Millet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Millet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Temmuz 2023 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: ”Büyük bir kumandan,asil bir düşman ve alîcenap bir dost şerefine,

 TÜMER DİYOR Kİ: 

Türk Güneş Uygarlığı watsap grubunda paylaşılan aşağıdaki yazıyı dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz.

Yazıyı kaleme alan Prof.Dr. İLBER  ORTAYLI’dan alıntıdır.

Sir Percy Loraine İngiltere'nin 1933-1939 Ankara Büyük Elçisi'dir.  Kahire'de Büyükelçi iken, Parise tayin olmuş, Atatürk'e olan hayranlığı nedeniyle Ankara'ya büyük elçi olmayı tercih etmiş ve Ankara'ya gelmiştir.

1936 yılında Kral 5 George ölüyor. V. George (George Frederick Ernest Albert; 3 Haziran 1865 – 20 Ocak 1936), 6 Mayıs 1910'dan 1936'daki ölümüne kadar Birleşik Krallık kralı, İngiliz İmparatorluğu dominyonlarının ve Britanya Hindistanı'nın imparatoruydu.

Yerine 8. Edward geçiyor.

1936 Aralıkta 8.Edward istifa ediyor.Yerine kardeşi 6. George (Kraliçe 2. Elizabeth’in babası)geçiyor.

Şimdi konuya girebiliriz:
Kral 6. George,Atatürk Türkiyesi’ne büyük değer veriyor.Yaklaşan 2.Dünya Savaşı’nda,Türkiye’nin mutlaka İngiltere’nin yanında yer alması için büyük gayret gösteriyor.İlişkileri sıcak tutmaya çalışıyor.Bu arada da Atatürk’e bir armağan vermek istiyor.En üst düzeyde verilen bir armağan,üstü pırlanta ve elmaslarla bezenmiş;DİZ BAĞI NİŞANI.Bunu vermeyi düşünüyorlar…

Büyükelçi Loraine’e soruyorlar.Kesinlikle karşı çıkıyor: “…Kabul etmez;yabancı bir ülkenin nişanını katiyen takmaz, kıymetli taşlarla bezenmiş pahalı hediyelere karşıdır. ‘Beni kiminle karıştırıyorsunuz?’diye tepki kor,ilişkileri bile tehlikeye atabilirsiniz..!”der.

Bunun üzerine,bir başka formül ararlar:”Oxford veya Cambridge üniversitelerinden biri acaba Atatürk’e,barış konusunda tüm dünyaya yaptığı katkılar nedeniyle bir -doktora-payesi verebilir mi?

Her iki rektör de:“…Memnuniyetle ancak;bizler bin yıllık,gelenekleri olan üniversiteleriz.Doktora diplomasını burada, üniversitede veririz,doktora cübbesini de rektörümüz burada,üniversitede giydiririz…”derler.

Loraine:”Gitmez ki..!”diye yanıt verir.

Bunun üzerine Kral:”Peki ne verelim..!”diye sordurur.

Loraine’den yanıt gecikmez:”Kitap verin;onu büyük bir keyifle alır..!”

Atatürk’ün,kendi nezdine tayin edilmiş yabancı bir büyükkelçi üzerinde bıraktığı intibaya bakar mısınız?KİTAP…

Kral,bunun üzerine büyük bir jest yapıyor;Çanakkale’de bulunmuş,iki tarihçi generalden “Gelibolu Savaşları”diye bir kitap yazmalarını,bu kitapta Mustafa Kemal’e neden ve nasıl mağlup olduklarını anlatmalarını istiyor.

Bu kitabın kapak içi şöyle:
”Büyük bir kumandan,asil bir düşman ve alîcenap bir dost şerefine,Türkiye Cumhuriyeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine,Haşmetli İngiltere Kralı Hükümeti tarafından takdim edilmiştir.”

Kitabın İngilizce ismi:
”Gallipoli Wars”yani
Gelibolu Savaşları”

Anıtkabir’de sergilenen bu kitabı mutlaka görünüz.

Daha fazla bir şeyler yazmaya,söz söylemeye gerek var mı..?

