29 Nisan 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ: "GERÇEKLER ACIDIR"., Zekeriya TÜMER

TÜMER DİYOR Kİ:
GERÇEKLER ACIDIR.
Zekeriya TÜMER
Son günlerde yaşanılan olayları hepimiz Basından izliyoruz.
Türk Milletinin bazı kesimleri huzursuz, bazıları ise durumlarından memnunlar.
Huzursuz olanlar, Başbakanın ülkeyi sert bir rejime götürme çabası içersinde olduğunu sananlar.
Diğer kesim ise, Başbakanımız Müslüman bir insan, Başbakanımıza güveniyoruz,  o bizi nasıl idare ederse etsin, biz memnunuz diyenler.
MİT Yasası değişti. Herkes korkmaya başladı. Korkunun ecele faydası yoktur.
Milli İstihbarat Teşkilatı çalışanlarına büyük yetkiler verildi.
Bildiğimiz kadarıyla Jandarma’nın da İstihbarat birimi vardır. Polisinde.
Gazetelerde de İstihbarat birimleri vardır.
Birçok kurumlarda da istihbarat birimleri vardır.
Bunların görevleri bilgi toplamaktır.
MİT de öyle idi.
Şimdi, yetkileri çok daha genişledi ve Başbakanın dışında da kimseye sorumlu değiller.
Mutlaka Hükümetin ve Başbakanın bir bildiği var!
Başbakan halka hitaplarında devamlı ne diyor. (Onların inine gireceğiz. Onları oradan çıkaracağız.)  Kim bunlar? Gülen ve taraftarları.
Neden bunu söylüyor ve neden bu kadar kızgın.
 Malum.
Devleti dinlediler ve bizleri kamuoyuna ifşa ettiler diye.
Yani, toplumu rahatsız eden bilgilerin ortaya çıkarılması.
 Bu bilgilerin kamuoyuna yansıtılması.
Kimse kimseyi dinleyemez ve ifşa edemez.
Devlet ise  istediğini dinler.
Suçluları yakalamanın çok değişik yöntemleri vardır. Devlet suçluları yakalamak için her türlü yöntemi kullanır, kullanmaya da hakkı vardır.
Ancak, özel kişiler bunu yapamaz. Bilgileri ifşa edemez
Devletin içerisindeki bazı bilgiler gerçekten çok önemli ve gizlidir. Bu bilgileri herkesin bilmemesi gerekir.
Genelkurmayın kozmik odasındaki bilgilerin incelenmesinden sonra yaşanılan olaylar malum.
 Casuslar neden görev yaparlar.
 O kimsenin bilmemesi gereken bilgileri bularak, kendi lehlerine kullanmak için her türlü yolu denerler.
Bond filmlerini izleyenler bunu bilir.
Suç işlemez isen kimseden korkmana gerek yok.
Devlet bir bütündür. Devlet hepimizin devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kolay kurulmuş bir devlet değildir.
Yok olan bir ulus, ayağa kalkmış, şahlanmış, düşmanlarını topraklarından kovmuş ve Mustafa Kemal’in önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.
Elbette bu devlet, tüm kurumları ile ayakta kalmalı ve kendisini korumalıdır.
Nasıl koruyacak?
İstihbaratı, askeri, polisi, jandarması, hukuku, yasaları ve de Anayasa’sı ile.
Bu koruma yapılırken de halkını ezmemeli, halkının Anayasal ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde yer alan hususlara dikkat etmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılmaması, yok olmaması için de gereken tedbirleri almalıdır.
Anayasa Mahkemesi Başkanı son günlerde mükemmel Hukuk dersi vermeye başladı.
Demek ki, o da bir şeylerden rahatsız oldu.
Anayasa Mahkemesi önemli bir kurum.
Haksızlığa uğrayanın en son başvuracağı yer.
 Davaları en ince noktasına kadar inceleyen ve insan haklarına değer veren bir kurum.
Gerçekler ortada.
Bizleri içten ve dıştan yıkmaya çalışanların olduğunu herkes biliyor.
Türkiye’nin Dünya devletleri içersindeki konumu önemli.
Türkiye Cumhuriyeti hem Müslüman ve hem de Laik Demokratik bir hukuk devletidir.
Ülkemizde kargaşa yaratarak, ortalığı germeye kimsenin hakkı yok.
Dinler insanlara doğru yolu göstermek için gelmiştir.
Hukuk ta kaynağını Dinlerden, örf ve adetlerden alır.
Hukuk olmazsa, toplumda güven duygusu yitirilir.
Hâkimlere, Savcılara ve Mahkemelere güven duymamız gerek.
Hak ve adalet olmadığı takdirde, toplumda panik yaşanır.
Son söz: 
Toplumu parçala, böl ve yut düşüncesinde olanlara fırsat vermemeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti kimliğini taşıyan herkesin, birlik ve beraberlik içerisinde yaşaması için gereken tedbirlerin alınmasında yarar görmekteyiz.
29.04.2014

