9 Mart 2015 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "ANZAKLI ÖMERİN ACI HİKÂYESİ"

TÜMER DİYOR Kİ:
ANZAKLI ÖMER'İN 
ACI HİKÂYESİ
A.Kemal Gül tarafından bana gönderilen meyildeki Anzaklı Ömer’in hikâyesini sizlerle paylaşmak istedim.
Yaşanmış olan bu hikâyede İngilizlerin bizleri yok edebilmeleri için, kimleri nasıl kandırdıklarına şahit olacaksınız.
Amerika’da doktorluk yapan Doktor Ömer Musluoğlu’nun yaşadığı bir olay. Enteresan bir hadise. Dünya küçük derler ya, işte dünyanın küçüklüğü de burada.
Doktor Ömer Musluoğlu 1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olur ve ihtisasını yapmak üzere ABD’ne gider.
Henüz lisanı çok iyi olmadığı için New York’ta bir hastanede basit görevlerden birine verilir. Görevi kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işlerdir.
Boş zamanlarında da laboratuarda görev yapar.
Görev yaptığı hastanede ilginç bir olayla karşılaşır ve olayın etkisinde kalır, unutmaz ve bu olayı paylaşmak ister.
Dr. Ömer bir hastanın kanını almak için görevlendirilir. Hastanın yanına gider. Yaşlı bir adamcağızdır.
Tahminen 75 yaşlarındadır. Hastadır. Halsiz ve dermansızdır.
Dr. Ömer, hastaya, “Kolunuzu açar mısınız, size kan vermem gerek” der. İngilizcesi çok iyi olmasa da, bir hasta ile anlaşabilecek düzeydedir.
Kanser hastası olan ihtiyar kansızdır. Kan verilmesi gerekmektedir.
Dr. Ömer hastaya yardım eder ve kolunu açar hastanın. Hastanın kolunda dövme bir Türk Bayrağı vardır. Elbette bu Türk Bayrağı dikkatini çeker Dr. Ömer’in.
Sorar hastaya “siz Türk müsünüz?”
Yaşlı hasta, kaşlarını yukarıya kaldırır ve “ Hayır” manasına işaret yapar.
Dr. Ömer’in merakı artar.
“Peki, bu kolunuzdaki Türk Bayrağı nedir?” diye sorar hastaya.
Yaşlı adam, zoraki cevap verir. “Aldırma işte öylesine bir şey” der.
Israr eder Dr. Ömer. “Fakat bu bayrak benim için çok önemli. Çünkü dikkatimi çekti. Bu bayrak benim milletimin bayrağı” der.
Yaşlı hasta, birden gözlerini açar ve hüzünle, derin derin Doktorun yüzüne bakar. “Siz Türk müsünüz” diye sorar.
“Evet Türk’üm” der Doktor Ömer.
İhtiyar doktorun gözlerine bakar, sanki tanıdık bir göz arıyor gibidir. Derin bir nefes alır ve yavaş yavaş anlatmaya başlar.
“Doktor yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı.
Ben Anzaktım. Avustralya Anzaklarından.
İngilizler geldiler bizi topladılar ve bize dediler ki: “Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup onların üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemli. Yoksa Hıristiyan dünyası kalmayacak. Barbarları yok etmemiz gerek” dediler. Biz de kandık. İnandık. Savaşa katılmak üzere İngilizlere uyduk” demiş.
Sonra ihtiyar hasta, derin bir nefes daha alıyor ve anlatmaya devam ediyor.
“İngilizler bizim beynimizi yıkadılar. Aldılar bizleri ilk önce Mısır’a götürdüler. Orada birkaç ay atış talimi yaptık. Sonrada bizleri topladılar ve gemilere bindirip, Çanakkale’ye getirdiler.  Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat bizler hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, ama onlara bu cesaret ve kuvveti veren neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim.”
İhtiyar heyecanlanıyor. Gözleri bazen dalıp gidiyor. Ancak, anlatmak ve içini boşaltmak istiyor. Bugüne kadar içinde sakladıkları Duyguları Dr. Ömer’e anlatmak istiyor.
Biraz dinleniyor. Derin derin nefes alıyor ve devam ediyor.
“Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar tekrar saldırıyoruz, ama hep püskürtüyorlar. Derken gene böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim.”
Dr. Ömer merakla ağzı açık yaşlı Avustralyalı hastayı dikkatle dinliyor.  İhtiyar savaşın dehşetli anlarını anlatırken titremeye başlıyor. Fakat durmuyor, heyecanla anlatmak istiyor. Dr. Ömer’in dikkatle dinlediğinin farkında.  Devam ediyor:
“Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında buldum.
Ne yalan söyleyeyim, nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler diye tanıtmışlardı. Ama dikkat ettim, yaralarımı sarmışlardı. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlardı Kendime geldiğimde bana çantalarındaki yiyeceklerden ikram ettiler. Çok iyi biliyorum ki onların çantalarındaki yiyecekleri çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı.
Şoke oldum doğrusu. Dedim ki kendi kendime:
“-Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler. Ama öldürmüyorlar. Veyahut isteseler önceden öldürürlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine götürdüler.” Diye içinden düşünüyor. Sonra devam ediyor anlatmaya:
“Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla “Yazıklar olsun bana” dedim. “Böyle asil insanlarla niye savaşıyorum ben. Neden savaşmaya geldim. Bu İngiliz milleti ne yalançı imiş, ne kadar Türk düşmanıymış.” Diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum. Günlerce düşündüm. Nihayet bizleri serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memleketimde Türk Milletinin asil insanlığını unutmamak için koluma Türk Bayrağının dövmesini yaptırdım. Böylece ömür boyu unutmayacaktım. Bu bayrağın esrarı işte bu” demiş yaşlı Anzak askeri.
Dr. Ömerin gözleri dolu dolu ihtiyara bakarken, ihtiyar devam ediyor.
“-Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk…
Ne garip değil mi? Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türk’le karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Peşinden nemli gözlerle “Bana adınızı söyler misiniz?” demiş Dr. Ömer’e.
“Ömer” demiş. Dr.
Merakla sormuş, yaşlı asker. “Neden Ömer ismini vermişler sana?”
Dr. Ömer, babasının Müslümanların ikinci halifesi isminden ilham alarak kendisine Ömer adının verildiğini söylemiş.
Yahu senin adın Müslüman adı, demiş.
Dr. Ömer de “evet Müslüman adı. Ben de Müslüman’ım” dediğinde, yaşlı Anzak askeri, yerinden doğrulmak istemiş, doktordan yardım istemiş ve yatağa oturmuş. Gözleri yaşla dolmuş.
Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr.Josef Miller idi. Şimdiden sonra “Anzaklı Ömer olsun” demiş.
Dr. Da tamam olsun, demiş.
Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu? Dediğinde Dr. Ömer şaşırmış.
Dr. Ömer “elbette zor değil, Müslüman olmak çok kolay” demiş.
Dr. Ömer sonra hastasına İslam’ın şartlarını anlatmış. Hemen kabul etmiş ve kelime-i şahadet getirmiş, çocuklar gibi de ağlamış, Anzak askeri.
Yaşlı hasta, sonra Dr.dan tespih istemiş, Allahı zikretmek arzusunu duymuş. Tespihi esir düştüğünde Türk askerlerinin elinde görmüş.  Dr. Hemen bir tespih bulup vermiş hastasına.
Anzaklı Ömer, Dr. Ömer’e “beni yalnız bırakma, sık sık uğra, bana Müslümanlığı anlat” demiş.
Kanser hastası olan Anzaklı Ömer, günden güne erimeye başlamış, fakat elinden tespihi düşürmüyormuş, Türk bayrağına da bakıp bakıp gözleri yaşlı, Allaha dua ediyormuş.
Bir gün bir anons sesi duymuş Dr. Ömer. “Dr.Ömer Lütfen 217 numaralı odaya acil gelin”
Dr. Ömerin içinden “eyvah bizim yaşlı asker Ömer amca herhalde yolcu “diye geçirmiş.
Dr. Ömer odaya geldiğinde, hastanın sağ elinde tespih, açık duran sol kolunda dövme Türk Bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer’in son anlarını yaşadığını fark etmiş.
Dr. Ömer diyor ki: “ Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim. O şekilde kucağımda ruhunu teslim etti. Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım.” Demiştir.
A.Kemal Gül’ün Notu:
Hikâye ne kadar doğrudur bilemem ama bu tür hikâyeler özellikle Çanakkale Savaşı sonrasında hem Anzaklar hem de ecdat tarafından anlatıla gelir. Ecdat, yüzyıllar boyu “savaşta bile” insanlığını, ahlakını, adamlığını, merhametini asla yitirmemiştir.
Ne acıdır ki, Tarihte olduğu gibi bugün de bu asil Türk Milletini yönetmeye aday seçilmişlerin çoğu kez aranan bu asalete, Türk-İslam kültürünü içerir donanıma samimiyetle haiz ve layık olamadıklarını görüyoruz. İçler acısı gündemlere bakmanız yeterli…
Allah bizlere Ecdada layık bir nesil olabilmeyi ve gelecek nesillere örnek olabilmeyi nasip etsin…
ZEKERİYA TÜMER

