Türkiye Cumhuriyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye Cumhuriyeti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Nisan 2017 Cuma

"ALDATMAK İSTERKEN ALDANMAK!.." - TÜMER DİYOR Kİ, Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
ALDATMAK 
İSTERKEN
ALDANMAK!..
Sevgili okurlar, bugün Nisan ayının 14’ü. 2 gün sonra Referandum için sandığa gidilecek.
Ankara’dayım. Kızılay’a indim. Kızılay’ın merkezinde, gençler, kadınlı erkekli, aşağıda yazacağım yazıyı Ankara Platformu adına dağıtıyorlar.
Sevgili Ankara’lılar, diye hitap ettikleri yazının içeriğini okuduğunuzda ne denmek istediğini anlıyorsunuz. Yazıda gizli bir aldatma taktiği sergilenmiş. Yani son dakikaya kadar her türlü oyun tezgâhlanmakta ve milletin oylarının Evet olması çabası değişik kesimler tarafından da uygulanmak istenmektedir.
Yazıyı hep birlikte okuyalım:
“Sevgili Ankara’lılar,
16 Nisan’da tarihi bir halk oylamasına gideceğiz. (Doğru söylüyorlar, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan milletlerin kaderi belirlenecek. Tarihi bir halk oylaması yapılacak. )
Ülkemiz son dönemde pek çok badireler atlattı. ‘Terör, Darbe girişimi, Ekonomik terör’ gibi pek çok tehditle karşı karşıya kaldı. (Buna da itirazımız yok. Bu badireleri engelleme imkânı olan AKP Hükümeti, neden engelleyemedi, onu da çok merak ediyoruz!) devam ediyor yazı.
ATATÜRK’ün dediği gibi, “dâhili ve harici” düşmanlarımız var. Gün, bir olma, farklılıkları bir yana bırakma günüdür. (Buna da itiraz edilmez. Hem içerde ve hem de dışarıda düşmanlarımızın olduğu malum. Elbette bir olmamız gerek. Peki, ama halkı ayrıştırma ve dinci, dinsiz diye suçlamalar, alevi, Sünni diye, Kürt, Türk diye ayrıştırmak, Hayır diyenleri teröristlerle bir tutmak neden yapılıyor. Bunu da anlamak mümkün değil.) Yazıyı okumaya devam edelim.
16 Nisan günü, Türkiye üzerinde oynanan oyunları bozmak için, hepinizi sandığa gitmeye davet ediyoruz.  Her birimiz farklı siyasi görüşten olabiliriz, herkesin kararı başımızın tacıdır. (Buraya kadar yazılanlara aynen katılıyoruz. Kimsenin de itiraz etmesi söz konusu değildir. Ancak, buradan sonra kandırmaca ve aldatmaca kelimeler başlıyor. Dikkatli okuyalım.)
Ancak şunu unutmayalım ki; Halk oylamasında Hayır oyu çıktığında en çok Güçlü Türkiye’yi istemeyenler sevinecek. (İşte burada şaşırmamak mümkün değil. 2003 den beri iktidarda olan bir siyasi parti ülkeyi neden güçlendirmedi de, bir kişiye verilen olağanüstü yetki ile mi güçlendirecek? Güçlü Türkiye olmasını herkes ister. Ne var ki, bu şekilde ki bir Anayasa değişikliği ile olacağına inanmak mümkün değildir.) Yazıya devam edelim.
Bu nedenle, meselenin Memleket meselesi, söz konusu olanın ise, vatan olduğunu hatırlatmak isteriz. ( Aynen katılıyoruz. Söz konusu memleket meselesidir ve söz konusu ise VATAN’dır. Köşk Danışmanlarının  söyledikleri gibi eyalet sistemi değildir. )
‘Güçlü Türkiye için’, ‘Ülkemiz üzerinde oynanan oyunları bozmak için’, ‘İstikrar için’ ve ‘Çocuklarımızın geleceği için’ hepinizi sandığa gitmeye ve evet Oyu kullanmaya davet ediyoruz, diyor Ankara Platformu." Kim oldukları belli değil.
Son sözü okuyan vatandaş, tamam diyor, güçlü Türkiye için, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları bozmak için, istikrar için, herkes sandığa gitmeli ve hangi oyu kullanmalı.
BU YAZI DA YAZILANLAR EVET OYU İÇİN YAZILMAMIŞ SAN Kİ, HAYIR DEMEK İÇİN YAZILMIŞ BİR YAZI. YANİ BENCE KELİME OYUNLARI İLE BİR ALDATMACA TAKTİĞİ.
FARKINDA OLMADAN ANKARA PLATFORMU BU DAĞITTIĞI YAZI İLE HERKESİN SANDIĞA GİDEREK HAYIR OYU VERMESİNE DAVET EDİYOR.
SİZ NE DERSİNİZ. İNANDINIZ MI BU YAZIYA?
Bakın size bir şey daha hatırlatayım: 
CIA eski Türkiye Şefi, Paul Bernard Henze’nin 2006’da Beyaz Saray’a sunduğu Türkiye raporunda;
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız.
Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise; mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz."
Demek ki neymiş? Başkanlık sistemi ABD patentli bir BOP projesiymiş…
ŞİMDİ KARARINIZI TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN LAİK, DEMOKRAT, GÜÇLÜ ORDU, GÜÇLÜ HUKUK, GÜÇLÜ DEVLET OLABİLMESİ İÇİN ETKİ VE TEPKİ ALTINDA KALMADAN 16 NİSAN’DA SANDIĞA GİDEREK OYUNUZU NE DÜŞÜNÜYORSANIZ O ŞEKİLDE KULLANIN.
GERÇEKLER ORTADA.
 EMPERYALİST GÜÇLERİN ÜLKEMİZ ÜZERİNDE OYNAMAK İSTEDİKLERİ OYUNU BOZMAMIZ GEREK.
HAKKIMIZDA NE HAYIRLI İSE O OLUR İNŞALLAH.
14.04.2017
ZEKERİYA TÜMER