24 Nisan 2014 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramını zoraki de olsa kutladık.

TÜMER DİYOR Kİ:
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramını zoraki de olsa kutladık.
Devlet erkânı Anıtkabire Atatürk’ün huzuruna çıktı ve çelengini koydu.
Sitemizde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının tarihçesi Yaşam sayfamızda yayınlandı.
Geçmişini unutan geleceğini şekillendiremez.
Osmanlı Devletinin sonunun geldiği bir dönemde, Mustafa Kemal cesareti ve zekası ile Türk Milletinin umudu oldu ve Ankara’da 23 Nisan 1920 de Hacı bayram’da kılınan namaz ve dualarla İstanbul hükümetine ve dış düşmanlarına rağmen bugünkü T.B.M.M.sini açtı.
Yokluğun ve sıkıntıların olağanüstü olduğu bir dönem.
Türk milleti Padişah saltanatını kale almadı, alanlar oldu ise de onlar da ya satılmış insanlardı ya da çaresiz olanlardı.
İstiklal savaşını, açlık, yokluk ve sefalet içerisinde analar, bacılar, dedeler, çocuklar ve yiğit Türk gençliği birlik ve beraberlik içerisinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde canlarını ortaya koyarak savaşı kazandılar ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasını sağladılar. 
Türk Milleti esaret altında yaşayan ve bunu kabul edecek bir millet değildir.
Yeri geldiğinde, önündeki tüm engelleri bir bir aşar ve İstiklal’ini kimseye kaptırmaz.
Hürriyetine ve bağımsızlığına düşkün bir millettir.
Despot ve baskıcı rejimlerden hoşlanmaz.
Hem dinine ve hem de hukuka saygılıdır.
Bunu bilen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, halkın iradesine önem vermiş ve Türk Milletine Demokrasiyi armağan etmiştir.
O dönemde ne yapılması gerekiyorsa o yapılmıştır.
Yokluğa rağmen ülke kalkınma hamlesi yapmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 de vefatından sonra, İkinci Dünya Harbi patlamış, Mussolini ve Hitler dikta rejim anlayışları ile dünyayı kan gölüne çevirmişlerdir.
İsmet İnönü bu kargaşa döneminde Cumhurbaşkanı olarak hükümetin başı idi.
İstiklal harbindeki sıkıntıları yaşamış, askerin sefalet ve perişan halini biliyordu.
Bu nedenle, ordu aç kalmasın diye tedbirler almıştır. Halk aç kalabilirdi, ancak ordu aç kalmamalı idi.
Büyük siyasi ustalığı ile de Türkiye’yi savaşa sokmadı.
İnönü istese demokrasiye geçmez ve iktidarını devam ettirebilirdi.
1946 yılında Demokrasiye geçiş adımını attı ve 1950 de de iktidarı Demokrat Partiye teslim etti.
Karşı muhalifler, gerçekleri ortaya koymadan hep İnönü dönemindeki halkın karne ile ekmek, tuz, şeker, yakıt aldıklarını dile getirerek CHP nin tekrar iktidara gelmesini hep engellediler.
Gerektiğinde dini kullandılar. Sanki CHP liler Müslüman değildi.
1960 Türk Silahlı Kuvvetlerinin Darbesi, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül 1980 Evren darbesi, 28 Şubat gizli darbesi, bizleri bugünlere getirdi.
AK Parti 2003 yılından bu yana iktidar.
CHP Türkiye’nin Demokrasiye geçtiği dönemden bu yana uzun süreli iktidar olamadı.
Ancak, CHP kökü çok derinler de olan partidir. Atatürk’ün kurduğu bu Partinin özü nedir?
Cumhuriyet Halk Partisidir. Halkın Cumhuriyetine bağlı olduğunu simgeler.
Şimdi, T.C. nin Cumhurbaşkanlığı için mücadele edilmektedir.
Geçmişte Atatürk’ü eleştiren, Laik düşünceye karşı çıkan kişiler nasıl buram buram Atatürk kokan Cumhurbaşkanlığı Köşkünde Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olmaya heves etmekteler, benim aklım ve mantığım almıyor.
Yoksa yanıldıklarını mı kabul ettiler, yanlış yolda olduklarını mı anladılar.
 Bilemiyorum. Keşke öyle olsa.
23 Nisan 2014 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 94.cü yılında
TBMM Başkanı Çiçek, Anıtkabir özel defterine şunları yazdı:
"Aziz Atatürk, İlk Başkanlığını yaptığınız Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94'üncü açılış yıl dönümünde huzurunuzda bulunmanın heyecanını yaşıyoruz. Öncülüğünüzde açılan Meclisimiz düşmanı ülkemizden kovmuş, Cumhuriyetimizi kurmuş ve milletimize onurlu bir tarih bırakmıştır. TBMM olarak bugün de ülkemizin gelişmesi, kalkınması ve bize hedef olarak gösterdiğiniz muasır medeniyet düzeyinin üzerine çıkması için çalışıyoruz. Milli mücadelemizde gösterdiğiniz büyük ruh, kalkınma idealiniz ve büyük başarılarınız bize daima ilham vermektedir. Ülkemiz hedeflerini gerçekleştirecek, daha kalkınmış ve modern bir ülke olacaktır. Milli egemenlik anlayışını güçlendirmek, daha demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir ülke haline gelebilmek temel amacımızdır. Yaptıklarınız ve milletimize bıraktıklarınız için daima minnet ve şükran duyuyor, daha büyük işler yapmak için kendimizde heyecan hissediyoruz.
Aziz ruhunuz şad olsun."
Çok güzel ifadeler edilmiş.
Atatürk’e bağlılık ve onun yolunda gitme taahhüdü verilmiş.
Başbakan ve CHP lideri, Bahçeli ve diğerleri de konuşmalarında bazı gerçeklere değindiler.
Şimdi, 1 Mayıs var önümüzde. Ortalık gerildikçe geriliyor.
Ağustosta Cumhurbaşkanlığı seçimini etkileyecek tavırlar ortaya konmaya devam edecek.
Halk gerildikçe gerilecek.
Kutuplaşmalar ve bölme hareketleri siyasi kadrolarca körüklenmemeli.
23 Nisan 1920 şartlarını unutmayın. Konuşmak değil yapmak önemli.
Bu millet istiklaline ve cumhuriyetine sahip çıkacaktır.
Türk Gençliği, Atatürk’ün Ey Türk Gençliği hitabesindeki mana ve duyguyu anlayın.
Bu ülke size emanettir.
Bizim tavsiyemiz herkesin dolduruşa gelmemesi, ülkede kargaşa yaratılmaması ve Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde muasır medeniyetler seviyesine çıkma mücadelesinin verilmesidir.
24 Nisan 2014

15 Nisan 2014 Salı

TÜMER DİYOR Kİ; DEMOKRAT MISINIZ?...

