Basın Toplantısı
Metni ; (Konuşmaya esas metin) 6 Mart 2014
İsviçre’deki
Hesaplar!
-- Maliye
Bakanlığının 01.09.2009 tarihinde yaptığı açıklamaya göre;
“…….ABD ve Fransa’dan sonra, Türkiye’nin de İsviçre
Bankalarında Türk’lere aithesaplarla
ilgili olarak, bu ülkeden bilgi istemeye hazırlandığı …..” belirtilmiştir.
İsviçre UBS Bankasıyla ABD’nin, İsviçre’de hesabı
bulunan 4 binden fazla
ABD’liyle ilgili bilgilerin
ABD’ye verilmesi konusunda anlaşma imzalanmasının , Türkiye’yi de harekete
geçirdiği anlaşılmaktadır.
Yapılan açıklamalarda;
Türkiye’nin de İsviçre ve diğer ülke bankalarında bulunan hesaplarla
ilgili olarak, bu ülkelerden bilgi
isteyebileceği sonucuna
varıldığı, bunun için ülkeler arasında ayrıca Bilgi
Değişim Anlaşmasına gerek
bulunmadığı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır.
Değerli Basın Mensupları;
-- OECD ve diğer
uluslararası verilere göre; İsviçre başta olmak
üzere Lüksemburg, Belçika, Avusturya ve Almanya gibi ülkelerde, Türk’lere ait 20 bini aşkın hesapta 100 Milyar Doların üstünde para bulunmaktadır. Bu
miktarın 60 Milyar Doları aşan kısmının İsviçre Bankalarında
olduğu tahmin edilmektedir. ABD yönetimi de , 52
bin ABD vatandaşının İsviçre
Bankalarında 15 MilyarDolarlık
bir hesabının bulunduğunu ifade etmiştir.
Türk’lere ait bu bilgileri, BDDK Başkanı ile TMSF Başkanı da doğrulamıştır.
İsviçre’de bulunan paraların , Türkiye’ye getirilmesi
yolunda yasal anlamda 2008-2009’lu yıllarda ciddi çalışmaların yapıldığı
görülmektedir. Maliye Bakanlığı bu yönde, 1
Eylül 2009 tarihinden sonra
iddialı açıklamalar yapmıştır. Hükümete yakın olan medya organları da bu durumu
, Hükümet’in kendisine duyduğu
güven ve başarı olarak
kamuoyuna sunmuşlar ve bu yönde değerlendirmeler yapmışlardır.
Ancak, aradan geçen 4-5 yılın ortaya çıkardığı tablo şudur;
sözü edilen bu çalışmalar
sonuçlandırılmamıştır. Çalışmalar kadükleştirilmiştir.Bir
taraftan Wikileaks belgeleriyle ileri sürülen iddiaların
içeriği, bir taraftan banka hesap sahiplerinin baskıları ve nihayet bizzat Hükümet’ten kaynaklanan
sebeplerle; tüm bu
çalışmaların askıya alındığı anlaşılmaktadır.
Hükümetin, İsviçre’deki
banka hesaplarından kişisel olarak
ve siyaseten endişe duyduğu anlaşılmaktadır.
Süreç artık bu noktada kilitlenmiş durumdadır.
-- Bu konuları ve bu yöndeki
iddiaları 20.01.2011 ve
23.02.2012 tarihli basın
toplantılarımızda somut olarak dile getirmiş isek de, bu sorularımıza bu güne
kadar hiçbir açıklama getirilmemiştir. Bu soruları daha sonra soru önergeleriyle somutlaştırdık. Sözgelişi;
AKP’li bir ismin
–Milletvekilinin 2004 yılında
Türkiye’ye valiz dolusu dövizle para getirdiğini,
Wikileaks belgelerine göre,
ABD Büyükelçisi Eric Edelman ile Başbakan arasında,İsviçre’deki sırdaş
hesaplarla ilgili görüşmelerin
yapıldığını, görüşmeler sonucunda Türkiyenin dış
politikasını, ABD çıkarları doğrultusunda yönlendirecek mutabakatların sağlandığını, bu durumun Wikileaks
belgelerine yansıdığını ve 30
Aralık 2004 tarihli Kriptoya konu
olduğunu; muhtelif soru önergeleriyle dile getirmiş isek de, bu
önergelerimiz bugüne kadar cevaplandırılmamıştır.
Bu Kriptolarda R.Tayyip
Erdoğan’ın, uluslararası boyutu olan iş ve ihalelerde “rüşvet aldığı” yönünde de suçlamalar vardı.
Bu arada Başbakan’ın,
Wikileaks belgelerinin kamuoyuna yansımasından sonra, bu suçlamalarla ilgili
olarak, İstanbul Milletvekili
Abdülkadir Aksusorumluluğunda, bir Komisyonunun kurulduğunu açıklamasına
rağmen, bu konuda da hiçbir
ciddi çalışmanın yapılmadığı
bilinmektedir.
Tüm bu sürecin sonunda, 21.05.2013 tarihinde kabul edilen, 29.05.2013tarihinde yürürlüğe
giren ve kamuoyunda Varlık
Barışı olarak bilinen 6486 sayılı yasayı da önemle dikkatlerinize
sunmak gereğini duyuyorum.
Maliye Bakanlığının, Kanunun Resmi
Gazetede yayımlandığı 29.05.2013 tarihinde düzenlemiş olduğu 2013/70 sayılı Vergi Sirkülerine göre; bu kanun kapsamına, yurtdışında
bulunan tüm varlıklar girmektedir.
