlık olmaz mı?
Ordumuz, Polisimiz, Yargımız başta olmak üzere, tüm devlet kurumlarımızda çalışanlar Demokrat görüş içerisinde olmalı Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmalı ve karşısına gelen vatandaşın hangi dine, hangi görüşe, hangi ırka mensup olduğuna bakmadan, adil davranmalıdır.
Söylenen sözler ile uygulanan icraatlar arasında farklılıklar olmamalı.
Kimse kimseyi kolay kolay kandıramaz. Menfaat var ise kandırmak ve kandırılmak kolay olur. Demek ki, Feto tarafından kandırılanlar, hep menfaati olan kişilerdi. Geçmişte ki siyasi partiler de, oy alabilmek için aynı şeyi yapmadılar mı?
Şimdi Fethullah Gülen Türkiye’ye getirilse, hakimin karşısına çıkarılsa, sorulan sorulara şöyle cevap verse, ne olur?
Efendim, filanca kişi bana geldi, önümde eğildi, falanca kişinin şu mevkie gelmesi uygundur. Ona yardım edelim dedi, ben de ilgiliye söyledim, yaptırdım, derse ve bu çoğalarak devam ederse, ne olur acaba?
Yer yerinden oynamaz mı?
Feto Türkiye’ye getirilemez ve gelmesi de istenmez.
Türk milleti gerçekleri bir gün gelecek görecek. 
Görecekte , inşallah pişman olduğu zamanda görmez.
Şu an boşalan kadrolara hangi görüş ve düşüncede olan kişiler atanıyor, biliyor muyuz?
Bazıları gazetelere yansıyor. Zamanında Atatürk düşmanı olan ve Anayasa’dan Türklük kelimesinin bile kalkmasını isteyen, Atatürk'e ve Laik düşünceye düşman olan kişilerin atandıkları yazıyor. Böyle kişilerin yarın alacakları kararlar devlete zarar vermez mi? Kısa bir süre önce Darbe girişimi nedeniyle bunları yaşamadık mı?
Son Söz:
Ey millet Türkiye Cumhuriyetinin laik ve Demokrat olarak devam edebilmesi, çağdaş bir ülke olabilmesinin tek yolu var. O yol da Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur.
Bunu asla unutmayın.
05.09.2016
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com
***
“YORUM YERİNE KAİM OLMAK ÜZERE” ADMİN
FETÖ’cülük zehrinin panzehri Atatürkçülüktür!..
UĞUR DÜNDAR
FETÖ'cü hainlerin 15 Temmuz'daki darbe girişiminden sonra başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere AKP önde gelenlerinin sık sık Atatürk'ten söz etmeleri üzerine, gerek kripto FETÖ'cüler, gerekse toplumdaki kutuplaşmadan kişisel rant devşirme peşinde koşanlar,Atatürk'le ilgili yalan ve iftiralara tekrar sarıldılar.
Bunun üzerine genellikle 15 maddede toplanan bu yalanlara Atatürk'ü en iyi anlatan değerli tarihçi Sinan Meydan'ın verdiği cevapları, bir kez daha yayınlamanın tam zamanıdır diye düşündüm.
İŞTE SORU KILIFINA SOKULMUŞ YALANLAR VE CEVAPLARI:
SORU 1: MÜSLÜMANSAN HİLAFETİ NEDEN KALDIRDIN?
Cevap: Kuran'da dini/siyasi yetkilere sahip bir lider anlamında halifelik yoktur.Kendini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanlara/padişahlara dinsel meşruiyet kazandıran uydurma bir kurum olduğu için kaldırdım halifeliği… Böylece Muaviye'nin, İslamın özüne aykırı olarak yarattığı sultan/halife ŞİRK DÜZENİ'ne son verdim. Ayrıca halifeliği hiçbir işe yaramadığı için kaldırdım desem de yeridir.