Dünya’nın önünde saygıyla eğildiği eşsiz devlet adamı, büyük komutan,dünyada özgürlük ve bağımsızlık savunucusu,örnek lider, önderimiz Atatürk’müz işte bu.

Prof.Dr.İlber ORTAYLI’dan alıntıdır.

Ben bu yazıya eklemeler yaparak devam etmek istiyorum. Tarihten bir yaprak diyelim.

Kral Edvard'ın kısa dönem içerisindeki Krallığında ilk defa yurt dışı ziyaretini Türkiye'ye yapmış ve Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmüştür.  Bu görüşmedeki ilginç olayları da burada anlatmak istedim.

[embedyt] https://www.youtube.com/watch?v=MUNPIj0v9ic[/embedyt]

İngiltere Kralı VIII. Edward'ı Dolmabahçe Sarayı Rıhtımı’nda karşılarken. (04.09.1936)

Kral Edward İstanbul’a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı’na yanaştı. Atatürk rıhtımda O’nu bekliyordu. Deniz dalgalı idi ve kralın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada Atatürk de Kral’ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk:

- Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez! Diyerek, Kral’ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.1

İngiltere Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:

Bana İngiltere Sarayı'nda verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.

Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek:

- "Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim", diyerek memnuniyetini bildirdi.

Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek:

- "Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim," dedi.

Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.2

Kaynakça:
1 Enver Behnan Şapolyo'dan alınmıştır.

2 Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, sayfa:186-189

İşte Dünya lideri olabilmek böyle bir şey.

