4 Ekim 2016 Salı

"MİLLETİ GERMEYİN-ÜLKEYİ BÖLMEYİN" - TÜMER DİYOR Kİ!.. ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
MİLLETİ GERMEYİN
ÜLKEYİ BÖLMEYİN
Zekeriya TÜMER
Sevgili okurlar, Türkiye’de gündemi değiştirmek için, sağ olsun siyasi kadrolarımız ve bilhassa bizi yönetmeye çalışanlar, her an yeni bir hamle yaparak, olayı başka mecralara sürüklüyorlar ve geçmişi unutturmaya çalışıyorlar.
2. bir darbe geliyor dendi ve herkesin yüreği hopladı. Lozan’da burnumuzun dibindeki adaları kaybettik, bize başarı diye yutturuldu, dendi, ortalık karıştı. Daha yeni, yepyeni 17 adayı Yunanistan işgal etti, ses çıkmadı, Lozan tartışılmaya açıldı.
2. Darbe korkusu ile, Metro girişlerine 15 Temmuz’da ölenlerin resimleri asıldı, halka geçmişi unutmama algısı yaratılmaya çalışılmakta.
Kadıköy meydanında İstanbul Belediyesi tarafından Çanakkale ile ilgili minik bir sergi açıldı, milli şuur ayakta tutulmaya çalışılmakta.
Feto terör örgütünün , PKK örgütünden daha büyük ve planlı, düzenli olduğu ortaya çıkarılmakta, kıyımlar devam etmekte.
Feto bastırılırken, başka şeyhler, şıhlar, cübbeliler, cübbesizler çoğalmakta, her kafadan bir ses çıkarak, halkın saf ve temiz dini duyguları istismar edilmekte.
Bir taraftan laik, demokrat Türkiye Cumhuriyeti övülürken, gizli gizli de bu sistemden uzaklaşabilmek için Osmanlıcılık oynanmakta.
Şu bir gerçek ki; bunca Feto yanlısı diye görevden alınanlar ve hapishanelere tıkılanlar, kapatılan okulların öğrencileri ve aileleri, mutlaka örgütleşecekler, örgütlenmelerine birileri yardım edecek ve neticede bunlar da sokağa döküleceklerdir. Bu konuda elbette Hükümetin uyanık olması ve gereken tedbiri alması gerek. Henüz tehlike geçmiş değil ve giderek büyüyebilir.
 Size geçmişten bir anıyı hatırlatmak istiyorum. Yıl 1991. Seçime az kaldı. O zamanın liderleri TRT de açık oturumdalar. Hepsi bu ülkenin kaderinde rol oynamış kişiler.  Ecevit, Demirel, Yılmaz, Erdal İnönü ve Doğu Perinçek.
Ekonomi dâhil birçok konularda görüşler halka sunuluyor. Konu Etnik köken ve inanç farklılığı üzerine geliyor.
İktidardan  6 kere gidip 7 kere geri gelen, duayen siyasetçi ve liderlik vasfı yüksek DYP başkanı Süleyman Demirel’in açık oturumda etnik köken ve inanç farklılığı üzerine yaptığı konuşmayı aynen buraya aktarmak istiyorum.
 Nedeni ise, sözlerin bu gün de halen geçerliliğini koruması ve belki birilerine yol gösterici olabilir düşüncesi ile aynen yazıyorum.
Demirel konuşurken, bütün liderler pür dikkat onu izliyorlar.
Demirel şöyle diyor:
“Olaya parti olarak bakmak fevkalade yanlıştır. Olay Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğünün olayıdır. (Anarşi’den ve PKK nın yaptığı saldırılardan ve çözüm konusundan bahsediyor.) Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğüne ters düşerek bir çözüm söz konusu olamaz.
(Biliyorsunuz, bir çözüm süreci başlatıldı AKP hükümeti tarafından, neticede, asfaltların altlarına patlayıcılar yerleştirildi, teröristler şehirlere yerleşti. Akil adamlar fos çıktı, memleket daha beter kan gölüne döndü.)
Türkiye Cumhuriyetini Türk ırkından gelenler kurmuşta, onun dışında kalan çeşitli etnik gruplar ikinci sınıf vatandaş mı bu ülkede?
Lozan Türkiye Cumhuriyetini kuran antlaşma. Müslüman halka bir azınlık statüsü getirmiyor. (Lozan’ı eleştirenlere duyurulur.) Yani bu ülkenin Müslüman halkı, o günkü şartlar içerisinde, yani gayrimüslimlerin dışında kalan bütün insanlar
Bugün devletin sahibidir, ülkenin sahibidir. Eşittirler. (Bu sözü herkesin iyi anlaması ve gerçeği görmesi gerek)
Halk bu ülkede rahat arıyor. Zenginlik arıyor, fukaralıktan kurtulmak istiyor. Hak ve hukuk eşitliği arıyor. Hakkın ve hukukun eşitliğini sağlarız. Sağlanmayan eksik kısmı varsa bunları tamamlarız.  (Halk halen fakir. Üstelik hak ve hukuk eşitliği de kalmadı.)
Eşitliğe gelince; bu ülkede vali oluyor kişi, soruyorlar mı nereden geliyorsun, kimin oğlusun, nerelisin? Diye.
Kaymakam oluyor, soruyorlar mı? General oluyor, soruyorlar mı? Milletvekili oluyor, soruyorlar mı? Hayır. Bakan oluyor, soruyorlar mı? Başbakan oluyor, soruyorlar mı? Hayır. Kimseye sordukları yok. (Kimsenin kimseye sorduğu yok da, bunlar neyin peşindeler, anlamak mümkün değil!)
Bu olay Türk ırkından gelenlerin Kürt ırkından geliyoruz diyenleri ezdiği ve bundan dolayı bir isyana sebep olduğu bir olay değildir.  (Türk’te, Kürt’de yıllarca beraber yaşadılar, kız alıp, kız verdiler, akraba oldular. Kardeş oldular.)
Biz kardeşiz bu ülkede ve 26 etnik gruptan gelen insan vardır, bu ülkede. Eğer etnik gruplara göre Türkiye’yi parçalamaya kalkarsanız, vatandaşlık konseptik kavramını bir kenara atarsanız, eşitlik kavramını bir kenara atarsanız, o zaman Türkiye’ye yazık olur. (Şu an ki siyasilere ve bilhassa İktidar mensuplarına duyurulur.)
Evvela yapılacak iş bence, her türlü düşünceden önce kanı durdurmak lazım. (Sayın Demirel, yıl 1991, şimdi 2016 yılındayız, kan durmadığı gibi oluk oluk akmaya başladı, şehirlerimizde canlı bombalar patlıyor, sınırlarımızda her gün polisimiz, askerimiz ölüyor, terör azalmıyor, artıyor. Neden, neden, neden?)
Olayın iki safhası var. Birinci safhası cinayetlerin durdurulmasıdır. Cinayetleri haklı gördüğünüz takdirde, Türkiye’ye çok büyük kötülük yaparsınız.
Bizim söylediğimiz şey şu: Biz gerçek Demokrasiyi aslında Türkiye birliğinin muhafazası için de istiyoruz. (Nerede o gerçek Demokrasi?)  Yani bu ülkede herkes diyebilmeli ki ben bu ülkenin her tarafına gidiyorum, her tarafında istediğim işi tutuyorum, tutmuyor mu bugün. Tutuyor. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da, Samsun’da, Konya’da, yani ben Kürt ırkından geliyorum Kürt etnik menşeinden geliyorum diyen insan yok mu? Var. Öyle ise gelin bu meseleye böyle bakmayalım. Bu meseleye bölücü olarak bakmayalım, bütünleştirici olarak bakalım.
Bütünleştiriciliği de Türkiye de inanç farklılığı, etnik farklılığı esas almayan bir politikaya, yani inanç farklılığına ve etnik farklılığa dayanmayan bir politikaya aksine bunların tümünü kucaklayan bir politikaya bağlayalım. (Ne kadar güzel söylenmiş söz. Sülo, senin sözünü tutan yok be, yok.)
Çok üzülürüz, hepimiz üzülürüz, herkes üzülür. Gayet açık söylüyorum, gelin bunları kimse istismara kalkmasın, rey falan konusu olmasın bunlar. (Burada Erbakan, gözlerini kısmış ve öyle bir yan bakış bakıyor ki, ben sana katılmıyorum ifadesi var yüzünde sanki.) ve bunu siyasetin üstünde, dışında tutalım. (1991 den bu yana tutulmayan söz)
Buraya geldiği zaman Türkiye’nin bütünlüğü bölünmez bütünlüğü Türk halkının tümünün bütün milletin; Vanlısının da, Bitlislisinin de, Muşlusunun da, Diyarbakırlısının da, Muğlalısının da, Balıkesirlisinin de, tümünün haklarını beraberce koruyalım.
Ben, sen o diye ayırmayalım.  
BİZ KALALIM, BİZ.”
(Mustafa Kemal Atatürk’te hiçbir zaman ben, dememiş, her şeyi milletine atfetmiş, biz başardık, milletim başardı demiştir.
Akıl, fen, bilim ve ilim’in yolundan gidenler, mutlaka gerçeği görecek ve bu ülkenin refahı, huzuru için gereken tedbirleri alacaktır. Bu yoldan ayrılın ılır ise, geleceğimizin pek aydınlık olacağını zannetmiyoruz.)
Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel 11 Ekim 1991 tarihinde TRT de liderler açık oturumunda bu sözleri söylemiş.
Halen geçerliliğini koruyor ve şu anki siyasilere belki yol gösterici olur, düşüncesi ile köşeme taşımış bulunmaktayım.
(Açık oturuma katılan liderlerden Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Erdal İnönü vefat ettiler, şu an yoklar. Allah günahlarını affeder inşallah. Allah rahmet etsin.)
04.10.2016
Zekeriya Tümer

5 Eylül 2016 Pazartesi

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?.. "Zekeriya TÜMER" - TÜMER DİYOR Kİ!...