TÜMER DİYOR Kİ;
DEMOKRAT MISINIZ?...
Her ferdin içinde bir özlem vardır. Demokrat olmak ve Demokrasi ile yönetilmek.
Özgür olmak.
Kanunlar önünde eşit muameleye tabi tutulmak.
Haklarının çiğnenmemesi ve herkes gibi insanca yaşamak.
Etrafımıza baktığımızda bir sürü Demokrat görürüz!
Bu kadar çok Demokrat varken, Demokrat aramak bizim neyimize.
Arasak da acaba bulabilecek miyiz?
Yaşanılan koşullarda ve uygulanan kanunlar içersinde Demokrat insanlara kaç kişimiz rastladı, merak ediyorum doğrusu!
Demokrat ve Demokrasi günümüzde sık sık kullanılır.
 Peki ama nedir bu terimler.
Demokrasi: Halkın kendi kendisini yönetmesi sistemine dayanan bir yönetim şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhuriyet yönetimi ile birlikte demokrasiyi benimsemiş bir hukuk devletidir.
Demokrasi de halk kendini yönetecek kişileri belli bir süre için seçer. Temsili demokrasi ile yönetilen halk, istediği zaman seçtiği yöneticiyi değiştirebilir.
Türkiye Cumhuriyeti Demokrasi ile idare edilen bir ülkedir. O halde Demokrat düşünce de olan çok vatandaşımız da olmalıdır.
‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’  Sözünden yola çıkılmış halkın egemenliği söz konusu olmuştur.
Demokrasinin iki temel ana prensibi vardır.
Eşitlik ve özgürlük.
Ne kadar eşitiz ve ne kadar özgürüz? Sizlere soruyorum.
Kanunlar, Tüzükler, Yönetmelikler en güzel şekilde yapılmak istenir.
Yapılırda!...
Peki, bunları uygulayanlar yazılanları tam uygularlar mı?
Yoksa keyfi mi davranırlar?
Keyfilik diz boyudur.
Bu insanlar şimdi söyleyin bana Demokrat mıdır?
Sorarsan, ‘Ben Demokrat bir insanım, Demokrasiden de yanayım’ diye böbürlenirler.
Eşitlik.
Hangi eşitlik?
Kimi fakir, kimi zengin. Kiminin işi var kimi işsiz ve aç.
Önümüzde seçim var.
Partiler kendi içlerinde Demokrat davranamazken, iktidara geldiklerinde Demokrat davranmalarını nasıl bekleriz!
Milletvekili adaylarını kim nasıl belirleyecek, artık bunu herkes biliyor.
Parti Başkanının dediğinden dışarı çıkılamazken, nasıl Demokrat olunur?
Demokrasinin asıl önemli özelliği ise özgürlüklerin ve azınlık haklarının güvence altına alınmış olmasıdır.
O yüzden demokrasilerde çoğunluğun azınlığa hükmetmesi gibi bir durum çok yoktur. Demokrasilerin iyi işleyebilmesinin şartı kuvvetler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmiş olmasıdır.
 Başka türlü herkesin kanun önünde eşitliği veya özgürlükler korunamayabilir.
Bence Demokrat Kime denir? 
Seçilerek, halkın Milletvekili olarak Meclise giren, ancak iş yapmayan, ülkeyi kaosa sürükleyen, kendi ve yandaşlarının menfaatlerini ön planda tutan, ülkeyi işsizliğe, yoksulluğa iten. Ülke topraklarını tek tek satan, halkın geleceğini karartan, seçimlerde bol bol vaatlerle gelip, söylediklerinin tam tersini yapan politikacıları seçimlerde sandığa gömecek gücü olan ve demokrasiyi destekleyen kişiler, bence Demokrat kişilerdir.
Siz ne diyorsunuz?
15.04.2014

9 Nisan 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: EMEKLİ MEMURLARIN KADERİ BU OLMAMALI

TÜMER DİYOR Kİ!..
EMEKLİ MEMURLARIN KADERİ BU OLMAMALI
Hayatının 30 yılını, 40 yılını devlete hizmet ederek geçiren emeklilerin kaderi bu olmamalı! 
Devletine canı gönülden hizmet eden ve emekli olan binlerce kişi maddi sıkıntı içersinde yaşamaktadır.
Nedeni ise çok basit.
Çalıştığı dönemde Rüşvet yememiş, bulunduğu mevkii kendi çıkar ve menfaati için kullanmamış, namusu ve şerefini ayaklar altına aldırmadan emekli olmuştur.
Rüşvet yemeyen, kendi çıkar ve menfaati peşinde koşmayan memurların durumlarına şöyle bir bakmak gerek.
Bilhassa büyük şehirlerde görev yapan memurlar aldıkları para ile rahat geçinebilmekte midirler?
Ev kirası veren, çocuklarını okutan memurlar, çalıştıkları dönemlerde aldıkları maaş ile hiçbir zaman mal mülk sahibi olamazlar.
Aldığı maaşının yarısına yakınını kiraya veren, çocuklarını okutan memurun tek maaş ile bir şeyler sahibi olması imkânsızdır.
Ailesinden yardım görmez ve miras kalmazsa, ne arabası olur, ne de evi, arsası.
Bu bir gerçektir.
Tüm yaşamları boyunca kıt kanaat geçinen memurlar, emekli olduklarında daha da geçim zorluğu içerisine sürüklenmişlerdir.
Hâlbuki sosyal devletlerde emekli olan memurların yaşam standartları daha da yüksek olmalıdır.
Avrupa devletlerine baktığımızda, emekli olan memurların hayat standartlarının bizlerden çok yüksek olduğunu görürüz.
Onlar emekli olduklarında aldıkları emekli maaşları ile dünyayı gezebilmekte ve yaşamlarını rahat bir şekilde idame ettirebilmekteler.
Bizim emeklimiz ise, emekli maaşı ile geçinememekte ve ek iş yapmak için çaba harcamaktadır.
Örnek o kadar çoktur ki, hangi birini burada anlatayım.
Aslına baktığımızda, emekli olan kişinin daha çok paraya ihtiyacı vardır.
Emekli olan memurun çocukları büyümüştür.
Onları evlendirmesi gerekmektedir. Ya da çocukları üniversite ye gitmektedir. Harçlık vermeli ve çocuğunu okutmalıdır.
Torunları olmuştur. Torununu sevindirmeli, hediye almalı, o’na ekonomik destek vermelidir.
Bunlara yardım etmelidir.
Etmelidir de hangi para ile?
Kendisini geçindiremeyen emekli çocuğuna nasıl yardım edecektir.
Emekliler arasında derece ve görev tazminatları arasında da büyük farklılıklar vardır.
Bugün bir Müsteşar, Genel Müdür, emekli olduğunda aldığı para ile normal memurun aldığı emekli parası arasında çok farklılıklar vardır.
Nedeni, makam göstergelerinin ve yan ödemelerinin yüksek olmasıdır. Bunlar emekli aylığına da yansımaktadır.
Derece itibari ile aynı dereceden emekli olan ile makam göstergesi yüksek olan memurlar arasında emekli aylıklarında farklılıklar doğmaktadır.
Peki, 1. Derecenin 4. Kademesinden emekli olan memura, sen üst görevler verdin de o almadı mı?
Bu adaletsizliğin ortadan kaldırılması gerek.
Derece itibari ile göstergeler tespit edilmeli, emekli olduklarında herkese aynısı uygulanmalıdır.
Emekliler geçim zorluğu içersinde yaşamaya terk edilirken, yaşamlarının daha da zorlaşması için tedbirler alınmaktadır.
Emekli ikinci bir iş bulup çalıştığında, maaşından Sosyal Hizmet Tazminatı adı altında para kesilmektedir.
Nedeni ise ikinci iş yapmasıdır.
Yahu adam geçinemiyor da ondan ikinci iş yapıyor. Çaresi var mı?
Emeklilerin maaşlarından, ilaç paraları kesilmekte, hastane giderleri alınmaktadır.
Devlet hastaneleri tıka basa doludur. Özel hastanelerin sayısı arttırıldı. Gidersin ilaç yazdırmaya özel hastaneye, hemen muayene parası alırlar.
İlaç, para, hastane para, tahliller para.
Geçim sıkıntısı çekmeyen üst düzey yöneticilerin tuzu kuru.
 Birde bulundukları görevi iyi kullanırlarsa maddi sıkıntı mı çekerler.
Namusu ile rüşvet yemeden emekli olanlar sıkıntılar içerisinde boğuşsunlar, biran önce ölüp gitsinler, kimin umurunda.
Bu işler nasıl düzelir, bu haksızlıklar nasıl ortadan kalkar, ben bilemiyorum, bir bileniniz var mı?
Devlet, emekli ve dar gelirli memurunu düşünürse mutlaka bir çare bulur.
Önemli olan düşünmesi!
Devletin kaynakları, değişik amaçla çıkar peşinde koşanların ceplerine indirilmez ise, sosyal yaşam düzeyi çok yükselebilir.
Ülkemizin kaynakları bol.
Yeter ki doğru yerde doğru amaçla kullanılsın.
Emekli de rahat eder, çalışanda.
O zaman kimse rüşvet ve çıkar peşinde koşmaz herhalde, ne dersiniz?
9 Nisan 2014