Bakın, I. Dünya Savaşı'nda Müslüman Arapların Osmanlı'ya karşı İngilizlerle birlikte hareket etmesini engelledi mi halifelik? Hayır! En önemlisi de İngiliz emperyalizmi Halife/Padişah Vahdettin'e her istediğini yaptırmadı mı? Bu arada Osmanlı'yı parçalayan idam fermanı Sevr Antlaşması'nda İngilizler ısrarla halifenin/halifeliğin varlığını korumasını istemişlerdir. Halifeliği kaldıracağım günlerde de İngilizler Hint Müslümanı kılığında iki casuslarını (Emir Ali ve Ağa Han) devreye sokarak halifeliğin kaldırılmaması için çaba harcamıştır.
SORU 2: 1932'DE EZANI NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Ezanı yasaklamadım. Ezanları gürül gürül, üstelik halkın anlayacağı dilde Türkçe okuttum. İnan, Allah Türkçe de bilir! Böylece güzel dilimiz Türkçeyi en yükseğe, minarelere çıkardım. Ezanları yasaklayacak olan işgalci Yunanlardı. Onları bu topraklardan ben kovdum. Böylece ezanların susmasını engelledim.
SORU 3: AYASOFYA'YI NEDEN KAPATTIN?
Cevap: Ayasofya 1000 yıldan fazla kilise 500 yıl kadar cami olarak kullanılmış dünyanın en eski mabetlerinden biridir. İki büyük tek tanrılı/ilahi din; Hristiyanlık ve İslamiyet için kutsal olan bu tarihi mabedi, İNSANLIĞIN ORTAK KÜLTÜR MİRASI olarak gördüğüm için KORUMAK ve gelecek kuşaklara aktarmak istedim. Bir tarihi yapının en iyi şekilde KORUNMASI ve SERGİLENMESİ için o yapının müze olması gerektiğine inanırım. Bu nedenle Ayasofya'yı müze yaptım. Bu arada Fatih'in Ayasofya Vakfiyesi diye bir şey yoktur. Bu konudaki iddia uydurmadır. Ayrıca Ayasofya'nın bulunduğu bölgede çok sayıda büyük cami vardır. “Ayasofya'da namaz kılanlar daha çok sevap kazanır!” diye bir İslami kural da olmadığına göre, yaptığım hem DİNE hem İNSANLIĞA uygundur.
SORU 4: KUR'AN HARFLERİNİ NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Kur'an harflerini değil Arap harflerini kaldırdım. Kur'an önce/ilk Araplara indirildiği için, Kuran'da ifade edildiği gibi anlaşılsın diye Arapçadır. Allah katında hiçbir harf sistemi kutsal değildir. Arap harfleri de kutsal değildir. Arap harflerini okuma, yazmayı güçleştirdiği için kaldırdım. Ben Harf Devrimi'ni yaptığımda Türkiye'de Arap harfleriyle okuma yazma bilenlerin oranı, erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4'tü. Arap harfleri Türkçeye uygun değildir. 1928'de Harf Devrimi'nden sonra yeni Türk harfleri ile halkımız kısa sürede okur-yazar oldu. 1935'te okuma yazma oranı toplamda yüzde 23'e ulaştı.
SORU 5: TATİLİ NEDEN CUMADAN PAZARA ALDIN?
Cevap: Gelişmiş ülkelerle, özellikle Avrupa ile siyasi, ticari, ekonomik ilişkileri güçlendirmek istedim. Böylece Müslüman Türkiye'nin her bakımdan Avrupa ileyarışır duruma gelmesini amaçladım. Bunun için tatili cumadan pazara aldım.Ölçüleri ve takvimi de bu nedenle değiştirdim. Mesela tüm uygar dünyada pazar günleri tatildir… Batı'da eskiden cumartesi günleri de yarım gün çalışılırdı. Bizde nasıl? Perşembe yarım gün, cuma tatil. Dış dünyayla ilişkide bulunulabilecek tam üç gün kalıyor. Ne yapılabilir bu kısa sürede. Ben makul ve akla uygun olanı tercih ettim. Bu değişikliğin geçmişin izlerini silmekle ilgisi yok. Tamamen pratik ihtiyaca uygun olarak yaptım. Aynı şeyi Ruslar ve Çinliler de yaptı.
SORU 6: BİR BEZ PARÇASI (ŞAPKA) İÇİN ALİMLERİ ASTIN?