TÜMER DİYOR Kİ!...
TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?
Zekeriya TÜMER
Yıllardır gelen ve giden Hükümetlerin sayesinde, bu günlere geldik.
Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız düşüncesi çok gerilerde kaldı ve biz ilerleyeceğimize, gerilemeye başladık.
Elbette gelişen teknoloji sayesinde, bazı metrolar, köprüler, hava alanları yapılmakta. Ancak, fabrikaların bacaları da tütmemeye başladı.
İlme ve akla önem veren dinimize paralel Mustafa Kemal Atatürk'te ilim ve akıla önem vermiştir.
Anlayamadığımız bir şey var. İlim adamları, okumuş insanlar Fethullah Gülen’in peşinden nasıl gittiler.
Sadece onlar mı? Sanatçılarımız, siyasilerimiz, Müsteşarlar, Generaller. Polisimiz, askerimiz, öğretmenimiz, memurumuz.
Bu Feto’da sihirli bir değnek mi vardı ki, bu okumuş zevat, ilkokulu bile zorla bitirmiş, (ancak inkar edilmez, kendini de yetiştirmiş) bu zatın peşinden nasıl ayrılmadılar.
Anlamak mümkün değil!
İş adamlarımız devletten ihaleler alarak para kazanırken, kazandıkları paraları Feto’nun gösterdiği yerlere aktarmışlar.
2003 den bu yana iktidar olan A.K.P’nin içinde bulunan siyasi kadro, iktidarın nimetlerini kimlere yedirdi?
Paralelci dedikleri Feto terör örgütünü beslemedi mi?
Besledi.
Uyduruk darbe girişiminden sonra, 3.cü kez çökertilen ordumuzun yanında, binlerce yargı üyesi, polis, asker, öğretmen ve memurlar açığa alındı. Bunların hepsi acaba suçlu mu? Bunlar da kandırılmış olamazlar mı?
PKK’lılardan ve diğer dini kuruluşlardan devlet kademelerinde olanların da tespit edilerek temizlenmesi gerekmez mi?
Bu ülkenin gerçek ve asıl savunucuları Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda ve izinde gidenlerdir. Bizler de devlet memurluğu yaptık. Kimseyi ayırmadık. Herkese eşit muamele yaptık. Devletimiz zarara girmesin diye özverili çalıştık. Hakkımız yendi, ses çıkarmadık. Yeter ki devletimiz ayakta kalsın, onun kasasından para çalınmasın diye çaba harcadık.
Mustafa Kemal Atatürk'ü bütün dünya taktir eder iken, içimizdeki hainler anlamamakta ısrar ediyorlar.
Atatürkçü kişiler devlet kademelerinde belli görevlerde bulunmazlar ise, kusura bakmayın ama bu ülke başka düşüncede olanların ellerine geçecektir.
Laik, Demokrat, Türkiye Cumhuriyeti çok değerlerini yitirecektir. Yitirmeye de başladı bile.
Çağdaşlaşma yolunda ilerlememiz gerekirken, bayan polislerimize türban takıldı. Dindar olan bu bayan polislerimiz, erkek bir suçluyu nasıl yakalayacaklar?
Türbanlı bir doktor, erkek bir hastayı nasıl muayene edecek?
Türbanlı bir devlet memurunun karşısına türbansız birisi geldiğinde davranışı nasıl olacak? İçinden bu kişi Allahsız, günahkar, ben bunun işini yapmayayım diye düşünür ise ne olacak?
Uyduruk darbe hareketinden sonra herkes Demokrasi’ye sahip çıktı, bayrak asılmayan yerlere bayraklar asıldı, milli değerlerimizin artması için hazırlanan afişler yollara asıldı.
İyi güzel de oldu.
Peki, sonuç ne?
Bunların arkasından devletin laik düşünceden uzaklaşarak, din devleti olması yoluna gidildiği gibi bir izlenimler artmaya başlamadı mı?
Yargı mensuplarının AK Saray’da ağırlanması. Açılışın orada yapılması, yargının da benim emrimde olduğu mesajının verilmesi çağrısı yapmadı mı?
Millet bunu böyle anladı.
İyi de, bizler adalete nasıl sığınacağız? Nasıl güveneceğiz?
Ya bu Hakimler, Savcılar, biz onların safında değiliz diye, Atatürk hayranıyız diye bizleri suçlar ve cezalandırırlarsa, bu haksızlık olmaz mı?
Ordumuz, Polisimiz, Yargımız başta olmak üzere, tüm devlet kurumlarımızda çalışanlar Demokrat görüş içerisinde olmalı Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmalı ve karşısına gelen vatandaşın hangi dine, hangi görüşe, hangi ırka mensup olduğuna bakmadan, adil davranmalıdır.
Söylenen sözler ile uygulanan icraatlar arasında farklılıklar olmamalı.
Kimse kimseyi kolay kolay kandıramaz. Menfaat var ise kandırmak ve kandırılmak kolay olur. Demek ki, Feto tarafından kandırılanlar, hep menfaati olan kişilerdi. Geçmişte ki siyasi partiler de, oy alabilmek için aynı şeyi yapmadılar mı?
Şimdi Fethullah Gülen Türkiye’ye getirilse, hakimin karşısına çıkarılsa, sorulan sorulara şöyle cevap verse, ne olur?
Efendim, filanca kişi bana geldi, önümde eğildi, falanca kişinin şu mevkie gelmesi uygundur. Ona yardım edelim dedi, ben de ilgiliye söyledim, yaptırdım, derse ve bu çoğalarak devam ederse, ne olur acaba?
Yer yerinden oynamaz mı?
Feto Türkiye’ye getirilemez ve gelmesi de istenmez.
Türk milleti gerçekleri bir gün gelecek görecek. 
Görecekte , inşallah pişman olduğu zamanda görmez.
Şu an boşalan kadrolara hangi görüş ve düşüncede olan kişiler atanıyor, biliyor muyuz?
Bazıları gazetelere yansıyor. Zamanında Atatürk düşmanı olan ve Anayasa’dan Türklük kelimesinin bile kalkmasını isteyen, Atatürk'e ve Laik düşünceye düşman olan kişilerin atandıkları yazıyor. Böyle kişilerin yarın alacakları kararlar devlete zarar vermez mi? Kısa bir süre önce Darbe girişimi nedeniyle bunları yaşamadık mı?
Son Söz:
Ey millet Türkiye Cumhuriyetinin laik ve Demokrat olarak devam edebilmesi, çağdaş bir ülke olabilmesinin tek yolu var. O yol da Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur.
Bunu asla unutmayın.
05.09.2016
Zekeriya Tümer
Ulusalhaber1881@gmail.com
***
“YORUM YERİNE KAİM OLMAK ÜZERE” ADMİN
FETÖ’cülük zehrinin panzehri Atatürkçülüktür!..
UĞUR DÜNDAR
FETÖ'cü hainlerin 15 Temmuz'daki darbe girişiminden sonra başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım olmak üzere AKP önde gelenlerinin sık sık Atatürk'ten söz etmeleri üzerine, gerek kripto FETÖ'cüler, gerekse toplumdaki kutuplaşmadan kişisel rant devşirme peşinde koşanlar,Atatürk'le ilgili yalan ve iftiralara tekrar sarıldılar.
Bunun üzerine genellikle 15 maddede toplanan bu yalanlara Atatürk'ü en iyi anlatan değerli tarihçi Sinan Meydan'ın verdiği cevapları, bir kez daha yayınlamanın tam zamanıdır diye düşündüm.
İŞTE SORU KILIFINA SOKULMUŞ YALANLAR VE CEVAPLARI:
SORU 1: MÜSLÜMANSAN HİLAFETİ NEDEN KALDIRDIN?
Cevap: Kuran'da dini/siyasi yetkilere sahip bir lider anlamında halifelik yoktur.Kendini “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören sultanlara/padişahlara dinsel meşruiyet kazandıran uydurma bir kurum olduğu için kaldırdım halifeliği… Böylece Muaviye'nin, İslamın özüne aykırı olarak yarattığı sultan/halife ŞİRK DÜZENİ'ne son verdim. Ayrıca halifeliği hiçbir işe yaramadığı için kaldırdım desem de yeridir.
Bakın, I. Dünya Savaşı'nda Müslüman Arapların Osmanlı'ya karşı İngilizlerle birlikte hareket etmesini engelledi mi halifelik? Hayır! En önemlisi de İngiliz emperyalizmi Halife/Padişah Vahdettin'e her istediğini yaptırmadı mı? Bu arada Osmanlı'yı parçalayan idam fermanı Sevr Antlaşması'nda İngilizler ısrarla halifenin/halifeliğin varlığını korumasını istemişlerdir. Halifeliği kaldıracağım günlerde de İngilizler Hint Müslümanı kılığında iki casuslarını (Emir Ali ve Ağa Han) devreye sokarak halifeliğin kaldırılmaması için çaba harcamıştır.
SORU 2: 1932'DE EZANI NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Ezanı yasaklamadım. Ezanları gürül gürül, üstelik halkın anlayacağı dilde Türkçe okuttum. İnan, Allah Türkçe de bilir! Böylece güzel dilimiz Türkçeyi en yükseğe, minarelere çıkardım. Ezanları yasaklayacak olan işgalci Yunanlardı. Onları bu topraklardan ben kovdum. Böylece ezanların susmasını engelledim.
SORU 3: AYASOFYA'YI NEDEN KAPATTIN?
Cevap: Ayasofya 1000 yıldan fazla kilise 500 yıl kadar cami olarak kullanılmış dünyanın en eski mabetlerinden biridir. İki büyük tek tanrılı/ilahi din; Hristiyanlık ve İslamiyet için kutsal olan bu tarihi mabedi, İNSANLIĞIN ORTAK KÜLTÜR MİRASI olarak gördüğüm için KORUMAK ve gelecek kuşaklara aktarmak istedim. Bir tarihi yapının en iyi şekilde KORUNMASI ve SERGİLENMESİ için o yapının müze olması gerektiğine inanırım. Bu nedenle Ayasofya'yı müze yaptım. Bu arada Fatih'in Ayasofya Vakfiyesi diye bir şey yoktur. Bu konudaki iddia uydurmadır. Ayrıca Ayasofya'nın bulunduğu bölgede çok sayıda büyük cami vardır. “Ayasofya'da namaz kılanlar daha çok sevap kazanır!” diye bir İslami kural da olmadığına göre, yaptığım hem DİNE hem İNSANLIĞA uygundur.
SORU 4: KUR'AN HARFLERİNİ NEDEN YASAKLADIN?
Cevap: Kur'an harflerini değil Arap harflerini kaldırdım. Kur'an önce/ilk Araplara indirildiği için, Kuran'da ifade edildiği gibi anlaşılsın diye Arapçadır. Allah katında hiçbir harf sistemi kutsal değildir. Arap harfleri de kutsal değildir. Arap harflerini okuma, yazmayı güçleştirdiği için kaldırdım. Ben Harf Devrimi'ni yaptığımda Türkiye'de Arap harfleriyle okuma yazma bilenlerin oranı, erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4'tü. Arap harfleri Türkçeye uygun değildir. 1928'de Harf Devrimi'nden sonra yeni Türk harfleri ile halkımız kısa sürede okur-yazar oldu. 1935'te okuma yazma oranı toplamda yüzde 23'e ulaştı.
SORU 5: TATİLİ NEDEN CUMADAN PAZARA ALDIN?
Cevap: Gelişmiş ülkelerle, özellikle Avrupa ile siyasi, ticari, ekonomik ilişkileri güçlendirmek istedim. Böylece Müslüman Türkiye'nin her bakımdan Avrupa ileyarışır duruma gelmesini amaçladım. Bunun için tatili cumadan pazara aldım.Ölçüleri ve takvimi de bu nedenle değiştirdim. Mesela tüm uygar dünyada pazar günleri tatildir… Batı'da eskiden cumartesi günleri de yarım gün çalışılırdı. Bizde nasıl? Perşembe yarım gün, cuma tatil. Dış dünyayla ilişkide bulunulabilecek tam üç gün kalıyor. Ne yapılabilir bu kısa sürede. Ben makul ve akla uygun olanı tercih ettim. Bu değişikliğin geçmişin izlerini silmekle ilgisi yok. Tamamen pratik ihtiyaca uygun olarak yaptım. Aynı şeyi Ruslar ve Çinliler de yaptı.
SORU 6: BİR BEZ PARÇASI (ŞAPKA) İÇİN ALİMLERİ ASTIN?
Cevap: Şapka Devrimi için tek bir “alim” asmadık. İskilipli Atıf, şapka takmadığı için veya Şapka Devrimi'ne karşı (üstelik bu devrimden önce) kitap yazdığı için değil Kurtuluş Savaşı yıllarında başkanı olduğu cemiyet “ihanet bildirileri” yayınladığı için ve dini istismar ederek halkı kin ve düşmanlığa yönelttiği için o zamanki yasalara göre “vatana ihanet” suçundan asıldı.
SORU 7: FİLİSTİN'DE NEDEN İHANET ETTİN?
Cevap: I. Dünya Savaşı'nda Alman komutanların, özellikle Filistin'de Alman Liman von Sanders'in başarısızlığı sonunda tüm ordularımız dağılmışken, bizim üç katımız büyüklüğündeki ve bazı Arap aşiretlerince destekli, üstelik büyük bir hava gücüne sahip İngiliz Ordusu'nun önünden Türk Ordusu'nu başarıyla geri çektim. Halep'te sokak savaşları verdim. Bunun ayrıntılarını 1926'da Falih Rıfkı'ya anlattım. Son olarak Ekim 1918'de İngilizlere karşı Katma Muharebesi'ni kazandım. Halep'in kuzeyinde Türk süngüleriyle adeta doğal bir sınır çizdim. Yıldırım Orduları günlerimde (ki bu on gündür) Adana, Urfa, Maraş, Antep'te direniş yuvaları kurdum. Bu çalışmalarım Kasım 1918'in ilk günlerine denk gelir.
SORU 8: AZERBAYCAN'I NEDEN RUSLARA SATTIN?
Cevap: Mondros'un 11. maddesi gereğince Türk Ordusu 1918'de Azerbaycan'ı boşaltmak mecburiyetinde kaldı. Ben Nahçıvan'a yönelik Ermeni saldırılarını şiddetle protesto ettim. Hatta Nahçıvan savunması için gizlice bölgeye subaylar gönderdim. Hatta Ruslar ile anlaşma yapmaya gönderdiğim Yusuf Kemal Bey'e “Nahçıvan Türk kapısıdır. Bu hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız” emrini verdim.Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Azerbaycan'la dostça ilişkiler kurdum. 18 Kasım 1921'de yapılan büyük bir merasimle Azerbaycan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Bayrağı'nı bizzat ben Ankara Cebeci'deki temsilcilik binasına çektim. Bu sırada yaptığım konuşmada Azerbaycan ve Türkiye halkının “kardeş” olduğunu belirttim. “Kardeş Azerbaycan” Kurtuluş Savaşı'nda Başkan Nerimanov eliyle bize maddi yardımda da bulundu. Azerbaycan'la kültürel ilişkilere de büyük önem verdim. Örneğin 1926'da Bolşevikler Azerbaycan'da Latin Alfabesi'ni yürürlüğe koydu. Bildiğiniz gibi biz de 1928'de Latin harflerine geçtik. Böylece kültürel ilişkilerin zayıflamasına engel olduk. Tarih ve Dil Kurumları da tüm Türk halklarıyla olduğu gibi Azeri Türkleri'yle de tarihsel kültürel derinlik kurmamızda etkili olacaktı. Kısacası ben Azerbaycan'ın ve tüm soydaş ve mazlum milletlerin tam bağımsızlığı için çabaladım.
SORU 9: ALİ ŞÜKRÜ BEY'İ NEDEN ÖLDÜRTTÜN?
Cevap: Ali Şükrü Bey, bana muhalifti ama bir vatanseverdi. Ben her şeyden önce, bana karşı Meclis içi muhalefetin önemli isimlerden biri olan Ali Şükrü Bey'i öldürtecek kadar aptal değilim! Böyle bir cinayetin benim üzerime yıkılacağını, bu nedenle Meclis'teki muhaliflerce suçlanacağımı düşünemeyecek kadar da strateji yoksunu da değilim! Ali Şükrü Bey'i ben öldürtmedim. Ben fikirlere fikirlerle karşılık verilmesi gerektiğine inanırım. Ayrıca İngilizler padişah Vahdettin'i ve Meclis içindeki bazı muhalifleri  kullanarak bana Meclis içi bir darbe yapmak istemişler, bunun için her türlü komploya başvurmuşlardı.
SORU 10: SOYAĞACIN NEDEN ÇIKARTILAMIYOR?
Cevap: Soyağacım ortadadır. Bu konuda çok bilgi, çok kitap var. Ayrıca soyumdan sopumdan sana ne? Yoksa sen ırkçı, faşit falan mısın? Önemli olan soy sop değil bir insanın mensubu olduğu milletine ne kadar hizmet ettiğidir. Ama yine de merakını gidereyim: Ana baba soyum Türkmendir. Ana tarafından Konya, Karaman, (Konyar), baba tarafından Aydın, Söke taraflarında yaşayan Yörüklerindenim. Atalarım Osmanlı'nın iskan siyaseti gereği 1400'lerin sonunda Karaman'dan, Söke'den alınıp Makedonya ve civarına yerleştirilen Evlad-ı Fatihan'dandır. (yedi göbek Türk) Dedelerim Sofuzade Feyzullah Efendi ve Hafız Ahmet Efendi'dir…
SORU 11: LATİFE HANIM SENDEN NEDEN AYRILDI?
Cevap: Şiddetli geçimsizlik!
SORU 12: TÜM DEVRİMLERİN NEDEN İSLAM'A AYKIRI?
Cevap: Tüm devrimlerim İslam'ın özüne uygun, din zannedilen hurafelere, uydurmalara aykırıdır.“Hangi şey ki akla, bilime, milletin menfaatine uygundur o şey dinidir”. Benim tüm devrimlerim de akla, bilime ve milletimin menfaatine uygundur.