4 Ekim 2016 Salı

"MİLLETİ GERMEYİN-ÜLKEYİ BÖLMEYİN" - TÜMER DİYOR Kİ!.. ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
MİLLETİ GERMEYİN
ÜLKEYİ BÖLMEYİN
Zekeriya TÜMER
Sevgili okurlar, Türkiye’de gündemi değiştirmek için, sağ olsun siyasi kadrolarımız ve bilhassa bizi yönetmeye çalışanlar, her an yeni bir hamle yaparak, olayı başka mecralara sürüklüyorlar ve geçmişi unutturmaya çalışıyorlar.
2. bir darbe geliyor dendi ve herkesin yüreği hopladı. Lozan’da burnumuzun dibindeki adaları kaybettik, bize başarı diye yutturuldu, dendi, ortalık karıştı. Daha yeni, yepyeni 17 adayı Yunanistan işgal etti, ses çıkmadı, Lozan tartışılmaya açıldı.
2. Darbe korkusu ile, Metro girişlerine 15 Temmuz’da ölenlerin resimleri asıldı, halka geçmişi unutmama algısı yaratılmaya çalışılmakta.
Kadıköy meydanında İstanbul Belediyesi tarafından Çanakkale ile ilgili minik bir sergi açıldı, milli şuur ayakta tutulmaya çalışılmakta.
Feto terör örgütünün , PKK örgütünden daha büyük ve planlı, düzenli olduğu ortaya çıkarılmakta, kıyımlar devam etmekte.
Feto bastırılırken, başka şeyhler, şıhlar, cübbeliler, cübbesizler çoğalmakta, her kafadan bir ses çıkarak, halkın saf ve temiz dini duyguları istismar edilmekte.
Bir taraftan laik, demokrat Türkiye Cumhuriyeti övülürken, gizli gizli de bu sistemden uzaklaşabilmek için Osmanlıcılık oynanmakta.
Şu bir gerçek ki; bunca Feto yanlısı diye görevden alınanlar ve hapishanelere tıkılanlar, kapatılan okulların öğrencileri ve aileleri, mutlaka örgütleşecekler, örgütlenmelerine birileri yardım edecek ve neticede bunlar da sokağa döküleceklerdir. Bu konuda elbette Hükümetin uyanık olması ve gereken tedbiri alması gerek. Henüz tehlike geçmiş değil ve giderek büyüyebilir.
 Size geçmişten bir anıyı hatırlatmak istiyorum. Yıl 1991. Seçime az kaldı. O zamanın liderleri TRT de açık oturumdalar. Hepsi bu ülkenin kaderinde rol oynamış kişiler.  Ecevit, Demirel, Yılmaz, Erdal İnönü ve Doğu Perinçek.
Ekonomi dâhil birçok konularda görüşler halka sunuluyor. Konu Etnik köken ve inanç farklılığı üzerine geliyor.
İktidardan  6 kere gidip 7 kere geri gelen, duayen siyasetçi ve liderlik vasfı yüksek DYP başkanı Süleyman Demirel’in açık oturumda etnik köken ve inanç farklılığı üzerine yaptığı konuşmayı aynen buraya aktarmak istiyorum.
 Nedeni ise, sözlerin bu gün de halen geçerliliğini koruması ve belki birilerine yol gösterici olabilir düşüncesi ile aynen yazıyorum.
Demirel konuşurken, bütün liderler pür dikkat onu izliyorlar.
Demirel şöyle diyor:
“Olaya parti olarak bakmak fevkalade yanlıştır. Olay Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğünün olayıdır. (Anarşi’den ve PKK nın yaptığı saldırılardan ve çözüm konusundan bahsediyor.) Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğüne ters düşerek bir çözüm söz konusu olamaz.
(Biliyorsunuz, bir çözüm süreci başlatıldı AKP hükümeti tarafından, neticede, asfaltların altlarına patlayıcılar yerleştirildi, teröristler şehirlere yerleşti. Akil adamlar fos çıktı, memleket daha beter kan gölüne döndü.)
Türkiye Cumhuriyetini Türk ırkından gelenler kurmuşta, onun dışında kalan çeşitli etnik gruplar ikinci sınıf vatandaş mı bu ülkede?
Lozan Türkiye Cumhuriyetini kuran antlaşma. Müslüman halka bir azınlık statüsü getirmiyor. (Lozan’ı eleştirenlere duyurulur.) Yani bu ülkenin Müslüman halkı, o günkü şartlar içerisinde, yani gayrimüslimlerin dışında kalan bütün insanlar
Bugün devletin sahibidir, ülkenin sahibidir. Eşittirler. (Bu sözü herkesin iyi anlaması ve gerçeği görmesi gerek)
Halk bu ülkede rahat arıyor. Zenginlik arıyor, fukaralıktan kurtulmak istiyor. Hak ve hukuk eşitliği arıyor. Hakkın ve hukukun eşitliğini sağlarız. Sağlanmayan eksik kısmı varsa bunları tamamlarız.  (Halk halen fakir. Üstelik hak ve hukuk eşitliği de kalmadı.)
Eşitliğe gelince; bu ülkede vali oluyor kişi, soruyorlar mı nereden geliyorsun, kimin oğlusun, nerelisin? Diye.
Kaymakam oluyor, soruyorlar mı? General oluyor, soruyorlar mı? Milletvekili oluyor, soruyorlar mı? Hayır. Bakan oluyor, soruyorlar mı? Başbakan oluyor, soruyorlar mı? Hayır. Kimseye sordukları yok. (Kimsenin kimseye sorduğu yok da, bunlar neyin peşindeler, anlamak mümkün değil!)
Bu olay Türk ırkından gelenlerin Kürt ırkından geliyoruz diyenleri ezdiği ve bundan dolayı bir isyana sebep olduğu bir olay değildir.  (Türk’te, Kürt’de yıllarca beraber yaşadılar, kız alıp, kız verdiler, akraba oldular. Kardeş oldular.)
Biz kardeşiz bu ülkede ve 26 etnik gruptan gelen insan vardır, bu ülkede. Eğer etnik gruplara göre Türkiye’yi parçalamaya kalkarsanız, vatandaşlık konseptik kavramını bir kenara atarsanız, eşitlik kavramını bir kenara atarsanız, o zaman Türkiye’ye yazık olur. (Şu an ki siyasilere ve bilhassa İktidar mensuplarına duyurulur.)
Evvela yapılacak iş bence, her türlü düşünceden önce kanı durdurmak lazım. (Sayın Demirel, yıl 1991, şimdi 2016 yılındayız, kan durmadığı gibi oluk oluk akmaya başladı, şehirlerimizde canlı bombalar patlıyor, sınırlarımızda her gün polisimiz, askerimiz ölüyor, terör azalmıyor, artıyor. Neden, neden, neden?)
Olayın iki safhası var. Birinci safhası cinayetlerin durdurulmasıdır. Cinayetleri haklı gördüğünüz takdirde, Türkiye’ye çok büyük kötülük yaparsınız.
Bizim söylediğimiz şey şu: Biz gerçek Demokrasiyi aslında Türkiye birliğinin muhafazası için de istiyoruz. (Nerede o gerçek Demokrasi?)  Yani bu ülkede herkes diyebilmeli ki ben bu ülkenin her tarafına gidiyorum, her tarafında istediğim işi tutuyorum, tutmuyor mu bugün. Tutuyor. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Samsun’da, Konya’da, yani ben Kürt ırkından geliyorum Kürt etnik menşeinden geliyorum diyen insan yok mu? Var. Öyle ise gelin bu meseleye böyle bakmayalım. Bu meseleye bölücü olarak bakmayalım, bütünleştirici olarak bakalım.
Bütünleştiriciliği de Türkiye de inanç farklılığı, etnik farklılığı esas almayan bir politikaya, yani inanç farklılığına ve etnik farklılığa dayanmayan bir politikaya aksine bunların tümünü kucaklayan bir politikaya bağlayalım. (Ne kadar güzel söylenmiş söz. Sülo, senin sözünü tutan yok be, yok.)
Çok üzülürüz, hepimiz üzülürüz, herkes üzülür. Gayet açık söylüyorum, gelin bunları kimse istismara kalkmasın, rey falan konusu olmasın bunlar. (Burada Erbakan, gözlerini kısmış ve öyle bir yan bakış bakıyor ki, ben sana katılmıyorum ifadesi var yüzünde sanki.) ve bunu siyasetin üstünde, dışında tutalım. (1991 den bu yana tutulmayan söz)
Buraya geldiği zaman Türkiye’nin bütünlüğü bölünmez bütünlüğü Türk halkının tümünün bütün milletin; Vanlısının da, Bitlislisinin de, Muşlusunun da, Diyarbakırlısının da, Muğlalısının da, Balıkesirlisinin de, tümünün haklarını beraberce koruyalım.
Ben, sen o diye ayırmayalım.  
BİZ KALALIM, BİZ.”
(Mustafa Kemal Atatürk’te hiçbir zaman ben, dememiş, her şeyi milletine atfetmiş, biz başardık, milletim başardı demiştir.
Akıl, fen, bilim ve ilim’in yolundan gidenler, mutlaka gerçeği görecek ve bu ülkenin refahı, huzuru için gereken tedbirleri alacaktır. Bu yoldan ayrılın ılır ise, geleceğimizin pek aydınlık olacağını zannetmiyoruz.)
Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel 11 Ekim 1991 tarihinde TRT de liderler açık oturumunda bu sözleri söylemiş.
Halen geçerliliğini koruyor ve şu anki siyasilere belki yol gösterici olur, düşüncesi ile köşeme taşımış bulunmaktayım.
(Açık oturuma katılan liderlerden Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Erdal İnönü vefat ettiler, şu an yoklar. Allah günahlarını affeder inşallah. Allah rahmet etsin.)
04.10.2016
Zekeriya Tümer

28 Mayıs 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: İnsanlar musibet ve belaları kendi elleriyle hazırlarlar.