2 Mart 2015 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: YAZIK OLDU SÜLEYMAN ŞAH'A!..

TÜMER DİYOR Kİ:
YAZIK OLDU SÜLEYMAN ŞAH'A!..
Ne kadar kadersizmiş Ertuğrul Gazinin babası Osman’ın dedesi.
Adamcağız mezarında bile rahat yatamıyor. 
Oradan oraya taşınıp duruyor. 
Kadere bak, mezarda bile rahatlık yok.
Başbakan Davut oğlu diyor ki:
“Türk toprağı Süleyman şahı boşalttık.
Türbe ve karakolu yıkıp geri çekildik.
Operasyon çok başarılı geçti.
Kimseden izin almadık”
Bravo demek mi lazım!..
Yoksa yuh mu demek lazım!..
Sen Osmanlı soyunun dedesinin mezarını havaya uçur, boş sandukayı yüklen, oradaki kıymetli eserleri topla ve Türk Toprağı olan yeri terk et, başka bir yerde yeniden türbe inşa et. İnsanlar bu kadar aptal olabilir mi? Yeni inşa edilecek türbeyi ziyaret edecekler ve boş sandukaya dua edecekler.
Hayret ki ne hayret. Dinimizde bu var mı, nerede, hangi kitapta yazıyor.
Gösteriş için türbe yapılır mı?
92 yıldır Türk Toprağı olarak tescil edilmiş Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu yeri Işid’ korkusundan terk et.
Eh yakında da, PKK korkusundan güneydoğudaki bazı yerleri terk edebiliriz. 
Süleyman Şah Türbesi ve Süleyman Şah Saygı Karakolu
Suriye’nin Halep ilinin Kara kozak Köyü sınırları içerisinde bulunan Türkiye’nin kendi sınırları dışında sahip olduğu ekslav statüsündeki tek toprak parçasıydı.
Süleyman Şah, Osman Gazi’nin dedesi, Ertuğrul Gazi’nin babası olduğu söylenir.
Süleyman Şahın yeni yurt edinmek üzere çıktığı yolda, 1277 yılında Fırat nehrinden karşıya geçmeye çalışırken iki muhafızı ile birlikte Fırat sularında boğulurlar. Naşı da Caber kalesi eteklerine  yakın bir kümbete defnedilir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde mezarın bulunduğu yer türbe yapılır. Osmanlı yıkılınca da türbe Fransız Suriye Mandası sınırları içerisinde kalır.
20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa hükümetleri arasında imzalanan Ankara Antlaşması’nın 9. Maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın 3. Maddesi gereğince Caber Kalesi türbe müştemilatı ile beraber Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul edilmiştir. Böylece de burada muhafız bulundurma ve bayrağımızı dalgalandırma imkânı doğmuştur.
Son halife II. Abdülmecit, TBMM’ne gönderdiği bir mektupla Osmanlı Hanedanının “atası” olan Süleyman Şah’ın mezarı konusunda Meclisin gösterdiği alakaya teşekkür etmiştir.
Abdülmecit şu an yaşasa idi, acaba bu hükümete teşekkür eder miydi? Ya da “yahu dedemi orada Işid’e teslim edip neden kaçtınız” diye kızar mıydı?
Türkiye Cumhuriyeti devleti Osmanlı Devletinin yıkılması ve yok olması neticesinde doğmuş ve Osmanlı’nın devamıdır. Ancak, Cumhuriyet rejimi ve laik bir demokratik sistemle yürütülmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, atalarının mezarlarına da, borçlarına da sahip çıkmıştır.
Bugün ise durum ortadadır.
Başbakan Davutoğlu, “Türbeyi yıkarak, daha güvenli yere taşıdık” diyeceğine, biz Suriye’deki tek Türk toprağını Işid’e bırakmayız, diyerek orayı Kahraman Mehmetçiklerle koruyabilseydi. Herhalde puanı daha çok artardı.
16 adamızı işgal eden Yunanistan’a göz yumanlar, Suriye deki tek Türk toprağına da göz yumdular. Şimdi sıra PKK nın isteklerine geldi. Yakında bakalım, hangi topraklarımızdan olacağız.
Hakkımızda hayırlısı diyelim. 
(Zekeriya Tümer)

16 Şubat 2015 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "BUNLAR NAMUSSUZ, ŞEREFSİZ, AHLAKSIZ VE İNSANLIK DÜŞMANIDIR ALLAH ONLARI VE ONLAR GİBİ CANİLERİ, CANAVARLARI KAHRETSİN"