SORU 13: ÖLÜMÜNLE SOYUN NEDEN KESİLDİ? AKRABALARIN YOK MU?
Cevap: Akrabalarımın olup olmaması neyi değiştirir. Ancak benim devleti soyan akrabalarımın olmadığına emin olabilirsin!
SORU 14: SAİD-İ NURSİ SANA NEDEN SÜFYAN DEDİ?
Cevap: Said-i Nursi'yi Kurtuluş Savaşı başında diğer bazı din adamlarıyla birlikte düşmana karşı direnişte bana yardım etmesi için Ankara'ya çağırdım. Ama birçok vatansever din adamı bu çağrımla bana yardıma geldiği halde (Libyalı Şeyh Ahmet Sünusi bile geldi) Said-i Nursi gelmedi. İşgal İstanbul'unda Çamlıca'da oturup maaşlı bir işte çalıştı. Bu arada bazı zararlı cemiyetlere katıldığını duyduk. Ancak savaş bitince 1922'de geldi. Gelir gelmez de din istismarına başladı. Ayrıca Said-i Nursi “Kuran'daki sureler benden bahsediyor!”, “Karıncalarla konuştum!” diyecek kadar kendinden geçmiş biri… Said-i Nursi'nin benim için ne dediğinin hiç önemi yok! Ben akla, bilime değer veren Rıfat Börekçi hoca gibi Kuvvacı gerçek din adamlarının görüşlerini önemserim.
SORU 15: NEDEN SENİN GERÇEKLERİNİ SAKLAMAK İÇİN 5816 YASASI ÇIKARILDI?
Cevap: Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu ben, benim CHP'm değil, CHP'ye muhalif Menderes'in Demokrat Partisi (DP) çıkardı. Ayrıca bu kanunun beni koruduğu falan da yok… Baksana sen bile bana ağzına gelen her iftirayı atabiliyorsun!
Dersini aldın sanırım çocuk!
* * *
Başlığa dönersek;
FETÖ'cülük zehrinin panzehri ATATÜRKÇÜLÜKTÜR.
Ayrıca ülkemizi bölüp parçalamayı hedef alan küresel kumpas, Atatürk'ün eşsiz eseri Cumhuriyet'in kuruluş değerleriyle ilke ve devrimlerine sıkı sıkıya bağlanmayı ve bu anlayış etrafında hepimizin kucaklaşmasını zorunlu kılıyor.
Farklı hesaplar peşinde koşanlar şunu iyi bilmeliler ki, Cumhuriyet tarihinin bu en ağır kumpasından çıkış için başka bir yol yok!..


