16 Nisan 2015 Perşembe

TÜMER DİYOR Kİ!... AHLÂKLI MISINIZ, YOKSA AHLÂKSIZ MI?..

TÜMER DİYOR Kİ!...
AHLÂKLI MISINIZ, YOKSA AHLÂKSIZ MI?..
Toplumun değer yargılarına göre kişilerin davranışları değerlendirilerek o kişiye ya çok ahlaklı denir, ya da, amma da ahlaksız insan denir.
Bizdeki namus ve ahlak anlayışı daha çok kadının iki bacağı arasındadır. 
Kadına sarkıntılık yapan erkek ahlaksızdır. Bazı dindar geçinen kesimlerce de Kadın, açık, giyinirse, mini etek giyerse, sosyal ve medeni bir insan olarak erkek arkadaşı varsa, toplum içerisinde bir yer edinmişse, o kadın hakkında da pek ahlaklı diye düşünülemez.
Sosyal ve medeni görüş içerisinde olanlar ile olamayanların değer yargıları kendine göre değişir.
Beşeri ilişkiler her toplumda değişik şekillerde değerlendirilir.
Amerikan toplumunun, Japon insanının, Avrupalı veya Uzakdoğulu insanların ahlak anlayışları farklıdır.
Bizim toplumumuzun ahlaki değerleri de eskiye göre çok değişiklik arz etmektedir.
Hırsızlık yapan, yalan söyleyen, çalan, çırpan, karşısındakinin hakkını hukukunu çiğneyen, topluma zarar veren kişilere pek ahlaksız diyen çıkmaz.
En önemlisi de,  kendi çıkarı uğruna devletine ve milletine zarar veren, rüşvet yiyen, gayrimeşru kazanç peşinde koşanlara hiç ahlaksız denmez.
İslamiyet’in en önemli kurallarından biri ahlaklı yaşamaktır. Bu kuralı ihlal eden ve Peygamberimizin ahlakını öven ve onun gibi yaşamayıp tam tersini yapan, dini suiistimal ederek, Dini kendi çıkarı için kullananlara da ahlaksız denmez.
 Bürokrasi de devlet memuru olan idareciler, denetim elemanları ve müfettişlerin yaptıkları yanlış uygulamalara hiç ahlaksızlık denmez. Bu kişilerden bazıları, üstlerine yaranabilmek için her türlü sahtekârlığı, yalancılığı, mubah sayarak, haksız yere ellerine geçirdikleri kişilerin haklarını çiğneyerek, kişilerin ekmekleri ve gelecekleri ile oynarlar. Karşısındaki insana zarar vermek hoşlarına gider ve yalakalık yaparak kendi geleceklerinin daha iyi olmasını sağlamaya çalışırlar. Bu kişiler bir de ahlaktan, faziletten ve doğruluktan bahsederler.
Demek ki Ahlak; toplum içinde kişilerin benimsedikleri ve uymak zorunda bulundukları kurallar zinciridir. 
Bu kuralları kendisine göre koyar ve ahlaksız denecek uygulamayı kendine göre ahlaklı uygulamaya çevirir ve vicdanını rahatlatmaya çalışır.
Toplumlar böylece ahlaki değerleri kendisine göre değiştirir.
Bazı toplumlarda ahlaklı davranışlar, diğer toplumlarda ahlaksız davranış şeklinde de algılanabilirler.
Örneğin: İlkel kabilelerde kızların memeleri dışarıda toplum içersinde gezmelerine kimse bir şey demezken, hadi Türkiye’de gezebilsin.
 Mümkün değildir ve çok ahlaksız bir durumdur.
Bu ahlaksızdır da, rüşvet yemek, hırsızlık yapmak, devlet malını çarçur etmek, yetimin, yoksulun hakkını yemek, ahlaksızlık değildir!
Her ülkenin ve her toplumun Ahlak anlayışlarında farklılıkları böylece görürüz.
O halde, Ahlak bir fikir değildir; yaşanan duygu, hareket halinde olan düşünce, hayat olan fazilettir.
Devirlere ve insanlara göre de içeriğinde değişmeler olur.
Gerçekte ahlak, insanların mükemmel ve güzel olana yönelişidir.
Kötüden iyiye gidişin planıdır.
Kötü nedir? 
İyi nedir? 
Bunu da toplumu yönetenlerin çok iyi açıklamasında yarar vardır. Çünkü yönetilenler, yöneticilerin hareketlerini örnek alırlar.
Gerçekte ise ahlak, aslında disiplin ve nizamdır.
Ahlakın temel prensiplerinden birisi toplumda insana en uygun hareketi temin etmektir.
Bu sosyal uygunluk hangi davranışla sağlanıyorsa o hareket ahlakın sınırlarına girecek, hangi davranış zarar veriyorsa o fiil de ahlaka aykırı kabul edilecektir.
Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.) “Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim,” buyuruyorlar.