2 Nisan 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: "Kazanan tebrik edilmeli."

TÜMER DİYOR Kİ:
Kazanan tebrik edilmeli...
2014 Belediye seçimleri çok renkli mi geçti, ne dersiniz?
Renkli değil, küfürlü ve hakaret dolu sözlerle geçti diyeceksiniz!
Nasıl geçerse geçsin, sağduyulu halkımız gerekeni yaptı mı?
Yaptı…
Sandıkta aklanırım diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aklandı mı sizce?
Aklansın veya aklanmasın, karşısındaki tüm muhalif güçlere karşı tek başına bir zafere daha imza attı mı atmadı mı?
İmzasını zafer kazanarak attı.
Haklı olarak sevinecek elbet.
Bu zaferdir.
AK Partiye oy verenlerin çoğu, “Benim Başbakanım Müslüman, o’nun her yaptığı helaldir” diyerek oy vermedi mi, verdi.
17 Aralık süreci ile başlayan yolsuzluk ve hırsızlık olayları, bırakın AK Parti milletvekillerini, halk tarafından AK Parti etrafında kenetleşmeye sebep oldu mu, oldu.
Kadının birisi ne diyordu. “Başbakanım kocanı boşa desin, boşarım” demedi mi? Dedi!
İçinden de; “keşke Başbakan benim kocam olsun” diye geçirmiştir belki de.
Bu denli seveni olan, onun uğruna kocasını bile boşamak isteyen birileri varken, nasıl baş edeceksin.
Başbakan “Camide bira içildi, başı kapalı benim bacıma saldırdılar,” dedi mi, dedi.
İnternete düşen ses kayıtları, görüntüler, sahte, uydurma, montaj dedi mi, dedi.
25 Mart’ta çok önemli bir belge açıklanacak, Tayyip ülkeyi terk edecek, kaçacak, artık bu belge yayınlandığında iktidar koltuğunda oturamaz diyenlere ne oldu? Ne belge yayınlandı, ne de Başbakan koltuğunu bıraktı.
Devletin en üst merciindeki toplantı dinlenmiş, konuşmalar internet ortamına düştü, ne oldu? Yayınlayanlar ve dinleyenler vatan haini ilan edildi, Başbakan mağdur oldu, halk da üzüldü bu duruma ve verdi oyunu AK Partiye.
Politikayı iyi bileceksin ve halkın nabzına göre şerbeti vereceksin.
Senin halkın, okumaz, araştırmaz, duyduğuna inanır. Müslüman insan yalan söylemez, hile yapmaz der, ona güvenir ve itimat eder.
Başbakan, ne dedi Eskişehir miting meydanında: “Ben çocuklarıma helal lokma yedirmedim” demedi mi, dedi.
Halk bunu dil sürçmesi kabul etti ve Başbakanına sahip çıktı.
Bunca olaylara rağmen, gümbür gümbür oyları alan AK Parti ile kim güreş tutabilir?
Bu şartlar da Muhalefetin başarılı olabilmesi mümkün mü?
Mümkün değil.
Hele ki, Tiyatrocu Levent Kırca çıkarda İstanbul Belediye Başkanı olmaya karar verirse, aldığı oylar boşa gider ve düşmanı olduğu AK Partiye hizmet etmiş olur.
Büyük şehirlerde kazanabilme imkânı olmayan partiler seçimi kazanma şansı olan partiye destek verseydi, tablo değişmez miydi?
Bir türlü bunu gerçekleştiremiyorlar. 
Nedeni ise gerçekleri görememek ve benlik duygusu.
Belediye seçimlerinde en önemli faktör, halkın adayı benimsemesidir.
Belediye halka iyi hizmet götürdü ise, o aday benimsenir.
Birde Partilerin il ve ilçe Başkanlarının halkın nabzını tutabilmeleridir.
Halk ile yakın ilişkide olmayan ilçe başkanları partisine oy kaybettirir.
Bu nedenle de kazanamazsınız.
CHP neden bu fırsatı değerlendiremedi?
CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, büyük bir fırsat yakaladım sevdası ile Başbakan R.Tayyip Erdoğan’a hırsız, hırsız, hırsız diyerek yüklendi.
Bu yanlış oldu bence.
Bizim halkımız mağdurun yanında yer alır.
Başbakan, yalnız muhalefet kanadı ile de uğraşmadı.
Ucu Pensilvanya’da olan Gülen ve cemaati ile de uğraştı.
Aslında arka planda yer alan birtakım gizli güçler de rol oynamadı desek yalan olur.
Gizli güçlerle de uğraştı.
En gizli toplantının konuşmaları kamuoyuna nasıl sızdı, düşünmek gerek.
Bu işler kolay kolay gerçekleşecek olaylar değildir.
Kim ne derse desin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tek başına aldı bu oyları.
Bükemediğin bileği öpeceksin.
Tebrik etmek gerek.
İstediği başarıyı elde edemeyenler, birçok bahane üretecekler.
Oylar çalındı, ışıklar söndürüldü, vs.
Bunlar doğru da olabilir, yanlışta.
Sandığın başında muhalefet partililerin gözlemcileri yok muydu?
Her partinin sandıktaki görevlileri bu gibi olaylara nasıl göz yumdular.
Eğer oy çalarak ve hile yaparak başkasının hakkını yiyen Belediye Başkanı olursa, elbette o hak ederek Belediye Başkanı olmuş demek değildir.
İspatlanırsa, yasa önünde cezasını çekmelidir.
Bu gibi nahoş olaylar seçime gölge düşürür.
Bundan sonrası önemli!
Seçim bitti, geçim derdi başladı.
Toplum kavga istemiyor.
Artık, halkımız ne Başbakanın ağzından ve ne de muhalefet partisi başkanlarının ağzından, kötü söz çıkmasını istemiyor.
Halkı birbirine düşman etmenin kimseye faydası olmaz.
 Gerek Başbakan ve gerekse muhalefet, saldırı politikaları uygulamamalı.
Ortalığı germemeliler.
Ülkenin çok önemli sorunları var, o konulara eğilmeliler.
Ülkemizi kargaşaya, kavgaya ve bölmeye, parçalamaya, ekonomiyi zayıflatmaya yönelik davranış ve tutumlardan vazgeçmeliler.
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ondan sonra Genel seçim geliyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nden kurtulmak isterse halk, genel seçimlerde oyunu başka partiye verir.
 İstemezse vermez.
 Halkın iradesi her şeyin üstündedir.
Bugünkü yönetimden memnun olanlar oylarını İktidar partisine verdi, olmayanlar vermedi.
Çoğunluk memnun olanlardan yana.
Yapacak ve söyleyecek söz yok.
CHP. Liderinin kürsüde oy isterken söyledikleri sözler kimseyi etkilememiş demek ki!
Halk layık olduğu idare ile yönetilir.
 Twitter’in, YouTube’un kapatılması, yasakların peş peşe gelmesi, halkı memnun ediyor demek ki!
Halk bu şekilde idare edilmek istiyor. Kime ne?
Söylenecek söz kalmadı.
Tek söz yeni seçilen Belediye Başkanlarına başarılar dilemek ve vatana millete hayırlara vesile olmasını, arzu etmek.
Bizim de dileğimiz, yapılan Mahalli seçimlerin herkese hayırlı olması.
Seçilen insanların ülkenin gelişmesi  için gereken çabayı göstermesidir.
İnşallah halka iyi hizmet verirler.
Bizim temennimiz bu.
Siz ne diyorsunuz?

01.04.2014

28 Mart 2014 Cuma

TÜMER DİYOR Kİ: TÜRKİYE BU OLMAMALI!..