22 Ağustos 2016 Pazartesi

VATANA İHANETİN BEDELİ MUTLAKA ÖDENİR.... TÜMER DİYOR Kİ !... ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
"VATANA İHANETİN BEDELİ" MUTLAKA ÖDENİR
ZEKERİYA TÜMER
Üzerinde yaşadığı toprakların kıymetini bilmeyen nankörlere mutlaka ALLAH cezasını verir.
Rahmetli Bitlis Milletvekili ve eski Dışişleri Bakanı Kamuran İnan vefat etmeden önce ; “Biz içimizde ne kadar çok vatan haini yetiştirmişiz, yazık”  demişti.
Helal süt emmiş, yediğini inkâr eden, içtiği suyun kıymetini bilmeyen, menf1aati uğruna ülkesine zarar vermeye çalışan kişiye, vatan haini denmez de ne denir?
Osmanlı’nın gümbür gümbür yıkılışını seyreden o zamanın devlet adamlarının ihanetini yaşamadı mı bu ülke?
Koskoca bir imparatorluk yıkılırken, ülkenin kurtuluşu için mücadele etmesi yerine, ülkeyi İngiliz, Fransız, Amerika, hatta Yunan askerine teslim etmek isteyen hainlerin uzantıları bugünlere de mi geldi acaba diye insan düşünüyor!
20.08.1921 de Sadrazam Salih Paşa ne demiş: “İngiltere’ye direnip durmak gereksiz ve tehlikelidir.”
Yani direnmeyelim, İngiltere’nin boyunduruğu altına girelim ve teslim olup, sömürge olalım demek istiyor.
Daha 1917 yılında İngiliz Ordu Komutanı General Mine’ye hariciye nazırı olan Mustafa Şerif Paşa haini ise şunları söylemiş: “Kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki, umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmektir.” Demektedir.
Koskoca Osmanlı kendisini idare edememekten aciz duruma düşmüş ve İngiltere’nin boyunduruğu altına girmek istediğini Sultanın da istediğini ifade ediyor. Bu hain ve kişiliksiz insanlar ülkeyi batağa sürüklemişlerdir.
Hariciye Nazırı Sefa Bey “Osmanlı hükümeti Ermenilere toprak verilmesini kabul ediyor”( 29.01.1921.) diye İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a söylüyor. Neresinden uydurmuş Allah bilir.
Ermenilere nereyi vermeyi düşünüyorlar dersiniz? Kendi öz vatan toprağını, korkularından peşkeş çekiyorlar.
Maalesef bugün de aynı düşüncede olanlar PKK’ya toprak vermeye kalkmasınlar. PKK’nın çoğu Ermeni zaten.
Utanmaz, arlanmaz Osmanlı’nın Adliye Nazırı (Medrese Çıkışlı) Ali Rüştü’nün düşüncesine bir bakalım. Ne demiş: “General Paraskevopulos’un ordusu, şimdi sürat ve şiddetle harekâta devam eyleyecek olursa, bir haftada Ankara önlerinde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua edin. Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur. Bu ordu bizim ordumuzdur.” (12.07.1920)
Hain, alçağın söylediğine bakın. Bir de utanmadan dua edin, diyor. Böyle hain ve alçakların uzantıları da bugünlere kadar gelmiş olmasın.
Kuvay-ı Milliyecilere, Atatürk’ün istiklalleri için savaşan ordusuna, dua edin demiyor, Yunan Ordusunu kendi ordusu kabul ediyor. Bir de utanmadan Yunan ordusunun ilerlemesini hükümetin programına uygun olduğunu söylüyor.  Böyle bir hükümet vatansever olabilir mi?
1920 de Nazır olan Rıza Tevfik haininin düşüncesine bakalım.
“Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa medeniyeti Anadolu’yu bu zararlı haşereden temizleyecektir. Hüküm galibindir. Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır.”
Asıl küstahlığı kendisi yapmış farkında değil. Memleketi, karış karış yabancılara satmaya çalışan ve Türk milletini köle yapmaya çalışan bu zihniyetin uzantılarını 2016 yılında da görüyor gibiyiz.
Anadolu zararlı haşereleri elbette temizleyecekti. Zararlı haşere Osmanlıyı yıkan içindeki hainlerdi. Anadolu’nun kahraman yiğitleri bu zararlı haşereleri temizlediler ve yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdular.
Bugünde Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmak, parçalamak isteyen haşereler de elbet temizleneceklerdir. Bunu kimse unutmasın.
İngiliz Muhipler Derneği Başkanı, Adliye Nezareti Müsteşarı ve yazar Sait Molla diyor ki: “İngiliz mandası istediğinizi bütün itilaf temsilcilerine, hükümete ve gazetelere bildiriniz.” 23.05.1919 da Belediyelere Genelge gönderiyor. Ardından 01.05.1920 de de “Anadolu’daki Milliyetçi hareket boşa gitmeye mahkûmdur.” Diyor.
Vatan haini şunu idrak edemiyor: Milliyetçi hareket her zaman başarılı olmuştur. Vatanı için ölmeyi göze alan Anadolu’nun kahraman evlatları İngiliz Mandasını istemek bir yana düşmanlarını tek tek temizlemiş ve pırıl pırıl Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
Yazar ve Nazır Ali Kemal haini ne demiş: “Bu ülkedeki yabancı askerler, Teşkilat-ı Milliye’den bin kere daha iyidir.” (23.04.1920)
Düşünün, bu adama benzeyen yazar ve çizer takımı 2016 yılında da yazıp çiziyorlar mı? Ne dersiniz?
Gelelim Vahdettin’e. Osmanlı Padişahının sonuncusu. “İngiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım.”
Başka miras alamamış, İngiliz hayranlığını almış.
Daha o kadar çok yukarıdaki sözlere benzer sözler söylenmiş ki, bu sözleri söyleyenlerin çoğu da devlet görevlileri. Ülke işgal altında, kurtuluş yok. En iyisi teslim olalım, Türklerin yok olmasına göz yumalım. Böyle bir zihniyetin var olduğu 1920 ler de, umudunu yitirmeyen bir kişi var. O da Mustafa Kemal.
SON SÖZ: Amerikalı yazar Prof. Justin Mc. Carty’ye ne demiş:
 “…Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu,  ama Trakya ve Anadolu’da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya Ovası’ndan sürülmeleri ve atılımları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz.” Ve Amerikalı tarihçi devam ediyor: “..Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı, Türk neslini kurtardı.”
Yabancı bir yazar, hem de Amerikalı, gerçekleri görebiliyor ve ana gerçeği söylüyor, bizler ise halen Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayamıyor ve tarihten silmeye çalışıyoruz.
26 Ağustos’ta başlayıp, 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da  Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan muharebesi kazanılıp, Yunan İzmir’de denize dökülmese idi, Amerikalı Prof. Justin Mc. Carty’in dediği gibi, Türk milleti tarihten silinecek, İslamiyet’te tehlikeye girecekti. Anadolu’da sığıntı halinde yaşamaya mahkûm edilen belki çok az bir Türk kalacaktı, onların da bazılarının babalarının kim olduğu da belli olmayacaktı.
15 Temmuz uyduruk darbe girişimi nedeniyle, Türk milletinin milli duygularının kabarmış olduğu bir anda, 30 Ağustos Zafer Bayramının çok daha görkemli bir şekilde kutlanması gerekmez mi?
Demokrasi kuruldu diye milyonlarca insanın bayram havası niteliğinde Yenibosna meydanında toplanmasında herhangi bir bomba telaşı olmamışken, 30 Ağustos’ta neden olsun.
Üstelik Cumhurbaşkanının Başkomutanlık sıfatı da üzerinde iken, Ankara’da ve tüm yurtta görkemli bir şekilde kutlanması gerekmez mi?
Milli Bayramlar, insanların milli ve manevi duygularını yükseldir.
Bazı şeyler lafta değil, sözde yapılmalıdır.
AKP Hükümeti terör bahanesi ile milli bayramların kutlanmasını engelleme yoluna gitmemelidir. Bu hareket, olumlu değil, olumsuzluklara sebep olabilir.
Laik ve Demokrat Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkmanın tam zamanı…
22.08.2016
Zekeriya TÜMER
Ulusalhaber1881@gmail.com