İslâm, sosyal hayatın devamı için gerekli her nevi dayanışmayı ahlakın sınırlarına sokmuş ve insana, sosyal bir varlık olduğunu idrak ettirmiştir.
(Bugün bunları anlayabiliyor muyuz? Peygamberin yolunda gidebiliyor muyuz?)
Bir gün Hz. Ali (K.V.) peygambere davranışlarında hâkim olan ana prensiplerin ne olduğunu sormuşlardı. Resulullah (S.A.) şöyle buyururlar. “Bilgi sermayemdir, akıl dinimin esasıdır, arzu binek atımdır. Allah, zikir arkadaşımdır, mahremiyet hazinemdir, havf (korku) refikimdir, ilim silahımdır, sabır libasımdır, kanaat ganimetimdir, tevazu medarı iftiharımdır, zevkten feragat mesleğimdir, vuzuh (açıklık) gıdamdır, doğruluk şefiimdir, mücadele itiyadımdır ve kalbimin nuru namazdır. “ demiştir.
Oscar Wilde “Dünyanın ahlaksız diye adlandırdığı kitaplar dünyaya kendi utancını gösterenlerdir.” Demiş.
Henry David Thoreau ise “Aşırı ahlaklı olmayın. Yaşam boyunca kendinizi aldatmak zorunda kalabilirsiniz. Ahlaktan yukarısını hedefleyin. Sadece iyi olmayın, iyi bir şeyler yapın.” Demiş.
“Ahlak konusunda inandığım ilke şudur; bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o ahlaklıdır; eğer kendini kötü hissediyorsan o gayri ahlakidir. “(Ernest Hemingway)
Mustafa Kemal Atatürk; “Türklerin aşağı yukarı hep ahlakları birbirine benzer. Bu yüksek ahlak hiçbir milletin ahlakına benzemez. Ahlakın millet oluşmasında yeri çok büyüktür, önemlidir.”
1930 Afetinan M.B. ve M.K.Atatürk'ün El Yazıları s. 358
“Milli ahlâkımız uygar esaslarla ve özgür fikirlerle beslenmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Bu çok önemlidir; özellikle dikkatinizi çekerim. Korkutma esasına dayanan ahlâk bir erdem olmadıktan başka güvene de lâyık değildir.”
1924 (M.E.İ.S.D. 1 s. 19
(Mustafa Kemal Atatürk Türk Milletinin ahlaki değerlerinin yüksek olduğundan bahsetmiştir. Bugün bu Türk milleti nerede? Kaldı mı? İçimizde Türklüğü yok etmeye çalışan kişiler varken erdemli ve yüksek ahlaklı kişileri nerede, nasıl bulacağız.)
İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür. (Ebu Bekir Ferra)
Özü doğru olanın, sözü de doğru olur. (Hz. Ali (r.a)
“Sözü yanlış olan, yalan söyleyen, hile yapan o kadar çok kişi var ki, bunların özü de sözü de doğru değil.”
Güzel ahlak; bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür. (Hasan-ı Basri)
Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız. (Ömer bin Abdülazîz) (Radıyallahi anh)
İşte, en önemli sözlerden birisi budur. Netice de içinde bulunduğumuz ve insanca yaşayamadığımız Dünya’da misafir olduğumuzu unutuyoruz ve kıyamet günü nereye gitmemiz gerektiğini düşünemiyoruz. Hazırlıklar bu dünya için yapılıyor, öbür taraf düşünülmüyor. Hâlbuki buradaki ömrümüz çok kısa,  öbür taraftaki ömür ise sonsuz.
Gelelim bugüne.
Milletvekili seçimlerine çok az bir zaman kaldı.
Meydanlarda Siyasi Parti liderleri birbirlerini rencide edecek sözler sarf edecekler. Hakaretler, aşağılamalar, küçük düşürücü sözler söylendiğinde ahlaki değer yargıları değişime uğramaz mı?
Birde ortaya cemaat olayı çıktı. Hükümet ile cemaat arasında birbirlerine saldırmalar da devam edecektir. 
Kırıcı ve kaba sözler söylenirse bu ahlaki değerlere ters olmaz mı?
Şimdi sizlere soruyorum, bu davranışlar ahlak kurallarına uygun mu, değil mi?
Toplumun değer yargılarında ve ahlaki düşüncelerinde değişmeler söz konusu olabilir mi?
Hiç merak etmeyin olacaktır.
Türkiye'de ahlaki değerler o kadar çok değişti ki, ne Allah'ın Kitabındaki ahlak anlayışı, ne de Peygamberimizin ahlak anlayışına uyan kaldı.
Demek ki, ahlak, zamanla toplumun değer yargıları değiştikçe değişimlere uğrayabiliyor.
Allah bizleri Ahlaksız toplum olmaktan korusun.
Aminnn.
Zekeriya Tümer
e.Mail: ulusalhaber@hotmail.com