TÜMER DİYOR Kİ:
İnsanlar musibet ve belaları kendi elleriyle hazırlarlar.
Son zamanlarda felâketlerle, felâketlerin verdiği acı ve ızdıraplarla dolu günler geçiriyoruz.
Bilinçlenmemiş toplumlar, kendi geleceklerinin planlarını yapamazlar.
Gerçekleri herkesin görebilmesi mümkün değildir.
Nedeni ise araştırma ve soruşturma yapamadıklarındandır.
Fakir olan kişiler, yoksulluklarını nasıl giderebileceklerini düşüneceklerine, Allah’a sığınarak, Allahtan yardım beklerler.
Ya da; zenginlerin kendilerine yapacakları yardımlarla geçinmeye çalışırlar.
Siyasi iktidarlar da bunu çok iyi kullanır ve fakir halka, bilhassa seçim zamanlarında yağ, şeker, kömür gibi değişik şeyler vererek kandırır ve oylarını alırlar.
Bazı kişiler, Soma’da olduğu gibi zavallı insanların sırtından milyonlar kazanıp, son derece
Lüks hayat yaşarken, zavallı işçiler yerin dibinde karalar içerisinde bir lokma ekmeğin mücadelesini verirler.
Bir kaza neticesinde de toprağın altında hayatlarını kaybederek, öbür tarafa göçüp giderler.
“Kader” denir. “Kadere karşı gelinmez, her insan kaderini yaşar” derler.
Günahkâr mıdır ki bu insanlar acı ve ızdırap içersinde bu dünyada yaşamlarını sürdürürler.
Milyonlarla oynayan insanlar Allahın sevgili kulları mıdır ki, bu dünyada müreffeh hayat yaşarlar?
İnsanlar, gerçekleri göremez ve kendi hakkını, hukukunu savunamaz ve koruyamazsa her zaman birileri tarafından suiistimal edilmeye mahkûmdurlar.
Eflatun’un dediği gibi; “Musibetler Allah’ın oku, hedef ise insandır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Dünya dar-ül meşakkattir.” Buyurarak, dünyada rahat, huzur ve gerçek saadetin olmadığını vurgulamışlardır.
MUSİBET VE BELALARIN SEBEBİ NEDİR? 


Geçmişimize şöyle bir baktığımızda toplumların hangi kötü insanların ellerinde zulümler içerisinde yaşadıklarını görürüz.
Zalimleri, firavunları, katilleri, canileri, hırsızları, vicdansızları, bozguncuları toplumlar kendi elleriyle yetiştirirler.
Toplumun duyarsızlığı, ilgisizliği, bana neciliği, görevlerini ihmal etmesi sonucu kötülükler çoğalır ve toplum çöker.
Allah hiçbir topluma ısmarlama zalim, firavun, katil, cani, vicdansız, hırsız ve bozguncu vermez. Allah 
koruyucu ve esirgeyicidir.
Musibet ve belaları insan ve toplumlar kendi elleriyle hazırlarlar.
Başlarına bu kabil insanlar geldiğinde de pişman olurlar ama iş işten geçmiştir.
Atatürk Diyor ki:
“Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.
Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık sayılamaz.
Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. 

Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. 
Bence bu millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir.
Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim.
 Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.
Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.” 
Atatürk, tam bağımsız olmayan milletlerin başkalarının kölesi olmaya mahkûm olacağını vurgulamıştır.
Bugün tam bağımsız mıyız?
Egemenlik milletin elinde midir?
Yoksa iç ve dış düşmanların baskısı altında özgürlüğümüz elimizden mi alınıyor?
Uyan be milletim, uyan. Senin önünde iki ışık var.
Birincisi, Kuranı-Kerim ve Peygamberimiz.
İkincisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ve düşünceleri…
Bunları çok iyi okumalı ve anlamalıyız.
27.05.2014

20 Mayıs 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ: "EN SON VE EN BÜYÜK RÜTBE VATANDAŞ OLMAKTIR!..."

TÜMER DİYOR Kİ:
VATANDAŞ
Mustafa Nevruz SINACI

KAYSERİ'DE
EN SON VE EN BÜYÜK RÜTBE "VATANDAŞ" OLMAKTIR!...
 Zekeriya TÜMER
İnsanlar, Devlet kademelerinde görev aldıklarında, bulundukları mevkiinin hep aynı kalacağını zannederler.
Görevler birileri tarafından verilir ve birileri tarafından da alınır.
Her ne olursan ol. Hangi görevde bulunursan bulun, her şeyin bir sonu vardır.
Başbakan olabilirsin, Cumhurbaşkanı olabilirsin, Bakan, Milletvekili, Müsteşar, General olabilirsin.
Hepsinin son bulacağı bir zaman gelir ve sen en üst rütbeye gelirsin de bu rütbenin en son ve en üst olduğunu anlayamazsın.
Çünkü şu an ki bulunduğun görev senin başını döndürmüştür.
Burada sizlere kıssadan hisse bir hikâye anlatmak istiyorum.
 Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali.
Vakti zamanında bir kasabaya Tuğgeneral rütbesinde bir paşa ziyarete gelir.
Kasabanın tek caddesinin bir köşesinden Kasabaya girer.
Paşayı gören esnaf, paşanın önünde eğilir, selam verir ve "buyurun paşam, bir çayımızı, kahvemizi için" diye ikramda bulunmak isterler.
Paşa "sağ olun" diye sohbet ederek yürümesini sürdürür.
 Memnundur Paşa herkesin önünde eğilip selam vermesine.
Yürürken sokağın ortasına oturmuş, nevalesini açmış yemeğini yiyen bir vatandaşın önüne gelir.
Yerde oturan Bektaşi hiç istifini bozmaz, ayağa kalkmaz, selam vermez.
 Buna sinirlenen paşa, hemen geri adımını atar ve adamın önünde dikilir.
Sorar Bektaşi'ye. "Be adam beni tanımadın mı, neden ayağa kalkıp selam vermiyorsun" der.
 Adamcağız şöyle kafasını kaldırır ve "siz kimsiniz" der.
Paşa, "tanımadın mı ben paşayım" der.
 Adam, olabilir, rütbeniz ne diye sorar.
Paşa, "Tuğgeneralim" diye cevap verir.
Adam devam eder, “ ee sonra ne olacaksın.”
 Paşa, sinirlenir ve ne olacağım, Tümgeneral der.
 Adam, “ee daha sonra,” der. Paşa saymaya başlar. Korgeneral, Orgeneral, olacağım der.
Bektaşi,” eee paşam, en son rütben ne olacak onu bana söyle, “der.
Paşa çıldırır, sinirlenir, “be hey adam, ne ola cam, en son emekli olup vatandaş ola cam,” der.
Bektaşi ısrarla sorar, “yani en son rütben vatandaş olman mı,” der.
 Paşa da “evet, en son emekli ola cam vatandaş ola cam,” der. Anladın mı diye de sorar.
Bektaşi hiç istifini bozmadan paşaya kafasını kaldırır ve şöyle hitap eder: "Paşa paşa, daha sen tuğgeneralsin, sonra tümgeneral, sonra korgeneral, sonra orgeneral olacaksın, en sonunda da vatandaş rütbesine geleceksin. Senin önünde o kadar çok sene var ki, vatandaş olabilmen için, ben ise daha senin yıllar sonra erişeceğin rütbedeyim, ben şu an vatandaşım, ben senden büyüğüm, ben sana değil sen bana selam vermelisin" der.
Paşa şaşırır ve “valla doğru söylüyorsun,” der, tak asker selamını verir ve uzaklaşır.
Bunu bizi yönetenlere, vatandaşa gaz sıkanlara, Halkı tekmeleyenlere, Tokat atanlara, dediğim dedik, astığım astık, benden büyük kimse yok diye böbürlenenlere atfediyorum.
Hangi görevde, hangi rütbede olursanız olun, neticede en son geleceğiniz nokta vatandaş olmaktır.
Neticede vatandaş olacaksınız, bunu unutmayın. En büyük rütbe budur.
 Bizler de devlete yıllarca hizmet ettik. Şimdi neredeyiz. Vatandaşız.
 Sizde olacaksınız.
Devletin omurgasını oluşturan kurumlarda görev yapanlar, sonunda emekli olup vatandaş olacaklarını unutmamalı.
Şu an ki görevleri vatandaşa hizmet etmektir, vatandaşa çile çektirmek, eziyet etmek değildir.
Vatandaşı korumaları ve adaletli davranmaları gerekir.
En büyük rütbe vatandaş olmaktır.
Demek ki; İlk önce en büyük rütbeye sahip olan vatandaşa selam vermek ve saygı göstermek gerek.
Yalan mı?