15 Ağustos 2016 Pazartesi

KİM SUÇLU!., SUÇLU KİM?., KİM SORUMLU!., SORUMLU KİM.?!., "TÜMER DİYOR Kİ" - ZEKERİYA TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ: 
KİM SUÇLU!., 
SUÇLU KİM?.,
KİM SORUMLU!., 
SORUMLU KİM.?!...
Sevgili okurlar, 
15 Temmuz 2016 tarihe kara bir leke olarak kaydedildi.
Büyük bir plan ve büyük bir organizasyon.
Olan kime oldu? Türk ordusuna ve Türk milletine.
Bu yapılan darbe girişimi, AKP Hükümetine falan yapılmadı. Eğer öyle olsa idi, siyasilerin üzerine gidilirdi. Gidilmedi ve Ordu içerisinde yapılan hareket, orduyu ikiye bölerek, başarısız olanların tutuklanmalarına ve yok edilmelerine sebebiyet verdi. Bu arada da yıllardır, taa Osmanlı döneminden gelen askeri okullar süratle kapatıldı. Ordu Komutanlarının sivillerden emir almaları kararları alındı. Netice de Türk ordusu 3.cü golü de yedi. Amerika dâhil, bütün dünya’da buna sevindi.
Sakın sevinmediler, üzüldüler demeyin. Üzülmezler. Türk ordusu zayıf olmalı ki, Ortadoğu şekillenebilsin. Adalarımız işgal edilebilsin. Sınırlarımıza terörist gruplar yerleşebilsin. İleride bir gün geldiğinde de, Türkiye bölünüp parçalanabilsin.
Bizlerde aman, Türk ordusu bir daha Darbeye falan kalkmasın, bizi iktidardan alaşağı etmesin diye, orduyu ufaltalım, siyasileri komutan yapalım, askeri okulları kapatalım, kışlaları taşıyalım, ordunun elinden silahların gücünü azaltalım, vs. kararlar almaktayız.
Eh ne diyelim, büyüklerimiz bizlerden çok daha iyi düşünürler ve bilirler mi desek mi demesek mi. Sizler ne dersiniz?
Suçlu kim? Sorumlular Kim?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihe geçecek bir itirafta bulundu. Ne dedi: “Bunlara yardımcı oldum. (Yani Fettullahçılara, paralel yapıya) Hainlerin gerçek yüzlerini ortaya dökemedim. Rabbim de Milletim de bizi affetsin.” Bu kadar basit. Rabbim’den kasıt Allah herhalde. Yani Allah’ım beni affetsin. Milletim dediği ise, hangi millet? Eğer bu milletin bazı kesimleri aklını kullansa idi, önlerindeki büyük tuzağı görürler ve cahil bir kişinin peşinden gitmezlerdi.
Tamam, Cumhurbaşkanı son derece açık yüreklilik ve cesaretle bu sözleri söyledi. Bu da kim ne derse desin erdemliktir. Yani suçlu olduğunu kabul etmektir. Bu hususta takdire şayandır denebilir.
Ancak, yapılan hata o kadar büyük ki, şahsa zarar verilmedi, koskoca bir devlete ve devletin temel yapılarına zarar verildi. Halk bunun acısını çok çekecek. Bu millet AKP yöneticilerini ve Siyasi kadrolarını nasıl affeder.
Affeder mi, affetmez mi, bilemem! Herhalde affedip affetmediği hususu da seçimlerde belli olur.
Bir gün gelir, hata yapanların hepsi de hesap verebilir, bunu da kimse unutmasın.
Eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek’te demiş ki: “Hepimizin günahı var, belki de benim vebalim yüzde 90'dır..."
Çiçek bu yapının 70 li yıllardan beri var olduğunu biliyormuş. Bile bile de feto’cuların bu noktaya gelmesine göz yumduklarını itiraf ediyor. Kendisinin % 90, bazılarının yüzde 5, bazılarının yüzde 1 suçlu olduklarını da söylemiş.
Ayrıca, Türkiye’nin siyasi, dini ve ticari açıdan kandırılmışların ülkesi olduğunu da çok iyi biliyormuş.
Helal olsun.
Her şeyi çok iyi biliyordun da, neden birilerini uyarmadın ve yetki elinde iken tedbirleri almadın. Yoksa sende mi kandırıldın, aldatıldın. Ya da sizler mi bizleri kandırdınız, aldattınız. Bunları açıklarsanız çok iyi olur.
Her şey şeffaf olursa, denetime tabi olursa, bunlar yaşanmaz da demiş. Denetim deyince aklıma geldi. Sayıştay’a ne oldu. Hiç kimseyi denetleyemiyor. Görevini yapamıyor.
Çiçek Fetullah Gülen taraftarlarının devletin içerisinden temizlendiklerini söylüyor. Ama yerine kimlerin getirileceğinin de çok önemli olduğu vurgusunu yapıyor.
 Doğru söylüyor. Yerlerine kimler gelecek. Ben söyleyeyim kimlerin getirilmesi gerektiğini.
Yıllarca devlette çalışan, hırsızlık yapmayan, rüşvet yemeyen, devletine sahip çıkan Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve yolunda giden, vatanını, bayrağını, insanını seven ve eşit davranan emekli bürokratlar var. Onları bulun ve getirin. Bir yıllığına, iki yıllığına da olsa getirin. Üstün yetenekli ve namuslu kadrolar bulunur. Yeter ki istensin. Bakın o zaman devlet nasıl dimdik ayağa kalkar. Pislikler çok çabuk temizlenir. Bütün her birimde çalışmış bu kabil insanların bulunması o kadar zor değil, arşivleri tarayın bulursunuz.
Devamla diyor ki Çiçek: Bu kişiler, liyakat esas alınarak çok iyi kontrol edilerek alınmalı.
Yoksa FETÖ gider, ÇETÖ gelir.”
Doğru, Feto gider Çeto gelir. Kuran kursları, tarikatlar, şeyhler, şıhlar, cübbeliler, cübbesizler, sakallılar, sarıklılar Demokrasi’ye sahip çıkıp, Türk Bayrakları ile gece sabaha kadar nöbet tuttular. Bu kabil vatansever insanlar var iken Feto gider Çeto gelebilir.
15 Temmuz uyduruk darbe girişiminden sonra, hükümet kanadı dâhil, muhalefet ve halk darbeye karşı olduklarını sözleri ve icraatları ile gösterdiler. Dün Fettullah Gülen ile kol kola, yan yana, yanak yanağa resim çektirenler, birlik ve beraberlik içerisinde olanlar, bugün Feto düşmanı kesildiler. Bunlara hayret etmemek mümkün mü?
Hiç merak etmeyin, Türk milletinin karakterinde bu vardır. Eğer Allah muhafaza, Darbeciler başarılı olsa idiler, inanın bu insanların çoğu şimdi Tayyip düşmanı olmuşlar ve feto’yu alkışlamaya başlarlardı. Milletimizin anlayışı ve karakteri bu, ne yapacaksın. İçimizde bu kabil yalaka ve dalkavuklar bulunmakta, atsak atamıyor, satsak satamıyoruz.
Sokaklar halkın algısını darbeye karşı pekiştirmek için Hükümet tarafından değişik afişlerle donatılmakta. Hâkimiyet Milletindir, afişleri dikkati çekmekte. Millette hangi hâkimiyet var, doğrusu çok merak ediyorum.
En önemli afişte BİZ MİLLETİZ, TÜRKİYE’Yİ DARBEYE, TERÖRE YEDİRTMEYİZ, afişi.
Helal olsun diyorum, bu millet, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirtmiyor.
Burada bir yanlışlık var gibi geliyor bana.
Tamam, darbeye karşı tankların üzerine çıkıldı, önüne yatıldı, darbeye yedirilmedi. İyi güzel de. 40 yıldır Terör devam ediyor ve terör bizi o kadar çok yedi ki, haddi hesabı yok. Binlerce şehit verdik. Sivil, asker, polis. Ekonomimiz onların yüzünden çöktü. Nasıl yedirmedik, teröre hayret ediyorum. Halen de terör belası, hem ekonomimizi çökertiyor, hem de her gün birkaç insanımızın canını alıyor. Bizler de afişlere bakarak, helal olsun bu millete, Türkiye’yi teröre yedirmiyorlar, diye seviniyoruz.
İyi güzel, darbeye ve teröre Türkiye’yi yedirmeyen bu millet, bir sürü adalarımızı Yunan İşgal etti, şimdi üzerinde oturuyor ve adalarımızdaki verimli mahsulleri yiyor, neden ses çıkarmıyor? Hadi adaları bırakalım, madenlerimizin ruhsatları yabancılara verildi, kamusal birçok yerler yabancılara satıldı. Bankalarımız, Sigorta şirketlerimiz, Fabrikalarımız, devletin temel kurumları yabancılara satıldı, çatır çatır bizim paramızı yiyorlar ve bizi sömürüyorlar, bunları yedirmek mubah mı? Bunlar Türkiye’yi sömürüyor, yiyor, bunlara ses çıkarmak yok.
Türkiye’yi darbeye, Teröre yedirmek istemeyen millet, yabancılara karşı da ülkeni böldürme, parçalatma, yedirme de seni göreyim ve alnından öpeyim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapısı ile oynanmamalı. Ağızdan çıkan söz önemli değildir, o sözün yerine getirilmesi önemlidir. Geçmişte Atatürk’e sövenler. Türk Bayrağı gönderden indirildiğinde ses çıkarmayanlar, askerlerimizin kafasına çuval geçirildiğinde susanlar, bugün milli kahraman olmaya heveslenmişlerdir. Bayrağa, vatana, milli ve manevi değerlere sahip çıkmak zorda kalınca olmamalıdır.
Bir olmamız, diri olmamız, her zaman geçerli olmalıdır.
Türk ordusunun temel yapısı ile oynanmamalıdır. İç ve dış düşmanlarımızın artmakta olduğu dönemler yaşanırken, orduyu zayıflatmak, güçsüz kılmak, moral men çökertmek, Türkiye için hiç iyi olmaz.
Biz milletiz, Türkiye’yi darbeye, teröre yedirmeyiz, demekle iş bitmiyor. Millet olarak Devletimizin tüm temel yapılarına sahip çıkmanın zamanı geldi de geçiyor. En önemli olan husus, milliyetçiliğimiz. Bu Türk milliyetçiliğidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet ettiği milli duygu ve düşüncedir.
T.C.ler nerede, andımız nerede? Bunların kaldırılma sebepleri ne idi? Şimdi neden konmuyor?
Son söz, eğer milli birliğimizin çok çabuk toparlanması isteniliyor, iç ve dış düşmanlara karşı güçlü olunmamız isteniyor ise, çok süratle Milli Mutabakat Hükümeti kurulmalıdır. 2 Yıl sonra da erken seçime gidilmelidir. Mecliste gurubu bulunan partiler ve meclis dışındaki partilerden de üye alınarak kurulacak geniş tabanlı bir Milli Mutabakat Hükümeti, darbeyi de önler, terörü de. Kalkınmayı da sağlayabilir. Birlik ve Beraberliğimizin bütünleşmesinde de çok rol oynar.
Haydin bu ülkeyi düşünüyor iseniz, geçmişte yaptığınız hatalar nedeniyle özür dilemek yerine, geçmişten ders alarak geleceği şekillendirin.
NE MUTLU BİZE Kİ, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK GİBİ BİR ÖNDERİMİZ VAR. ZORDA KALINCA ATATÜRK’E SARILMAK DEĞİL, HER ZAMAN ONUN FİKİR VE DÜŞÜNCELERİNE DEĞER VERİP, YOLUNDA, İZİNDE YÜRÜMELİYİZ.
Zekeriya Tümer