TÜMER DİYOR Kİ:
BUNLAR NAMUSSUZ, ŞEREFSİZ, AHLAKSIZ VE İNSANLIK DÜŞMANIDIR
ALLAH ONLARI VE ONLAR GİBİ CANİLERİ, CANAVARLARI KAHRETSİN
Nefsine hâkim olamayan şerefsizler az değil ki!
Küçük çocuklara saldırılmadı mı, onlar da öldürülmedi mi?
Işid denen teröristler ana kuzusu yavrucakları pazarlarda satıp seks objesi yapmıyorlar mı?
Bu kepazelikler, rezillikler, ahlaksızlıklar, vicdansızlıklar maalesef Müslüman ve geri kalmış ülkelerde daha çok oluyor.
Elbette dünyanın birçok yerinde de var. Ancak, biz Müslüman’ız bizde olmaması gerek.
Bu nasıl Müslümanlık, bu nasıl insanlık!..
Ateş düştüğü yeri yakar. Bu acıya nasıl dayanılır.
Yıllarını ver, gözbebeğin gibi koru, ihtimamla büyüt, kılına zarar gelmesin diye üzerine titre, solmasın, üzülmesin diye koklamaya kıyamadığın canından bir parçayı, şerefsiz, adi, aşağılık bir yaratık, sapık ihtirasları ve iğrenç duyguları uğruna katletsin.
Allah’ım bu acıya dayanmak çok zor.
Utanmaz, sıkılmaz, arlanmaz bazı kişiler de çıkıyorlar, Amerika da da böyle şeyler oluyor, mini etek giymesin kızlar, kız çocukları okullarda bacaklarını gösterip öğretmenlerini tahrik etmesinler, kızlar la 7 yaşından itibaren evlenilebilir, kızlar evde otursun, okumasın. Kadın çalışmasın, çocuk doğursun, erkek kadını dövebilir, sövebilir, onları ikinci, üçüncü karısı yapabilir, düşünceleri olan manyaklara ne demeli!...
Kuran-ı Kerimi hiç okumadınız mı?
Böyle Müslümanlık olmaz. Cennet anaların ayakları altında denmiyor mu?
Peygamberimiz Kadınların hakkını korumadı mı?
Müslümanlıkta böyle şerefsizlik var mı?
Nasıl bir toplum olduk, akıl sır erecek gibi değil.
Bu nasıl ahlaksızlık, nasıl vicdan ve insanlık...
Allah seni ve senin gibilerini kahretsin.
Facebookta bir arkadaş şunu yazmış:
“Her 4 saatte 1 tecavüz suçu işleniyor. Çocuk pornosunda ilk 5’teyiz. Hayvanlara tecavüzde ilk sıradayız. Hırsızlıkta dünya listelerini zorluyoruz.
Allah’tan Müslüman’ız da içim rahat!” diyor.
Gerçi en koyu Müslüman olduğunu söyleyen Suudi Arabistan’da kadınlar tek başlarına sokağa çıkamazlar. Sokakta tek başına yürüyen bir kadını gören Arap arabasını durdurur, kadını arabaya attığı gibi kaçırır. Ben Suudi Arabistan’a gittiğimde bu konuda çok şeyler duydum.
Suudi Arabistan’da hava alanındayım. Cidde’den hail şehrine gideceğiz. Sıra sıra Suudiler oturuyor, uçağı bekliyorlar. Yanımdaki arkadaşla içeri girdik. Sandalyelerde oturan bütün Arapların kafalarının bir tarafa dönük olduğunu gördük. Biz de o tarafa baktığımızda, güzel bir bayan tek başına oturuyor. Ayaklarına kadar kapalı. Üstünde beyaz bir elbise. Bacak bacak üstüne atmış, bir ayağının bilek hizasından bir karış kadar açık, bacağı gözüküyor. Bütün Araplar o tarafa bu bacağa bakıyorlar. Kadın sıkıldı ve ayağını indirdi, bacağın açık kısmı görünmemeye başladı, Arapların kafaları döndü.
Buyurun, şeriat düzenindeki ahlaksız yaklaşımlara.
Bu alçakları assan, ölüm onlar için kurtuluş olur. İbreti âlem için değişik cezalarla cezalandıracaksın.
Sosyal medyada kadınlar bu cezalar konusunda fikir yürütüyorlar.
Kimisi, kesin aletini, iğdiş edin, etlerini lime lime edin, asın, parçalayın, vs. neler neler söyleniyor.
Devamlı kadını hor görürsen, kadınları seks objesi olarak göstermeye çalışırsan, ahlakı kadın üzerine inşa edersen, şuranı açma, buranı açma diye baskı altına almaya çalışırsan, sapıklara yol vermiş olursun.
Şimdi bu insanı asmak istersen, “yok asamazsın insan hakları var” derler.
Peki, öldürülen insanın insanlık hakkı yok muydu?
Ateş düştüğü yeri yakar. O annenin babanın içindeki sızıyı, acıyı anlayabilmek mümkün değil.
Bu şerefsizin ailesi şimdi komşularının, akrabalarının ve etrafında bulunan insanların yüzlerine nasıl bakacaklar.
Deydi mi namussuz, alçak, şerefsiz. Deydi mi?
Senin anana, bacına aynı şey yapılsa, razı olur muydun? Allah senin cezanı versin.
Kadınlar bizlerin en kıymetlisidir. Onlar anadır. Onlar olmasa biz erkekler dünyaya gelebilir miydik?
Maalesef ülkemiz de Laik Cumhuriyetin kıymetini bilmeyenler Kadınları ikinci sınıfa sokmak ve evde oturtarak, toplumdan soyutlamak istemektedirler.
Evde oturacak ve çocuk doğuracak. Adamın zevkini yapacak. Olmadı mı ikinci kadın alınacak, olmadı mı üçüncü kadın.
İşte, Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyetinde bunlar olamaz.
Devlet otoritesini kaybettiğinde sapık insanlar türeyebilir.
Şimdi bu konu Hükümet tarafından şu şekilde savunmaya dönüşebilir. Bakın gördünüz işte iç güvenlik tasarısına ihtiyaç var, diyeceklerdir.
Yasalarımızda böyle pis suçların cezası vardır. Bu kabil suçlular Hapishanede de cezalandırılırlar.
Allah, Özgecan Aslan yavrumuzun annesine, babasına ve yakınlarına sabır versin.
Anneler ve babalar, aile içerisinde çocuklarınıza gereken ahlakı verin. Yakın dövüş kursuna gönderin.
Toplum eğitemiyor, sizler bari eğitin.
Geçmişte Genelkurmay’da görev yapan bir Albay arkadaşım şunu demişti. Eskiden askerler halkla iç içe oturuyorlardı. Bu sebepten Albay bazı tembihlerde bulunmak zorunda kalmış karısına.”Ben geceleri nöbette kalıyorum. Sana göz koyan olur, sana zorla sahip olmak isteyen olur, sakın telaş ve panik yapma, sakin ol. Onun açığını yakaladığın anda, saldırır ve elinden kurtulursun. “
Doğru, bu kabil saldırılarda kadınlarımız, kızlarımız panik yapmayın, onu oyalayacak yol bulun. Sakinleştirin ve fırsat kollayın. O enayi bunları yutacaktır. Ani tepki gösterirsen, o erkek gücü ile saldırır ve işte bu şekilde hoş olmayan şeyler yaşanır.
Durum meydan da!.. 
Sözde, "Ahlâklı toplum olalım" diye çaba harcanırken, "ahlâksızlık" gittikçe artmaktadır... Zekeriya TÜMER