Cevap: Şapka Devrimi için tek bir “alim” asmadık. İskilipli Atıf, şapka takmadığı için veya Şapka Devrimi'ne karşı (üstelik bu devrimden önce) kitap yazdığı için değil Kurtuluş Savaşı yıllarında başkanı olduğu cemiyet “ihanet bildirileri” yayınladığı için ve dini istismar ederek halkı kin ve düşmanlığa yönelttiği için o zamanki yasalara göre “vatana ihanet” suçundan asıldı.
SORU 7: FİLİSTİN'DE NEDEN İHANET ETTİN?
Cevap: I. Dünya Savaşı'nda Alman komutanların, özellikle Filistin'de Alman Liman von Sanders'in başarısızlığı sonunda tüm ordularımız dağılmışken, bizim üç katımız büyüklüğündeki ve bazı Arap aşiretlerince destekli, üstelik büyük bir hava gücüne sahip İngiliz Ordusu'nun önünden Türk Ordusu'nu başarıyla geri çektim. Halep'te sokak savaşları verdim. Bunun ayrıntılarını 1926'da Falih Rıfkı'ya anlattım. Son olarak Ekim 1918'de İngilizlere karşı Katma Muharebesi'ni kazandım. Halep'in kuzeyinde Türk süngüleriyle adeta doğal bir sınır çizdim. Yıldırım Orduları günlerimde (ki bu on gündür) Adana, Urfa, Maraş, Antep'te direniş yuvaları kurdum. Bu çalışmalarım Kasım 1918'in ilk günlerine denk gelir.
SORU 8: AZERBAYCAN'I NEDEN RUSLARA SATTIN?
Cevap: Mondros'un 11. maddesi gereğince Türk Ordusu 1918'de Azerbaycan'ı boşaltmak mecburiyetinde kaldı. Ben Nahçıvan'a yönelik Ermeni saldırılarını şiddetle protesto ettim. Hatta Nahçıvan savunması için gizlice bölgeye subaylar gönderdim. Hatta Ruslar ile anlaşma yapmaya gönderdiğim Yusuf Kemal Bey'e “Nahçıvan Türk kapısıdır. Bu hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız” emrini verdim.Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Azerbaycan'la dostça ilişkiler kurdum. 18 Kasım 1921'de yapılan büyük bir merasimle Azerbaycan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Bayrağı'nı bizzat ben Ankara Cebeci'deki temsilcilik binasına çektim. Bu sırada yaptığım konuşmada Azerbaycan ve Türkiye halkının “kardeş” olduğunu belirttim. “Kardeş Azerbaycan” Kurtuluş Savaşı'nda Başkan Nerimanov eliyle bize maddi yardımda da bulundu. Azerbaycan'la kültürel ilişkilere de büyük önem verdim. Örneğin 1926'da Bolşevikler Azerbaycan'da Latin Alfabesi'ni yürürlüğe koydu. Bildiğiniz gibi biz de 1928'de Latin harflerine geçtik. Böylece kültürel ilişkilerin zayıflamasına engel olduk. Tarih ve Dil Kurumları da tüm Türk halklarıyla olduğu gibi Azeri Türkleri'yle de tarihsel kültürel derinlik kurmamızda etkili olacaktı. Kısacası ben Azerbaycan'ın ve tüm soydaş ve mazlum milletlerin tam bağımsızlığı için çabaladım.
SORU 9: ALİ ŞÜKRÜ BEY'İ NEDEN ÖLDÜRTTÜN?
Cevap: Ali Şükrü Bey, bana muhalifti ama bir vatanseverdi. Ben her şeyden önce, bana karşı Meclis içi muhalefetin önemli isimlerden biri olan Ali Şükrü Bey'i öldürtecek kadar aptal değilim! Böyle bir cinayetin benim üzerime yıkılacağını, bu nedenle Meclis'teki muhaliflerce suçlanacağımı düşünemeyecek kadar da strateji yoksunu da değilim! Ali Şükrü Bey'i ben öldürtmedim. Ben fikirlere fikirlerle karşılık verilmesi gerektiğine inanırım. Ayrıca İngilizler padişah Vahdettin'i ve Meclis içindeki bazı muhalifleri  kullanarak bana Meclis içi bir darbe yapmak istemişler, bunun için her türlü komploya başvurmuşlardı.