1 Ağustos 2016 Pazartesi

AMAÇ BELLİ, DARBE BAHANE; "TÜMER DİYOR Kİ!.." ULUSAL HABER & ULUSAL AJANS: ZEKERİYA TÜMER, İSTANBUL

TÜMER DİYOR Kİ:
AMAÇ BELLİ, 
DARBE BAHANE!..
AKP iktidarı, bilhassa AKP’nin değişmez lideri Recep Tayyip Erdoğan istediği hedefe adım adım yaklaşmakta.
Evet, kim ne derse desin, Fetullah Gülen ve taraftarları, paralelciler, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti devletini altüst etmek için yıllardır mücadele etmekte idiler.
Gülen kendi aklı ile hareket etmedi elbette.
Önemli desteği olmasa, bu işlere kalkışması mümkün değildi.
Bugüne kadar birçok okumuşlarımız, okumamışlarımız, siyasilerimiz, sanatkârlarımız, gazetecilerimiz, askerimiz, polisimiz, iş adamlarımız, Gülenci olmuşlarda kimsenin haberi yok.
Yalan, herkesin her şeyden haberi var.
Gülenin ana merkezi nereye dayanıyor? Said-i Nursi'ye, yani Nur Cemaatine.
Peki, bunu şimdi mi öğrendiniz?
Darbe girişimi bertaraf edildi.
İyi de oldu. Şimdi, asker, polis ve siviller dâhil, olağanüstü bir kıyım yapılıyor.
Bunların Gülenci oldukları hemen nasıl tespit edildi? hayret ki ne hayret!
Bir yerlerde bunların Gülenci diye kayıtları mı vardı?
Temizlik hareketinde, suçluların yanında suçsuzlar da olacaktır.
İşte bu durum çok önemli. Hükümet kanadının çok titizlikle davranması gerek.
Şunu çok merak ediyorum, bürokrasi içerisine atanan memurlara kim vesile oldu, onların göreve gelmelerinde siyasi destek olunmadı mı?
Peki, bu siyasiler kim?
AKP içerisinde, hiç Gülen taraftarı milletvekili, Bakan, İl ve İlçe Başkanları, üyeleri, belediye başkanları, Belediyelerde çalışan personel yok mu? Mutlaka vardır. Onların görevlerine neden son verilmiyor?...
Mademki, Gülenciler çok tehlikeli, bugüne kadar neden onlardan medet umuldu?
Siyasilere gelince, aldatıldık, kandırıldık, deyip sıyrılıyorlar. O zaman, Gülenci dediğiniz ve işten attığınız kişilerde kandırılmış olamaz mı? Onlar da kandırıldık, aldatıldık, derlerse ne olacak?
Bakın ben, 1985 yılından beri Gülenin iyi bir artist olduğunu, ağlayarak, milleti kandırdığını, onun amacının yavaş yavaş devleti ele geçirmek olduğunu, anladım da, sizler neden anlayamadınız.
AMAÇ BELLİ, DARBE BAHANE
Tüm dünyanın çekindiği Türk ordusunun ruhuna Fatiha okuyacağız herhalde.
Her Türk asker doğar, asker ölür. Türk milletinin yeri geldiğinde, kadını, erkeği, genci, yaşlısı hepsi birden asker olabilir. Bunu bilen emperyalist güçler, orta doğuyu şekillendirmek için ilk önce Türk Ordusu’nun zayıflatılması gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle ordunun içerisine sızdırdıkları paralelciler sayesinde, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları ile orduyu zayıflattılar, suçsuz birçok değerli ordu mensubunu ordudan atılar hapishanelere tıktılar ve mağdur ettiler.
Bu zaman zarfında iktidarda kim vardı? AKP.
Sonra ne oldu? Feto ile ara açıldı ve bir şeylerden kuşkulanıldı, paralelci ilan edilen Feto’cuların üzerine gidilmeye başlanıldı.
Mağdur edilen ordu mensupları serbest bırakıldı ve  “Yaa yanlışlık yaptık, bizleri paralelciler kandırdılar” diyerek, bu sefer de Paralelcilerin üzerine gitmeye başladılar.
Paralelciler baktılar ki, öyle veya böyle kıyıma uğrayacaklar, kimin aklına uydular ise uydular ve uyduruk bir Darbe girişimine kalktılar. Hem kendileri belalarını buldu, hem ailelerini ve çocuklarını perişan ettiler, hem de ülkeyi kaosa soktular.
Şimdi ise, paralelcilerin yapmaya kalktıkları uyduruk darbe girişiminden sonra, üçüncü dalga orduyu tam manasıyla çökertmektedir.
Tamam, yerden göğe haklı AKP iktidarı….
Çünkü Paralelciler, Hükümeti yıkmak, yerine kendileri geçmek istiyorlardı. Devleti çökerterek, İslam Cumhuriyeti’ni kurma niyetleri olduğu malum. İyi oldu, ordunun içerisinden ve diğer kurumlardan temizlenmeleri.
Tamam, buna kimsenin itirazı yok. Ancak, şu son alınan kanun hükmündeki kararname ile orduya yapılmak istenenin amacı ne?
Ordumuz yıpranır, küçülür ise, içimizde ve dışımızda bu kadar hainler ve düşmanlar var iken, kim savunacak Türkiye Cumhuriyetini?
Polisi ordunun yerine koymakla bu iş olur mu zannediyorsunuz! Polisin görevi ayrıdır, ordunun görevi ayrıdır.
Paralelcileri temizlersiniz, orduyu eski gücüne kavuşturursunuz, Cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı, Demokrasiye ve Hukukun üstünlüğüne saygılı bir ordu hiçbir zaman durup dururken keyfi kalkıp darbe girişiminde bulunmaz. Bulunamaz da...
Son kanun hükmünde kararname ile ne yapılmak istendiğine bakalım.
Ya biz anlamıyoruz, ya da hangi amaçla bunlar yapılıyor, bizlere daha iyi açıklasalar da biz de bilsek.
Alınan kanun hükmündeki kararname ile yıllardır orduya asker yetiştirmede temel eğitimi yapan askeri liseler kapatıldı. Harp okulları kapatıldı. Yerine Askeri Üniversiteler açılacakmış.
Temelden yetiştirilen askeri eğitime son veriliyor.
YAŞ yapısına 1. Dışişleri bakanı 2. İçişleri bakanı 3 Başbakan yardımcıları 4. adalet bakanı eklendi
Tüm askeri hastaneler sağlık bakanlığına devredildi
Askeri mahkemeler adalet bakanlığına devredildi
Genelkurmay ve ordu komutanları Başbakanlığa bağlandı

Cumhurbaşkanı ve başbakan Genelkurmay başkanına ve ordu komutanlarına direk emir verebilecek.
Söz konusu kararname de ne yapılmak istendiğini, isterseniz biz anlatmayalım, sizler bulun çıkarın.
Tek söyleyeceğimiz, askerin gücü azaltılmakta, siyasilerin kontrolüne girmekte, askeri okullara her yerden öğrenci alınabilme olanağı sağlanmaktadır.
Eh Ordumuzun ruhuna Fatiha okumanın zamanı geldi demek ki!
Şunu kimse unutmasın, ordumuz azaltılır, zayıflatılır ve morali ve psikolojisi bozulur ise, ülkemiz iç ve dış tehditler karşısında savunulamaz, işgal de edilir, bölünür ve parçalanır da. Ordumuz ile fazla uğraşılmaması gerek. Ordu mensuplarının da durup dururken, darbe falan girişimine kalkmaması, asli görevini yerine getirmesi gerek.
Bırakın Demokrasi içerisinde millet yolunu çizer ve layık olduğu iktidarı başa getirir.
01.08.2016
Zekeriya Tümer

25 Temmuz 2016 Pazartesi

"GÜLEN İMPARATORLUĞU ÇÖKTÜ MÜ?..," ZEKERİYA TÜMER "TÜMER DİYOR Kİ !..."