9 Şubat 2015 Pazartesi

KANUNLAR EŞİT UYGULANMALI

TÜMER DİYOR Kİ:
KANUNLAR EŞİT UYGULANMALI!..
Sevgili okurlar; bugünlerde gündemde olan konu “İç Güvenlik Paketi”.
Konu ile ilgili bilgi sitemizin ana sayfasında yer aldı.
Hükümet tarafından hazırlanan iç güvenlik Paketinin eleştirilecek tarafı da var,  uygun görülecek maddeleri de var.
Polisimize verilen geniş yetkiler söz konusu.
Silah olarak, Molotof kokteyli, sapan, sopa da kabul edilmiş.
İnsan karşısındakine zarar vermek istedikten sonra, çok şeyler üreterek zarar verebilir. Önemli olan niyettir.
Elbette, malımıza, canımıza, kastedenlere ağır cezalar uygulanmalıdır.
Kamu mallarına zarar verenler, masum insanları kasten öldürmek için otobüslere Molotof kokteyli atanları affetmemek gerek. Cezaların en ağırını vermek lazım.
İç güvenliğimiz yürürlükteki kanunlara göre de sağlanabilir. Önemli olan uygulayabilmektir.
Polise verilen geniş yetkiler, uygulamacılar tarafından suiistimal edilirse işte o zaman iç güvenliğimizi sağlayalım derken daha da bozabiliriz.
Eğitimli ve görevinin mes'uliyetini bilen devlet görevlileri, vatandaşının hak ve hukukunu daha iyi korur.
Türk Bayrağını göğsüne sarıp veya ellerinde sallayan Türk vatandaşının, elinde hiçbir silaha benzer eşya yokken, tek silahının Türk Bayrağı olduğu ve en doğal hakkı olan protesto hakkını kullanmak için sokağa çıktığında, polis ona biber gazı sıkar, silah çekerse, yaralar veya tutuklarsa, işte bu iç güvenliğin sağlanması demek değildir.
Bunun yanında pkk Bayrakları ile terör gruplarının flamaları ile gösteri yapanlara, hatta polise, kamu binalarına saldıran ve zarar verenlere polis bir şey yapmaz ve seyrederse, işte bu da iç güvenliğin sağlanması demek değildir.
Hak, hukuk, adalet ve kanunlar herkese eşit şekilde uygulanmalıdır.
İç güvenlik Paketine, şunların da eklenmesinde yarar vardır.
Rüşvet alan, devletin malına zarar veren, devletin kasasından para çalan, yalanları, hileleri ile devlete ve topluma zarar verenlere de ceza verilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kolay kurulmuş değildir. Bunu unutmamak gerek.
Oy alma uğruna, toplumu ayrıştırmak, kendinden yana olanı korumak, olmayanı ezmek iç güvenliğin sağlanmasına yardımcı olamaz.
Hükümetler de gelip geçicidir. Halkına iyi hizmet verenler iktidarlıklarını sürdürürler, veremeyenler ise giderler.
Ben iktidardan gitmek istemiyorum diye direnenler ve onun için kanunlar çıkaranlar ve bu kanunları eşit uygulatmayıp, kendisinden yana olmayanlara uygulanmasını sağlatmak, iç güvenliğin sağlanmasına yardımcı olamaz.
Devlet memurları siyasi baskıdan kurtulmadıkça da özgür hareket edemezler.
Devletin memurları, vatandaşa eşit muamele yapmak zorundadır.
Kin, nefret ve intikam peşinde olamaz devlet görevlileri.
Devlet şefkatli olmalı, vatandaşının hak ve hukukunu korumalıdır.
Teröre ve teröristlere elbette acıma olmaz, onlarla pazarlık yapılmaz. Elinde silah olan ve karşısındakini yaralama veya öldürme amacı ile hareket edene karşı polis elbette gerekeni en sert şekilde yapmalıdır.
Bizler de vatandaş olarak Polisimize her zaman yardımcı olmalıyız.
Her şeyin hayırlısı diyelim ve İç güvenliğimize huzur getirmesi dileğiyle kanunun çıkmasını bekleyelim ve ne olacak görelim.

29 Ocak 2015 Perşembe

HIRSIZ VE ARSIZLARIN SONU GELMELİ,

TÜMER DİYOR Kİ:
HIRSIZ VE ARSIZLARIN SONU GELMELİ,
Sevgili okurlar; son günlerde hırsızlık olayları çok arttı.
Artık, zengin, fakir demeden herkesin evine hırsız giriyor.
Sokaklarda gasp, nitelikli dolandırıcılık, irtikap ve tecavüz olayları da artmaya başladı.
Bunların çoğalmasındaki sebep, büyük bir ihtimalle Suriye’den gelen göçmenler.
Zavallı, aç, sefil, yoksul ve çaresiz insanlar ya sokaklarda dileniyorlar, ya da aç kalmamak için hırsızlık yapmaya zorlanıyorlar.
Çoğunun evi, barkı yok. Şu zemheri kış gününde Çadırlarda, terk edilmiş gecekondularda, metruk bina ve harabelerde yaşıyorlar. Zaten fakiri bol olan ülkeyiz, iyice fakirimiz Suriyeli göçmenler sayesinde arttı.
Adamlar baktılar, bu ülkede hırsızlık yapanlar cezalandırılmıyor, en iyisi bizde yapalım dediler herhalde.
Aman dikkat. Malınıza, mülkünüze, sahip olun. Canınızdan bile olabilirsiniz. Gözü dönmüş insanlar çoğaldı.
***
Dünya’da petrol ucuzlamaya başladı, bizde tık yok.
Petrol, yeni Suudi Arabistan kralının üretim politikasını sürdüreceği işaretleri ve yükselen ABD stoklarının küresel arz fazlası sorununun devam edeceği spekülâsyonlarını desteklemesi ile 6 yıla yakın bir sürenin en düşük seviyesine geriledi.
Bu durumda, nakliyeden tutun, tüm ürünlerde ucuzlama olması gerekmez mi?
Başbakan Ahmet Davutoğlu, iktidara koşmak için işte sana bir fırsat, her şeyi ucuzlat ve böylece belki hırsızlığı da önlemiş olursun.
***
Çocuk yapın diye teşvik ediyor Hükümet.  
Recep Tayyip Erdoğan 3 çocuk yapın diyordu, Davut oğlu da altın ve para vereceğim diyor.
Çocuğu yaptın, bir ay 300-400-600 lira verdin.
Ben anlayamıyorum, bunlar bu milleti aptal mı sanıyor. Yahu o vereceğin para bir ay bile yetmez.
Kundaktaki bebenin masrafı ayda 500 lirayı geçiyor. Bu çocukların, ilkokulları var, ortaokulları, liseleri, üniversite hayatları, evlenmeleri var. Yılarca masraf edilmesi gerek. Senin vereceğin üç kuruş ömür boyu yeter mi?
***
DİKKAT!
Dincilerin menfaat peşinde olmaları Dinsizleri İktidara getirmeye başladı.
Yunanistan’daki seçimleri Ateist Siriza kazandı. Radikal Sol Koalisyon (SİRİZA), milli bir programla girdiği Yunanistan genel seçimlerinde yüzde 37 oy alarak rakibi sağcı Yeni Demokrasi Partisi’ne 10 puan fark attı.
Komşumuzda esen bu rüzgâr Türkiye’yi de etkileyebilir. Gerçi bizdeki muhalefet partilerde pek ateist yok. Hepsinin bir dini inancı var.
Ancak, Dini suiistimal edenler ve dini kendi menfaati ve de çıkarı için kullananlara karşı halk artık tepkisini göstermeye başladı. Bu nedenle komşuda esen sol rüzgârı Türkiye’de de eseceğe benzer.
Sağ iktidar AKP’nin işi zorlaştı gibi. Bu sefer iktidarı yakalaması pek kolay görünmüyor.
AKP nin ve yandaşlarının en büyük yanlışı da Türkiye Cumhuriyetine ve Atatürk’e saldırması.
Bu millet ne olursa olsun, Bayrağına, Dinine, Diline, vatanına ve milli duygularına sahip çıkacaktır.
Hakkın adaleti ve Türk Adaleti yeniden gümbür gümbür yerine oturacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
***
AMAN TAHRİKLERE KAPILMAYIN
Geçenlerde, İstanbul’da Belediye şoförünün birisi otobüsü durdurmuş, boş alana geçerek otobüsün içinde namaz kılmaya başlamış.
Şimdi düşünelim, İstanbul’da tüm otobüsleri, metroları, vapurları. Bunların sürücülerini. Allahuekber diye ezan okunmaya başladı. Adamlar bu ezan sesini duydular. Bastılar frene, Vapurlar denizin ortasında durdu. Metrolar, otobüsler bulundukları yerde durdu. Sürücü, kafasına beresini geçirdi, seccadesini aldı, millete şöyle kenara çekilin açın burayı dedi, seccadeyi serdi ve namaza durdu. 10 dakika namaz kıldı. Millet de sürücünün namazı bittikten sonra Allah kabul etsin diye dua etti. Tamam, artık yolumuza gidebiliriz dendi ve araçlar hareket etti.
Bu ne güzel bir manzara olur değil mi?
Yaa aklını mı yitirdi bu millet.
Yok, beyler bu akıl yitirmesi değil.
Özellikle o şoför seçildi. Deneme yapıyor. Eğer halk namaz kılan şoföre tepki gösterse idi, bu durum politik malzeme olarak kullanılacaktı. Bakın dinsizler, dini bütün şoföre saldırdılar diye kürsülerde, gazetelerde, televizyonlarda bunun propagandası yapılacaktı. Maalesef daha önce buna benzer bazı örnekler yaşandı.
Aman dikkat, dolduruşa gelmeyin. Bunlar, halkı tahrik etmek için hazırlanan tuzaklar.
Görev kutsaldır ve ibadettir. O şoför sevap değil günah işlemiştir. Herkesi kandırsa da Allah’ı kandıramaz.
Farkındaysanız, dini bilenler de bilmeyenler de saçma sapan konuşuyorlar. Halkın inançları ile oynamaya çalışıyorlar. İpe sapa gelmeyen ahkâmlar kesiyorlar. Bunların hepsi tahrik amaçlı sözler ve davranışlar. Bu nedenle sağduyulu olunmalı ve tahriklere kapılın mamalı.
Sabırlı olun, seçimlere az kaldı.
Yanlış hareket yapanlara seçimlerde halk sandıkta dersini verecektir.