Fotoğrafın
karelerinin böylece tamamlandığını görüyor ve gözlemliyoruz.
17 Aralık sonrasında ortaya çıkan
bulgular, yukarıda sözü edilen kronolojiyle birlikte
değerlendirilmelidir.
Değerli Basın Mensupları;
Uluslararası belgelerde, medyada
ve Türkiye’deki basın yayın organlarının bir bölümünde; Recep Tayyip
Erdoğan’ın rüşvet ve komisyon
aldığı,kayıt dışı bir
şekilde Türkiye’ye döviz ithaline iştirak ettiği ve bir taraftan da parasını yurt
dışına kaçırdığı yolundaki
iddia ve suçlamalar üzerine ; Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı
olarak bu ağır ithamlardan derin bir rahatsızlık duymamız sebebiyle, Recep Tayyip
Erdoğan’ın , başta İsviçre mercileri olmak üzere ilgili mercilerden buyönde
hesabının olmadığına dair belge alması gereğini ısrarla
dile getirdik.
Keza, Abdülkadir Aksu Başkanlığında
(!)Komisyon kurulmasını da son
derece önemsediğimizi, bu Komisyonun, uluslararası adli mercilerde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının ve
Türkiye Cumhuriyetinin saygınlığını korumanoktasında mücadele vermesinden
memnuniyet duyacağımızı hep ifade ettik.
AKP sözcüleri de bu arada başta Bülent Arınç olmak üzere, Parti olarak ayrıcadava
açacaklarını ifade ettiler.
Ancak, aradan geçen 4-5 yılın sonunda bu yönde hiçbir çalışmanın olmadığı bilinmektedir. Bülent
Arınç’ların yine “karartma” rolünü üstlendiklerini ibretlegörüyoruz.
Bu yönde bir çalışma yapılmadığı
gibi, 17 Aralık sonrasında ortaya çıkan dokümanlar, bu sürecin utanç boyutlarına vardığını ve
artık örgütlü bir hale geldiğini doğrular niteliktedir.
Kamuoyu ve halkımızın bir kez
daha kandırıldığını görüyoruz.
Başbakan ve AKP sözcüleri, o gün
için yalan beyanda bulunarak, kendilerincegünü kurtarmışlardır.
Değerli Basın Mensupları;
Aslında 17 Aralık sonrasında
ortaya çıkan bu bulgular; gayriresmi
Suudi Arabistan ve Katar ziyaretleri ve yukarıda anlatımı yapılan süreç hep
birlikte değerlendirildiğinde; hem
Wikileaks belgesindeki iddia ve suçlamaların ve hem de İsviçre ya da
başka bir ülkedeki “gizli
hesap” iddialarının
kuvvet kazandığı görülmektedir. Bu yöndeki suçlamaları “güçlendiren” somut gelişmelerle karşı karşıyayız.
Recep Tayyip Erdoğan ve Aile
Bireylerinin; artık milyar
dolarlar seviyesinde değil, 10 milyar dolarlar seviyesinde haksız
ve yasa dışı bir mal
varlığına sahip oldukları yönündeki bulgular güçlenmiştir. Kamuoyundaki yaygın kanı da bu
yöndedir.
Ortaya çıkan bulgular ve 17 Aralık sonrasındaki gelişmeler
hep birlikte değerlendirildiğinde; artık
bu sürecin siyasi ve anayasal sorumluluğunun Recep Tayyip Erdoğan’la sınırlı
olmadığını , Hükümetin Kurumsal
ve müteselsil olarak
sorumluluğunu içeren boyutlar kazandığını görüyoruz.
Bu anlayışladır ki, sorularımız ,
Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında doğrudanHükümet’e yöneliktir. Buna göre;
(1) Maliye Bakanlığının 01.09.2009 tarihli açıklamasına göre;
artık Gelir İdaresiBaşkanlığı
ya da MASAK gibi kuruluşlar, gizli hesaplar
konusunda doğrudan bilgi isteme başvurusu yapabileceklerine göre; Türkiye neden bu yönde başvurudabulunmamaktadır?
Bu yönde başlatılan çalışmalar neden durdurulmuştur?
Gelir İdaresi Başkanlığı ya da
MASAK gibi kuruluşlar artık neden
konuşamaz hale gelmişlerdir?
(2) Wikileaks Belgeleri, The
Times ve Türkiye’deki bir
bölüm Medya da Recep Tayyip Erdoğan’ın ,
İsviçre’deki bankalarda milyar
dolarlar seviyesinde gizli hesaplarının bulunduğu ısrarla ifade edilmesine
rağmen; R.Tayyip Erdoğan bu yayın organları aleyhine neden yasal yollara başvurmamaktadır? Ya da İsviçre
mercilerinden bu yönde resmi
belge alma grişiminde
bulunmamaktadır?
Abdülkadir Aksu Başkanlığında kurulduğu ifade edilen ve AKP adına da
davalar açacağı bildirilen bu Komisyon, bu güne kadar neden hiçbir çalışmayapmamıştır?
(3)”Varlık Barısı” yasası olarak bilinen 6486 sayılı yasanın 13 ve ilgili maddelerini esas alarak; Recep Tayyip Erdoğan ve 2. dereceye kadar olan kan ve sıhri hısımları ile gelinleri ve damatları;
bu yasadan yararlanmak için herhangi
bir başvuruda bulunmuşlar mıdır?
ATİLLA KART
CHP KONYA MİLLETVEKİLİ, ANKARA
06 MART 2014