05.07.2023



15 Ağustos 2016 Pazartesi

KİM SUÇLU!., SUÇLU KİM?., KİM SORUMLU!., SORUMLU KİM.?!., "TÜMER DİYOR Kİ" - ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ: 
KİM SUÇLU!., 
SUÇLU KİM?.,
KİM SORUMLU!., 
SORUMLU KİM.?!...
Sevgili okurlar, 
15 Temmuz 2016 tarihe kara bir leke olarak kaydedildi.
Büyük bir plan ve büyük bir organizasyon.
Olan kime oldu? Türk ordusuna ve Türk milletine.
Bu yapılan darbe girişimi, AKP Hükümetine falan yapılmadı. Eğer öyle olsa idi, siyasilerin üzerine gidilirdi. Gidilmedi ve Ordu içerisinde yapılan hareket, orduyu ikiye bölerek, başarısız olanların tutuklanmalarına ve yok edilmelerine sebebiyet verdi. Bu arada da yıllardır, taa Osmanlı döneminden gelen askeri okullar süratle kapatıldı. Ordu Komutanlarının sivillerden emir almaları kararları alındı. Netice de Türk ordusu 3.cü golü de yedi. Amerika dâhil, bütün dünya’da buna sevindi.
Sakın sevinmediler, üzüldüler demeyin. Üzülmezler. Türk ordusu zayıf olmalı ki, Ortadoğu şekillenebilsin. Adalarımız işgal edilebilsin. Sınırlarımıza terörist gruplar yerleşebilsin. İleride bir gün geldiğinde de, Türkiye bölünüp parçalanabilsin.
Bizlerde aman, Türk ordusu bir daha Darbeye falan kalkmasın, bizi iktidardan alaşağı etmesin diye, orduyu ufaltalım, siyasileri komutan yapalım, askeri okulları kapatalım, kışlaları taşıyalım, ordunun elinden silahların gücünü azaltalım, vs. kararlar almaktayız.
Eh ne diyelim, büyüklerimiz bizlerden çok daha iyi düşünürler ve bilirler mi desek mi demesek mi. Sizler ne dersiniz?
Suçlu kim? Sorumlular Kim?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihe geçecek bir itirafta bulundu. Ne dedi: “Bunlara yardımcı oldum. (Yani Fettullahçılara, paralel yapıya) Hainlerin gerçek yüzlerini ortaya dökemedim. Rabbim de Milletim de bizi affetsin.” Bu kadar basit. Rabbim’den kasıt Allah herhalde. Yani Allah’ım beni affetsin. Milletim dediği ise, hangi millet? Eğer bu milletin bazı kesimleri aklını kullansa idi, önlerindeki büyük tuzağı görürler ve cahil bir kişinin peşinden gitmezlerdi.
Tamam, Cumhurbaşkanı son derece açık yüreklilik ve cesaretle bu sözleri söyledi. Bu da kim ne derse desin erdemliktir. Yani suçlu olduğunu kabul etmektir. Bu hususta takdire şayandır denebilir.
Ancak, yapılan hata o kadar büyük ki, şahsa zarar verilmedi, koskoca bir devlete ve devletin temel yapılarına zarar verildi. Halk bunun acısını çok çekecek. Bu millet AKP yöneticilerini ve Siyasi kadrolarını nasıl affeder.
Affeder mi, affetmez mi, bilemem! Herhalde affedip affetmediği hususu da seçimlerde belli olur.
Bir gün gelir, hata yapanların hepsi de hesap verebilir, bunu da kimse unutmasın.
Eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek’te demiş ki: “Hepimizin günahı var, belki de benim vebalim yüzde 90'dır..."
Çiçek bu yapının 70 li yıllardan beri var olduğunu biliyormuş. Bile bile de feto’cuların bu noktaya gelmesine göz yumduklarını itiraf ediyor. Kendisinin % 90, bazılarının yüzde 5, bazılarının yüzde 1 suçlu olduklarını da söylemiş.