17 Ocak 2015 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Yeni Türkiye" söylemini perçinlemek ve Atatürk damgasını yok edebilmek için yeni buluşlar peşinde!..

TÜMER DİYOR Kİ: 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Yeni Türkiye" söylemini perçinlemek ve Atatürk damgasını yok edebilmek için yeni buluşlar peşinde!.. 
29 Ekim 1923 yılından bu yana Cumhurbaşkanlarını konuk eden Çankaya, tarihe karışıyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşları yerinden mi oynatılıyor acaba?
Atatürk Orman Çiftliğinin ağaçları kesilerek yapılan AK Saray’ın ismi değişecekmiş ve Külliye olacakmış.
Ben bundan evvelki yazımda bir öneri de bulunmuştum. Ak sarayın isminin; (Atatürk Orman Çiftliği Cumhurbaşkanı Köşkü) olsun demiştim. Külliye yerine bu isim olsa daha iyi olmaz mı?
Külliye nedir? Geçmiş tarihimize baktığımızda Osmanlılar ve Selçuklular döneminde ibadet ve imaret kurumları olarak Külliye’lere rastlarız. Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra İslami yete önem vermeleri ve onu geliştirebilmeleri için, şehrin uygun görülen yerine büyük Cami ile birlikte, medrese, ibadet, imaret, türbe, kütüphane, hamam, aşevi, (da-rüşşifa) kervansaray, çarşı, okul, hastane, tekke, zaviye binalarından oluşan yapılar yapılmıştır. Bu topluluğa da Külliye denmiştir.
Külliyeler, hem bir ibadethane olarak Cami, hem bir eğitim kurumu olarak Medrese, hem aşevi olarak düşkünlerin ve ihtiyaç sahiplerinin sığınabileceği birer Aşevi ve Kervansaray, hem bir alışveriş merkezi olarak Çarşı, hem de sosyal kurumlar olarak Hastane, Zaviye, Tekke ve devlet kurumlarının içerisinde bulunduğu birer yaşam merkeziydiler. Külliyelerin İslamiyet Sonrası Türk Tarihinde yeri fevkalade mühimdir. İlim, Bilim ve Sosyal hayatı ihya eden Külliyeler, hem tarihe hem de toplumsal dokuya yön vermişlerdir. 
Külliyelerin inşa edildiği yerler, kısa süre içerisinde yerleşim ve ikamet açısından önem kazanmaya başlardı. Sosyal hayatın vazgeçilmezlerini içerisinde barındıran Külliyelerin inşa edildikleri bölgelerde, toplumlar kısa süre içerisinde Külliyelerin etrafında evler yapıyor, bu bakımdan da bulundukları bölgeleri birer cazibe merkezi haline getiriyorlardı. Külliyenin merkezinde genellikle cami vardır. Diğer her şey camiyi çevreler. Manisa Ulu Camisi ve Medresesi (1376), İlyas Bey Camisi ve Türbesi (1403) önemli ilk örneklerdir.Osmanlı Beyliği'nde ilk külliye örneği cami ve hamamdan oluşan İznik Orhan Gazi Külliyesi'dir. Bursa Orhan Bey Külliyesi (1340) ise cami, medrese, mektep, hamam ve şifahaneden oluşur. İstanbul'un alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet, Fatih'te 16 medrese, tabhane, kervansaray, darüşşifa, türbe, aşhane ve saire yapılardan oluşan geniş bir külliye oluşturmuştur.
Demek ki, bundan sonra Atatürk Orman Çiftliği yavaş yavaş ek binalarla donatılacak ve zaman içerisinde yok olacaktır. 
Mecburen binalar dikilirken ağaçlar kesilecek ve her yer beton yığını haline gelecektir. Böylece de Atatürk’ün bataklığı ağaçlandırdığı ve adının konduğu, Ankaralıların da mesire yeri olarak kullandıkları Atatürk Orman Çiftliği yok olacaktır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ayrıca Anıtkabir’in yapılışını örnek göstererek şu ifade de bulunmuştur: “Biz burayı proje hariç 18 ayda bitirdik. Anıtkabir için hazırlıklara 1941’de başladı, yapı ancak 1953’te tamamlanabildi. Cumhurbaşkanlığı sarayı ise projeyle birlikte iki yılı bile bulmadı. Meclis ve Anıtkabir projeleri inşa edildikleri dönemde ülkemizin bütçesini sarsmıştır. Oysa bugün Türkiye bunun gibi onlarca yüzlerce projeyi aynı anda bitirip inşa edip halkın hizmetine ulaşacak seviyededir. “
Sevgili okurlar; Yıl 1941, ikinci dünya harbinin başladığı ve bütün şiddeti ile devam ettiği yıllar. Ülke sıkıntı içerisinde. Bugünkü teknoloji o dönemde yok. Tabii ki, inşaat yavaş yavaş ilerleyecektir. Şartlar uygun değildir. Bütçe de bulunan bugünkü para o dönemde elbette yoktur. Ancak, bir fark vardır. Bütçede para azdır, ama dış borcumuz da yoktur. Bunu da unutmayalım.
Teknoloji olarak,  O günkü şartlar ile bugünkü şartların eşit olması mümkün olabilir mi? Elbette eşit olamaz.
 Bugün Türkiye elinde bulunduğu imkânlarla, çok daha büyük projeleri, kısa zamanda yapabilecek güçtedir.
Kendimizi haklı göstermek için  eski ile yeniyi kıyaslamanın  uygun olamayacağını düşünmekteyiz..