8 Nisan 2015 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ!.. Parlamenter aday listeleri yüksek seçim kuruluna verildi!.. "MÜCADELE BAŞLIYOR"

TÜMER DİYOR Kİ!..
MÜCADELE BAŞLIYOR
7 Nisan 2015 Seçime girecek partiler aday listelerini Yüksek Seçim Kuruluna verdiler.
Listeye girenler memnun, açıkta kalanlar ve seçilemeyecek sırada olanlar kırgın.
Hâlihazırda Milletvekili olanlar, gene seçilecek sırada iseler, onlar çok daha memnunlardır.
Ballı kaymak Milletvekili maaşlarını alacaklar, parmak kaldırıp indirecekler.
Emekli olanlar Mecliste olamayacaklar, parmak kaldırıp indiremeyecekler ama fark etmez, onlarda ekonomik sıkıntı yaşamayacaklar.
7 Haziran seçimleri gerçekten Türkiye için bir dönüm noktası.
12 yıllık AKP İktidarı, Türkiye’nin temel taşlarını yerinden oynattı. Bu gerçeği görememek mümkün değil.
İlk önce TC. ler kalktı. Sonra okullarda okutulan Türküm Doğruyum andı kaldırıldı. PKK ile masaya oturuldu.
Öcalan hazretleri krallar hayatı yaşamaya başladı ve sayın sıfatını aldı.
Osmanlıya dönebilme çabaları hızla devam ediyor.
Türk Milletinin en çok güvendiği asker kışlasına çekildi ve sindirildi.
Polis ve MİT İçerisinde parçalanmalar oldu.
Adalet ve hukuk çiğnendi.
Anayasa tanınmaz hale geldi.
Arsalar ve devletin birçok kurumları yabancılara satıldı.
Mustafa Kemal Atatürk dâhil milli mücadele kahramanlarına saldırılar arttı.
Din elden gidiyor diyerek, halkın manevi duyguları ile oynandı.
Tarikatlar, şeyhler, müritler çoğaldı.
Bayrağımız gönderden indirildi, milli ve manevi değerlerimiz ayaklar altına alındı.
İç ve dış borç arttı.
Enflasyon durmuyor yükseliyor. Dolar devamlı artıyor. Paramızın değeri azalıyor.
Demokratik haklar kısıtlandı.
İşsizlik durmadan artıyor. Geçim şartları zorlaşıyor.
Komşularımızla kavgalıyız.
Yeni Türkiye hareketi, Türkiye’nin kalkınması hareketi değil, rejimin ortadan kaldırılması olayına dönüştü.
Yani kısaca, ülkenin sorunları çoğaldı, azalmadı.
Şimdi mücadele başlıyor.
Muhalefet partileri İktidara yüklenecek, İktidar elindeki imkânları kaybetmemek için her yola başvuracak.
Sokaklar kaynayacak, halkın beyni sulanacak.
Ticari hayat duracak, ekonomi çökecek.
Her şey 7 Hazirana endekslenecek. “Hele seçimler bir bitsin, sonra bakarız” denecek.
Temennimiz, kavgasız, yalansız, dolansız, sandıklardan oy çalınmadan dürüst, adil bir seçim yapılması.
Türk Milleti bu seçimlerle geleceğini belirleyecek.
Devletten ufak tefek yardım alanların da gerçekleri görerek oylarını vermeleri çok önemlidir.
Yüzeysel kalkınma işe yaramaz. İşsizliği önleyici yatırımlar önemlidir.
Bunları dikkate alarak oylar kullanılmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devam etmesini isteyenler oylarını ona göre versinler.
Seçime girecek bütün siyasi partilere başarılar diler, kim hak etti ise onun iktidara gelmesini arzu ederiz. (08.04.2015-Zekeriya TÜMER)