Ayrıca, Türkiye’nin siyasi, dini ve ticari açıdan kandırılmışların ülkesi olduğunu da çok iyi biliyormuş.
Helal olsun.
Her şeyi çok iyi biliyordun da, neden birilerini uyarmadın ve yetki elinde iken tedbirleri almadın. Yoksa sende mi kandırıldın, aldatıldın. Ya da sizler mi bizleri kandırdınız, aldattınız. Bunları açıklarsanız çok iyi olur.
Her şey şeffaf olursa, denetime tabi olursa, bunlar yaşanmaz da demiş. Denetim deyince aklıma geldi. Sayıştay’a ne oldu. Hiç kimseyi denetleyemiyor. Görevini yapamıyor.
Çiçek Fetullah Gülen taraftarlarının devletin içerisinden temizlendiklerini söylüyor. Ama yerine kimlerin getirileceğinin de çok önemli olduğu vurgusunu yapıyor.
 Doğru söylüyor. Yerlerine kimler gelecek. Ben söyleyeyim kimlerin getirilmesi gerektiğini.
Yıllarca devlette çalışan, hırsızlık yapmayan, rüşvet yemeyen, devletine sahip çıkan Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve yolunda giden, vatanını, bayrağını, insanını seven ve eşit davranan emekli bürokratlar var. Onları bulun ve getirin. Bir yıllığına, iki yıllığına da olsa getirin. Üstün yetenekli ve namuslu kadrolar bulunur. Yeter ki istensin. Bakın o zaman devlet nasıl dimdik ayağa kalkar. Pislikler çok çabuk temizlenir. Bütün her birimde çalışmış bu kabil insanların bulunması o kadar zor değil, arşivleri tarayın bulursunuz.
Devamla diyor ki Çiçek: Bu kişiler, liyakat esas alınarak çok iyi kontrol edilerek alınmalı.
Yoksa FETÖ gider, ÇETÖ gelir.”
Doğru, Feto gider Çeto gelir. Kuran kursları, tarikatlar, şeyhler, şıhlar, cübbeliler, cübbesizler, sakallılar, sarıklılar Demokrasi’ye sahip çıkıp, Türk Bayrakları ile gece sabaha kadar nöbet tuttular. Bu kabil vatansever insanlar var iken Feto gider Çeto gelebilir.
15 Temmuz uyduruk darbe girişiminden sonra, hükümet kanadı dâhil, muhalefet ve halk darbeye karşı olduklarını sözleri ve icraatları ile gösterdiler. Dün Fettullah Gülen ile kol kola, yan yana, yanak yanağa resim çektirenler, birlik ve beraberlik içerisinde olanlar, bugün Feto düşmanı kesildiler. Bunlara hayret etmemek mümkün mü?
Hiç merak etmeyin, Türk milletinin karakterinde bu vardır. Eğer Allah muhafaza, Darbeciler başarılı olsa idiler, inanın bu insanların çoğu şimdi Tayyip düşmanı olmuşlar ve feto’yu alkışlamaya başlarlardı. Milletimizin anlayışı ve karakteri bu, ne yapacaksın. İçimizde bu kabil yalaka ve dalkavuklar bulunmakta, atsak atamıyor, satsak satamıyoruz.
Sokaklar halkın algısını darbeye karşı pekiştirmek için Hükümet tarafından değişik afişlerle donatılmakta. Hâkimiyet Milletindir, afişleri dikkati çekmekte. Millette hangi hâkimiyet var, doğrusu çok merak ediyorum.
En önemli afişte BİZ MİLLETİZ, TÜRKİYE’Yİ DARBEYE, TERÖRE YEDİRTMEYİZ, afişi.
Helal olsun diyorum, bu millet, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirtmiyor.
Burada bir yanlışlık var gibi geliyor bana.