20.05.2014

15 Mayıs 2014 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ: "ACI DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR"

TÜMER DİYOR Kİ!..
ACI DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR
Soma'da, acıların en büyüğü yaşandı...
Eşini, çocuklarını kimseye muhtaç etmemek için, yerin 2 bin metre altında çalışarak para kazanmak isteyen Madencilerimize Allahtan Rahmet, geride bıraktıkları eşlerine, çocuklarına, anne ve babaları ile akrabalarına sabır diliyoruz.
Şehitler ölmez, vatan bölünmez, sloganı aklıma geliyor.
İçimden Madenciler ölmez, madenlerimiz yabancılara satılmaz, diye bir slogan da benim aklıma geliyor.
Kim ölmez, öldü be kardeşim, öldüler.
Dünyanın en zor mesleklerinden biri Maden’de çalışmak.
Yerin dibine iniyorsun.
 Zaten, orada çalışmaya giderken, içinde canlı canlı mezara girme hissi uyanır insanda.
Yerin altına inerken, ölümü göze alarak iniyorsun.
 Aldığın ücret peki değiyor mu, bu kadar büyük risk altında çalışmaya?
Sen Madenci kardeşim, sen o yerin dibinde canını feda ederek çalışırken, elin adamı yerin üstünde rüşvet alarak, sahtekârlık yaparak, milleti ve devleti dolandırarak milyonları götürüyor.
 Birde bunlar utanmadan kendilerini dünyanın en namuslu insanları gibi savunurlar.
Sen Madenci kardeşim, senin mekânın İnşallah cennettir. Öyle olduğunu da sanıyorum.
Sen, ölümle her an karşı karşıya mücadele ederek, alnının gerçek teri ile helal lokma yedin, yedirdin.
Sen cennetlik olmayacaksın da namussuzlukla para kazananlar mı olacak!
Üzülme sen Madenci kardeşim. Geride, sensiz yaşayacak bir eş, minik yavrular, anneni, babanı, kardeşini bıraktın. Onlar senin acın ile ölünceye kadar yanacaklar. Ama sen onlara şan ve şöhret bıraktın. Haramla kazanılan mal, mülk bırakmadın. Namuslu ve ahlaklı, faziletli bir yaşamının hatıralarını bıraktın.
Üzülme sen Madenci kardeşim. Sizlerin sayesinde 3 gün ülkede yas ilan edildi. Sizler 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını kutlayamadınız ama bizlerde sizlerin sayesinde kutlayamayacağız.
Size üzülen devletimiz, 19 Mayıs Bayramını iptal etti. Yas tutuyoruz sevgili Madencim, Yas.
Sizler toprağın altında gömülürken, o tertemiz ruhlarınızın, yerin dibinden süzülerek göğe yükseldiğini hissediyorum.
Yukardan sizler için yapılan çalışmaları ve telaşları belki gülerek, belki de ağlayarak seyrediyorsunuz.
Bizim kaderimiz buymuş, diyorsunuz.
Sen sevgili Madenci kardeşim, senin kaderin madenci olmakmış ta, seni orada çalıştıranlar, senin sırtından milyonlar kazanırken, senin hayatını çok garanti altına almamışlar gibi geliyor bana.
Şimdi madenci kardeşim, İnşallah seni çalıştıran ve senin sırtından milyonlar kazanan şirket ailene gereken tazminatı öder.
Devlet gereken yardımı yapar. Eşini, çocuklarını kimseye muhtaç etmeden yaşamaları için gereken tedbirleri alır.
Zaten, siz Madenciler, emekli olsanız bile, ömrünüz diğer işlerde çalışanlar kadar uzun olmuyor. Ciğerleriniz de vücudunuzun değişik yerlerinde hastalıklar meydana çıkıyor.
Dünyanın en tehlikeli ve en zor işini yapıyorsunuz.
Tertemiz, hak edilen bir para kazanıyorsunuz.
Üzülme sen Madenci kardeşim, üzülme.
Senin ölümüne sebep olanlar üzülsün.
Sen ölmedin, sen kalbimizde yaşayacaksın, seni hep anacağız, unutmayacağız.
Sen şehitsin.
Şehitler ölmezmiş.
Mekânınız cennet olsun Madenci kardeşlerimiz.
Allah geride bıraktıklarınıza da sabır versin.
15.05.2014

3 Mayıs 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "Türkler Ermenilerin kökünü kazımışlar, hadi canım sende!.."