6 Nisan 2015 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: SUS, SUS, SUS KİMSELER DUYMASIN, GÖRMESİN, OKUMASIN!...

TÜMER DİYOR Kİ:
SUS, SUS, SUS KİMSELER DUYMASIN!..
Sevgili okurlar, AK Parti hükümeti nasıl düşünüyor, hayal ettim ve yazdım.
Bu düşünceler benim tamamen hayal unsurum, eksiği vardır, fazlası yoktur eminim.
Doğru mu yanlış mı siz karar verin.
“Konuşma, görme, duyma ve yazma.”
Neden sen haber veriyorsun? 
Halkın konularla ilgili haberi olsa ne olur, olmasa ne olur.
Ülkenin hemen hemen her yerinde elektrikler kesilmiş, sana ne!
Teröristler Türkiye Cumhuriyetinin savcısının kafasına tabanca dayamışlar, sana ne!
Mutlaka halkın bunu bilmesi mi gerek?
Toplumu neden geriyorsunuz?
Neden her şeyi kötüye yorumluyorsunuz?
Neden muhalefet partilerinin ellerine koz verip, Hükümeti eleştirmelerine fırsat veriyorsunuz?
Sus kardeşim sus. 
Yazma.
Bak seçimler yaklaşıyor, zaten birçok sıkıntımız var. Bir de sizlerle mi uğraşacağız.
Bakın, sizler ne kadar muhalefet ederseniz edin, biz İç Güvenlik yasasını Meclisten geçirdik.
MİT Yasası da çıktı.
Devletin içine yuvalanmış paralelcileri de temizledik. 
Daha da temizleyeceğiz.
Haziran da 400 milletvekilini de çıkaralım, siz de görün. Anayasayı da değiştireceğiz, Başkanlık sistemini de getireceğiz.
Kardeşim Halk bizleri seviyor. 
Ne yaparsak yapalım oylar bizlere gelecek.
Siz istediğiniz kadar, ayakkabı kutularından bahsedin, 17-25 Aralık deyin, paralel yapı bizlere tuzak kursun, umurumuzda değil.
Güç bizde, devlet bizim tekelimizde. İstersek asarız, istersek keseriz, istersek satarız, size ne?
Yazmayın, eleştirmeyin ve bizi kızdırmayın.
Kaç gündür, kendi kendinize elektrik kesintisinin sebeplerini araştırıp duruyorsunuz.
Savcı nasıl öldürüldü, vücudundan kaç kurşun çıktı, doktor nasıl rapor verdi, rapor doğru mu yanlış mı, araştırıp duruyorsunuz?
Size ne kardeşim. 
Biz devletiz, araştırmak, sormak bizim görevimiz.
İşsizlik artmış, ekonomi çökmüş, dış borç artmış, yatırım yok, üretim yok, tüketim çokmuş, dolar yükseliyormuş, sana ne kardeşim.
Sen üç çocuk yap, bak sana ilk çocukta 300, ikinci de 400, üçüncü de 600 lira verecem, yeni evlenenlere altın takacam, daha ne istiyorsun.
Emekliler, C.H.P nin 2 maaş ikramiyesine kanmayın, bütçe de para yok veremez, ben 100 lira zam yapıyorum, belanı mı arıyorsun, ver oyunu bize.
Fakir halka ekmek, aş ve para veriyorum, daha ne istiyorlar ki!
Kötü mü oldu AK Saray. Işıl ışıl yanıyor, misafirlerimizi orada ağırlıyoruz, devletin parası çok, Cumhurbaşkanına istediği kadar harcama yapsın diye
Örtülü Ödeneği de çıkardık, kötü mü oldu. 
Helal olsun Cumhurbaşkanımıza istediği gibi harcasın devletin parasını, size ne!
Bak, içeri aldığımız komutanları da salıverdik, beraat da ettiler. Biz hukuk devletiyiz. Geç te olsa adalet yerini buldu, kötü mü oldu.
Biz Öcalan’la da görüşürüz, başka terör grubuyla da. Önemli olan analar ağlamasın.
Komşularımızın iç işlerine de karışırız dış işlerine de, onlara akıl vermek bizim işimiz.
Melih Gökçek “Bülent Arınç vatan hainidir” demiş, Bülent Arınç’ta “Melih Gökçek Ankara’yı parsel parsel sattı” demiş. Size ne!
AK Parti kendi içinde çözülüyormuş, Cumhurbaşkanı ile Başbakan Milletvekillerinde anlaşamıyorlarmış, size ne. 
Neden yazıyorsun, neden inceliyorsun, neden dedikodu yapıyorsun. Sus, konuşma, araştırma, yazma.
Yunan 16 adayı işgal etmiş, İran Amerika ile yakınlaşmış, Yemen de Mezhep savaşı başlamış, ülkenin çok şeyleri satılmış, size ne kardeşim.
Yalova Valisi Selim Cebiroğlu Termal Fen Lisesindeki öğretmeni kıyafetini beğenmediği için öğrencilerin önünde azarlamış. Sınıftan kovmuş. Öğretmen Halil Serkan Öz çok üzülmüş ve kendisi için düzenlenen saygı yürüyüşünde dayanamamış ve kalp krizi geçirerek ölmüş. Ölebilir. O Koskoca Yalova Valisi. Kimin Valisi. Benim Valim diye kim söylemişti. Devletin en üst yöneticisinin Valisi. Döver de söver de kendisinden yana ise severde. Vicdanı sızlıyor mu sızlamıyor mu Valinin, sana ne, neden sorguluyorsun. Sızlar veya sızlamaz. Soramazsın, eleştiremezsin.
Üniversitelerde rektör seçimleri neden yapılır ki, boş yere seçim yapıyorlar. Sen istediğin kadar fazla oy al.
Birinci ol. Hiç önemli değil. Cumhurbaşkanımız kendi istediği kişiyi rektör olarak atar. Üniversiteler boş yere seçim falan yapmayın, boşuna heyecanlanıyorsunuz. Sonunda da üzülüyorsunuz.
7 Haziran’da Milletvekili seçimi yapılacak. C.H.P. istediği kadar çaba harcasın. Farz edelim ki seçimden 1.ci parti çıkacak. Hiç önemli değil. Nasıl Üniversitelerdeki seçimlerde 1.ci olanlar rektör atanmıyorsa, C.H.P. 1.ci partide olsa, Başbakanlık görevini T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kemal Kılıçdaroğluna vermeyebilir. Bu hakkı mı hakkı.
Yani Seçimin selameti ve AK Partinin oy kaybetmemesi için, eleştirme yok, yanlışları yazmak yok. Hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti, haksızlığı, hukuksuzluğu,  falan yazmak yok.
Ne mi yazın, güzel hikâyeler anlatın, yaptığımız yolları, metroları anlatın. Arsalar üzerine konan gökdelenleri, alış veriş yerlerini anlatın. Turistik tesislerimizi anlatın.
Bizleri övün, yermeyin, bizler de sizleri sıkıntıya sokmayalım. Devlet biziz, güç bizde, istersem seni cenazeye alırım, istersem almam. İstediğimi uçağıma bindirir götürürüm,
İstemediğimi götürmem. 
Aklınızı başınıza alın. Demokrasinin kılıcı benim elimde. Unutmayın.
Yoksa ya gazetenizi kapatırım, ya da içeri atarım.
Şunu iyi bilin ki, biz ne yaparsak yapalım, halk bizi seviyor, Allah dediğimiz zaman peşimizden geliyor.
Zihin fukara olunca, fikir ukala olur, derlermiş.
Hiç merak etmeyin, Zihinsel fukaralık yaşayan halkımız bizi 12 yıldır iktidar yaptı, gene yapacaktır.
7 Haziran yaklaştı, sizler birleşmedikten sonra bizi iktidardan indiremezsiniz.
Sonuç mu: Türkiye Cumhuriyeti Devleti Laik, Demokratik bir hukuk devletidir.
Biz yasalara saygılıyız, basın hürdür. Sandığa da saygımız vardır.
Bakın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Slovenya-Slovakya-Romanya gezisinin dönüşünde gazetecilerin sorularını yanıtlarken ne demiş:
“Ürkmeyelim, korkmayalım. Siz gazetecilere de çok tehditler gelebilir. Geliyordur da… Biz yıllar yılı ne tehditler aldık. Son tehditleri hep sizlerle de paylaştık. Ama biz de görevimizi yapacağız. İnönü’nün lafını unutmayın, “Namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadığı müddetçe başarıyı yakalayamayız”… 
(bu sözü ile kimleri kastettiğini ben anlayamadım, siz anladınız mı?)
Sevgili okurlar, ne diyorsunuz, bunlar doğru olabilir mi?