TÜMER DİYOR Kİ:
TÜRKİYE BU OLMAMALI!
Seçimlere 3 gün kaldı.
Seçim meydanlarındaki, çirkin ve birbirine hakaret eden davranışlar ve konuşmaları duyuyorsunuz.
Milletin özene bezene seçtikleri vekillerinin tutum ve davranışları sizce hoş mu?
İktidar partisi açıklarım meydana çıkmasın, benden hesap sorulmasın,  benim suçsuz yargıladıklarım gibi bende yargının önüne çıkmayayım, iktidar gücüm elimden gitmesin diye muhalefete saldırırken, muhalefette karşı saldırıda.
Bağırıyor, Hırsız, soysuz, yalancı, senin yedi ceddinden hesap sora cam, kaçsan da kurtulamayacaksın.
Öbür tarafta ülkenin bölünme, parçalanma hazırlıkları devam ediyor.
Bebek katili, hapisten çıkıp yeni kurulacak devletine Başbakan olma hevesinde.
Ekonomi yerin dibinde. Kriz had safhada.
Parayı istifleyenlerin sıkıntısı yok. Zavallı halk, ne yapacağını şaşırmış vaziyette.
Yollarda Suriyeli aileler dilenmekte. Perişanları yaşıyorlar.
3 gün sonra ak kara meydana çıkacak.
Peki, seçimlerden sonra ortalık düzelecek mi?
Hayır.
Eğer AKP si çoğunlukla Belediyeleri alırsa da almazsa da ortalık toz duman olmaya devam edecek.
AKP,  İstanbul ve Ankara Belediyelerini  kaybederse, çok kan kaybetmiş olacak. Bu sefer iktidar gücünü daha da sert kullanmaya başlayacak.
Diyecek ki:  Ben iktidardayım kardeşim, genel seçimlerde gücünüz yetiyorsa indirirsiniz. Daha seçimlere çook var, diye direnecek.
Muhalefet kanadı ise, çoğunlukla Belediyeleri alır ise, o da, bak halkın beni tercih ettiği ortaya çıktı, hadi erken seçime gidelim, seni alaşağı edeyim diye saldıracak.
Gençler ortalığa düşecek. AKP li gençler ile muhalefet gençleri birbirine saldıracak.
Bir de Gülen cemaati var. Diğer yan cemaatler de kendilerine göre başlayacaklar hareketlere.
Suriye orada kaynıyor.
Türk Milletinin aklını başına toplaması gerek.
Türk Milletini bölüp parçalamak ve ekonomik olarak çökertmek isteyenlere fırsat vermemek gerek.
Milletin Vekilleri de birbirlerine saldıracaklarına ülkenin geleceğini düşünerek hareket etmeliler.
Bu gidişat hiç iyi değil.
Herkesin gerçekleri görmesi gerek. İktidar olma hırsına toplumu perişan etmenin kime ne faydası olacak.
Devletin malı denizdir. Doğru. Ye ye bitmez. Bunun vebali ve günahı ise çoktur. Allah bunu affetmez.
Bugünü düşünmek değil, geleceği düşünmek gerek.
Son önemlidir.
Nasıl öleceksin?
 Ölürken hangi acıları çekeceksin.
Tüm tantanalı yaşantın acılar içinde ölürken unutulur gider.
Muhteşem Yüzyılı izleyenler, oradaki olayları seyrediyorlardır.
Muhteşem Süleyman, iktidar uğruna yaptıklarının manevi ızdırabını nasıl yaşıyor. Gittikçe sağlığı bozuluyor. Acılar içerisinde kıvranıyor.
Herkesin bir sonu vardır.
Ne oldum değil, ne ola cam demek gerek.
Dünyanın malı dünyada kalır.
Bir insan en kalorili yemek te yese ne kadar yiyecek.
Gece kuştüyü yataklarda yatsan, ne olacak.
Saraylarda, köşklerde, villalarda, altın tabaklarda, dünyanın en güzel yiyeceklerini de yesen, malın, mülkün kıyamet kadar olsa da, bunun faydası olmayacaktır.
Eğer, haksız kazanç peşinde koşarak bunlara sahip oldu isen, kulun hakkını yedi isen, topluma ve gelecek kuşaklara zarar verdi isen, sonunu Allah bilir.
 O son hiç iyi olmaz.
Türkiye bu olmamalı.
Cennet gibi vatanımızın kıymetini bilmemizin zamanı gelmedi mi?
Herkes aklını başına toplasın. Kargaşa, kavga çıkarmasın.
Birlik ve beraberlik içerisinde olalım.
Seçimi kim kazanırsa kazansın seçimden sonra kötü sözler söylemeye, birbirine saldırmaya ve ortalığı karıştırmaya, ülkeyi bölüp parçalamaya kimse tevessül etmesin.
Birlik ve beraberlik içerisinde daha ileriye gitmenin, huzurlu yaşamanın yolları aransın.
Bu ülke Türkiye Cumhuriyeti devletidir.
TC.yi kaldıramazsınız. Cumhuriyeti yıkamazsınız.
Mustafa Kemal Atatürk’ü beyinlerden kazıyamazsın.
Müslümanlığı yok edemez, ezanı susturamazsın.
Türk milletini yok edemez ve ezemezsin.
Pazar günü yapılacak seçimler Türk Milletine inşallah hayır getirir.

22 Mart 2014 Cumartesi

TÜMER DİYOR Kİ: AHLÂKLI MISIN, AHLÂKSIZ MISIN?..

TÜMER DİYOR Kİ:
AHLÂKLI MISIN, AHLÂKSIZ MISIN?..