TÜMER DİYOR Kİ:
Türkler Ermeni’lerin kökünü kazımışlar, hadi canım sende!
Bugünlerde gene gündemden düşmemeye başladı Ermeni Soykırımı iddiaları.
Neymiş efendim; Türkler Ermenilerin kökünü kazımışlar. Hadi canım sende.
Şu soruyu ne Devlet büyükleri ne de Televizyondaki tartışmacılar hiç sormuyorlar.
Birinci Dünya harbi başladığında, bütün Batı devletleri Osmanlı’nın soyunu kurutmak için harekete geçmediler mi?
Üstellik Osmanlı Devleti üzerinde yaşayanlar, öz be öz Türk evlatlarıydı.
Osman Bey adındaki bir zatı muhteremin kurduğu Türk Devletine Osmanlı İmparatorluğu adı verilmişti.
Bu topraklar üzerinde yaşayan nesil ise öz be öz Türk vatandaşları idi.
Türklerden intikam almak için bütün güçleriniz ile üzerimize saldırmadınız mı?
Eğer Çanakkale geçilseydi, ne olacaktı halimiz.
Türklerin soyunu kurutmayacak mı idiniz?
Harp esnasında ölüm vardır, kan vardır, gözyaşı vardır.
Adı üstünde harp ediyorsun. Galip gelenler sevinir, mağlup olanlar yerinir.
Biz Türk milleti, başka ülkelerin üzerinde savaşmadık. Kendi topraklarımızı ve kendi benliğimizi, namusumuzu, şerefimizi kurtarmak için savaştık.
Daha önceleri, bu topraklar üzerinde kardeş kardeş yaşayan Ermeni-Rum ve diğer azınlıklar, bu savaş esnasında neden birbirlerine düşman oldular.
Türkler mi istedi, bu düşmanlığı?
Hayır.
Türk yurdu düşman işgali altına girdiğinde, düşmanla birlik ve beraberlik yapanlar Ermeni ve Rumlar değil miydi?
Elbette bunların hepsini aynı kategoriye koyamazsın. Elbette hepsi bu düşmanlığı ve çirkinliği sergilemediler. Türklerle kardeş gibi yaşamanın ne zevkli olduğunu bilenler, yapmadılar. Ancak, aynı bir Abdullah Öcalan gibi birisinin ortaya çıkarak, tüm Kürt kardeşlerimizi kışkırtarak, birçoğunu kendi saflarına çektiği gibi, o dönemde de Ermeni ve Rum çeteciler, birçok kişileri yanlarına çektiler ve Düşmanla iş birliği yaparak, masum Türkleri katletmeye ve Türk yurduna hâkim olmaya çalışmadılar mı?
Bunları kim inkâr edebilir?
Elbetteki bu düşmanca davranışlar, iki toplum arasında birbirlerine karşı kin ve nefret hislerinin artmasına ve düşman bir tavır takınılmasına sebebiyet vermiştir.
Türklerin kahramanlığı ve Allaha sığınarak, ülkelerini ve yurtlarını savunmaları neticesinde kazandıkları Mustafa Kemal Önderliğindeki zaferleri, düşmanlarını korkuttu ve beraber yaşadıkları topraklar üzerinden birçoğunun göç etmesine sebebiyet verdi.
Eğer tersi olsa idi ve bizler savaşı kaybetse idik. Ermeniler işgal ettikleri topraklar üzerinde bir tek Türk bırakacaklar mı idi?
Asıl soy kırımı onlar yapacaklardı. Kıbrıs’ta bunun örneklerini görmedik mi?
208 Türk'ün yaşadığı Lefkoşe'nin Mathiati köyündeki vahşet,
Gibbons'un Ayvasıl (Ayios Vasilios) köyü katliamı, Muratağa, Sandallar ve Atlılar Katliamı.
Bir İngiliz askeri, Kıbrıs'ta Yunanlılar tarafından öldürülmüş Türklere bakarken görülüyor. (Solda)
Öldürülen Türklerin gömüldüğü toplu mezardan bir görüntü. (Altta)
Kafkaslarda Ahıska Türklerine uygulanan, Kırım Türklerine uygulanan soykırımlara ne demeli.
Daha  dün dağlık Karabağ’da Ermeni zulmü ve hocalı katliamını yapanlar, binlerce masum Azeri kardeşlerimizi kadın, çocuk demeden vahşice katledenler Ermeni’ler değil mi? (25-26 Şubat 1992)
Resim ermeni katliamı ile ilgili...
Bırakın beyler, bırakın, bu geçmişteki safsata işleri.
Buyurun gelin, beraberce kardeş kardeş yaşayalım.
Türkün soyunda asalet vardır, hoş görü vardır, insanlık vardır.
Bizler her zaman bağrımızı yabancı insanlara açmışızdır. 500 yıl kardeşçe yaşadığımızı ispatladık, gene ispatlarız.
Bu topraklar hepimize yeter.
Çalışmak istiyorsan, üretken olmak istiyorsan, Türkiye Cumhuriyeti Toprakları üzerinde bizlerle gene kardeşçe yaşayabilirsiniz.
Kaçıp giden biz değiliz.
Savaşta, kaybedenler elbette geri çekilecekler ve korkarak kaçacaklardır. Bunlar her zaman olmuştur ve olacaktır.
Türkler, bugün Yunanistan’da ezilmiyorlar mı? Balkanlarda asimile edilme çalışmaları yapılmadı mı?
Haçlı seferleri ile Türkleri ve Türk yurtlarını yok etme çabalarını sizlerin ataları göstermediler mi?
Geçmiş geçmişte kalmıştır.
Kan davası güdülerek bir yerlere varılamaz.
Bu topraklar üzerinde kimsenin soyu kırılmadı.
Savaşın özelliği öldürmektir. Güçlü olan karşısındakini ezer.
Bizleri ezmeye, yok etmeye, tarihten silmeye çalışanlar, Türk milletinin gücü karşısında kaçıp gittiler. Çünkü biz vatanımızı koruduk. Onlar ise bizi yok etmeye vatanımızı almaya geldiler.
Ataları ve kökü bu topraklarda olduğunu iddia edenler, düşmanla işbirliği yapacaklarına, topraklarını savunsalardı, düşmanla savaşsaydılar, Türk Milleti ile beraber olsalardı, Türk milletini arkadan hançerlemeselerdi, halen bu topraklarda yaşıyor olurlardı.
Diplomatlarımızı öldürmediniz mi?
Devamlı Türk Milletine düşmanca davranacaksınız, sonra da ikide bir kalkıp temcit pilavı gibi Türkler bizden özür dilesin diyeceksiniz. Özür dilemesi gereken birisi varsa o da siz Ermeni’lerdir.
Atalarımız, hata yaptı, sizlere ihanet etti, diye, Siz Türk Milletinden özür dileyin.
Geçmişi devamlı irdeleyerekten bir yerlere varamazsınız.
Bu düşmanca tutum ve davranışlarınıza devam ederseniz;
Türkün hoşgörüsünü, sabrını taşırır ve milliyetçi duygularını kabartırsınız.
Başka bir işe yaramaz bu yaptıklarınız.
Türk milleti asildir, Türk milleti sabırlıdır, Türk milleti cesurdur. Bunu unutmayın.
03.05.2014

29 Nisan 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ: "GERÇEKLER ACIDIR"., Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
GERÇEKLER ACIDIR.
Zekeriya TÜMER
Son günlerde yaşanılan olayları hepimiz Basından izliyoruz.
Türk Milletinin bazı kesimleri huzursuz, bazıları ise durumlarından memnunlar.
Huzursuz olanlar, Başbakanın ülkeyi sert bir rejime götürme çabası içersinde olduğunu sananlar.
Diğer kesim ise, Başbakanımız Müslüman bir insan, Başbakanımıza güveniyoruz,  o bizi nasıl idare ederse etsin, biz memnunuz diyenler.
MİT Yasası değişti. Herkes korkmaya başladı. Korkunun ecele faydası yoktur.
Milli İstihbarat Teşkilatı çalışanlarına büyük yetkiler verildi.
Bildiğimiz kadarıyla Jandarma’nın da İstihbarat birimi vardır. Polisinde.
Gazetelerde de İstihbarat birimleri vardır.
Birçok kurumlarda da istihbarat birimleri vardır.
Bunların görevleri bilgi toplamaktır.
MİT de öyle idi.
Şimdi, yetkileri çok daha genişledi ve Başbakanın dışında da kimseye sorumlu değiller.
Mutlaka Hükümetin ve Başbakanın bir bildiği var!
Başbakan halka hitaplarında devamlı ne diyor. (Onların inine gireceğiz. Onları oradan çıkaracağız.)  Kim bunlar? Gülen ve taraftarları.
Neden bunu söylüyor ve neden bu kadar kızgın.
 Malum.
Devleti dinlediler ve bizleri kamuoyuna ifşa ettiler diye.
Yani, toplumu rahatsız eden bilgilerin ortaya çıkarılması.
 Bu bilgilerin kamuoyuna yansıtılması.
Kimse kimseyi dinleyemez ve ifşa edemez.
Devlet ise  istediğini dinler.
Suçluları yakalamanın çok değişik yöntemleri vardır. Devlet suçluları yakalamak için her türlü yöntemi kullanır, kullanmaya da hakkı vardır.
Ancak, özel kişiler bunu yapamaz. Bilgileri ifşa edemez
Devletin içerisindeki bazı bilgiler gerçekten çok önemli ve gizlidir. Bu bilgileri herkesin bilmemesi gerekir.
Genelkurmayın kozmik odasındaki bilgilerin incelenmesinden sonra yaşanılan olaylar malum.
 Casuslar neden görev yaparlar.
 O kimsenin bilmemesi gereken bilgileri bularak, kendi lehlerine kullanmak için her türlü yolu denerler.
Bond filmlerini izleyenler bunu bilir.
Suç işlemez isen kimseden korkmana gerek yok.
Devlet bir bütündür. Devlet hepimizin devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kolay kurulmuş bir devlet değildir.
Yok olan bir ulus, ayağa kalkmış, şahlanmış, düşmanlarını topraklarından kovmuş ve Mustafa Kemal’in önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
Elbette bu devlet, tüm kurumları ile ayakta kalmalı ve kendisini korumalıdır.
Nasıl koruyacak?
İstihbaratı, askeri, polisi, jandarması, hukuku, yasaları ve de Anayasa’sı ile.
Bu koruma yapılırken de halkını ezmemeli, halkının Anayasal ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer alan hususlara dikkat etmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılmaması, yok olmaması için de gereken tedbirleri almalıdır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı son günlerde mükemmel Hukuk dersi vermeye başladı.
Demek ki, o da bir şeylerden rahatsız oldu.
Anayasa Mahkemesi önemli bir kurum.
Haksızlığa uğrayanın en son başvuracağı yer.
 Davaları en ince noktasına kadar inceleyen ve insan haklarına değer veren bir kurum.
Gerçekler ortada.
Bizleri içten ve dıştan yıkmaya çalışanların olduğunu herkes biliyor.
Türkiye’nin Dünya devletleri içersindeki konumu önemli.
Türkiye Cumhuriyeti hem Müslüman ve hem de Laik Demokratik bir hukuk devletidir.
Ülkemizde kargaşa yaratarak, ortalığı germeye kimsenin hakkı yok.
Dinler insanlara doğru yolu göstermek için gelmiştir.
Hukuk ta kaynağını Dinlerden, örf ve adetlerden alır.
Hukuk olmazsa, toplumda güven duygusu yitirilir.
Hâkimlere, Savcılara ve Mahkemelere güven duymamız gerek.
Hak ve adalet olmadığı takdirde, toplumda panik yaşanır.
Son söz: 
Toplumu parçala, böl ve yut düşüncesinde olanlara fırsat vermemeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyan herkesin, birlik ve beraberlik içerisinde yaşaması için gereken tedbirlerin alınmasında yarar görmekteyiz.
29.04.2014