12 Ocak 2015 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: EYY FRANSA İĞNE BATTI ACITTI MI?

EYY FRANSA İĞNE BATTI ACITTI MI?
Sevgili okurlar, görüyorsunuz değil mi?
Terör Fransa’ya iğne batırdı, ayağa kalktılar. Bize yıllardır Çuvaldızı batırılıyor, çıt yok.
PKK belası ile 30 yıldır uğraşıyoruz. Bir de Fransız, Alman Milletvekilleri, yetkilileri utanmadan ülkemize gelip, güneydoğuya giderek, sözde incelemelerde bulunduklarını söyleyerek, teröre destek vermişlerdi.
Orta doğuda kan akıyor.
Türkmenlerin kelleleri kesiliyor.
Masum insanlar katlediliyor, çıt yok.
Nijerya’da, Boko Haram da katliam 2000 kişi öldürüldü. Pakistan’da Taliban militanlarının 134 öğrenci 150 kişiyi öldürdüğünde insanlık nerede idi?
Yaaa, Fransız dostlar, size ufacık iğne battı, nasıl yaygarayı kopardınız, bizlere yıllardır çuvaldızda değil, şiş batırılıyor şiş.
Üstelik orta doğudaki teröristlere silahları kimler veriyor, parayı nereden buluyorlar, onları hangi devletler besliyor, bunları hiç düşündünüz mü? Sizlerin desteği ile büyüdüler, işte şimdi de başınıza bela oldular. Elbette buna sevinmemek, üzülmek gerek. Bizler üzülmeye alıştık, biraz da siz üzülün. Çünkü onları bu hale getiren sizlersiniz.
Bizler,  her askerimiz, polisimiz, öğretmenimiz, sivil insanlarımız teröristlerce şehit edildiğinde, hemen devlet erkânı ile birlikte toplanırız,  cenaze namazını kılarız, sonra da; 
“ŞEHİTLER ÖLMEZ, VATAN BÖLÜNMEZ”
diye sloganlarımızı atarız, döner gideriz evimize.
Sevgili okurlar, bizim site de bir çeşme haberi yayınlamıştık. O yazıyı bir kere daha okumanızı isterim. Yazıda ne diyordu:
“MÜSLÜMAN’A HARAM”
Osmanlının başşehrinde bir çeşme ve bu çeşmenin başında da böylesi bir yazı… Üstelik bu çeşme hayrat için yapılmış. Gelen geçen su içsin diye. İyi de neden Müslümanlara haram edilmiş. Yazıyı okuduğunuzda anlayacaksınız.
Bugün de Müslümanlara yapılan, Camiler ve tüm hayratlar aslında haram.
Çünkü bu kadar duyarsızlık olmaz.
Bakın Fransa’yı gördünüz, 50 ye yakın Devlet başkanlarını ve yetkilileri Paris’e topladı, 1,5 milyon insan sokağa döküldü, 12 gazeteci ve sivillerle 20 kişi öldü, dünyayı ayağa kaldırdı. İşte duyarlılık bu…
Biz ise ne yapıyoruz? Teröristlerle pazarlık.
İstanbul’da 7 bin Işid elemanı var deniliyor. Yarın bunlar ortalığı kan gölüne çevirirlerse ne olacak? Peki PKK ne kadar. O daha da çok. Sempatizanlarını yollarda görüyoruz.
Devletimiz ne durumda?
İçler acısı.
Güçlü ordumuz, güçlü polisimiz, güçlü jandarmamız, güçlü istihbarat teşkilatımız ve güçlü duygularımız, azaldı, zayıfladı.
Vücut direncini kaybederse, zayıflarsa, hemen mikroplar vücudun içine girer ve o vücudu hasta eder, çökertir.
İşte ülkemizde şimdi bu halde.
Ben bundan evvelki yazımda ne demiştim.” 2015 yılı ülkemiz için şer mi olacak, hayır mı? “
Maalesef 2015 yılı tüm dünya için şer olacak. Nedeni ise insanlar azdı. Ekonomik çıkar uğruna daha çok kanlar dökülecek. İnşallah 3. Dünya savaşı çıkmaz.
Sevgili okurlar, Türk Milleti güçlüdür. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan kendisini ne zannederse etsin, bu insanlar mutlaka toparlayacaklar ve İstiklal savaşında nasıl tek vücut oldu iseler, gene olacaklardır.
Karamsar ve kararsız olmamak gerek.
Her ne kadar bugün içerimizde şaşırmış ve kendini bilmez şaşkın ve vatan haini çok kişiler varsa da, onlar da inşallah yanlış yönde olduklarını anlayacaklar ve düzelecekler.
Anadolu insanı duyarlıdır. Zamanı gelince kendisine gelir.
Bizler, gene de devletimize, ordumuza, polisimize ve tüm güvenlik güçlerimize inanalım, desteğimizi verelim, moralimizi bozmayalım, birlik ve beraberlik içerisinde bu kötü günleri atlatmanın yollarını bulalım.