1 Nisan 2015 Çarşamba

TÜMER DİYOR Kİ: "31 MART BİR KERE DAHA TARİHE 'KARA LEKE OLARAK' KAYDOLDU"

TÜMER DİYOR Kİ:
31 MART BİR KERE DAHA TARİHE "KARA LEKE" OLARAK KAYDOLDU!...
İlk 31 Mart vakıasında Derviş Vahdeti’nin Volkan gazetesiyle yaptığı yayınları ve kışkırtmaları, ayaklanmaya sebebiyet vermişti.
13 Nisan 1909 (31 Mart 1325) sabahı patlak veren ve İstanbul’u günlerce heyecan ve korku içinde bırakan bir olaydır.
Yenileşme ve ilerlemeye karşı yapılan bu isyan kısa sürede büyümeye başladı. Mebuslar Meclisi basıldı. Genç subaylar, gazeteciler ve meşrutiyet yanlılarından öldürülenler oldu.
İstanbul’daki bu olay, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkezi olan Selanik’te duyulunca, parti hemen çalışmalara başladı ve Hareket Ordusu adı verilen bir kuvveti İstanbul’a gönderdi. Ordunun Kumandanı Mahmut Şevket Paşa, Kurmay Başkanı ise Mustafa Kemal’di. İsyan kısa sürede bastırılırken, suçlular yargılanarak cezalandırıldı. Ayaklanmada rolü olduğu düşünülen II. Abdülhamit tahttan indirilerek V. Mehmet Reşat Padişah ilan edildi.
Bugün ise yıl 2015. Dünyanın geliştiği, uzay çağının yakalandığı bir dönem.
31Mart 2015 Türkiye bir anda elektriksiz kaldı.
Her şeyin elektriğe bağlı olması hayatı çökertti.
Bu olay gerçekten çok önemli. Demek ki; bir anda ülke batağa saplanabilecek durumda.
Her bölgeye ayrı birimlerden elektrik verilirken, bu kesinti tüm ülkede nasıl oldu? Akıl erecek gibi değil.
Kesintinin sebebi hakkında çeşitli senaryolar dile getirilse de bu senaryolar arasında en dikkat çekici siber saldırı.
Vay anasını bu nasıl bir saldırıdır ki, tüm ülkeyi karanlıkta bıraktı!
Gerçekten, elektrik kesintisinin, Trakya’dan başlayıp, ege ve Anadolu dâhil Diyarbakır’a kadar uzanması çok dikkat edilmesi gereken bir husus.
Van elektriğini İran’dan aldığı için kurtuldu. Elektriği kesilmedi.
Allah göstermesin savaş çıksa ve elektrikler düşmanlarca tüm ülke de kesilse vay halimize. Haberleşme dâhil her şey bir anda çöker ve biteriz.
Herhalde bu olay Hükümetin gereken tedbirleri almasına vesile olur.
Hayırlısı diyelim.
31 Mart 2015 İstanbul Çağlayan Adliyesinde Cumhuriyet savcısının başına silah dayanıyor ve rehin alınıyor.
Allah Allah, bu adamlar Adliye binasına nasıl girdiler ve silahları nasıl soktular? Koruma altındaki ve Adalet dağıtılan bir yerde adaletsizlik uygulanıyor.
Kimdir bunlar, güçleri nedir, devletten daha mı güçlüler ki buna cesaret edebiliyorlar.
Gerçi geçmişte Danıştay katliamını da yaşadık.
Kimmiş bunlar. DHKP-C örgüt üyeleri imiş.
DHKP-C örgüt üyeleri yaptığınız doğru mu?
Cumhuriyet savcısının ne günahı vardı? Berkin Elvan soruşturmasını yürütüyordu. Savcılar ellerine gelen bilgileri değerlendirirler. Adamcağızın günahı ne?
Elektrik kesintisi ile bu olayın aynı ana gelmesi de düşündürücü.
 Cumhuriyetin Savcısını öldürdünüz, elinize ne geçti, sizde hayatınızı kaybettiniz. 1991 Zonguldak doğumlu Şafak Yayla. 1987 Ardahan doğumlu Bahtiyar Doğruyol.
Siz de bu genç yaşınızda lanetlenerek öldünüz, değdi mi?
Çoluk çocuk sahibi Savcıyı öldürürken hiç mi vicdanınız sızlamadı?
AKİT GAZETESİ TEMCİT PİLAVI GİBİ PİŞİRİP PİŞİRİP ORTAYA ÇIKARDIĞINIZ OLAY YANLIŞ.
Geçtiğimiz günlerde Akit gazetesinde yayınlanan “Charlie’nin Hâkimleri” başlıklı haberde, Anadolu 48. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Nuh Hüseyin Köse’nin şahsi facebook hesabından yaptığı Demokrasi’yi ve İnsana insanca değer verdiğini söylemesi olayı, Cumhuriyet gazetesinin küstah Fransız dergisi Charlie Hebdo’nun Peygamberimize hakaret içerikli karikatürlerini yayınladığı için halkın tepkisine maruz kalan Cumhuriyet Gazetesine destek verdikleri için hedef tahtası yapılmaktadırlar.
Elbette, Cumhuriyet Gazetesinin bunu yayınlamaması gerekti. İnsanların dini duyguları ile de oynanmamalıdır. Sadece Dini duygular mı, insana insanca davranılmalıdır. Din, Dil, Irk ayırımı gözetilmemeli hak ve adalet eşit şekillerde uygulanmalıdır.
Cumhuriyet gazetesine destek olduklarını beyan eden hâkimlerimizin hepsinin dini duygularının olduğu kana atındayım. Ancak onlar Adaleti ve hukuku göz önüne almışlardır.
Işid’in din uğruna devamlı kelle kestiklerini, PKK’nın zavallı insanları katlettiklerini, Din uğruna, şeriat uğruna geçmişte kafaların kesildiklerini unutmayalım.
İslam dini bunlara hiçbir zaman hoşgörü ile bakmamıştır.
Akit Gazetesinde devamlı yayın yaparak, köşe yazarları olayı devamlı işleyerek ve Hâkimlerin adlarını yayınlayarak hedef mi göstermek istemektedir?
Bakın, teröristin sağcısı da, solcusu da gaddardır. Onlarda Din İman, İnsanlık yoktur.
Danıştay katliamını unutmayalım.
Hâkim ve Savcılara dil uzatan gaflet ve dalâlet ehline!..
İstanbul Anadolu 35. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi Mustafa Övüç ve eşi İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesi hakimesi Sevgi Övüç, İstanbul Anadolu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi hakimesi Naciye Füsun Çağlar, İstanbul Anadolu 27. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimesi Aydan Büyükyıldız, İstanbul Anadolu 48. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi Nuh Hüseyin Köse, İstanbul Anadolu 31. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi Tamer Akgökçe’nin, Cumhuriyet gazetesi önünde Basınla ilgili hukuku savunmaları sanki bunların dinsiz imansız olarak addedilmesi çok ama çok yanlıştır.
Hâkimlerimiz ve savcılarımız Adaletin temsilcileridir. Bunlar Cumhuriyet döneminde doğmuş ve büyümüşlerdir.
Şu an da Adalet dağıtmaktadırlar. Yanlış yapıldığında elbette o yanlışı da söylemelidirler.
Hepsinin de dini inancı olduğuna eminim. Bu nedenle sakın kişileri iyi tanımadan dinsizlikle, imansızlıkla suçlamayın. Gösteriş için namaz kılanları da biliyoruz biz.
Onlar kimi kandırıyorlar, insanları kandırabilirler ama Allah’ı kandırmak mümkün mü?
Bizleri yaratan Yüce Rabbim, doğruyu da yanlışı da çok iyi bilir. Menfaat uğruna başkalarını lekelemeye çalışmak ise herhalde Allah tarafından hoş karşılanmaz.
Bir savcı arkadaşımın söylediğine göre bu Cumhuriyetin mümtaz hâkimleri Hukukun üstünlüğünü kabul ettiklerinden Akit Gazetesi tarafından hedef tahtası haline getiriliyorlar ve tedirginlikler yaşıyorlar, demektedir.
AKİT Gazetesi yazarları, herkesin dini kendisinedir. Elhamdülillah bizler de Müslüman’ız ve dinimize bağlıyız.
Dini suiistimal etmemek ve kendi şahsi çıkarı uğruna kullanmamak bizim düsturumuzdur.
Bizler Günahtan ve Allah’tan korkarız.
İnsana insan gibi davranmak, adaletli ve hukukun üstünlüğünü kabul ederek, Laik, Demokrat Türkiye Cumhuriyetinin kazanımlarına sahip çıkmak hepimizin görevi olmalıdır.