Tamam, darbeye karşı tankların üzerine çıkıldı, önüne yatıldı, darbeye yedirilmedi. İyi güzel de. 40 yıldır Terör devam ediyor ve terör bizi o kadar çok yedi ki, haddi hesabı yok. Binlerce şehit verdik. Sivil, asker, polis. Ekonomimiz onların yüzünden çöktü. Nasıl yedirmedik, teröre hayret ediyorum. Halen de terör belası, hem ekonomimizi çökertiyor, hem de her gün birkaç insanımızın canını alıyor. Bizler de afişlere bakarak, helal olsun bu millete, Türkiye’yi teröre yedirmiyorlar, diye seviniyoruz.
İyi güzel, darbeye ve teröre Türkiye’yi yedirmeyen bu millet, bir sürü adalarımızı Yunan İşgal etti, şimdi üzerinde oturuyor ve adalarımızdaki verimli mahsulleri yiyor, neden ses çıkarmıyor? Hadi adaları bırakalım, madenlerimizin ruhsatları yabancılara verildi, kamusal birçok yerler yabancılara satıldı. Bankalarımız, Sigorta şirketlerimiz, Fabrikalarımız, devletin temel kurumları yabancılara satıldı, çatır çatır bizim paramızı yiyorlar ve bizi sömürüyorlar, bunları yedirmek mubah mı? Bunlar Türkiye’yi sömürüyor, yiyor, bunlara ses çıkarmak yok.
Türkiye’yi darbeye, Teröre yedirmek istemeyen millet, yabancılara karşı da ülkeni böldürme, parçalatma, yedirme de seni göreyim ve alnından öpeyim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapısı ile oynanmamalı. Ağızdan çıkan söz önemli değildir, o sözün yerine getirilmesi önemlidir. Geçmişte Atatürk’e sövenler. Türk Bayrağı gönderden indirildiğinde ses çıkarmayanlar, askerlerimizin kafasına çuval geçirildiğinde susanlar, bugün milli kahraman olmaya heveslenmişlerdir. Bayrağa, vatana, milli ve manevi değerlere sahip çıkmak zorda kalınca olmamalıdır.
Bir olmamız, diri olmamız, her zaman geçerli olmalıdır.
Türk ordusunun temel yapısı ile oynanmamalıdır. İç ve dış düşmanlarımızın artmakta olduğu dönemler yaşanırken, orduyu zayıflatmak, güçsüz kılmak, moral men çökertmek, Türkiye için hiç iyi olmaz.
Biz milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz, demekle iş bitmiyor. Millet olarak Devletimizin tüm temel yapılarına sahip çıkmanın zamanı geldi de geçiyor. En önemli olan husus, milliyetçiliğimiz. Bu Türk milliyetçiliğidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ettiği milli duygu ve düşüncedir.
T.C.ler nerede, andımız nerede? Bunların kaldırılma sebepleri ne idi? Şimdi neden konmuyor?
Son söz, eğer milli birliğimizin çok çabuk toparlanması isteniliyor, iç ve dış düşmanlara karşı güçlü olunmamız isteniyor ise, çok süratle Milli Mutabakat Hükümeti kurulmalıdır. 2 Yıl sonra da erken seçime gidilmelidir. Mecliste gurubu bulunan partiler ve meclis dışındaki partilerden de üye alınarak kurulacak geniş tabanlı bir Milli Mutabakat Hükümeti, darbeyi de önler, terörü de. Kalkınmayı da sağlayabilir. Birlik ve Beraberliğimizin bütünleşmesinde de çok rol oynar.
Haydin bu ülkeyi düşünüyor iseniz, geçmişte yaptığınız hatalar nedeniyle özür dilemek yerine, geçmişten ders alarak geleceği şekillendirin.
NE MUTLU BİZE Kİ, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK GİBİ BİR ÖNDERİMİZ VAR. ZORDA KALINCA ATATÜRK’E SARILMAK DEĞİL, HER ZAMAN ONUN FİKİR VE DÜŞÜNCELERİNE DEĞER VERİP, YOLUNDA, İZİNDE YÜRÜMELİYİZ.
Zekeriya Tümer