TÜMER DİYOR Kİ:
GÜLEN İMPARATORLUĞU ÇÖKTÜ MÜ?
Sevgili okurlar, yıllardır, din kisvesi, din ticareti ve siyaset simsarlığı alanında tezgâh kurup, sinsice örgütlenen; Hakikatte din düşmanı, İslâm karşıtı, vahhabi kaynaklı/selefi odaklı efendi hazretleri, şeyhler, şıhlar, tarikatlar, cübbeliler, cübbesizler, hoca maskesine bürünen mel'un ve menfur kişiler, alttan alttan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuyusunu kazmaya çalışmışlardır.
Bugüne kadar ki siyasi iktidarlardan bunlara taviz verenler de olmuştur, karşı çıkanlarda.
15 Temmuz 2016 da ise gerçek tokat gibi yüzümüze vurulmuştur.
15 Temmuz’da yapılan darbe girişiminin izleri halen sürüyor.
AKP’nin iktidardan düşmemesi ve darbecilerin başarılı olamaması, bütün siyasi partilerce ve halk tarafından coşkuyla kutlandı.
Yeni bir zafer ve yeni bir bayram daha yaratıldı bu şekilde. 
Bundan sonra her 15 Temmuz’da Demokrasi’ye sahip çıkma bayramı olarak kutlanabilir.
Otobüsler, metrobüsler, vapurlar, metrolar bedava. Halk beleşçiliğe alıştı. Millet beleş gidip gelmekten memnun. Nasıl olsa sonradan bu beleş paralar gene kendi sırtına yüklenecek. 
Ancak, hiç önemli değil.
Önemli olan AKP Hükümetinin devrilmemesi. Cumhurbaşkanı da koltuğunu sağlamlaştırdı. Polis askeri bastırdı ve güçlü olduğunu ispatladı.
Bundan sonrası artık kolay. Nasıl olsa muhalefette korkusundan sesini kesti.
Başkanlık çantada keklik.
İleriki günlerde Anayasa da değişir, baba yasada. Halkın  ve muhalefetin de en azından yarısının desteği alındı sayılır.
Fethullah hayranları devletin içerisinden artık terörist diye temizleniyor. Keşke, Kürt devletini kurmak için uğraşanlar ve PKK, IŞİD hayranları dâhil, başka dinci gruplar ve terör grupları da temizlense iyi olmaz mı?
Bir de şunu merak ediyorum; AKP li birçok belediye var. Onların içlerinde Gülenci olanlar da herhalde vardır. Belediye Başkanları da olabilir. Bunlarla ilgili ne düşünülüyor?
El konulan ve kapatılan, okullar, dershaneler, hastaneler gibi kurumların mal varlıkları devlete mi geçecek, yoksa el altından başkalarına mı satılacak.
Bu husus da çok önemli.
Yargıtay, Danıştay dâhil birçok devlet memurlarının ve öğretmenlerin çoğu açığa alındı, tüm hakları yok edildi. Ekmeğe muhtaç durumlara düşecekler. Oh be memleket düze çıkıyor, Demokrasi dediğin işte bu mu demek doğru olur mu sizce?
Bunca açığa alınan ve devlet memurluğundan atılan kişilerin yeri bakalım kimler ve hangi parti mensupları taraftarları tarafından doldurulacak.
Laik, Demokrat ve Cumhuriyetçi olanlar, daha doğrusu Atatürk’e bağlı olanlar devlet kademelerinde belirli görevlere getirilebilecekler mi?
Bundan sonra işimiz devlet dairelerine düştüğünde, tecrübesiz devlet memurları sayesinde epeyce sürünürüz herhalde. Allahtan askeri darbe olmadı ama sivil darbe bal gibi oldu. Sivil olur, bu mubahtır, çünkü onlar halkın oyları ile geldi. Hâkimiyet milletindir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Cuma çıkışında halka seslenmiş: “Rabbim sizlerden razı olsun. Diyorum ki, yürüyüşünüz inşallah sizlere son duyuruyu yapacağımız ana kadar devam etmeli. Bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız.” Ne güzel söz.
Hiç korkmayın, bu söz tutulursa, devlet kademelerinde sen ben ayırımı söz konusu olamaz. Birlik ve beraberlik içerisinde kardeş kardeş yaşamaya eskisi gibi devam ederiz. Kimseye haksızlık yapılmaz, Demokrasi’nin ve Hukukun üstünlüğü her zaman geçerli olur.
Eskiler geride kaldı, sakın dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözüne takılıp kalmayın. “Ne istediler de vermedik?” demişti. O zaman söylenmiş bir söz. Gülen’in AKP lileri kandırdığı zaman söylenen söz. Bu durumlar görülse idi, söylenir miydi ve bunların devletin en ücra köşelerinde yapılanmalarına göz yumulur muydu? Eski bir söz, artık önemi kalmadı. Aldırmayın.
24 Temmuz 2016 da CHP Darbe’ye karşı Taksim Manifestosu’nu yayınladı. Milyonlarca insan toplandı. CHP lisi, AKP lisi, MHP lisi, HDP lisi ve tüm diğer kesimlerden gelenler oldu herhalde. İyi de oldu.
MANİFESTO’DA DİYOR Kİ:
1-Darbe girişimi parlamenter demokrasiye yapılmıştır. Bu darbe girişimini kınıyor ve lanetliyoruz.  (T.D..İyi yapıyorsun, kına ve lanetle, öyle de olması gerek. Ancak, bu darbe girişimi, sadece parlamenter sisteme yapılmadı, orduya da yapıldı. Ordu kendi içerisinde yıpratıldı. Şimdi de sivil halka yapılıyor. Bunu da unutmayın.)
2-Bütün siyasal partiler darbe girişimine karşı çıkmıştır. (T.D..Elbette çıkmaları çok iyi olmuştur. Çıkmaları da gereklidir. Darbeler siyasi iktidarlara ve partilere karşı yapılır. Acıları geçmişte çok çekildi. )
3-Her türlü darbeye, vesayete karşı çıkmak demokrasiden yana olanların namus borcudur. Ne darbe ne dikta demeye devam etmeliyiz. (T.D.Namus borcu önemlidir. Darbeyi yapanlarda diktatörlüğünü ilan edenlerde, kendinden olmayanları tasfiye eder. Zaten o zaman Demokrasi’den söz edilemez.)
4-Demokratik parlamenter sisteme yapılan darbe girişimi halkın direnmesiyle ayrı bir önem kazandı. Bu meşrudur. (T.D.Darbecilerin uyduruk darbe hareketleri, halkın direnmesiyle çözüldü. Eğer ordu bütünüyle bu işin içinde olsa idi, o zaman halkın direnmesi çok zor olabilirdi. Ancak, işte her ne olursa olsun, halk korkmadan Darbecilere ve Diktatörlüğünü ilan etmek isteyenlere karşı direnirse, hâkimiyet milletin olur. Karşılarındakiler başarılı olamazlar. Demokrasi galip gelir.)
5-Demokratik, laik, hukuk devleti ilkesi Türkiye için vazgeçilmezdir. Çağdaş uygarlığa taşıyacak olan en temel anahtardır. (T.D. Bu anahtarı bizlere Mustafa Kemal Atatürk emanet etmiştir. Buna en çok sahip çıkacak da CHP si olmalıdır. )
6-Güçler ayrılığı ilkesi önemlidir. (T.D.Elbette önemlidir. Anlayabilene elbette)
7-Ergenekon, Balyozda mağdur edilen kişilerin iade itibarı şarttır. (T.D.Ben şu anki iktidarın yerinde olsam, hemen iade eder, üstelik görevlerinin başlarına da en az 2 yıllığına dönmelerini isterim. Ordu zayıflatılmamalı, eskisinden daha güçlü bir duruma kavuşmalıdır. Çok doğru bir söz.)
8-Bu darbe girişimi devlet yönetiminin liyakata dayanmasını çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Deneyim esas alınmalıdır. Devlet yönetme yerine devleti ele geçirme yöntemlerini terk etmeliyiz. (T.D.En önemli hususlardan birisi budur. Devleti idare etmek kolay değildir. Tecrübe ister. Tecrübeli insanların devletin idaresinde rol almaları gerek. Kendi yandaşlarını atamak ve devleti yıpratmak, çıkar sağlamak amacı yerine, devletin kalkınmasında rol oynayacak, kendisini değil, devleti ve milletini düşünen ahlaklı ve dürüst, aynı zamanda tecrübeli kişilerin çok acil tekrar geçici de olsa birkaç yıllığına devlet kademelerine atanmasında çok yarar vardır.)
9-İnancı, kimliği ne olursa olsun her vatandaş bu ülkede özgürce yaşayabilmelidir. 3. Sınıf demokrasiye bu ülke layık değildir. (T.D.Türkiye Cumhuriyetinde bugüne kadar kimse inancından dolayı ikinci sınıf vatandaş olmamıştır. Laik’liğin ana prensibi din ve vicdan özgürlüğüdür. Kim neye inanırsa inansın, mozaiklik özelliği taşıyan ülkemiz, bu renkleri ile büyük bir ülke konumundadır. Ayrıştırmak kadar kötü bir şey yoktur. Derhal bu yollardan vaz geçilmelidir. Türk kimliği altında herkesin bir ve beraber olması, Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, bir olmalıyız, iri olmalıyız, diri olmalıyız. Kardeşçe hep birlikte Türkiye olmalıyız.)
10-Devlet kinle, öfkeyle, önyargıyla yöneltilemez. Darbe girişiminde bulunanlar hukuk içinde yargılanmalıdır. (Elbette, kin ve öfke ağır basar ise, hoş olmayan olaylar yaşanır. Bu sefer karşındakiler sana kin ve nefret hissi duyar. Sadece kendisi değil, çocukları, yakınları kinlenir. Hukuk ise tek taraflı olmamalıdır. Delillere ve somut bilgilere göre hareket edilmeli, adil davranılmalıdır.)
Sevgili okurlar, 15 Temmuz hareketi, kötü olmasının yanında, İktidar mensupları ile muhalefet partilerinin, en önemlisi de halkın bir nebzede olsa uyanmasına ve daha dikkatli olmasına sebebiyet verdi. Geçmişte yapılan büyük yanlışlıkların bedeli çok ağır ödeniyordu. Yalnız bazı soruları da açığa çıkarmak gerek. Bu yapılan darbe girişiminin arkasında gizli oyunların oynandığından da şüphe edilmektedir. Belki zamanla bunlar da açığa çıkacaktır. Mesela bugüne kadar hiçbir zaman Asker ile Polis karşı karşıya gelmemiştir. Burada getirildi ve çatıştırıldı. Bunun amacı neydi? Bu irdelenmelidir.
Uçaklar, Meclisi neden bombaladı? Neden Siyasilerin tutuklanması değil de, askerlerin kendi içlerinde tutuklanma hareketi yapıldı? Bunun gibi bir çok sorular insanların kafasında. İnşallah zamanla hepsine tek tek açıklama getirilir.
Sevgili okurlar, İstanbul 18. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi İlhan Karagöz tarafından verilen bir tararda mahkeme kararıyla Gülen’i “Mehdi” ilan ettiği tespit edilmiş. Bu doğru ise, yuh demek gerek. Bundan herhalde hükümetin haberi vardır ve gereğini yapmıştır. Bu kararda “Erdoğan, bütün vekiller ve iş adamları gözaltına alınsın”da denilmiş. Gerçekten bu Feto’cular çok tehlikeli olmuşlar.
Son olarak daha önce Cumhuriyet gazetesinde çıkan ve ABD’deki Middle East Quarterly dergisinde yayınlanan Fethullah Gülen hareketi ile ilgili yazıyı buraya aynen almak istiyorum. Bu dergide buna benzer çok araştırma konuları yayınlanmış. İnternetten bulabilirsiniz. Benim anlamadığım ise şu: Bu araştırma yazılarının üzerine neden Hükümet kanadı tarafından gidilmedi. Bu konuları ihbar kabul edip, araştırmak ve doğruluğunu ispatlamak devletin belirli istihbarat birimlerinin görevleri olmalı idi.
Fethullah Gülen imparatorluğu  
ABD'deki Middle East Quarterly dergisinde Fethullah Gülen hareketinin Türkiye'de devlet haline gelmeyi hedeflediği ve AKP iktidarından bu yana ülkenin laik ve demokratik yapısının bozulduğu yönünde değerlendirmeler yer aldı.
Washington'daki Ortadoğu Medya Araştırma Enstitüsü'nün (MEMRI) Türkiye uzmanı Rachel Sharon-Krespin tarafından kaleme alınan “Fethullah Gülen'in Büyük İhtirası” başlıklı makalede Gülen hareketinin Türkiye'de polis gücü, ordu ve yargı kurumlarına sızdığı ve AKP ile birlikte Türk toplumunu İslamlaştırmaya çalıştıkları analizine yer verildi. Makalede AKP'nin “bürokrasiyi ele geçirerek Türkiye'nin temel kimliğini değiştirdiği” ifade edilerek “Türkiye artık AKP'nin yedi yıl önce devraldığı laik ve demokratik ülke değil” denildi.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'yi Avrupa'dan uzaklaştırarak Rusya ve İran'a yaklaştırdığının belirtildiği yazıda Türkiye'de Amerikan, Hıristiyan ve Yahudi karşıtlığının arttığı vurgulandı.
Fethullah Gülen imparatorluğu  
 Türkiye'deki bu dönüşümün ardında “AKP'nin etkili siyasi makinesinin yanı sıra Gülen'in liderliğindeki karanlık İslamcı tarikat” bulunduğu da belirtildi. Makalede “Bugün Gülen ve Fethullahçılar yalnızca hükümeti etkilemeyi değil aynı zamanda hükümetin kendisi olmaya çabalıyorlar” ifadeleri kullanıldı.
Gülen'in Batı'da “ılımlı İslam” savunucusu olarak görüldüğü ve alkışlandığı, yalnızca ilkokul mezunu olmasına karşın özellikle ABD'de bir entelektüel, bilim adamı ve eğitmen olarak kabul edildiği belirtilen yazıda, “Gülen ABD'deki üssünden kendi ününü ve transnasyonal imparatorluğunu kurdu” denildi.
AKP'nin devraldığı laik ve demokratik ülke değil” denildi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'yi Rusya ve İran'a yaklaştırdığının belirtildiği yazıda Türkiye'de Amerikan, Hıristiyan ve Yahudi karşıtlığının arttığı vurgulandı. Türkiye'deki bu dönüşümün ardında “AKP'nin etkili siyasi makinesinin yanı sıra Gülen'in liderliğindeki karanlık İslamcı tarikat” bulunduğu da belirtildi. Makalede “Gülen ve Fethullahçılar yalnızca hükümeti etkilemeyi değil aynı zamanda hükümetin kendisi olmaya çabalıyorlar” denildi.
Fethullah Gülen imparatorluğu  
ABD'DEKİ ÜSSÜNDEN KURDU
Gülen'in Batı'da “ılımlı İslam” savunucusu olarak alkışlandığı, yalnızca ilkokul mezunu olmasına karşın özellikle ABD'de bir entelektüel, bilim adamı ve eğitmen olarak kabul edildiği belirtilen yazıda, “Gülen ABD'deki üssünden kendi ününü ve transnasyonal imparatorluğunu kurdu” denildi. Gülen'in medya, bürokrasi, üniversite, yargı, güvenlik ve istihbarat kurumları, iş dernekleri, sendikalar, sivil toplum arasında yandaşları bulunduğu ve daha önce hiç kimsenin Türk toplumunu bu denli temelinden değiştirmeyi hedefleyen bir hareket başlatmadığı da ifade edildi.
Fethullah Gülen imparatorluğu  
'EN ETKİLİ YALANLARDAN BİRİ'
Gülen'in eylemlerine yönelik endişelerin “önemsiz paranoya” olarak reddedildiğinin belirtildiği yazıda AKP kapatma davasının Batılı diplomatlarla birlikte İslamcı medyada “demokratik olmayan yargı darbesi” olarak görüldüğü oysa aynı çevrelerin bir tarafta İslamcılık ve demokrasi diğer tarafta laiklik ve faşizm ayrımına giderek Ergenekon iddianamesini alkışlarla karşıladıkları vurgulandı. Makalede “İslamcı çevrelerin Türkiye'nin İslamcılarını 'reformcu demokrat' ve modern; laik Türkleri ise 'köktendinci' şeklinde damgalaması modern siyasetin en aşağılayıcı ve üzücü bir biçimde en etkili yalanlarından biri olmalı” görüşü belirtildi.  (Cumhuriyet)
Buyurun, bunlar gerçek mi, değil mi Hükümet ve halk kendisi karar versin!
T.C.ler kaldırıldı, yeniden yerine konsun. Andımız kaldırıldı, yeniden okunsun. Bayrağımız gönderden indirilmesin, Vatan bölünmesin, Laik, Demokrat, Türkiye Cumhuriyeti Hukukun üstünlüğünden ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan ayrılmasın.
Güçlü olmak, birlik olmak, diri olmak zorundayız.
25.07.2016
Zekeriya Tümer