24 Nisan 2014 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramını zoraki de olsa kutladık.

TÜMER DİYOR Kİ:
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramını zoraki de olsa kutladık.
Devlet erkânı Anıtkabire Atatürk’ün huzuruna çıktı ve çelengini koydu.
Sitemizde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının tarihçesi Yaşam sayfamızda yayınlandı.
Geçmişini unutan geleceğini şekillendiremez.
Osmanlı Devletinin sonunun geldiği bir dönemde, Mustafa Kemal cesareti ve zekası ile Türk Milletinin umudu oldu ve Ankara’da 23 Nisan 1920 de Hacı bayram’da kılınan namaz ve dualarla İstanbul hükümetine ve dış düşmanlarına rağmen bugünkü T.B.M.M.sini açtı.
Yokluğun ve sıkıntıların olağanüstü olduğu bir dönem.
Türk milleti Padişah saltanatını kale almadı, alanlar oldu ise de onlar da ya satılmış insanlardı ya da çaresiz olanlardı.
İstiklal savaşını, açlık, yokluk ve sefalet içerisinde analar, bacılar, dedeler, çocuklar ve yiğit Türk gençliği birlik ve beraberlik içerisinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde canlarını ortaya koyarak savaşı kazandılar ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasını sağladılar. 
Türk Milleti esaret altında yaşayan ve bunu kabul edecek bir millet değildir.
Yeri geldiğinde, önündeki tüm engelleri bir bir aşar ve İstiklal’ini kimseye kaptırmaz.
Hürriyetine ve bağımsızlığına düşkün bir millettir.
Despot ve baskıcı rejimlerden hoşlanmaz.
Hem dinine ve hem de hukuka saygılıdır.
Bunu bilen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, halkın iradesine önem vermiş ve Türk Milletine Demokrasiyi armağan etmiştir.
O dönemde ne yapılması gerekiyorsa o yapılmıştır.
Yokluğa rağmen ülke kalkınma hamlesi yapmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 de vefatından sonra, İkinci Dünya Harbi patlamış, Mussolini ve Hitler dikta rejim anlayışları ile dünyayı kan gölüne çevirmişlerdir.
İsmet İnönü bu kargaşa döneminde Cumhurbaşkanı olarak hükümetin başı idi.
İstiklal harbindeki sıkıntıları yaşamış, askerin sefalet ve perişan halini biliyordu.
Bu nedenle, ordu aç kalmasın diye tedbirler almıştır. Halk aç kalabilirdi, ancak ordu aç kalmamalı idi.
Büyük siyasi ustalığı ile de Türkiye’yi savaşa sokmadı.
İnönü istese demokrasiye geçmez ve iktidarını devam ettirebilirdi.
1946 yılında Demokrasiye geçiş adımını attı ve 1950 de de iktidarı Demokrat Partiye teslim etti.
Karşı muhalifler, gerçekleri ortaya koymadan hep İnönü dönemindeki halkın karne ile ekmek, tuz, şeker, yakıt aldıklarını dile getirerek CHP nin tekrar iktidara gelmesini hep engellediler.
Gerektiğinde dini kullandılar. Sanki CHP liler Müslüman değildi.
1960 Türk Silahlı Kuvvetlerinin Darbesi, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül 1980 Evren darbesi, 28 Şubat gizli darbesi, bizleri bugünlere getirdi.
AK Parti 2003 yılından bu yana iktidar.
CHP Türkiye’nin Demokrasiye geçtiği dönemden bu yana uzun süreli iktidar olamadı.
Ancak, CHP kökü çok derinler de olan partidir. Atatürk’ün kurduğu bu Partinin özü nedir?
Cumhuriyet Halk Partisidir. Halkın Cumhuriyetine bağlı olduğunu simgeler.
Şimdi, T.C. nin Cumhurbaşkanlığı için mücadele edilmektedir.
Geçmişte Atatürk’ü eleştiren, Laik düşünceye karşı çıkan kişiler nasıl buram buram Atatürk kokan Cumhurbaşkanlığı Köşkünde Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olmaya heves etmekteler, benim aklım ve mantığım almıyor.
Yoksa yanıldıklarını mı kabul ettiler, yanlış yolda olduklarını mı anladılar.
 Bilemiyorum. Keşke öyle olsa.
23 Nisan 2014 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 94.cü yılında
TBMM Başkanı Çiçek, Anıtkabir özel defterine şunları yazdı:
"Aziz Atatürk, İlk Başkanlığını yaptığınız Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94'üncü açılış yıl dönümünde huzurunuzda bulunmanın heyecanını yaşıyoruz. Öncülüğünüzde açılan Meclisimiz düşmanı ülkemizden kovmuş, Cumhuriyetimizi kurmuş ve milletimize onurlu bir tarih bırakmıştır. TBMM olarak bugün de ülkemizin gelişmesi, kalkınması ve bize hedef olarak gösterdiğiniz muasır medeniyet düzeyinin üzerine çıkması için çalışıyoruz. Milli mücadelemizde gösterdiğiniz büyük ruh, kalkınma idealiniz ve büyük başarılarınız bize daima ilham vermektedir. Ülkemiz hedeflerini gerçekleştirecek, daha kalkınmış ve modern bir ülke olacaktır. Milli egemenlik anlayışını güçlendirmek, daha demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir ülke haline gelebilmek temel amacımızdır. Yaptıklarınız ve milletimize bıraktıklarınız için daima minnet ve şükran duyuyor, daha büyük işler yapmak için kendimizde heyecan hissediyoruz.
Aziz ruhunuz şad olsun."
Çok güzel ifadeler edilmiş.
Atatürk’e bağlılık ve onun yolunda gitme taahhüdü verilmiş.
Başbakan ve CHP lideri, Bahçeli ve diğerleri de konuşmalarında bazı gerçeklere değindiler.
Şimdi, 1 Mayıs var önümüzde. Ortalık gerildikçe geriliyor.
Ağustosta Cumhurbaşkanlığı seçimini etkileyecek tavırlar ortaya konmaya devam edecek.
Halk gerildikçe gerilecek.
Kutuplaşmalar ve bölme hareketleri siyasi kadrolarca körüklenmemeli.
23 Nisan 1920 şartlarını unutmayın. Konuşmak değil yapmak önemli.
Bu millet istiklaline ve cumhuriyetine sahip çıkacaktır.
Türk Gençliği, Atatürk’ün Ey Türk Gençliği hitabesindeki mana ve duyguyu anlayın.
Bu ülke size emanettir.
Bizim tavsiyemiz herkesin dolduruşa gelmemesi, ülkede kargaşa yaratılmaması ve Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde muasır medeniyetler seviyesine çıkma mücadelesinin verilmesidir.
24 Nisan 2014