4 Nisan 2016 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ !.. "BEN KÜRT KIZIYIM, SOYSUZLARI SEVİNDİRMEYECEĞİZ...." ULUSAL HABER & ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
BEN KÜRT KIZIYIM, SOYSUZLARI SEVİNDİRMEYECEĞİZ
Zekeriya TÜMER
Sevgili okurlar,  Mardin’in Nusaybin ilçesinde şehit düşen Jandarma Kıdemli Çavuş İbrahim Akdemir’in eşi Seval Akdemir, yiğitçe ayakta durarak soysuzlara iyi bir ders vermiştir.
Seval Akdemir, kocasını öldürenlere şöyle seslenmiş: “Benim eşim Diyarbakırlı, ben Muşluyum, Babam Kürt, ben Kürt kızıyım. Ağlamayacağım, soysuzları sevindirmeyeceğiz. Onlar kalleş, Kürtlük davası değil, onların hepsi belirsiz. Ben eşime gitme dedim ama o olmaz dedi. Bu vatan aşkıdır, bu sevda başkadır, dedi. Orada benim gibileri yok mu Sevda, dedi. Eğer alnımızda yazılmışsa yaşayacaksınız, kaderimizi değiştiremezsin, dedi. Kurban olayım İbrahim’im. Ben seni çok sevdim. Emanetlerin başım gözüm üstüne. Ağlamayacağız, sevindirmeyeceğim onları. Allah bir daha onlara fırsat vermesin. Yıksınlar artık, yıkın, orada sivil halk yok, sivil halk orada kalır mı” diyerek,” Nusaybin’in yerle bir edilmesini de istemiş.
Seval’in içten haykırışı, tüm eşlerini kaybeden  kadınlarımızın yürekten haykırışı…
VATANA İHANET EDENLER MUTLAKA CEZALANDIRILMALI
Cumhuriyet rejimini yıkmak, ya da rejimin temel değerlerini ortadan kaldırmak amaçlı yapılan her eylem vatan hainliğidir. Mustafa Kemal Atatürk döneminde bu eylemler vatan hainliğiyle eşdeğer tutulmuş ve bu suç en ağır ceza olan idam cezasıyla karşılık bulmuştur. Hıyanet-i Vataniye Kanunu bu bilgiler ışığında çıkarılmıştır.
12 Nisan 1991 tarihinde çıkarılan 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile Mustafa Kemal döneminin ve cumhuriyetin ilk kanunlarından olan Hıyanet-i Vataniye Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Kaldırılmış ancak yerine ikinci bir Vatana İhanet Kanunu’nu çıkarılmamıştır.
Derhal Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun içeriğinde belirtilen hususlar yeniden gündeme getirilmeli ve aynısı yeniden çıkarılmalıdır.
Hükümete, doğuda görev yapan kamu görevlilerine, Belediye Başkanlarına sormak gerek.
Tonlarca bombalar nereden geldi. Bunların gelmesine ve yollara, evlere yerleştirilmesine göz yumanlar kimler? Asıl hain ve vatan haini bu bombaların ülkenin içlerine sokulmasına, belirli yerlere yerleştirilmesine göz yumanlar değil midir?
Türk kızının, Kürt kızının eşlerinin ölmesine, çocuklarının yetim kalmasına sebebiyet verenler, vatan haini değil midir?
Laik, Demokratik, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak, rejimi değiştirmek, temel kuralları yerle bir etmek için çaba harcayanlar vatana ihanet etmiyorlar mı?
Çocukların ırzına geçen, kadınlara tacizlerde bulunan, Din adamı geçinen kişileri bir de korumaya çalışıyorsunuz, Müslüman olan bunları yapar mı? Bu Namussuz, şerefsiz insanlar korunur mu? Bunları savunanlar, siz hiç utanmıyor musunuz?
Reza Zarrab’ın 19 Mart’ta Amerika’da tutuklanması, Türkiye’de bazı kesimlerde panik yarattı.
Nedeni ise belli. Reza bey, bülbül gibi öterse, birçok pislikleri ortaya çıkaracaktır. Türkiye’de kimlerle işbirliği yaptığının açıklanması, elbette çok kişinin başını ağrıtacaktır.
Amerika Türkiye’deki idare ile oynamak mı istiyor acaba?
Amerika her halükarda Türkiye’ye istediğini yaptıracaktır. Kim ne derse desin, Türkiye’deki Siyasi kadrolar üzerinde Amerika’nın büyük etkisi ve baskısı olduğu bilinmektedir.
Önümüzdeki günlerde Reza Zarrab’ın kaderi belli olurken, Türkiye Cumhuriyet’in de görev yapan bazı kişilerin  kaderi  de belli olacaktır. 
Son söz:
Mustafa Kemal Atatürk, “Biz ne bolşeviğiz, ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız.” Demiş ve dine olan saygısını belli etmiştir.
Gelecek nesil için de şunları önermiştir. “Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden en evvel; TÜRKİYE’NİN İSTİKLALİNE, kendi benliğine, MİLLİ ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.”
Öğretebildik mi?
Anneler, babalar, bugüne kadar öğretmedi iseniz, hemen, bugünden itibaren Mustafa Kemal’in sözünü yerine getirmeye çalışın. Yoksa ileride çok pişman olursunuz.
Mustafa Kemal Atatürk; “Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aleti olarak kullanılamaz.” Demesine rağmen, bugün din de mezhep de siyaset aleti olarak o kadar güzel kullanılmaktadır ki, netice de okullar da tarikatlar, şeyhler okutulmaya başlar ise şaşırmamak gerek.
En büyük düşman yanı başımızda durmaktadır. Gerçek, din adamlarına Mustafa Kemal Atatürk’ün saygısı çok büyüktü. Bugün ise Laik’liği ve Cumhuriyeti ortadan kaldırarak, Atatürk’ün fikirlerini ve verdiği mücadeleleri tarihten silmeye çalışan bir grup elinden geleni yapmaktadır.
KADINLARIMIZ LAİK VE DEMOKRATİK CUMHURİYETİN EN ÖNEMLİLERİDİR.
Kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı 1934 de verilmiştir. Fransa 1944 de Japonya 1945 de, İtalya 1946 da, Çin 1947 de, İsviçre 1971 de ve Suudi Arabistan 2015 de vermiştir.
Türk kadınları, Atatürk’ün kıymetini halen anlayamadı iseniz, sizlere yuh olsun deriz. Mutlaka erkeğin kölesi mi olmak istiyorsunuz?
Sizlere seçme ve seçilme hakkını vererek, okumanızı, mevki sahibi olmanızı, ekonomiye katkıda bulunmanızı, işe girerek maaş alarak bağımsızlığınızı, onurunuzu kazanmanızı sağlayan Mustafa Kemal’in yolundan ayrılmanız, sizleri karanlığa gömer, bunu unutmayın.
Son pişmanlık fayda vermez. Laik ve Demokrat Cumhuriyete sahip çıkmanın zamanı gelmedi mi?
Türk milleti artık gaflet uykusundan uyanmalı ve ülkesine sahip çıkmalıdır.
Yeni hazırlanan Anayasa hareketinden ve Başkanlık sevdasından vaz geçilmeli, milleti bölmek değil, birleştirmenin yolları aranmalıdır.
Zekeriya Tümer
04.04.2016