18 Temmuz 2016 Pazartesi

VAY PARELELLİM, PARELELLİM !.. UYDURUK DARBE GİRİŞİMİ NEDENİYLE HEPİMİZE GEÇMİŞ OLSUN.

TÜMER DİYOR Kİ!..
VAY PARELELLİM, PARELELLİM !..
UYDURUK DARBE GİRİŞİMİ
NEDENİYLE HEPİMİZE GEÇMİŞ OLSUN.
Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kısıklı’daki konutunun yakınında düzenlediği mitingde şunları söylemiş: “Bu paralel devlet yapılanmasından çok çektik. Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet olan bu yapıdan çok çektik.” Demiş.
Son derece isabetli bir tespit…
SEN NEYMİŞSİN BE ABİ,
Müslüman Türk halkının saf ve temiz din duygularını sömürerek, kendi çıkar ve menfaati için kimsenin devleti kullanmaması gerek. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesi ile "hükümet ile hükümetin bütün güvenlik ve istihbarat kurumlarına rağmen" halkın temiz duygularını kullanan paralelciler, aynı zamanda da yıllardır, daha önceki iktidar dönemlerinde ve 14 yıllık AKP iktidarı döneminde de ticari hayatta büyüyerek, devletin belli kanatlarını da kendi taraflarına çekerek, büyük ihaleler alarak, çok büyük paralar kazanmışlardır. Yurtdışlarında açtıkları okullarda ve ücretsiz barındırdıkları öğrenci misafirhanelerinde ve dershanelerde de son derece zeki çocukları ele alarak devletin belli kademelerine gelebilmeleri için de yetiştirmişlerdir.
DOMUZLARLA DANS!.. 
GAFLET Mİ? DALÂLET Mİ?
Yıllarca ekilen tohumlara, bugüne kadar ki siyasi iktidarların hepsi de destek vermişlerdir.
14 yıldır Türkiye’de tek başına iktidar olan AKP’de FETO’cularla beraber olmuş, onların yapılanmalarına göz yummuştur. Bu da inkâr edilemez. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha önceki ifadesinde de FETO örgütünün kendilerini aldattıklarını, kandırdıklarını söylemişti. Ancak, bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet olan FETO yanlılarının, devlet içerisinde devlet olarak, iktidarı ele geçireceklerini tespit ederek, bütün kurumlarda tasfiyesini sağlamak için çaba harcamaktadır.
NUMAN KURTULUŞ: 
"KESİNLİKLE HABERİMİZ YOKTU!..." 
Paralelci oldukları söylenen bazı askeri personelin, 15 Temmuz’da saf ve temiz askerleri kandıran komutanların yapmaya kalktıkları uyduruk darbe girişimi, kararlı ve cesur polisimiz, siyasi partilerin birlikteliği ve halkın cesurane sokağa çıkmaları ile başarılı olamamıştır.
Zamanla, yapılmak istenen bu darbenin arka yüzünde nelerin döndüğünü, kimlerin destek verip kimlerin vermediği, bütün çıplaklığı ile ortaya çıkacaktır.
Darbelerin hiç biri hoş karşılanamaz. 
Askeri darbeler de sivil darbeler de topluma acı verir. 
Affedilecek tarafı yoktur.
Biz yaşımız itibari ile 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat olaylarını yaşadık. Sıkıntılı ve acılı günlerdi bunlar. Acıların, ıstırap ve sıkıntıların bir daha yaşanmaması en büyük dileğimizdir.
Darbe yapanlar başarılı olduklarında, karşılarındakileri tasfiye ederler. 
Başarılı olamazlarsa da kendileri yok edilir. 
Gerçekte budur.
15 Temmuz 2016 Cuma günü de kara bir leke olarak tarihe damgasını vurdu.
Sokaklardaki emir kulu askerlerin, ne olduğunu bilmeden yollara çıkmaları, tankların içerisinde olmaları ve halkın coşkusunu görünce ateş etmeden silahlarını bırakmaları da takdire şayan bir hareket değil midir?
Ancak, bu zavallı emir kullarının kayışla dövülmesi, boğazının kesilmesi, cesetlerinin boğaz köprüsünden atılması olayı ise vahşetten öte bir şey değildir. İnternete düşen bu görüntüler doğru ise, son derece tehlikeli bu insanların da aynı darbeciler gibi yargılanmaları gerekir.
15 Temmuz darbe hareketi AKP nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daha da güçlenmesine sebebiyet vermiştir. 
Başkanlık sisteminin gelmesi ve anayasanın değişmesi söz konusu olabilir. 
Bekleyip göreceğiz.
Bu ülkede ne ezanlar susar, ne de Bayrağımız gönderden iner. Vatanın korunması, başta askerimiz olmak üzere, emniyet güçlerimize aittir.
15 Temmuz’daki darbe hareketinde sorgulanması gereken çok şey var. Ben bunlara değinmeyeceğim. Telefonlarımıza gelen mesajlarda, bizlerin gece sokaklarda nöbet tutmamız, camilerden yapılan anonslarla ve devlet büyüklerimizin halkı sokağa sahip çıkması çağrıları, terörün azgın bir vaziyette kol gezdiği ülkemizde, tehlikeli olaylara sebebiyet verebilir.
Sokaklara çıkan halkın bilinçli olanların yanında bilinçsiz ve macera arayan grupların da olduğu unutulmamalıdır. Canlı bombaların, Demokrasiyi savunacağım diye sokağa çıkan halkın arasına karışarak, katliam yapmayacağını kim garanti edebilir. Bugün Fransa, konsolosluklarına İstanbul’un 16 yerinde canlı bomba olay yaratabilir, diyerek kendi vatandaşlarını uyardığı sosyal medyada yazılmaktadır.
Püskürtülmüş olan Darbe girişiminin yeniden yapılabilirliğinin mümkün olmadığı herkesçe bilinmektedir.
Bu nedenle devlet büyüklerimizin halkı sokaklardan çekmeleri ve sağduyulu davranmaları konusunda uyarmalarında yarar olduğu kanısındayız. Daha büyük acılar yaşamayalım.
Neden korkuluyor? Amaç nedir? Bunu da anlatsalar çok iyi olur.
Biz hukuk devletiyiz. Devletimizin temeli sağlam atılmıştır. Laik, Demokratik, Hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti devletini Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve yolunda giderek sonsuza kadar yaşatmak, hem siyasi iktidarların, ordumuz, polisimiz dâhil tüm kurumlarımızın ve de Türk halkının görevi olmalıdır.
Tekrar Türk milletine geçmiş olsun diyor, sağduyulu olarak, birlik ve beraberliğimizi bozmamamızı, içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlarla ve de terörle hep birlikte mücadele etmemizin yararlı olacağı inancı içersinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü ile yazımı bitirmek istiyorum.
“Türk milleti şuurla ve bunca bin senelerin açtığı devasız yaraları acele tedavi etmek ıstırabiyle, hakikat denilen cevheri bulmuş olduğuna inanarak, uzun adımlarla kurtuluş aramaya karar vermiştir. Bunun önüne sed çekmek isteyeceklerin âkıbeti Türkün kuvvetli ayakları altında ezilmektir.
Silâhı ile olduğu gibi aklı ile de mücadele mecburiyetinde olan milletimizin birincisinde gösterdiği kudreti, ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. Milletimizin sâf seciyesi istidat ile doludur”.
(15 Temmuz 1921)
Zekeriya Tümer
18.07.2016