15 Nisan 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ; DEMOKRAT MISINIZ?...

TÜMER DİYOR Kİ;
DEMOKRAT MISINIZ?...
Her ferdin içinde bir özlem vardır. Demokrat olmak ve Demokrasi ile yönetilmek.
Özgür olmak.
Kanunlar önünde eşit muameleye tabi tutulmak.
Haklarının çiğnenmemesi ve herkes gibi insanca yaşamak.
Etrafımıza baktığımızda bir sürü Demokrat görürüz!
Bu kadar çok Demokrat varken, Demokrat aramak bizim neyimize.
Arasak da acaba bulabilecek miyiz?
Yaşanılan koşullarda ve uygulanan kanunlar içersinde Demokrat insanlara kaç kişimiz rastladı, merak ediyorum doğrusu!
Demokrat ve Demokrasi günümüzde sık sık kullanılır.
 Peki ama nedir bu terimler.
Demokrasi: Halkın kendi kendisini yönetmesi sistemine dayanan bir yönetim şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhuriyet yönetimi ile birlikte demokrasiyi benimsemiş bir hukuk devletidir.
Demokrasi de halk kendini yönetecek kişileri belli bir süre için seçer. Temsili demokrasi ile yönetilen halk, istediği zaman seçtiği yöneticiyi değiştirebilir.
Türkiye Cumhuriyeti Demokrasi ile idare edilen bir ülkedir. O halde Demokrat düşünce de olan çok vatandaşımız da olmalıdır.
‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’  Sözünden yola çıkılmış halkın egemenliği söz konusu olmuştur.
Demokrasinin iki temel ana prensibi vardır.
Eşitlik ve özgürlük.
Ne kadar eşitiz ve ne kadar özgürüz? Sizlere soruyorum.
Kanunlar, Tüzükler, Yönetmelikler en güzel şekilde yapılmak istenir.
Yapılırda!...
Peki, bunları uygulayanlar yazılanları tam uygularlar mı?
Yoksa keyfi mi davranırlar?
Keyfilik diz boyudur.
Bu insanlar şimdi söyleyin bana Demokrat mıdır?
Sorarsan, ‘Ben Demokrat bir insanım, Demokrasiden de yanayım’ diye böbürlenirler.
Eşitlik.
Hangi eşitlik?
Kimi fakir, kimi zengin. Kiminin işi var kimi işsiz ve aç.
Önümüzde seçim var.
Partiler kendi içlerinde Demokrat davranamazken, iktidara geldiklerinde Demokrat davranmalarını nasıl bekleriz!
Milletvekili adaylarını kim nasıl belirleyecek, artık bunu herkes biliyor.
Parti Başkanının dediğinden dışarı çıkılamazken, nasıl Demokrat olunur?
Demokrasinin asıl önemli özelliği ise özgürlüklerin ve azınlık haklarının güvence altına alınmış olmasıdır.
O yüzden demokrasilerde çoğunluğun azınlığa hükmetmesi gibi bir durum çok yoktur. Demokrasilerin iyi işleyebilmesinin şartı kuvvetler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmiş olmasıdır.
 Başka türlü herkesin kanun önünde eşitliği veya özgürlükler korunamayabilir.
Bence Demokrat Kime denir? 
Seçilerek, halkın Milletvekili olarak Meclise giren, ancak iş yapmayan, ülkeyi kaosa sürükleyen, kendi ve yandaşlarının menfaatlerini ön planda tutan, ülkeyi işsizliğe, yoksulluğa iten. Ülke topraklarını tek tek satan, halkın geleceğini karartan, seçimlerde bol bol vaatlerle gelip, söylediklerinin tam tersini yapan politikacıları seçimlerde sandığa gömecek gücü olan ve demokrasiyi destekleyen kişiler, bence Demokrat kişilerdir.
Siz ne diyorsunuz?
15.04.2014

9 Nisan 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: EMEKLİ MEMURLARIN KADERİ BU OLMAMALI

TÜMER DİYOR Kİ!..
EMEKLİ MEMURLARIN KADERİ BU OLMAMALI
Hayatının 30 yılını, 40 yılını devlete hizmet ederek geçiren emeklilerin kaderi bu olmamalı! 
Devletine canı gönülden hizmet eden ve emekli olan binlerce kişi maddi sıkıntı içersinde yaşamaktadır.
Nedeni ise çok basit.
Çalıştığı dönemde Rüşvet yememiş, bulunduğu mevkii kendi çıkar ve menfaati için kullanmamış, namusu ve şerefini ayaklar altına aldırmadan emekli olmuştur.
Rüşvet yemeyen, kendi çıkar ve menfaati peşinde koşmayan memurların durumlarına şöyle bir bakmak gerek.
Bilhassa büyük şehirlerde görev yapan memurlar aldıkları para ile rahat geçinebilmekte midirler?
Ev kirası veren, çocuklarını okutan memurlar, çalıştıkları dönemlerde aldıkları maaş ile hiçbir zaman mal mülk sahibi olamazlar.
Aldığı maaşının yarısına yakınını kiraya veren, çocuklarını okutan memurun tek maaş ile bir şeyler sahibi olması imkânsızdır.
Ailesinden yardım görmez ve miras kalmazsa, ne arabası olur, ne de evi, arsası.
Bu bir gerçektir.
Tüm yaşamları boyunca kıt kanaat geçinen memurlar, emekli olduklarında daha da geçim zorluğu içerisine sürüklenmişlerdir.
Hâlbuki sosyal devletlerde emekli olan memurların yaşam standartları daha da yüksek olmalıdır.
Avrupa devletlerine baktığımızda, emekli olan memurların hayat standartlarının bizlerden çok yüksek olduğunu görürüz.
Onlar emekli olduklarında aldıkları emekli maaşları ile dünyayı gezebilmekte ve yaşamlarını rahat bir şekilde idame ettirebilmekteler.
Bizim emeklimiz ise, emekli maaşı ile geçinememekte ve ek iş yapmak için çaba harcamaktadır.
Örnek o kadar çoktur ki, hangi birini burada anlatayım.
Aslına baktığımızda, emekli olan kişinin daha çok paraya ihtiyacı vardır.
Emekli olan memurun çocukları büyümüştür.
Onları evlendirmesi gerekmektedir. Ya da çocukları üniversite ye gitmektedir. Harçlık vermeli ve çocuğunu okutmalıdır.
Torunları olmuştur. Torununu sevindirmeli, hediye almalı, o’na ekonomik destek vermelidir.
Bunlara yardım etmelidir.
Etmelidir de hangi para ile?
Kendisini geçindiremeyen emekli çocuğuna nasıl yardım edecektir.
Emekliler arasında derece ve görev tazminatları arasında da büyük farklılıklar vardır.
Bugün bir Müsteşar, Genel Müdür, emekli olduğunda aldığı para ile normal memurun aldığı emekli parası arasında çok farklılıklar vardır.
Nedeni, makam göstergelerinin ve yan ödemelerinin yüksek olmasıdır. Bunlar emekli aylığına da yansımaktadır.
Derece itibari ile aynı dereceden emekli olan ile makam göstergesi yüksek olan memurlar arasında emekli aylıklarında farklılıklar doğmaktadır.
Peki, 1. Derecenin 4. Kademesinden emekli olan memura, sen üst görevler verdin de o almadı mı?
Bu adaletsizliğin ortadan kaldırılması gerek.
Derece itibari ile göstergeler tespit edilmeli, emekli olduklarında herkese aynısı uygulanmalıdır.
Emekliler geçim zorluğu içersinde yaşamaya terk edilirken, yaşamlarının daha da zorlaşması için tedbirler alınmaktadır.
Emekli ikinci bir iş bulup çalıştığında, maaşından Sosyal Hizmet Tazminatı adı altında para kesilmektedir.
Nedeni ise ikinci iş yapmasıdır.
Yahu adam geçinemiyor da ondan ikinci iş yapıyor. Çaresi var mı?
Emeklilerin maaşlarından, ilaç paraları kesilmekte, hastane giderleri alınmaktadır.
Devlet hastaneleri tıka basa doludur. Özel hastanelerin sayısı arttırıldı. Gidersin ilaç yazdırmaya özel hastaneye, hemen muayene parası alırlar.
İlaç, para, hastane para, tahliller para.
Geçim sıkıntısı çekmeyen üst düzey yöneticilerin tuzu kuru.
 Birde bulundukları görevi iyi kullanırlarsa maddi sıkıntı mı çekerler.
Namusu ile rüşvet yemeden emekli olanlar sıkıntılar içerisinde boğuşsunlar, biran önce ölüp gitsinler, kimin umurunda.
Bu işler nasıl düzelir, bu haksızlıklar nasıl ortadan kalkar, ben bilemiyorum, bir bileniniz var mı?
Devlet, emekli ve dar gelirli memurunu düşünürse mutlaka bir çare bulur.
Önemli olan düşünmesi!
Devletin kaynakları, değişik amaçla çıkar peşinde koşanların ceplerine indirilmez ise, sosyal yaşam düzeyi çok yükselebilir.
Ülkemizin kaynakları bol.
Yeter ki doğru yerde doğru amaçla kullanılsın.
Emekli de rahat eder, çalışanda.
O zaman kimse rüşvet ve çıkar peşinde koşmaz herhalde, ne dersiniz?
9 Nisan 2014