3 Ocak 2015 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: 2015 YILI ÜLKEMİZ İÇİN HAYIR MI ŞER Mİ OLACAK?

2015 YILI; 
ÜLKEMİZ İÇİN HAYIR MI, ŞER Mİ OLACAK?
Sevgili okurlar, 2014 yılını da geride bıraktık. Tüm dilekler, geçmiş yıllarda yaşanılan sıkıntıların geride bırakılarak, yeni yılda yeni umutlarla güzel günleri yaşamak.
Buna ben pek inanamıyorum, sizler inanıyor musunuz?
70 yıllık ömrümün geçen günlerini düşündüğümde, her yıl aynı umutla dileklerin dilendiğini gördüm.
Ülkemin huzur ve güven ortamında, kalkınmış, ileri gitmiş, işsizliğin ve ekonominin yükseldiği, memurun, işçinin, emeklinin rahat bir hayat yaşadığını hayal ettik durduk.
Gelen gideni aratırmış, derler.
Her başa, yani iktidara gelenler gidenleri arattı.
Hele ki şu an iktidarda bulunan parti bence çok daha gidenleri arattı gibi.
Elbette güzel şeyler olmadı mı?
Oldu.
Büyükşehirlerde Metroların yapılması, yolların ve hava alanlarının yapılması, ulaşımı kolaylaştırdı.
Ancak, en büyük yanlışlıklar, rejimle, Atatürk ilkeleriyle, ülkeyi ileri değil geriye götürecek düşünce de olanların ortaya çıkması ile toplumda rahatsızlıklar baş gösterdi.
Yolların, hava alanların yapılması kalkınma demek değildir.
Üretim artmalı, yatırımlar Fabrikalara yönelmeli, ülkenin yer altı ve yer üstü iyi değerlendirilmelidir.
Bir sürü madenlerimiz yer altında dururken, denizlerimiz, göllerimiz, akarsularımız kirlenirken, ormanlarımız yok olurken, dış borç devamlı yükselirken, üretim azalır, tüketim artarken, devletin kasasında para azalırken, kalkınmaktan söz edilemez.
Şu an seçimlere 5 ay gibi kısa bir zaman kaldı. AK Parti dışında ki tüm partiler İktidardan gitmesi için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ve hükümete saldırıyorlar.
Onlar ise iktidarı kaybetmemek için her türlü tedbiri almaya çalışıyorlar. Herkes kendine göre haklı.
Kim başarılı olacak, zaman içerisinde göreceğiz.
Bence muhalefet partileri bu çalışmaları ile başarılı olamazlar. CHP ve MHP den oy kayıpları söz konusu. Nedeni ise yeni partilerin kurulması.
Bugüne kadar aklınız nerede idi diye sormak gerek.
AK Parti kısa dönemde iktidar olmuş değil. 13 yıllık bir iktidar dönemi yaşanıyor. Niyetler ilk günden belli idi. Şimdi mi aklınız başınıza geldi de, AK Partiden kurtulmak için çırpınıyorsunuz?
Bu ayrışmalar ve bölünmeler,  kimse hiç merak etmesin, AK Partinin işine yarayacaktır.
Tayyip Erdoğan’la bu kafa ile baş edemezsiniz.
Paralel Yapı denilen Gülen ve taraftarlarını zayıflatma ve sindirme politikası, gerçek mi yoksa danışıklı dövüş mü diye de düşünmek gerek!
Gülen’i bu denli büyüten ve söz sahibi yapan sadece AK Parti değildir.
Geçmişe baktığımızda ve incelediğimizde, Kenan Evren dâhil Ecevit’in de destek verdiğini görürüz.
Yurtdışındaki okullar da süper zeki öğrenciler yetiştirildi. Onlar devletin en üst mercilerine yerleştirildi. Netice malum. Amacı ne idi Gülen ve taraftarlarının. İslam Cumhuriyeti Devleti kurmak mı acaba?
Bugün AK Parti’nin gerçek amacı ne?
2023 de Türkiye Cumhuriyeti Devleti isim mi değiştirecek?
Bazı kişiler ortaya çıkıyor, İslam dini adına, akıl ve mantığın almadığı sözler ediyorlar. Birisi kalkıyor, Atatürk’ün tüm heykellerini kıracağız, istersek Anıtkabiri bile yıkarız diye söz edebiliyor.
Türk Bayrağı yakılıp yırtılıyor, Türklükle ilgili çok şey yasaklanıyor.
Bunlar 2015 de daha da şiddetlenecek gibi.
En önemlisi de açılım uğruna Öcalan’a hürriyetinin verilmesi düşüncesi.
Şehitlerimizin kemikleri sızlayacak.
Türk milleti ikinci sınıf vatandaş oldu.
 Kökü ve özü Türk olanlar devlet kademelerinde üst görevlerde pek yok.
Yani kısaca, bizlere huzur yok. 2015 yılı da pek hayırlara vesile olmayacak gibi gözüküyor.
İç ve dış düşmanların amaçlarının ne olduğunu bilip ona göre tedbirini alamayan iktidar ve halk çok sıkıntılı günler yaşar.
En güvendiğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri idi. Ordunun durumu belli. Güvenlik Kurulu Toplantısında Cumhurbaşkanının arkasında duran Atatürk Portresi kaldırılmış, neden kaldırıldı, o resimden kim rahatsız oldu, sebebi nedir? Oraya toplantıya giren paşalardan biri sordu mu acaba?
Ben helal olsun diyorum Tayyip Erdoğan’a, herkesi susturdu, kendisine tabi kıldı, kimsenin ses çıkarmasına müsaade etmiyor. Korkanlar korkmayanlardan daha çok. Helal olsun demeyeceksin de ne diyeceksin.
Anayasa dâhil, hiçbir hukuk’u, tanımayan, hiçbir şeyden korkmayan, her şey benim emrimde olacak, ben ne dersem onu yapacaksınız, benim ordum, benim polisim, benim savcım, benim hâkimim, benim Valim, Yargıtay da, Danıştay da tüm devlet kurumları benim. Türkiye Cumhuriyeti’nin her şeyi benim diyen kişiye helal olsun demekten başka söz kalmıyor.
Ne diyor Cumhurbaşkanı, beni halk seçti, siz seçmediniz, ben hesabımı halka veririm, diyor.
Eee halkta seviyor ve oyunu veriyor.
Ne yapacaksın?
Bir de AK Saray var. Bence çok güzel bir bina yapıldı. Elbette orası devletin malı. Eeee devletimiz kalkınmış refah ülkesi ya, öyle binalar yapılmalı. Bütün devlet kurumları da lüks binalara taşındı. Ne var bunda. Son model arabalar devlet erkânının altında. Zengin devlet böyle gösterişli olur! Kalkınmış, refah düzeyi yükselmiş, herkesin karnı tok, sırtı pek, halk rahat ve huzur içerisinde, lüks arabalara binmesin mi devlete hizmet edenler? Binsinler. Kınamayın, ayıp demeyin. Para çok ye ye bitmez bu devletin parası. Rahmetli Özal ne demişti? Benim memurum işini bilir, demişti. Bırakın bilsinler.
Ben AK sarayın adının şöyle olmasını öneriyorum.
Atatürk Orman Çiftliği Cumhurbaşkanı Köşkü.
Bu isim daha yakışmaz mı? Ne diyorsunuz?
Atatürkçü, laik, demokrat düşüncede olanlar birleşmezlerse, 100 ü geçen partiler yetmiyormuş gibi halen yeni partiler kurulursa, üstelik bunlar bir araya da gelmezlerse, 2015 seçimlerinde gene bizler AK Parti yönetiminin emrinde olacağız demektir. Ülke nereye gider, ne olur, kalkınır mıyız, bölünür müyüz, onu da zamanla göreceğiz.
Gene de 2015 in hakkımızda hayırlı olması dileğimizdir.

27 Aralık 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: Yeni Yılı, nasıl kutlamalıdır?...

Yeni yılı nasıl kutlayacağız?..
Sevgili okurlar, 2014 yılını geride bırakıp 2015 yılına girerken, tüm dünya zevk içinde eğlenerek, sanki çok büyük başarılar elde edilmişçesine,
Coşkunluk içerisinde kutlamalar yaparlar.
Hele ki saat gecenin tam 12 sini vurduğunda, coşku son noktadadır. Bağırılır, çağırılır ve olağanüstü bir mutluluk sergilenmek ister.
Sokaklarda herkes birbirine sarılır, evlerde ise el öpmeler, kucaklaşmalar ve öpüşmeler başlar.
Herkes imkânları dâhilinde birbirlerine hediyeler alır ve verirler.
Ne oluyor, neden böyle yapılıyor. 
Çoğu kişi de bunu bilmez.
İçlerinde eski ve kötü günler geride kaldı, yeni yıl ile daha rahat, mutlu, huzurlu bir yaşam bizi bekliyor ümidi vardır.
Affedersiniz ama nah bekliyor sizi yeni yılda huzur ve mutluluk.
Bugüne kadar yakalayabildiniz mi? Veya kaçınız yakaladı.
Her yeni gün eskisini aratır oldu.
Yaşlandığınızın da farkında değilsiniz herhalde.
Bir yaş daha ileri gittiniz. Ömrünüz tükeniyor, siz eğlenme peşindesiniz.
En önemlisi de ülkemizin içerisinde bulunduğu durum.
Dünya’ya baktığımızda içler açıcı bir durumda göremiyoruz.
Afrika’da insanlar açlıktan ölüyor, emperyalist güçler batan ekonomilerini güçlendirmek için güçsüz devletlere saldırıyor, dünyayı kendilerine göre şekillendirmeye çalışırken,
Hangi mutluluğu ve huzuru yakalayacaksın.
İşte Ortadoğu’nun durumu
Ortadoğu da kan ve göz yaşı hiç dinmedi dinmeye de niyeti yok.
Müslümanlar mı mutlu, yoksa Hıristiyanlar mı mutlu.
Kim mutlu bu dünyada? 
Hangi aile eskisi gibi zevk alıyor yeni yılın girişini kutlayarak.
Gençler kendi arkadaşları ile kutlamaları yaparken, yaşlı ana ve babalar bir kenarda hüzünle televizyon izlemekteler.
El öpmeler, kucaklaşmalar da eskisi gibi içten olmayacak.
Teknoloji gelişti ya, al eline telefonu, at bir mesaj.
Sevgili arkadaşım yeni yılını kutlarım. Anne veya baba yeni yılın kutlu olsun. At mesajı olsun bitsin.
Bir şeyi kutlarken zevk almak gerek.
Geleceğinden çok ümitli olan kaç kişi var.
Ümit ümit hep ümit, gıdamız oldu simit.
Yeni yılda bekleriz yuvamıza kiremit.
Elbette, yeni yıla girmenin zevkini tadanlar da var.
 Olmaz mı; hem de çok var.
Milletin anasını becerenler, devleti soyanlar, milletin hakkını gasp edenler,
Yetimin, yoksulun hakkını yiyenler, milleti sattıkları mallarla kazıklayanlar, dolandıranlar.
 Bunlar yeni yılı kutlamasın da biz mi kutlayalım.
Onlarda para çoook. Şampanyalar, rakılar, envai türlü mezeler o gece su gibi akacak, ye babam ye, tıka basa ye, çatlayana kadar ye.
Yenecek ve çoğu kişi evinin yolunu şaşıracak.
 Oh be diyecekler, eski yılda da iyi kazandım, şimdi yeni yılda milletin anasını belleme zamanı geldi, diye onlar zevk almayacak ta biz mi zevk alacağız.
Zavallı emniyet güçlerine yeni yıl kutlaması yasak. Sanki onların aileleri yok. Çoluk çocukları yok.
Baba görevde. Neden, sapıtan ve yanlışlık yapan, içip içip yolunu şaşıran, kaza yapan, bugünü fırsat bilen dolandırıcılar ve hırsızlara göz açtırmamak, masum vatandaşı korumak
Ve kollamak amacıyla, yeni yılı kutlayamazlar.
Ne yapalım, adet böyle.
İsa 25 Aralıkta doğmuş. Hıristiyanlar bu takvime göre İsa’nın doğum gününü kutlamak istemişler.
Bu adet diğer toplumlara da yansımış, Müslümanlar da İsa’nın doğum gününü değil, yeni yıla girmeyi 31 aralık gecesini 1 0cağa bağlayan günü kutlamaya başlamışlar.
Eh çok görmemek gerek.
Hiç olmazsa yılda bir gün insanlar yılbaşı bahanesi ile eğlensinler.
Bunu da çok görmeyelim.
Gene de biz yeni yılınızı kutlayalım.
İnşallah Allahın izni ve bizi yönetenlerin dürüstçe kanuna uygun idareleri ile ekonomik kalkınma sağlanır.
Adaletli yönetimler, hak ve hukuka saygı, işsizliğin yok olması, Demokrasiye ve Cumhuriyete bağımlı,
Bölünmeden, çözülmeden, kardeşçe, barış içerisinde kalkınan ve huzur içerisinde yaşayan bir ülke oluruz 2015 yılında.
Yeni yılınız kutlu yaşamınız mutlu olsun.