28 Mart 2015 Cumartesi

ZEKERİYA TÜMER: "Cumhurbaşkanının örtülü ödeneğe ihtiyacı yok!.."

TÜMER DİYOR Kİ:
Cumhurbaşkanının örtülü ödeneğe ihtiyacı yok!...
 Şu an İçişleri Bakanlığı görevini yürütmekte olan sabık müsteşar Sebahattin Öztürk verdiği önerge ile Torba yasanın içerisinde Cumhurbaşkanına da Örtülü Ödenek koydurttu.
Örtülü Ödenek bugüne kadar Başbakan tarafından kullanılırdı.
Hesabı da sorulmaz.
Denetimsiz ve kontrolsüz bir paradır.
Cumhurbaşkanına da örtülü ödenek olanağı getiren önergenin gerekçesi şudur: “Kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ile olağanüstü hizmetlerle ilgili devlet icapları için kullanılmak üzere Cumhurbaşkanlığı bütçesine de örtülü ödenek konulması” dır.
Cumhurbaşkanlığı’nın Ak Saray olarak inşa ettiği Atatürk Orman Çiftliğindeki binası devamlı halkın tepkisini çekmektedir. Harcanan paraların yüksek miktarda olması, fakir halkı üzmektedir.
Şimdi bu örtülü ödenek ile Cumhurbaşkanının emrine verilecek paraların miktarları çok yüksek olacaktır.
Devletin bütçe açığı malumdur. Bu paralar halkın cebinden çıkacak, vatandaşa ek vergiler yüklenecektir. Seçim atmosferinde bu da AK Partinin lehine değil aleyhine olacaktır.
Zaten Cumhurbaşkanlığının bir yılda harcaması gerektiren paranın miktarı % 100 arttırılmıştır.
Ben Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yerinde olsam, Meclise teşekkür eder ve bu örtülü ödenek parasını kabul etmem.
Eğer Cumhurbaşkanı böyle bir şey yapmış olsa, valla halkın gözünde birden yükselir.
Seçimlerde 400 milletvekili isteyen sayın bay Cumhur Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ben para pul meraklısı değilim. Özellikle de örtülü, saklı, gizli ödenekten gelecek denetimsiz, hesapsız, kitapsız, takipsiz paraya falan asla ihtiyacım yok. Açık, net, dürüst, şeffaf-saydam ve yasal Cumhurbaşkanlığı ödeneği bana yeter de artar bile. Yetimin, yoksulun, kul hakkın meyanındaki kamu ve vatandaşın parasına ihtiyacım yok. Başbakanlık için verilmiş Örtülü Ödenek parası dursun, bana verileni ben istemiyorum” dese, halkın gözünde değeri inanılmaz derecede yükselir ve belki de AKP!ye 400 Milletvekilini bile kazandırabilir...
Sizce yapar mı dersiniz?
Başbakan Davutoğlu, Haziran seçimlerini kazanabilmek için her doğan ilk bebeğe 300, ikinciye 400, üçüncüye 600 lira para ve hediyeler vereceğini söylüyor..
C.H.P. lideri Kılıçdaroğlu’nun emeklilere bayramlarda vereceği paranın kaynağını nereden bulacağını da sormadan edemiyor.
Peki, kendisinin vereceği paraların ve hediyelerin kaynağı var mı?
Var elbet.
Örtülü ödenek sağ olsun.
Doğan çocuklara verilecek 300-400-600 lira paralar her ay verilmiyor ki, bir kereye mahsus verilecek.
İyi de Sayın Başbakan, bu çocukların gelecekleri nasıl olacak.
Bir bebeğin aylık gideri 500 liradan fazla. Bu çocukların, ilk, orta, lise, üniversite hayatlarına kadar o ana ve babaların neler feda ettiğini biliyor musunuz?
Halkı kandırmak için geçin bu hikâyeleri.
Yatırım yapın, işsizliği önleyin, gelir düzeyini yükseltin, eşitliği sağlayın, halkı bölmeyin, parçalamayın.
Kimse devletten bağış falan istemez. Yeter ki çalışalım ve hak ettiğimiz paramızı alalım, bu bize yeter.
İç güvenlik yasası da çıktı.
Halkın mutluluğu ve huzuru için gereken tedbirlerin alınmasında yarar vardır.
Yeter ki kanunlar herkese eşit şartlarda uygulansın. Ayırım yapılmasın. Hak ve Adalet eşit olsun.
Doğunun elektrik parasını batıdaki garip vatandaş ödemesin.
Sen benden değilsin diye insanların ekmekleri ile oynanmasın.
Dünyada petrol fiyatları ucuzlarken, bizde pahalanıp, dolar yükselerek halkın alım ve satım güçleri azaltılmasın.
Yasalar karşısında eşitlik istiyoruz.
AK Parti İktidarının Haziran seçimlerini kazanabilmesi için, yasaları kendi lehlerine uygulayarak, bazı kesimlerin ezilmesini, bazılarına ise göz yumulmasını istemiyoruz.