Zekeriya TÜMER
Sosyal yaşamımızda, kişilerin davranışlarına göre değerlendirmeler yapılır Bu değerlendirmeler neticesinde o kişiye ya çok ahlaklı denir, ya da amma da ahlaksız insan denir.
Ahlak; toplum içinde kişilerin benimsedikleri ve uymak zorunda bulundukları kurallar zinciridir.
Elbette her toplumda ahlaki değerler değişiktir.
Bazı toplumlarda ahlaklı davranışlar, diğer toplumlarda ahlaksız davranış şeklinde algılanabilirler.
Örneğin: İlkel kabilelerde kızların memeleri dışarıda toplum içersinde gezmelerine kimse bir şey demezken, hadi Türkiye’de gezebilsin.
 Mümkün değildir ve çok ahlaksız bir durumdur.
Her ülkenin ve her toplumun Ahlak anlayışlarında farklılıklar görürüz.
O halde, Ahlak bir fikir değildir; yaşanan duygu, hareket halinde olan düşünce, hayat olan fazilettir.
Devirlere ve insanlara göre de içeriğinde değişmeler olur.
Gerçekte ahlak, insanların mükemmel ve güzel olana yönelişidir.
Kötüden iyiye gidişin planıdır.
Gerçekte ise ahlak, aslında disiplin ve nizamdır.
Ahlakın temel prensiplerinden birisi toplumda insana en uygun hareketi temin etmektir.
Bu sosyal uygunluk hangi davranışla sağlanıyorsa o hareket ahlakın sınırlarına girecek, hangi davranış zarar veriyorsa o fiil de ahlaka aykırı kabul edilecektir.
Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.) “Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim,” buyuruyorlar.
İslâm, sosyal hayatın devamı için gerekli her nevi dayanışmayı ahlakın sınırlarına sokmuş ve insana, sosyal bir varlık olduğunu idrak ettirmiştir.
Bir gün Hz. Ali (K.V.) peygambere davranışlarında hâkim olan ana prensiplerin ne olduğunu sormuşlardı. Resulullah (S.A.) şöyle buyururlar. “Bilgi sermayemdir, akıl dinimin esasıdır, arzu binek atımdır. Allah, zikir arkadaşımdır, mahremiyet hazinemdir, havf (korku) refikimdir, ilim silahımdır, sabır libasımdır, kanaat ganimetimdir, tevazu medarı iftiharımdır, zevkten feragat mesleğimdir, vuzuh (açıklık) gıdamdır, doğruluk şefiimdir, mücadele itiyadımdır ve kalbimin nuru namazdır. “ demiştir.
Oscar Wilde “Dünyanın ahlaksız diye adlandırdığı kitaplar dünyaya kendi utancını gösterenlerdir.” Demiş.
Henry David Thoreau ise “Aşırı ahlaklı olmayın. Yaşam boyunca kendinizi aldatmak zorunda kalabilirsiniz. Ahlaktan yukarısını hedefleyin. Sadece iyi olmayın, iyi bir şeyler yapın.” Demiş.
“Ahlak konusunda inandığım ilke şudur; bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o ahlaklıdır; eğer kendini kötü hissediyorsan o gayri ahlakidir. “(Ernest Hemingway)
Mustafa Kemal Atatürk; “Türklerin aşağı yukarı hep ahlakları birbirine benzer. Bu yüksek ahlak hiçbir milletin ahlakına benzemez. Ahlakın millet oluşmasında yeri çok büyüktür, önemlidir.”
1930 Afetinan M.B. ve M.K.Atatürk'ün El Yazıları s. 358
“Milli ahlâkımız uygar esaslarla ve özgür fikirlerle beslenmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Bu çok önemlidir; özellikle dikkatinizi çekerim. Korkutma esasına dayanan ahlâk bir erdem olmadıktan başka güvene de lâyık değildir.”
1924 (M.E.İ.S.D. 1 s. 19
İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür. (Ebu Bekir Ferra)
Özü doğru olanın, sözü de doğru olur. (Hz. Ali (r.a))
Güzel ahlak; bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür. (Hasan-ı Basri)
Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız. Ömer bin Abdülazîz (Radıyallahi anh)
Gelelim bugüne.
Belediye seçimlerine çok az kaldı.
Meydanlarda Siyasi Parti liderleri birbirlerini rencide edecek sözler sarf etmekteler.
Birde ortaya cemaat olayı çıktı. Dini lider gözüken Gülen ve taraftarlarına Başbakan tarafından ağır sözler sarf edilmekte.
Ortalık karışmış vaziyette.
Şimdi sizlere soruyorum, bu davranışlar ahlak kurallarına uygun mu, değil mi?
Toplumun değer yargılarında ve ahlaki düşüncelerinde değişmeler söz konusu olabilir mi?
Hiç merak etmeyin olacaktır.
Demek ki, ahlak, zamanla toplumun değer yargıları değiştikçe değişimlere uğrayabiliyor.
Allah bizleri Ahlaksız toplum olmaktan korusun.
21.03.2014