SORU 10: SOYAĞACIN NEDEN ÇIKARTILAMIYOR?
Cevap: Soyağacım ortadadır. Bu konuda çok bilgi, çok kitap var. Ayrıca soyumdan sopumdan sana ne? Yoksa sen ırkçı, faşit falan mısın? Önemli olan soy sop değil bir insanın mensubu olduğu milletine ne kadar hizmet ettiğidir. Ama yine de merakını gidereyim: Ana baba soyum Türkmendir. Ana tarafından Konya, Karaman, (Konyar), baba tarafından Aydın, Söke taraflarında yaşayan Yörüklerindenim. Atalarım Osmanlı'nın iskan siyaseti gereği 1400'lerin sonunda Karaman'dan, Söke'den alınıp Makedonya ve civarına yerleştirilen Evlad-ı Fatihan'dandır. (yedi göbek Türk) Dedelerim Sofuzade Feyzullah Efendi ve Hafız Ahmet Efendi'dir…
SORU 11: LATİFE HANIM SENDEN NEDEN AYRILDI?
Cevap: Şiddetli geçimsizlik!
SORU 12: TÜM DEVRİMLERİN NEDEN İSLAM'A AYKIRI?
Cevap: Tüm devrimlerim İslam'ın özüne uygun, din zannedilen hurafelere, uydurmalara aykırıdır.“Hangi şey ki akla, bilime, milletin menfaatine uygundur o şey dinidir”. Benim tüm devrimlerim de akla, bilime ve milletimin menfaatine uygundur.

SORU 13: ÖLÜMÜNLE SOYUN NEDEN KESİLDİ? AKRABALARIN YOK MU?
Cevap: Akrabalarımın olup olmaması neyi değiştirir. Ancak benim devleti soyan akrabalarımın olmadığına emin olabilirsin!
SORU 14: SAİD-İ NURSİ SANA NEDEN SÜFYAN DEDİ?
Cevap: Said-i Nursi'yi Kurtuluş Savaşı başında diğer bazı din adamlarıyla birlikte düşmana karşı direnişte bana yardım etmesi için Ankara'ya çağırdım. Ama birçok vatansever din adamı bu çağrımla bana yardıma geldiği halde (Libyalı Şeyh Ahmet Sünusi bile geldi) Said-i Nursi gelmedi. İşgal İstanbul'unda Çamlıca'da oturup maaşlı bir işte çalıştı. Bu arada bazı zararlı cemiyetlere katıldığını duyduk. Ancak savaş bitince 1922'de geldi. Gelir gelmez de din istismarına başladı. Ayrıca Said-i Nursi “Kuran'daki sureler benden bahsediyor!”, “Karıncalarla konuştum!” diyecek kadar kendinden geçmiş biri… Said-i Nursi'nin benim için ne dediğinin hiç önemi yok! Ben akla, bilime değer veren Rıfat Börekçi hoca gibi Kuvvacı gerçek din adamlarının görüşlerini önemserim.
SORU 15: NEDEN SENİN GERÇEKLERİNİ SAKLAMAK İÇİN 5816 YASASI ÇIKARILDI?
Cevap: Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu ben, benim CHP'm değil, CHP'ye muhalif Menderes'in Demokrat Partisi (DP) çıkardı. Ayrıca bu kanunun beni koruduğu falan da yok… Baksana sen bile bana ağzına gelen her iftirayı atabiliyorsun!
Dersini aldın sanırım çocuk!
* * *
Başlığa dönersek;
FETÖ'cülük zehrinin panzehri ATATÜRKÇÜLÜKTÜR.
Ayrıca ülkemizi bölüp parçalamayı hedef alan küresel kumpas, Atatürk'ün eşsiz eseri Cumhuriyet'in kuruluş değerleriyle ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya bağlanmayı ve bu anlayış etrafında hepimizin kucaklaşmasını zorunlu kılıyor.
Farklı hesaplar peşinde koşanlar şunu iyi bilmeliler ki, Cumhuriyet tarihinin bu en ağır kumpasından çıkış için başka bir yol yok!..