9 Mart 2015 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: "ANZAKLI ÖMERİN ACI HİKÂYESİ"

TÜMER DİYOR Kİ:
ANZAKLI ÖMER'İN 
ACI HİKÂYESİ
A.Kemal Gül tarafından bana gönderilen meyildeki Anzaklı Ömer’in hikâyesini sizlerle paylaşmak istedim.
Yaşanmış olan bu hikâyede İngilizlerin bizleri yok edebilmeleri için, kimleri nasıl kandırdıklarına şahit olacaksınız.
Amerika’da doktorluk yapan Doktor Ömer Musluoğlu’nun yaşadığı bir olay. Enteresan bir hadise. Dünya küçük derler ya, işte dünyanın küçüklüğü de burada.
Doktor Ömer Musluoğlu 1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olur ve ihtisasını yapmak üzere ABD’ne gider.
Henüz lisanı çok iyi olmadığı için New York’ta bir hastanede basit görevlerden birine verilir. Görevi kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işlerdir.
Boş zamanlarında da laboratuarda görev yapar.
Görev yaptığı hastanede ilginç bir olayla karşılaşır ve olayın etkisinde kalır, unutmaz ve bu olayı paylaşmak ister.
Dr. Ömer bir hastanın kanını almak için görevlendirilir. Hastanın yanına gider. Yaşlı bir adamcağızdır.
Tahminen 75 yaşlarındadır. Hastadır. Halsiz ve dermansızdır.
Dr. Ömer, hastaya, “Kolunuzu açar mısınız, size kan vermem gerek” der. İngilizcesi çok iyi olmasa da, bir hasta ile anlaşabilecek düzeydedir.
Kanser hastası olan ihtiyar kansızdır. Kan verilmesi gerekmektedir.
Dr. Ömer hastaya yardım eder ve kolunu açar hastanın. Hastanın kolunda dövme bir Türk Bayrağı vardır. Elbette bu Türk Bayrağı dikkatini çeker Dr. Ömer’in.
Sorar hastaya “siz Türk müsünüz?”
Yaşlı hasta, kaşlarını yukarıya kaldırır ve “ Hayır” manasına işaret yapar.
Dr. Ömer’in merakı artar.
“Peki, bu kolunuzdaki Türk Bayrağı nedir?” diye sorar hastaya.
Yaşlı adam, zoraki cevap verir. “Aldırma işte öylesine bir şey” der.
Israr eder Dr. Ömer. “Fakat bu bayrak benim için çok önemli. Çünkü dikkatimi çekti. Bu bayrak benim milletimin bayrağı” der.
Yaşlı hasta, birden gözlerini açar ve hüzünle, derin derin Doktorun yüzüne bakar. “Siz Türk müsünüz” diye sorar.
“Evet Türk’üm” der Doktor Ömer.
İhtiyar doktorun gözlerine bakar, sanki tanıdık bir göz arıyor gibidir. Derin bir nefes alır ve yavaş yavaş anlatmaya başlar.
“Doktor yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye’de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı.
Ben Anzaktım. Avustralya Anzaklarından.
İngilizler geldiler bizi topladılar ve bize dediler ki: “Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup onların üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemli. Yoksa Hıristiyan dünyası kalmayacak. Barbarları yok etmemiz gerek” dediler. Biz de kandık. İnandık. Savaşa katılmak üzere İngilizlere uyduk” demiş.
Sonra ihtiyar hasta, derin bir nefes daha alıyor ve anlatmaya devam ediyor.
“İngilizler bizim beynimizi yıkadılar. Aldılar bizleri ilk önce Mısır’a götürdüler. Orada birkaç ay atış talimi yaptık. Sonrada bizleri topladılar ve gemilere bindirip, Çanakkale’ye getirdiler.  Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat bizler hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, ama onlara bu cesaret ve kuvveti veren neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim.”
İhtiyar heyecanlanıyor. Gözleri bazen dalıp gidiyor. Ancak, anlatmak ve içini boşaltmak istiyor. Bugüne kadar içinde sakladıkları Duyguları Dr. Ömer’e anlatmak istiyor.
Biraz dinleniyor. Derin derin nefes alıyor ve devam ediyor.
“Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar tekrar saldırıyoruz, ama hep püskürtüyorlar. Derken gene böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim.”
Dr. Ömer merakla ağzı açık yaşlı Avustralyalı hastayı dikkatle dinliyor.  İhtiyar savaşın dehşetli anlarını anlatırken titremeye başlıyor. Fakat durmuyor, heyecanla anlatmak istiyor. Dr. Ömer’in dikkatle dinlediğinin farkında.  Devam ediyor:
“Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında buldum.
Ne yalan söyleyeyim, nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler diye tanıtmışlardı. Ama dikkat ettim, yaralarımı sarmışlardı. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlardı Kendime geldiğimde bana çantalarındaki yiyeceklerden ikram ettiler. Çok iyi biliyorum ki onların çantalarındaki yiyecekleri çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı.
Şoke oldum doğrusu. Dedim ki kendi kendime:
“-Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler. Ama öldürmüyorlar. Veyahut isteseler önceden öldürürlerdi. Hâlbuki beni cephenin gerisine götürdüler.” Diye içinden düşünüyor. Sonra devam ediyor anlatmaya:
“Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla “Yazıklar olsun bana” dedim. “Böyle asil insanlarla niye savaşıyorum ben. Neden savaşmaya geldim. Bu İngiliz milleti ne yalançı imiş, ne kadar Türk düşmanıymış.” Diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki… Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum. Günlerce düşündüm. Nihayet bizleri serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memleketimde Türk Milletinin asil insanlığını unutmamak için koluma Türk Bayrağının dövmesini yaptırdım. Böylece ömür boyu unutmayacaktım. Bu bayrağın esrarı işte bu” demiş yaşlı Anzak askeri.
Dr. Ömerin gözleri dolu dolu ihtiyara bakarken, ihtiyar devam ediyor.
“-Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk…
Ne garip değil mi? Avustralya’dan Amerika’ya gelirken bir Türk’le karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Peşinden nemli gözlerle “Bana adınızı söyler misiniz?” demiş Dr. Ömer’e.
“Ömer” demiş. Dr.
Merakla sormuş, yaşlı asker. “Neden Ömer ismini vermişler sana?”
Dr. Ömer, babasının Müslümanların ikinci halifesi isminden ilham alarak kendisine Ömer adının verildiğini söylemiş.
Yahu senin adın Müslüman adı, demiş.
Dr. Ömer de “evet Müslüman adı. Ben de Müslüman’ım” dediğinde, yaşlı Anzak askeri, yerinden doğrulmak istemiş, doktordan yardım istemiş ve yatağa oturmuş. Gözleri yaşla dolmuş.
Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr.Josef Miller idi. Şimdiden sonra “Anzaklı Ömer olsun” demiş.
Dr. Da tamam olsun, demiş.
Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu? Dediğinde Dr. Ömer şaşırmış.
Dr. Ömer “elbette zor değil, Müslüman olmak çok kolay” demiş.
Dr. Ömer sonra hastasına İslam’ın şartlarını anlatmış. Hemen kabul etmiş ve kelime-i şahadet getirmiş, çocuklar gibi de ağlamış, Anzak askeri.
Yaşlı hasta, sonra Dr.dan tespih istemiş, Allahı zikretmek arzusunu duymuş. Tespihi esir düştüğünde Türk askerlerinin elinde görmüş.  Dr. Hemen bir tespih bulup vermiş hastasına.
Anzaklı Ömer, Dr. Ömer’e “beni yalnız bırakma, sık sık uğra, bana Müslümanlığı anlat” demiş.
Kanser hastası olan Anzaklı Ömer, günden güne erimeye başlamış, fakat elinden tespihi düşürmüyormuş, Türk bayrağına da bakıp bakıp gözleri yaşlı, Allaha dua ediyormuş.
Bir gün bir anons sesi duymuş Dr. Ömer. “Dr.Ömer Lütfen 217 numaralı odaya acil gelin”
Dr. Ömerin içinden “eyvah bizim yaşlı asker Ömer amca herhalde yolcu “diye geçirmiş.
Dr. Ömer odaya geldiğinde, hastanın sağ elinde tespih, açık duran sol kolunda dövme Türk Bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer’in son anlarını yaşadığını fark etmiş.
Dr. Ömer diyor ki: “ Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim. O şekilde kucağımda ruhunu teslim etti. Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım.” Demiştir.
A.Kemal Gül’ün Notu:
Hikâye ne kadar doğrudur bilemem ama bu tür hikâyeler özellikle Çanakkale Savaşı sonrasında hem Anzaklar hem de ecdat tarafından anlatıla gelir. Ecdat, yüzyıllar boyu “savaşta bile” insanlığını, ahlakını, adamlığını, merhametini asla yitirmemiştir.
Ne acıdır ki, Tarihte olduğu gibi bugün de bu asil Türk Milletini yönetmeye aday seçilmişlerin çoğu kez aranan bu asalete, Türk-İslam kültürünü içerir donanıma samimiyetle haiz ve layık olamadıklarını görüyoruz. İçler acısı gündemlere bakmanız yeterli…
Allah bizlere Ecdada layık bir nesil olabilmeyi ve gelecek nesillere örnek olabilmeyi nasip etsin…
ZEKERİYA TÜMER