17 Mart 2014 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "ANARŞİYE DİKKAT ETMEMİZ GEREK"

TÜMER DİYOR Kİ:
ANARŞİYE DİKKAT ETMEMİZ GEREK
Bugün, memleketimizde de görüldüğü gibi, her toplum bulunduğu ortamdan daha iyi bir ortama geçmek için çaba harcamaktadır.
Hele ki, o toplum, yaşamlarını sürdürebilmek için, bir çok olanaklardan yoksunsa!.
İşte; o zaman, daha da  büyük uğraşa girmeleri gerekir.
Bu doğal bir haktır.
Ne var ki; toplumun boşluklarından yararlanmayı fırsat bilenler, emellerine erişebilmek için, bu durumu fırsat bilip harekete geçerler. Böylece:
“Siyaset dışı amaçlarla kurulan birlikler çoğaldığı takdirde, işte, o zaman anarşi hareketleri kendiliğinden ortaya çıkar.”
Toplumun milli gelirinin arttırılması, hayat şartlarının düzeltilmesi, refahın, huzurun temin edilmesi siyasetini savunur görünüp, aslında başka gayeler güden bu birlikler, toplumda anarşi yaratmak için bulunmaz bir kaynaktırlar.
Bugün,  bizim toplumumuzda da böyle siyaset dışı gayeler güden birlikler teşekkül etmiştir.
Onların savundukları özgürlüğün gerçek özgürlükle alakası yoktur. Emellerine sahip oldukları an, toplum üzerinde bir otoriteye sahip olacakları aşikârdır.
Tarihe baktığımızda, böyle birçok toplumla karşılaştığımızı görürüz. Bugün de böyle toplumlar halen mevcuttur.
Halbu ki hiçbir kişi veya gurup, diğer kimseler üzerinde yönetimsel otoriteye sahip olmamalıdır.
Fourier, “çakıl taşlarını toplayıp bir kutuya koyun ve sallayın, taşlar herhangi bir kimsenin ne kadar istese meydana getiremeyeceği kadar uyumlu bir mozaik meydana getirir.” Der.
Özgürlüğün temin edilebilmesi için özgür örgütlenme gereklidir. Böyle bir toplumda uyum, yasaya veya her hangi bir otoriteye boyun eğmekle değil, çeşitli mesleki ve mülki guruplar arasında, üretim ve tüketim için olduğu kadar uygarlığın sonsuz istek ve ihtiyaçlarının da karşılanabilmesi için kararlaştırılmış özgür anlaşmalarla sağlanır.
Yoksa anarşistlerin istediği gibi: Bireylerin dinsellikten, ahlak otoritelerinden ve devletin boyunduruğundan kurtulması ile olmaz.
Bir toplum dininden, ahlakından, örf ve ananelerinden, devlete bağlılığından ayrıldığı an, o toplumda anarşi başlamış demektir ve o toplum neticede başka bir otoritenin hâkimiyetine girmeye mahkûmdur.
Son günlerde devleti ele geçirme çabalarının hangi boyutlara ulaştığını görmekteyiz.
Siyasi partiler iktidara gelebilmek için meşru yollardan çalışma yapabilir.
Siyasi partileri destekleyen bazı kurumların, cemaatlerin de siyasi partiyi arkalarına alarak iktidarı yakaladıklarında devletin içine sızmak isteyecekleri ve devlet yöneticilerini istedikleri gibi kullanmak isteyecekleri de aşikârdır.
Bugün bunları yaşıyoruz.
İki güç çarpışmaktadır. Neden? Nedeni bellidir.
Bu ayrışma ve çatışmalar, toplumun huzurunu bozar ve fırsatçı anarşistler ortalığı karıştırmak için meydana çıkarlar.
30 Mart yerel seçimlerde halkın çok iyi bir ders vermesi gerek.
Sizler bizim huzurumuzu bozdunuz, bizlerde sizi istemiyoruz, demeleri gerek.
Bunları nazarı dikkate alarak, bizlerin daha bilinçli bir şekilde hareket etmemiz gerektiğine inanmaktayız.
Duygularımızla değil, aklımızla hareket etmeliyiz.