2 Nisan 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: "Kazanan tebrik edilmeli."

TÜMER DİYOR Kİ:
Kazanan tebrik edilmeli...
2014 Belediye seçimleri çok renkli mi geçti, ne dersiniz?
Renkli değil, küfürlü ve hakaret dolu sözlerle geçti diyeceksiniz!
Nasıl geçerse geçsin, sağduyulu halkımız gerekeni yaptı mı?
Yaptı…
Sandıkta aklanırım diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aklandı mı sizce?
Aklansın veya aklanmasın, karşısındaki tüm muhalif güçlere karşı tek başına bir zafere daha imza attı mı atmadı mı?
İmzasını zafer kazanarak attı.
Haklı olarak sevinecek elbet.
Bu zaferdir.
AK Partiye oy verenlerin çoğu, “Benim Başbakanım Müslüman, o’nun her yaptığı helaldir” diyerek oy vermedi mi, verdi.
17 Aralık süreci ile başlayan yolsuzluk ve hırsızlık olayları, bırakın AK Parti milletvekillerini, halk tarafından AK Parti etrafında kenetleşmeye sebep oldu mu, oldu.
Kadının birisi ne diyordu. “Başbakanım kocanı boşa desin, boşarım” demedi mi? Dedi!
İçinden de; “keşke Başbakan benim kocam olsun” diye geçirmiştir belki de.
Bu denli seveni olan, onun uğruna kocasını bile boşamak isteyen birileri varken, nasıl baş edeceksin.
Başbakan “Camide bira içildi, başı kapalı benim bacıma saldırdılar,” dedi mi, dedi.
İnternete düşen ses kayıtları, görüntüler, sahte, uydurma, montaj dedi mi, dedi.
25 Mart’ta çok önemli bir belge açıklanacak, Tayyip ülkeyi terk edecek, kaçacak, artık bu belge yayınlandığında iktidar koltuğunda oturamaz diyenlere ne oldu? Ne belge yayınlandı, ne de Başbakan koltuğunu bıraktı.
Devletin en üst merciindeki toplantı dinlenmiş, konuşmalar internet ortamına düştü, ne oldu? Yayınlayanlar ve dinleyenler vatan haini ilan edildi, Başbakan mağdur oldu, halk da üzüldü bu duruma ve verdi oyunu AK Partiye.
Politikayı iyi bileceksin ve halkın nabzına göre şerbeti vereceksin.
Senin halkın, okumaz, araştırmaz, duyduğuna inanır. Müslüman insan yalan söylemez, hile yapmaz der, ona güvenir ve itimat eder.
Başbakan, ne dedi Eskişehir miting meydanında: “Ben çocuklarıma helal lokma yedirmedim” demedi mi, dedi.
Halk bunu dil sürçmesi kabul etti ve Başbakanına sahip çıktı.
Bunca olaylara rağmen, gümbür gümbür oyları alan AK Parti ile kim güreş tutabilir?
Bu şartlar da Muhalefetin başarılı olabilmesi mümkün mü?
Mümkün değil.
Hele ki, Tiyatrocu Levent Kırca çıkarda İstanbul Belediye Başkanı olmaya karar verirse, aldığı oylar boşa gider ve düşmanı olduğu AK Partiye hizmet etmiş olur.
Büyük şehirlerde kazanabilme imkânı olmayan partiler seçimi kazanma şansı olan partiye destek verseydi, tablo değişmez miydi?
Bir türlü bunu gerçekleştiremiyorlar. 
Nedeni ise gerçekleri görememek ve benlik duygusu.
Belediye seçimlerinde en önemli faktör, halkın adayı benimsemesidir.
Belediye halka iyi hizmet götürdü ise, o aday benimsenir.
Birde Partilerin il ve ilçe Başkanlarının halkın nabzını tutabilmeleridir.
Halk ile yakın ilişkide olmayan ilçe başkanları partisine oy kaybettirir.
Bu nedenle de kazanamazsınız.
CHP neden bu fırsatı değerlendiremedi?
CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, büyük bir fırsat yakaladım sevdası ile Başbakan R.Tayyip Erdoğan’a hırsız, hırsız, hırsız diyerek yüklendi.
Bu yanlış oldu bence.
Bizim halkımız mağdurun yanında yer alır.
Başbakan, yalnız muhalefet kanadı ile de uğraşmadı.
Ucu Pensilvanya’da olan Gülen ve cemaati ile de uğraştı.
Aslında arka planda yer alan birtakım gizli güçler de rol oynamadı desek yalan olur.
Gizli güçlerle de uğraştı.
En gizli toplantının konuşmaları kamuoyuna nasıl sızdı, düşünmek gerek.
Bu işler kolay kolay gerçekleşecek olaylar değildir.
Kim ne derse desin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tek başına aldı bu oyları.
Bükemediğin bileği öpeceksin.
Tebrik etmek gerek.
İstediği başarıyı elde edemeyenler, birçok bahane üretecekler.
Oylar çalındı, ışıklar söndürüldü, vs.
Bunlar doğru da olabilir, yanlışta.
Sandığın başında muhalefet partililerin gözlemcileri yok muydu?
Her partinin sandıktaki görevlileri bu gibi olaylara nasıl göz yumdular.
Eğer oy çalarak ve hile yaparak başkasının hakkını yiyen Belediye Başkanı olursa, elbette o hak ederek Belediye Başkanı olmuş demek değildir.
İspatlanırsa, yasa önünde cezasını çekmelidir.
Bu gibi nahoş olaylar seçime gölge düşürür.
Bundan sonrası önemli!
Seçim bitti, geçim derdi başladı.
Toplum kavga istemiyor.
Artık, halkımız ne Başbakanın ağzından ve ne de muhalefet partisi başkanlarının ağzından, kötü söz çıkmasını istemiyor.
Halkı birbirine düşman etmenin kimseye faydası olmaz.
 Gerek Başbakan ve gerekse muhalefet, saldırı politikaları uygulamamalı.
Ortalığı germemeliler.
Ülkenin çok önemli sorunları var, o konulara eğilmeliler.
Ülkemizi kargaşaya, kavgaya ve bölmeye, parçalamaya, ekonomiyi zayıflatmaya yönelik davranış ve tutumlardan vazgeçmeliler.
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ondan sonra Genel seçim geliyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nden kurtulmak isterse halk, genel seçimlerde oyunu başka partiye verir.
 İstemezse vermez.
 Halkın iradesi her şeyin üstündedir.
Bugünkü yönetimden memnun olanlar oylarını İktidar partisine verdi, olmayanlar vermedi.
Çoğunluk memnun olanlardan yana.
Yapacak ve söyleyecek söz yok.
CHP. Liderinin kürsüde oy isterken söyledikleri sözler kimseyi etkilememiş demek ki!
Halk layık olduğu idare ile yönetilir.
 Twitter’in, YouTube’un kapatılması, yasakların peş peşe gelmesi, halkı memnun ediyor demek ki!
Halk bu şekilde idare edilmek istiyor. Kime ne?
Söylenecek söz kalmadı.
Tek söz yeni seçilen Belediye Başkanlarına başarılar dilemek ve vatana millete hayırlara vesile olmasını, arzu etmek.
Bizim de dileğimiz, yapılan Mahalli seçimlerin herkese hayırlı olması.
Seçilen insanların ülkenin gelişmesi  için gereken çabayı göstermesidir.
İnşallah halka iyi hizmet verirler.
Bizim temennimiz bu.
Siz ne diyorsunuz?

01.04.2014