2 Mart 2015 Pazartesi

TÜMER DİYOR Kİ: YAZIK OLDU SÜLEYMAN ŞAH'A!..

TÜMER DİYOR Kİ:
YAZIK OLDU SÜLEYMAN ŞAH'A!..
Ne kadar kadersizmiş Ertuğrul Gazinin babası Osman’ın dedesi.
Adamcağız mezarında bile rahat yatamıyor. 
Oradan oraya taşınıp duruyor. 
Kadere bak, mezarda bile rahatlık yok.
Başbakan Davut oğlu diyor ki:
“Türk toprağı Süleyman şahı boşalttık.
Türbe ve karakolu yıkıp geri çekildik.
Operasyon çok başarılı geçti.
Kimseden izin almadık”
Bravo demek mi lazım!..
Yoksa yuh mu demek lazım!..
Sen Osmanlı soyunun dedesinin mezarını havaya uçur, boş sandukayı yüklen, oradaki kıymetli eserleri topla ve Türk Toprağı olan yeri terk et, başka bir yerde yeniden türbe inşa et. İnsanlar bu kadar aptal olabilir mi? Yeni inşa edilecek türbeyi ziyaret edecekler ve boş sandukaya dua edecekler.
Hayret ki ne hayret. Dinimizde bu var mı, nerede, hangi kitapta yazıyor.
Gösteriş için türbe yapılır mı?
92 yıldır Türk Toprağı olarak tescil edilmiş Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu yeri Işid’ korkusundan terk et.
Eh yakında da, PKK korkusundan güneydoğudaki bazı yerleri terk edebiliriz. 
Süleyman Şah Türbesi ve Süleyman Şah Saygı Karakolu
Suriye’nin Halep ilinin Kara kozak Köyü sınırları içerisinde bulunan Türkiye’nin kendi sınırları dışında sahip olduğu ekslav statüsündeki tek toprak parçasıydı.
Süleyman Şah, Osman Gazi’nin dedesi, Ertuğrul Gazi’nin babası olduğu söylenir.
Süleyman Şahın yeni yurt edinmek üzere çıktığı yolda, 1277 yılında Fırat nehrinden karşıya geçmeye çalışırken iki muhafızı ile birlikte Fırat sularında boğulurlar. Naşı da Caber kalesi eteklerine  yakın bir kümbete defnedilir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde mezarın bulunduğu yer türbe yapılır. Osmanlı yıkılınca da türbe Fransız Suriye Mandası sınırları içerisinde kalır.
20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa hükümetleri arasında imzalanan Ankara Antlaşması’nın 9. Maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın 3. Maddesi gereğince Caber Kalesi türbe müştemilatı ile beraber Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul edilmiştir. Böylece de burada muhafız bulundurma ve bayrağımızı dalgalandırma imkânı doğmuştur.
Son halife II. Abdülmecit, TBMM’ne gönderdiği bir mektupla Osmanlı Hanedanının “atası” olan Süleyman Şah’ın mezarı konusunda Meclisin gösterdiği alakaya teşekkür etmiştir.
Abdülmecit şu an yaşasa idi, acaba bu hükümete teşekkür eder miydi? Ya da “yahu dedemi orada Işid’e teslim edip neden kaçtınız” diye kızar mıydı?
Türkiye Cumhuriyeti devleti Osmanlı Devletinin yıkılması ve yok olması neticesinde doğmuş ve Osmanlı’nın devamıdır. Ancak, Cumhuriyet rejimi ve laik bir demokratik sistemle yürütülmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, atalarının mezarlarına da, borçlarına da sahip çıkmıştır.
Bugün ise durum ortadadır.
Başbakan Davutoğlu, “Türbeyi yıkarak, daha güvenli yere taşıdık” diyeceğine, biz Suriye’deki tek Türk toprağını Işid’e bırakmayız, diyerek orayı Kahraman Mehmetçiklerle koruyabilseydi. Herhalde puanı daha çok artardı.
16 adamızı işgal eden Yunanistan’a göz yumanlar, Suriye deki tek Türk toprağına da göz yumdular. Şimdi sıra PKK nın isteklerine geldi. Yakında bakalım, hangi topraklarımızdan olacağız.
Hakkımızda hayırlısı diyelim. 
(Zekeriya Tümer)