20 Aralık 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: Kuvay-ı Milliye ruhu canlanıyor., (Zekeriya TÜMER)

TÜMER DİYOR Kİ:
Kuvay-ı Milliye ruhu canlanıyor
Son günlerde AKP’nin uyguladığı politika ve maalesef yandaşlarının tutum ve davranışları, karşı tepkileri arttırmakta.
İstiklal harbindeki Kuvay-ı Milliye ruhu canlanmaya başladı.
Sosyal medyadan izlediğim kadarıyla, bilhassa Türk kadınları Atatürk’e, Türk Bayrağına ve vatana olan sevgilerini tüm güçleri ile paylaşmaktalar.
Türk gençleri içlerindeki coşkun vatan, bayrak ve Atatürk sevgisini yaşamak ve yaşatmak için çaba harcamaktalar.
Ya orta yaşlılar ve 70 in üzerindeki ruhu genç olan delikanlılar. Teyzeler, nineler. Gerçekten müthiş bir dayanışma ve birliktelik gözlenmekte.
Üstelik bunların çoğu da partili değil, herhangi bir partinin propagandasını da yapmıyorlar, kimseden şahsi çıkar ve menfaat de temin etmiyorlar.
İçlerinden gelen vatan sevgisi kabardıkça kabarıyor. Haksızlıklara, rüşvete, hırsızlığa, yolsuzluklara ve vatanın bölünme ve parçalanmasına karşı olduklarını sosyal medya kanalıyla duyurmaya çalışıyorlar.
İnegöl’den bir delikanlı feryat ediyor.
Burada AK Partili gençler, Atatürk’ün bütün heykellerini kıracağız diyorlar, amca ben çıldırıyorum, elimden de bir şey gelmiyor, ne yapacağım, diye üzüntüsünü dile getiriyor.
Be heyy gafiller, Atatürk ve silah arkadaşları, hele ki kahraman Türk Kadını ve erkekleri olmasaydı, bugünleri yaşayabilecek miydik?
Atatürk gerçek liderdi. O nu incelemeden, fikirlerini öğrenmeden gaflet ve delalet içerisine düşmeyin.
Bugün Camilerimizde namazı kılabiliyorsak, ezanlar susmuyorsa Atatürk’e ve onun yanında olan ve bu vatan uğruna kanlarını akıtan şehitlerimize borçlu olduğumuzu unutmayın.
Her şey menfaat ve para değildir. Bu dünya kimseye baki kalmamıştır. Öbür tarafa giderken kimse bir şey götürememiştir.
Dininize sahip çıkarken vatanınıza sahip çıkın. Hırsızlığa, yolsuzluğa dur deyin.
 Şöyle bir geçmişinize inin. Çok uzağa değil, İstiklal harbine gidin.
Cepheye mermi götüren Türk Kadını Ayşe Tayyibe hatunun vatan uğruna kucağındaki 8 aylık bebeğinin nasıl şehit olduğunu öğrenin.
Vatan duygusunu analık duygusundan üstün tuttuğunu görün. Hiçbir dünya kadınında bu duygu yoktur. Türk kadını şahlanmasın, kimse durduramaz.
Sadece o mu, mermi ıslanmasın diye 30-40 derece soğukta kendi pazen elbisesi ile giderken, yorganı ve battaniyeyi top mermilerinin üzerine koyan Şerife nineyi hatırlayın.
93 Harbinde Ruslarla mücadele eden Nene Hatun’u,
Kaderin 9 yaşındayken cepheyle tanıştırdığı ve 12 yaşına kadar müthiş kahramanlıklar yaptığı Küçük Nezahatı araştırın.
Erzurumlu kara Fatma’nın kahramanlıklarını duydunuz mu?
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Dervişlerden Ahmet Bey ile evlendiğinde Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı. Eşi Binbaşı Ahmet Bey'in Sarıkamış'ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum'a döndü.
1919'daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi. Aldığı talimatla İstanbul'a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir'in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir'e geçerek kurtuluşu için savaştı.
 Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.
Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi.
 Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı. Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı. Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Ancak rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu Mustafa Kemal Paşa “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” diyen kahraman Türk kadınını hatırla.
Gördesli Makbule’yi biliyor musun?
Makbule Hanım daha bir yıllık evli iken eşinin yanında Milli Mücadele'ye katılmıştır. 
15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusunun İzmir'i işgaliyle Batı Anadolu'yu işgale başlaması sonucu 7 Kasım 1921'de kocası Halil Efe ile Türk çetelerine katıldı. Yunan kuvvetleriyle çıkan çatışmalarda bulundu. Yunanlar Sakarya Muharebesi'ni kaybederekAfyon mevzilerine çekildiklerinde, bir taraftan da Halil Efe'nin Gördes-Sındırgı-Akhisar bölgesinde faaliyet gösteren çetesinin saldırıları ile karşılaşıyorlardı. Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak şehit olmuştur.
Adanalı Rahmiye Hanım, 1920 yılında Türkler ile Fransızlar arasında yapılan Kurtuluş Savaşına katılmıştı. Savaşın ilk zamanlarındaki görevleri keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı ve bu görevlerini birçok kahramanlıkla gerçekleştirmiştir. Daha sonra kendi de savaşta çarpışmalara katılmıştır. 
1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada Türk askerlerinde yorgunluk ve korku sebepleriyle bir duraksama olunca, “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” demiş ve askerlerin toparlanmasını sağlamıştır. Aynı muharebede ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit olmuştu.
Daha yüzlerce kadın kahramanımız var.
Siz bu Türk kadınına Atatürk tarafından verilen seçme, seçilme ve erkeklerle eşit olma hakkını ellerinden alabileceğinizi mi sanıyorsunuz.
Ben hiç sanmıyorum. Girin sosyal medyaya, görün; Türk Kadınlarının Atatürk’e, Türk Bayrağına, Dillerine ve Dinlerine, vatanına nasıl sahip çıktıklarını....