17.03.2014

14 Mart 2014 Cuma

TÜMER DİYOR Kİ!... "ŞİDDET ŞİDDETİ GETİRİR..."

ŞİDDET ŞİDDETİ GETİRİR...
30 Mart yaklaşıyor. Seçimlere az kaldı.
Sokaklar siyasi partilerin afişleri ile renklendi mi yoksa kirlendi mi?
Belediye Başkanı adaylarının resimleri her tarafta boy gösteriyor.
Ortalık toz duman.
Bu şehir, bu kasaba benim olacak diye, siyasi partiler bas bas bağırıyorlar.
Halkı, fikir ve düşünceleri ve yapacakları, yaptıkları ile ikna etmeye çalışıyorlar.
Halk, dinliyor.
Bazıları diyor ki; Biz liderimizi yedirmeyiz. Abdulhamitten sonra böyle bir lider gelmedi, uydurma kasetlerle, tapalarla, biz liderimizi ezdirmeyiz, diyerek kenetleşmekteler.
Muhalefet ise, hırsız, arsız, çaldınız, gemicikler aldınız vs. diyerek iktidar partisinin liderine yüklendikçe yükleniyor.
Bu arada gencecik bir çocuk Berkin Elvan’ın ölüm haberi geliyor.
Sokaklar karışıyor.
Polis tüm gücüyle halkın protestosuna tepkisini, biber gazı, tazyikli su, copla gösteriyor.
Derken, bir polisimiz ve bir gencimiz daha ölüyor.
Yaralananların sayısı belli değil.
Şiddet mutlaka karşı şiddeti getirecektir.
Yoksa birileri bizim Suriye gibi olmamızı mı istiyor!?
Yoksa Ukrayna’ya mı özeniyoruz?
Şu bir gerçek ki; ülkemizi kaosa sokmak isteyen ve kargaşa dan çıkar sağlamak amacında olanların olduğu unutulmamalıdır.
Kardeşi kardeşe kırdırmak, istenilmektedir.
Yönetenler ve yönetilenlerin çok dikkatli olmaları gerek.
Türk Milletinin sağduyusu her zaman galip gelmiştir.
Suçlular mutlaka cezasını bulacaktır.
Devletin Malı deniz, yemeyen domuz değil, yiyenler var ise onlar domuzdur.
İspatı olmayan hiçbir şey geçerli değildir.
Dedi kodu ile bir yere varılamaz.
Lider olanlar, toplumu bölme değil, birleştirme politikaları gütmelidir.
Kavga ile, şiddet ile bir yerlere varılmaz. 
Ülke sıkıntı yaşar, halk ezilir, yoksullaşır ve topraklarını kaybeder.
İşte Suriye’nin hali.
Zavallı insanlar ülkemize sığındılar.
 Sokaklarda yatıyorlar ve dileniyorlar.
Küçücük çocuklar annelerinin kucaklarında, bir dilim ekmek bekliyorlar.
Polisimizin görevi bizlerin can güvenliğini korumaktır.
Halkın da görevi, polise taş ile sopa ile saldırmamak, etrafı kırıp, dökmemektir.
30 Mart Belediye seçimlerinde Demokrasi galip gelmelidir.

12 Mart 2014 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ!...ULUSAL YORUM

Ulusal Yorum: Gülen, Gezi parkı olayları sırasında kafasına isabet eden gaz fişeği ile yaralanan ve maalesef dün sabah vefat eden Berk’ın Elvan’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirerek, düşman olduğu Tayyip’e ve hükümetine acı sözler söylemiş.
Devletin aklını öfke ve kinle yitirdiğini, toplumun muhtaç olduğu sevginin ortadan kaldırıldığını söylüyor.
Doğru, isabetli, güzel sözler.
17 Aralık’tan sonra ki durum ne?
Daha önce sarmaş dolaş olduğunuz AKP ile bugün neden yollar ayrıldı.
Berk’ın alevi vatandaşı olduğu için öldürülmedi. Polisin rastgele attığı gaz fişeği kapsülü o yavrucuğa isabet etti. Bir başkasına da isabet edebilirdi.
Toplumu değişik dini cemaatlere bölenler kimler?
Şimdi de AKP li olanlar ile Gülenci olanlar ayrıştı.
Sayın Gülen bu toplum geçmişte birdi, bütündü, bölünme, parçalanma korkusu yoktu, gene öyle olmalı. Siz de bir din adamı olarak bunu yapmalısınız. Kavga değil, barıştan yana olmak gerek.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Çok sert Berkin Elvan taziyesi
Fethullah Gülen, Berkin Elvan'ın ölümü için yayınladığı mesajında hükümet için çok sert sözler sarf etti.
Fethullah Gülen, Gezi Parkı olayları sırasında başına isabet eden gaz fişeğiyle ağır yaralanan ve dün sabah hayatını kaybeden Berkin Elvan için bir taziye mesajı yayımladı.
Fethullah Gülen mesajında şunları kaydetti:
''Sağduyu ve uzlaşıyla örgütlenmesi gereken devlet aklının öfke ve kine mağlup olduğu zor günler geçirmekteyiz. Bu nefret atmosferi, toplumun muhtaç olduğu sevgi, sükûnet ve birbirini anlama çabasını ortadan kaldırmakta; yukarıdan aşağıya doğru çatışmacı bir üslubu telkin etmektedir. Bir AVM inadıyla başlayan hadiseler teskin edileceğine kutuplaştırıcı bir dille körüklenmiş ve bugüne kadar birçok gencimizin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. 15 yaşındaki küçük Berkin Elvan, bu atmosferin son kurbanı. Elvan ailesine ve yakınlarına başsağlığı diler, bugüne kadar pek çok acıyla daği dar olmuş ama temkin ve teyakkuzunu korumayı başarmış Alevi kardeşlerimize sabrı cemil niyaz ederim.'' (Kaynak: Gazeteport)